Otuz yıl sonra: Lata trajedisi

14 Aralık, 1992-93 tarihlerindeki Gürcü-Abhaz savaşı esnasında gerçekleşen Lata trajedisinden bu yana geçen otuz yılın nişanesi. Bu savaşta, Abhaz şehri Tkuarçal’dan Gudauta’ya kadın ve çocukları taşıdığı esnada MI-8 Rus helikopterine ateş açıldı ve helikopter düşürüldü.

Abhaz ve Rus tarafları helikopter saldırısından Gürcistan’ı sorumlu tuttu; Gürcistan ise suçlamaları reddetti ve bu trajedinin asıl nedeninin Rusların manipülasyonu olduğunu söyledi.

Helikopterde o esnada 87 kişi vardı; bunların 35’i çocuk, 8’i hamile kadındı. Yolcuların ve mürettebatın tamamı öldü.

Aşağıdaki hikâyeler de Lata trajedisinin ardından hayatta kalanların hikâyeleri.

Arifa Adzinba: Kişisel hikâye

Arifa Adzinba savaş sırasında üç yaşındaydı. Ailesinin en büyük kızıydı, ortanca kardeşi o zamanlar iki yaşındaydı, en küçükleri de savaş sırasında doğmuştu. Ailesi Dzhgerda köyünde yaşıyordu.

“Köyümüz bombalanmıştı, sadece bir hastane ve tankların tamir edildiği bir istasyon vardı. O yüzden de babam, onun erkek kardeşi ve ikinci dereceden kuzeni kadınları ve çocukları güvende olabilecekleri Gudauta’ya gönderdi.

Biz de tabii, aynı boydan üç aile, Tkuarçal’a gittik. Dayımız götürdü bizi. Anneannemizin kız kardeşinde kaldık. Daha sonra dayım bizi Gudauta’ya götürmek için gerekli hazırlıkları yaptı yapmasına da piste gitmek için arabaya bindiğimizde araba çalışmadı. Dayım ne kadar uğraştıysa da araba çalışmadı işte,” diye anlatıyor Arifa.

“Helikoptere binemeden, ailecek anneannemizin kız kardeşinin dairesine döndük. Kısa süre sonra da içimizden biri kapıyı çaldı. Erkek kardeşi: ‘Sizinle gelenler nerede? Neredeler’ diye sordu.”

Arifa da pek çok kişinin kendi akraba ya da arkadaşlarının helikoptere binip binmediğinden emin olmadığını söylüyor: “Başta hiçbir şey bilmiyorlardı. Sonraki gün istasyonda radyodan haberleri dinliyorduk. İşte o esnada babam helikoptere ateş açıldığını duydu.”

Esma Pilia

Esma Pilia savaşla babasının atalarının köyü olan Akuaska’da karşılaştı, ailesi yaz tatillerini genelde burada geçirirdi. 1992’nin Ağustos’unda Esma’nın annesi en küçük oğluyla birlikte Kislovodsk’a tatile gitti. Yüksek Şura vekili olan babası da Sohum’a gitti. Esma’yı, baksın diye kuzeni Naala’ya bırakmışlardı.

“Tkuarçal’da her şeyin çok korkutucu olduğunu hatırlıyorum. Bombalanmaktan feci korkuyordum ama babama bunu söylemeye cesaret edemiyordum.

İnsani yardım uçuşları yapan helikopterlere binmek çok zordu; listeler önden derleniyordu, kalabalığı aşıp helikopterin kapılarına ulaşmak zordu. Hiçbir zaman o gün helikopterin gelip gelmeyeceğini bilmiyorduk. 14 Aralık 1992’de, bu hesaplanmış olmalıydı.

“O gün annemle babam köye gidecekti, bizim de helikopterle uçmamız lazımdı. Ama ben çıkmaza girmiştim. Benim hiçbir yere uçmayacağımı söyledi ve ayrıca köye gitmek istedi. Naala da beni almadan helikoptere kesinlikle binmeyeceğini söyledi. Gün geçti, biz köye gittik ve döndük, Naala Tkuarçal’daydı” diye hatırlıyor Esma.

