Yüzyıllar boyunca Kafkasya: Sükuta kulak vermek

Kafkasya’da iletişim farklı tabularla zengindi. Kişi isimlerinde ve akrabalık terimlerinde tabu (eşlerin isimlerinin söylemesi yasağı), mesafe tabusu (büyüğün önüne geçme yasağı veya İnguşlar ve Çerkeslerde damat ve kayınvalide arasındaki mesafe), sözsüz tabular (muhataplar arasında mesafeyi koruyan jestler).

Bu yazıda tematik tabulardan, yani Kafkasya halklarının kadim kültüründe susulması gereken durumlardan söz edeceğiz. Uzmanlar ‘tematik tabuların, potansiyel anlaşmazlıklar ve etik olmayan belirli konuların tartışılması ve ele alınması yasağını öngördüğünü’ söylüyor. (R. Gazizov. Alman dilbiliminde iletişimsel tabular).

En bilinen yasak 2-3 gün boyunca misafire kim olduğu, nereden gelip nereye gittiği ve ne için seyahat ettiğinin sorulması yasağıdır. Misafire dağlı görgü kurallarının koymuş olduğu hizmet ve ilginin gösterilmesi kabulü vardı. Soru sorma hakkı veriliyordu, fakat sadece en genel sorular, herkesçe bilinen haberler, anne-babanın sağlık durumu gibi. İngilizcede bu tür konuşmalar small talk, yani “boş laf” olarak adlandırılıyor. Modern varyantta trafik, metrodaki kalabalık, yeni bir film ya da havalar hakkında konuşabilirsiniz. Gelenek, misafirin çok meraklı olmamasını ve ev sahibi ile konuşmalarında izin verilen sınırı aşmamasını da belirliyordu. Bu, ev sahibini kuşkulandırabilirdi. Eski Balkar şarkılarından birinde şöyle deniyor: “Kezlering bla çırdılanı sanama” (Gözlerinle evin kirişlerini sayma).

Diğer tüm durumlarda, muhatabı zor duruma bırakabilecek sorulardan kaçınılması tavsiye ediliyor. 19. Yüzyıl tarihçisi Han Girey’e göre, Çerkeslerde kural “çok dinlemek, az konuşmak”.

Tematik tabular kişinin kendisi hakkında konuşmaları ile de ilgiliydi. Övünmek, kişinin kendisinden ve başarılarından söz etmesi terbiyesizlik addediliyordu. Ölçülü olma ve az konuşma kültürü Çeçen atasözlerinde şöyle ifade ediliyor: “Konuşmayla sepet dolmaz”, “Dilin yumurtladığı yumurta yenmez”, “Bilmiyorum, tek kelime; biliyorum, binlerce”, “Söz ağızdan çıkana kadar senin esirin, çıktığında sen onun esirisin”.

Çağdaş etnograf B. Bgajnoko “Çerkes Görgü Kuralları” kitabında şöyle yazıyor: “Erkeklerin kendi meziyetleri ve şahsiyetleri hakkında konuşmaları ağır bir ihlaldi”. N. Dubrovin ise 1927’de Krasnodar’da yayınlanan “Adıge” adlı eserinde şunları kaydediyor: “Doğası gereği cesur, çocukluğundan itibaren tehlike ile mücadeleye alışmış Çerkesler, övünmekten çok sakındılar. Çerkes, askeri başarılarından hiç bir zaman söz etmedi, böyle bir hareketi yakışıksız kabul etti. En cesur bahadırlar, son derece sahici tevazuları ile dikkat çekiyordu. Yavaşça konuşuyorlardı, kahramanlıkları ile övünmeden, konuşmada herkese yer vermeye, tartışmada susmaya hazırdılar; ama hakaret söz konusu oldu mu, tehdit ya da sözlü atışmaya hiç girmeden yıldırım hızıyla silahla cevap veriyorlardı”.

Yukarıda adı geçen Han Girey belirtiyor: “Kendinden söz etmek, ne şekilde olursa olsun kendine kahramanlık atfetmek, Çerkeslerde büyük ayıp sayılır. Çünkü Çerkes mantalitesinde bir kişiyi yüzüne karşı övmekte alçakça bir ikiyüzlülük vardır”.

Erkekler, biyografilerindeki en parlak, en değerli ve en dramatik sayfaları bile sıradan bir bölüm olarak sunmaya çalıştı. Kafkasya’daki savaşlar döneminde, ihtiyarların toplantılarından birinde, Laba nehrinde bir köyün bütün efradının ölümüne neden olan ihanetin sahibi Şovgur kardeşler hakkında ölüm cezası kararı alındı. Kararı uygulama görevi, tüm bölgede Mıhamet Kolçeruki adıyla tanınan savaşçıya verildi. İki kardeşi bir düğünden dönerken vurdu ve olayı şu şekilde ifade etti: “Yerjib (ustasının soyadıyla adlandırılan bir tüfek tipi) gürledi, Şovgur oğulları böğürdü”.

