Kafkasya’nın toprak ve tarih ile imtihanı
Kuzey Kafkasya bugünlerde yine çok hareketli. Daha Kabardeyler ve Balkarlar arasında yaşanan gerilim soğumamışken Çeçen ve İnguş meselesi patlak verdi. Her iki mesele birbirinden bağımsız olarak yorumlansa da olayların ana sebebinin “toprak” olduğunu görüyoruz. Kuzey Kafkasya’da “toprak” ve “kimlik” meselesinin oldukça önemli bir konu olduğu malum; fakat yüzyıllarca yan yana yaşayan Kafkas halklarının neden bugüne kadar sorunlarını kendi aralarında çözmeyi başaramadığı da ortaya atılan eleştiri konularından biri. Gerçekten öyle mi, yoksa Kuzey Kafkasya tarihten hiç ders almadı mı? Bunu sorgulamamız gerekiyor.
Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde neler oldu
İlk patlak veren olay Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde yaşandı. Balkarlar ile Kabardeyler, 300 sene önce Kırım Hanlığı ve Kabardeyler arasında yaşanan savaş yüzünden neredeyse etnik bir savaş başlatacaktı. Bu gerilim Türkiye’ye kadar uzandı ve zor da olsa yatıştırıldı. Olayın patlak verdiği günlerde Dünya Çerkes Birliği, Nalçik’te başkanlarını seçmekle meşguldü. Bu vahim olayların seçimlere denk gelmesi ise tesadüf mü yoksa planlı bir operasyon mu tam olarak anlaşılamadı; ancak kesin olan şey Kabardey/Adıge toplumunda zaten otoritesi düşük olan bu kurumun iyice puan kaybetmesi. DÇB’nin, Kabardeyli gençleri kontrol altına alamadığını hatta Kabardey gençlerinin, Kendelen köyünde Omon tarafından hırpalanırken büyüklerin orada bulunmadığını söyleyenler de yok değil. Gerçi halk üzerinde otorite sahibi liderler orada bulunuyorlardı; ancak hızla gelişen olaylarda pek etkili olamadılar. “Thamadelik Enstitüsü” tam olarak görevini yerine getiremedi ve olanlar oldu.
Bu gelişmelerle Kabardeyler, Balkar köyünü bastı ve taşlı sopalı kavga patlak verdi. Arada kalan polisler yaralandı ve devlet güç aygıtlarını kullanmak durumunda kaldı. Bu olaylar bir Avrupa şehrinde yaşansa anlayabiliriz; hatta taşlı sopalı protestolar olsun, polisin biber gazı, jop ve tazyikli su ile müdahale etmesi olsun gayet doğal bir süreç olarak algılanabilir; ancak Kafkasya bu tarz olaylara pek alışık değil. Bu coğrafyada son 25 yılda tazyikli su ve gaz bombası yerine; mermi ve uçak bombası kullanılırdı. Protesto sivil değil, daha çok gerilla tarzı olurdu. Çatışmalar yerel ve etnik gruplar arası değil, devlet ile halk arasında yaşanırdı ve protestocular “abrek” olur dağa çıkardı. Fakat Kendelen olayında, devlet (Moskova) taraf değil arabulucu oldu. Değişik bir formata dönüşen bu etnik çatışmanın tamamen yapay olduğunu, olaylara karışanları dinleyince daha iyi anlıyorsunuz. Kanjal Dağı’na çıkan grubu organize eden Kabardey kökenli aktivist Aslan Kudayev detaylı olarak olayları aktardı. Kudayev; “Kabardey gençlerin Whatsapp’ta yapılan bir ses paylaşımı ile toplandıklarını” belirtiyor. Daha sonrası ise bilindiği üzere çığ gibi büyüyor ve kimse olayları kontrol edemiyor; ta ki çevik kuvvet ve ulusal askeri birlikler kalabalığı dağıtana kadar.
Sonuç olarak görüyoruz ki aynı cumhuriyette yaşayan iki komşu halkın arası bozuldu. Sıcak temaslar şimdilik azaldı gibi duruyor; ancak en ufak bir kıvılcım bölgedeki olayların yeniden patlak vermesine sebep olabilir.