“Akşamleyin karargâhtan birileri bize gelip nerede olduğumuzu sormaya başladı. Biz de evdeyiz dedik. Bize inanmayıp tekrar sordular, halbuki önlerinde duruyorduk. Ne olup bittiğini anlayamadık; ancak gece çökünce komşulardan biri Gürcülerin helikoptere ateş açtığını söyledi” diye anlatıyor.

“Her evden çığlıklar yükseliyordu. Hiç unutmayacağım. Bütün şehir çığlık atıyordu. İçlerinde yeni doğan bir bebek de olmak üzere üç çocuğunu ve karısını helikopterle gönderen adam şehirde mahvolmuş vaziyette dolaşıyordu. Berbattı.

Memleketim Tkuarçal’a tapardım. Ama helikopter düşürüldüğünde bana bu şehirde ölüp gideceğim gibi göründü, bu şehir beni dışarı bırakmak istemiyordu. Tkuarçal’dan o denli nefret ettim ki savaştan sonra on beş sene uğramadım. Artık şimdi, ancak şimdi, 40 yaşını iyice geçtikten sonra, oraya keyifle gidiyorum. O zamanlar, 14 yaşındayken, içimde yer eden korku ancak şimdi son buldu,” diyor Esma.

11 Ocak 1993’te Pilia ailesi Tkuarçal’dan çıkmayı ve Kuzey Kafkasya’ya uçmayı başardı.

Firari çocuk

Savaş başladığında Temur Dzhapua Moskova’daki Dünya Edebiyatı Enstitüsü’nde lisansüstü öğrencisiydi. 14 Ağustos 1992’de tatil için eve uçması bekleniyordu. 11 yaşındaki oğlu Gudisa yaz başından beri Abhazya’nın Chlou köyündeydi.

Temur’un bineceği uçağın seferi ertelendi ve kendisine “aslına bakarsan senin memlekette savaş çıktı” dediler. Temur da Abhazya’ya karadan gitti, bir haftada vardı memleketine; en nihayetinde de cepheye gitti.

14 Aralık’ta Temur Dzhopua oğlunu ve dört yaşındaki komşusunu Tkuarçal’a getirdi. Çocukların helikoptere alınacağına dair bir mutabakat yoktu ama yine de yer buldular.

“Çocuklar benimle uçmayacaklarını söylediler. Onlara ‘Tamam, siz küçüksünüz, önce sizi içeri alacaklar, sonra ben de oturacağım’ dedim. Elbette oturmayacaktım. Onları ikna ettim, helikoptere soktuk.

Fakat tam da son dakikada, kapılar kapanırken, komşunun çocuğu bir anda benim dışarda kaldığımı gördü. Pervaneler dönmeye başlamıştı ki çocuklar helikopterden atladı. Çok küçük oldukları için yakalanmaları da zordu. Yüksekten atlayıp hava meydanından kaçtılar. Oğlumu yalnız başına gönderemedim. Oğlum helikopterden çıkmıştı.”

Temur ve oğlu Tkuarçal’da kalmıştı. Ertesi sabah çocukların hiçbir yere uçmadığını ve diğer 35 çocuğun aksine hayatta olduklarını söylemek için erkenden eve gitmek üzere hazırlanmışlardı.

“O helikoptere binen bir sürü insan tanıyorum. Köyümden insanlar da vardı içlerinde. Tkuarçal’dan eve giderken, yolda bir komşumuzla karşılaştık. Traktör süren bir dedeyle. Beni durdurup ailesini görüp görmediğimi sordu; ‘helikoptere binmişler miydi acaba?’ Ailesinin bindiğini ve uçtuğunu görmüştüm, kesinlikle emindim. Ama bunu dedeye söyleyemedim.”

26 Aralık’ta JAMnews’te yayımlanan bu yazı Fatma Büşra Helvacıoğlu tarafından Ajans Kafkas için Türkçeye çevrildi.