Kafkasya İstikrar Platformu’nun cilası nerede atar?

Kafkasya Türk dış politikasının Çarlık Rusya’sında, Sovyetler ve Post-Sovyet döneminde sınıfta kaldığı bir yer.

(http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=51980)

Kafkasya’daki savaşa hazırlıksız yakalanınca hafiften afallayan Türkiye hükümeti, biraz da ‘rol kapma’ kaygısıyla apar topar Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu fikrini görücüye çıkardı.
‘Kafkaslar İttifakı’ ve ‘Kafkas İstikrar Forumu’, ‘Kafkasya İstikrar Forumu Girişimi’ ve ‘Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu’ isimleriyle şekilden şekle giren bu fikir, Türkiye’nin ne türden bir Kafkasya politikası olduğuna dair eski bir tartışmaları da diriltti.
7 Ağustos’ta Gürcistan, Pekin Olimpiyatları’nın gölgesinde pusuya yatıp Güney Osetya’ya topyekûn savaş ilan ettiğinde gazeteciler karşısında Başbakan Tayip Erdoğan’ın ağzından çıkmakta zorlanan kelimeler sadece hazırlıksız yakalanmanın çaresizliği miydi? Yoksa Ankara’nın Kafkasya politikasının çöktüğünün resmi miydi? Hani Ortadoğu’da Filistinlilerle Yahudileri, Suriye ile İsrail’i, Irak’taki Şiilerle Sünnileri barıştırmak, İran ile ABD arasında gerilimi düşürmek için kendine ‘cilalı’ arabuluculuk ya da kolaylaştırıcılık misyonları biçen Erdoğan’ın Kafkasya’daki savaşa dair adam akıllı bir çift sözü yok muydu? Belagatteki ustalığına ne haller olmuştu?
Peşinen söyleyelim; Kafkasya Türk dış politikasının Çarlık Rusya’sında, Sovyetler ve Post-Sovyet döneminde sınıfta kaldığı bir yer.
Türkiye’nin Kafkasya politikası denince Karadeniz’in hem bu yakası hem öteki yakasındaki Çerkes aydınların aklına tarihten bir yaprak gelir: Yıl 1829. Osmanlı ile Ruslar Edirne Anlaşması’nı yeni yapmıştır. Çarlığın Kafkasya’daki komutanı, Rus işgaline direnen Çerkes ileri gelenlerini toplar ve ilan buyurur: "Edirne Anlaşması ile Osmanlı Kafkasya’daki tüm egemenlik haklarını Rusya’ya vermiştir." Bir Çerkes kadını öne çıkar ve şu yanıtı verir: "Bak dalda duran şu kuşa, onu sana veriyorum, hadi git al." Osmanlı bir kalemde Kafkasya’yı Rusya’ya veriyor. Halbuki Karadeniz kıyısındaki Anapa ve Gelencik’i bir üs olarak kullanması dışında Osmanlı yaygın yanılgının aksine Kafkasya’da hükümran değil.

Osmanlının 1864 Büyük Kafkas Sürgünü’nde kritik bölgelere ve sınır boylarına yerleştirilecek Müslüman nüfusa ihtiyacına binaen Çerkeslerin anavatanlarından tamamen kopmalarındaki rolü de esasen tartışılan bir konu. Osmanlı 11 Mayıs 1918’de kurulan Kuzey Kafkas Cumhuriyeti’ni tanısa da kendi derdi başından aşkın olduğundan bu cumhuriyetin yaşatılmasına destek olamadığı da malum. Sovyetler zamanında ise Komünist bloğa kapılar kapandığından Kafkasya defteri zaten dürülmüştü.

Bugün ise ‘Kafkasya’ Türkiye için ‘Kafkasya Ötesi’nden ibaret. Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan’ın yer aldığı Kafkasya Ötesi de aslında coğrafi olarak Kafkasya değil. Bu üç ülkeyle ilişkilerdeki manzara ise şöyle: Türkiye sınırlarını tanımadığı ve Yukarı (Dağlık) Karabağ’ı işgal ettiği için Ermenistan ‘son düşman’. Hem Ermenistan’ı boru hatlarının geçişinde bypass edebilmek hem Rusya’ya karşı sıkı bir tampon bölge olarak güçlendirmek için 5 milyonluk Gürcistan ‘olağanüstü önemli’ ülke yani bütün yumurtalar, bu denli sıkleti kaldıramayacak kadar lime lime olmuş Tiflis sepetinde. Azerbaycan ise ‘uzatmalı’ kardeş.