Olayların arkasında “toprak meselesi” olduğunu söyleyenler var. Kanjal Dağı ve Kendelen köyünün civarında otlak araziler mevcut. Bu araziler daha önce herhangi bir etnik gruba ait olmadan ortak kullanılıyordu. SSCB döneminde herkesin kolektif olarak kullandığı bu topraklar artık Balkarların yaşadığı bölgede olduğu için bölgedeki üç Balkar köyünün toprağı olarak algılanıyor. SSCB’den Rusya Federasyonu’na geçiş sürecinin de tam olarak bitmemiş olması, yeni Rusya’nın toprak reformu yaptığı dönemde yerleşim birimlerinin topraklarının belirlenmesinin mecburi olması, eskiden ortak metruk arazi olan alanların günümüzde mülkiyetlerinin belli yerleşimlere veya devlete ait olmasını gerektiriyor.
Yeni Rusya Federasyonu ile birlikte herkesin ortak kullandığı toprakların artık bir sahibi olmak zorunda. Toprak mülkiyetinin sahibi ise köy, mahalle, ilçe, cumhuriyet veya federal yönetim. Daha önce Kabardey ve Balkarların kolhoz ve sovhoz üzerinden ortak kullandığı toprak, bugün bir köye ait olabilir ve komşu köyün inekleri dahi burada otlanamazlar. Kabardeylerin yerleşim birimi olmayan üç Balkar köyünün arasında kalan bu topraklara Kabardeylerin tarihi bir nedenle sahip çıkması Balkarları ciddi olarak rahatsız etmiş gibi duruyor. Sonuçta Balkarların, Kanjal Savaşı ile olan bağı tarihi kayıtlarda yer almadığı gibi Kabardeylerin o savaşı yaptıklarını anlatan yerel kaynaklar da bulunmuyor. Kanjal Savaşı’nın, Rus arşivlerinde ve günümüzden 300 sene önce buraları gezen Avrupalıların seyahatnamelerinde yazılı olduğu söyleniyor. Rus ve yabancı kaynakları inceleyen Kabardey tarihçileri, Kanjal Savaşı hakkında kitap ve makaleler yazarak söz konusu toprakların tarihte Kabardeylere ait olduğunu iddia etmekteler. Özellikle sosyal medyada paylaşım yapan bilim adamlarını takip eden gençler, bu paylaşımlardan tarihsel bilgi edineceğine toprak kavgaları çıkarıyor. Bugün Uzunyayla Çerkes köylerinin toprak sahipleri çıkıp Çerkeslere yol göstermeye kalkışsa aynı kavgalar Anadolu’da da yaşanırdı. Her iki tarafın bu meseleleri ele alırken özellikle toprak ve yerleşim konusunda hassas olması gerekiyor.
Kanjal olayını incelediğimizde her iki tarafın haklı taleplerinin olduğunu görmek mümkün. Kabardeyler: “Tarihi geçmişimiz var, ortak cumhuriyette yaşıyoruz ve bu cumhuriyette sizler de bizler de istediği yere serbest seyahat etme hakkına sahibiz” diyor. Balkarlar ise Kanjal meselesinin bugün canlandırmasının altında yatan esas sebebin, onlara ait olan toprakların sahipleri olmadıklarını iddia etmek için kullanacağından endişe ediyor. Olaylara “Bugün oraya anıt dikilir, yarın ise bizler bu topraklarda işgalci ilan ediliriz!” şeklinde yaklaşan Balkarlar, ellerinden geldikçe bu tarz yürüyüşlere karşı çıkıyor ve izin vermiyor. Eskisi gibi etkin bir “Thamade Enstitüsü” olsaydı ve her iki taraf istişare içerisinde bulunsaydı bu tarz olayların yaşanması pek mümkün olmazdı. Fakat günümüzdeki genç kitle, daha çok sosyal medya üzerinden örgütlendiği için eski sistem maalesef ki yetersiz kalıyor.
İnguşetya’daki protestoların tarihi arka planı
Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nin hemen arkasından ise Çeçen-İnguş meselesi patlak verdi. Gerçi bu sefer sıcak çatışma yaşanmadı. Bölgede yaşanan olayların sıcak çatışmaya dönüşmemesinin tek sebebi İnguşların yürüyebileceği bir Çeçen köyü olmamasıydı. Köy görünürde vardı elbette ancak içerisinde yaşayan nüfus yoktu.