Tematik yasaklara iyi rüyalarla ilgili anlatımları da eklemek lazım. Kötü ruhların, kişinin gördüğü iyi rüyanın yerine gelmesine engel olabileceğine inanılıyordu. Gerçi, başka bir inanç da vardı: İyi rüyaları akrabalara, özellikle de en yakınlara anlatabilirsin.

Tematik plandaki yasaklara yüksek şövalyelik kültüründeki lezzetli yiyeceklerle ilgili konuşma yasağı da dahil ediliyor. Çerkesler, yemeğe karşı çok ölçülü idiler, üstelik aç olduğunu söylemek yakışıksız görülüyordu. 19. yüzyıl Çerkes yazarı A. Keşev “Köyümüzde, midesinin durumunu ima edecek tek bir soylu bulunamaz” diye yazmıştı.

Osetlere göre, iştah göstererek yemek ayıp, oburluksa büyük utanç. Osetler şöyle diyor: “Hundi fatstso afsastay, da hadzarma ba artso astongay” (Öğle yemeğine davet edilen tok görünüp, eve aç dönüyor). Açlık duygusunu göstermek de ayıp. Ev sahibinin bir Oseti, aç bile olsa sofraya oturtması için çok çaba harcaması gerekiyordu. Oturduğunda ise az yiyordu, üstelik yemek esnasında dikkatini yemeğe vermek edebe aykırıydı. Lezzetli yemek sadece hoş bir sohbet için fon olabilirdi.

19. yüzyıl Oset etnografı Savva Kokiyev “Oset yaşamı hakkında notlar” adlı eserinden: “Osetler yemeğe karşı alışılmamış itidal, çekingenlik ve dayanıklılıkları ile fark ediliyor. Ölçüsüzlük ve oburluk büyük ayıp sayılıyor, açlıkla ilgili en ufak bir ima aynı şekilde. Çünkü insan kimseye söylemeden açlığa tahammül edebilir. Geleneğin bu konuya yaklaşımı çok makul. Ev sahibine hiç bir zaman misafirine ‘yemek ister misiniz’ diye sormama (böyle bir soru son derece çirkin bir cimrilik alameti), her şeyi sunma ve misafirine yemesi için ısrar etme sorumluluğu yüklüyor”.

Erkekler arasında eşleri ve çocuklarından bahsetmek, hane halkını sormak da bir başka görgüsüzlük. (Fakat kadınlar arasında bu tür sorular nezaket gereğiydi). Osetlerde erkeğin eşi hakkında konuşması ve hele de onu övmesi yakışıksız sayılıyordu. Ama bir şekilde ondan veya çocuklardan söz etmek gerekirse, erkek her zaman etrafındakilerden af diliyordu: “Vaye farn biraye…”

Kafkasya’da erkekler eşleri ile gurur duydular, ancak onlar hakkında konuşmadılar ve açıkça övmediler.

Alman oryantalist Julius Klaproth “Kafkasya ve Gürcistan Seyahatleri 1807-1808” kitabında Çerkeslerle ilgili olarak “Eğer prense eşi ve çocuklarının sağlığı sorulursa, öfkeden kıpkırmızı kesilir, hiç bir cevap vermez ve açık bir hakaret olarak soruyu sorana sırtını döner” açıklamasında bulundu.

Dilbilimci S. Adamova’nın Dağıstan halklarının dilleri ile ilgili gözlemi bana ilginç geldi: “Kadın ne tür meziyetlere sahip olursa olsun, Dağıstan dillerinde kadına övgü yoktu, aynı şekilde çocuklara da”. “Çocuklarını öven yarı aptal, eşini öven tam aptal”, “Eşini öven aptaldır”. (Adamova S., Ailede kişiler arası ilişkileri temsil eden özdeyişler. Lakça ve İngilizce).

Genel olarak bu tür tematik tabular iletişimsel esnekliği oluşturdu.

Şimdi bu yasaklara ne oldu, ne tür değişimlere maruz kaldı? Hangi konular bizi daha çok rahatsız ediyor? Kafkasya’da insanlar açıkça kendini, eşlerini ve çocuklarını övmeye başladı mı? Cevaplar gelecek yazıda…

Kaynak: Kavkazki Uzel

Çeviri: Ajans Kafkas