Peki bugünün konusu Abhazya ve Güney Osetya Türk Dışişleri’nin Kafkasya haritasında var mı? Hakeza Çeçenya ve kardeş ülke İnguşetya nerede? Türkiye’de üç milyonu aşkın Çerkes nüfusunun anavatan toprakları Kabardey-Balkar, Adıgey, Karaçay-Çerkes, Dağıstan ve Kuzey Osetya nerede? Kafkasya masasının derdi günü Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan. Sırası gelmişken yıllardır Abhazya’nın Türkiye’den gülen bir ‘yüz’ beklediğini, elini defalarca uzattığını ama havada kaldığını da not edelim. Türkiye, Abhazya’yı Gürcistan’ın toprak bütünlüğü içerisinde görmekte ısrar edip Gürcü tezlerine yatarak bu ülkeyi Rusya’ya mahkûm etti. Nasıl? Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsız kalan Abhazya, Temmuz 1992’de yabancı bir ülkeyle ilişki kurma adına ilk olarak Türkiye’nin kapısını çaldı. Devlet Başkanı Vladislav Arzdınba bütün bakanlarıyla soluğu Ankara’da almıştı. Gel gör ki, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel otel odalarında bekletilen Abhaz heyetine randevu bile vermedi. Heyet geresin geri döndü. TRT’ye de heyetle ilgili haber yayımlamama talimatı verildi. Abhazya 14 Ağustos 1992’de Gürcistan işgaline maruz kalınca 19 Ağustos 1992’de dönemin muhalefet lideri Bülent Ecevit şu serzenişte bulunacaktı: "Bu davranışıyla Türk hükümeti, Gürcistan’a ‘Biz Abhazya ile ilgilenmiyoruz. Aranızdaki sorunu nasıl çözeceğinize karışmayız’ mesajını verdi. Sonuç ortada: Abhazya’nın başkenti Sohum Gürcistan birliklerince işgal edildi, pek çok insan yaşamını yitirdi. Ankara’ya gelen heyetin amacı, Abhazya’da göz göre göre yaklaşan trajedinin önlenmesi için Türkiye’den ilgi istemekti. Türkiye gereken ilgiyi gösterseydi trajedi önlenebilirdi."

Aradan 15 yıl geçti. Kosova bağımsızlığını ilan etmeye hazırlanırken Abhazya tanınma piyangosunun kendisine de vuracağını umarak yine ilk iş olarak Türkiye’nin kapısında durdu ama bu kez içeri bile alınmadı; Abhazya Devlet Başkanı Sergey Bagapş’ın 17-24 Ekim 2007’de planlanmış Türkiye gezisi Türk Dışişleri’nin son dakika müdahalesiyle iptal edildi. Üstelik Türkiye bu gezilerden Moskova’nın rahatsız olduğu gerçeğini bile idrak edemedi. Türkiye, Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) savaşa maruz kalmış Abhazya’ya 1995’ten itibaren dayattığı ambargolara bu örgütün üyesi olmadığı halde en fazla sadık kalan ülke oldu. BDT’nin patronu Rusya, ambargoyu delerken ve nihayetinde bu baharda çöpe atarken Türkiye, Gürcistan’ı küstürmemek adına ambargoya devam etti. Abhazya’ya bu tavır sürerken Ankara, 2002’den itibaren Vaziyani üssünü onarıp Gürcistan ordusunu donatmaktan geri durmadı. Türkiye’nin ABD ve İsrail’le birlikte eğittiği Gürcü askerlerinin ilk misyonunun Abhazya ve Güney Osetya’yla savaşmak olduğunu öngöremeyenin bir tek Ankara olması mümkün mü? O yüzden savaş çıkınca Türkiye mahcuptu, suskundu. Türkiye ‘Neden Abhazya Rusya’nın sarıldı’ deme şansını çoktan yitirmişti. Buna rağmen Abhaz yetkililer, ‘Rusya değil ilk tanıyan ülke Türkiye olsa’ demekten vazgeçmedi.

Hal böyleyken Türkiye yaklaşımında hiçbir değişikliğe gitmeden Kafkas İstikrar ve İşbirliği Platformu önerisiyle Kafkasya’ya derman olabilir mi? Hükümet bu platformla Gürcistan’ı kurtarmak, Rusya ile Mavi Akım’dan bu yana gelişen ‘muazzam’ ticari ilişkileri sağlama almak ve araya Ermenistan’ı sıkıştırıp Erivan’la bir diyalog kapısı aralamak istiyor olabilir. Ama Kafkasya’da istikrarın anahtarı olabilmek için Türkiye’nin bölgesel aktör olmak ile ABD’nin Kafkasya’daki planlarının taşeronluğunu yapmak arasında tercihini ortaya koyması gerekiyor.

Kaynak: Dünya Bülteni
(http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=51980)

Fehim Taştekin