Çeçen-İnguş meselesi, Çeçenlerin Rusya’dan bağımsızlık ilan etmesi ile ortaya çıktı. SSCB dönemi, Çeçen-İnguş Sovyet Sosyalist Otonom Cumhuriyeti olan Vaynahların Cumhuriyeti 1992 yılında ikiye bölündü. Çeçenler bağımsızlığı seçti, İnguşlar ise referandum yaparak Rusya Federasyonu’na bağlı kalma kararı aldı. Bu karar ile ortaya çıkan iki cumhuriyetin arasında sınır çizilecekti fakat dönemin Vaynah liderleri olan Ruslan Auşev ve Djohar Dudayev: “Bizim toplumlarımız kardeştir, aramızda sınır olamaz” diyerek bu işi ileri bir tarihe bıraktı. Çünkü kardeş halkı iki siyasi kimliğe ayırırken sınırlar belirlemek hayli zor olacaktı. Bununla birlikte Rusya Federasyonu ile Çeçen İçkerya Cumhuriyeti arasında devlet sınırının olması da gerekiyor. Bu sınırı Auşev ve Dudayev 1934 yılında oluşturulmuş ve sınırların Çeçen bölgesi ve İnguş bölgesi sınırlarına göre olacağı kararı verilmişti. Resmiyette böyle de olsa halk için hiçbir zaman burada sınır çizilmedi.
Zaman geçti Çeçenistan ile Rusya arasında iki savaş yaşandı ve Çeçen İçkerya Cumhuriyeti, Rusya tarafından, Çeçen Cumhuriyeti olarak Rusya Federasyonu’na dahil edildi. Dudayev şehit oldu, Auşev ise görevini bıraktı. Çeçenistan Rusya’ya dahil edilince sınır sorunu yine ortaya çıktı, fakat bu sefer Rusya Federasyonu kanunlarına göre iki il/cumhuriyet resmi sınırlarını çizmek zorunda idi. Merkez bu yönde talepte bulundu fakat iki kardeş cumhuriyet bu işi bir türlü beceremedi. Sınırı çizecek komisyonlar kuruldu, karşılıklı suçlamalar yapıldı, sonra kardeş yeminleri edildi derken bu iş Çeçenistan halkı tarafından yeterince algılanmadı; ancak 25 yıl otonom da olsa cumhuriyet sahibi olan İnguşetya ciddi olarak algıladı. 25 yılda yeni yetişen nesiller de artık “iki cumhuriyet bir halk” olarak yaşıyordu. 26 Eylül 2018 tarihinde Çeçen ve İnguş Cumhuriyetlerinin yöneticileri sınır olayını kamuoyuna bilgi vermeden Auşev-Dudayev mutabakatına göre kabul ederek anlaşmaya imza attı. Bu arada İnguşetya tarafı 2000’li yıllardan itibaren 1934 sınırlarının dışına çıkarak sınır boyunca Çeçenistan topraklarını izinsiz kullandığı ortaya çıktı. Bu toprakların İnguş toprağı olduğunu iddia eden İnguşetya’da bir grup kitle protestoyu organize etti ve ilk başta takas edildiği iddia edilen Sunjenskiy ilçesi sınırlarında toplanan protestocular, İnguşetya’nın başkenti Magas şehrine kaydı. Başta gizli anlaşmaya karşı olarak organize edilen protesto, yerel yönetimin istifasını isteyen bir protestoya doğru evrildi. Gençler, muhalifler, müftülük ve mikro milliyetçi kesim yaşanan olaylara destek verince ayaklanma binleri bulan büyük bir protestoya dönüştü. Yerel yönetim her ne kadar toprak vermediğini, sadece adaletli bir anlaşmaya imza attığını iddia etse de protestocular artık onları dinlemiyordu. Bu yazı yazılırken artık Moskova’nın da yakından takip ettiği protestocular, anlaşmanın iptali ve Başkan Yevkurov’un da istifası gelene kadar devam edecekleri belirttiler. Sonuçta toprak anlaşması, İnguşetya’daki bütün muhalifleri İnguşetya Başkanı Yunusbek Yevkurov’a karşı birleştirdi.
Ancak muhalifleri birleştiren tek sebep elbette toprak değil. Bu anlaşma sadece tetikleyici mahiyette. İnguşetya, Rusya’nın en yoğun nüfusu olan ve en az toprağı olan cumhuriyeti. Federal merkezin fonlaması ile ayakta duran İnguşetya’da yolsuzluk en büyük problemlerden biri. Halk sürekli devletin hizmetlerinden şikayetçi. Bu durumu değiştirmek isteyen halkın elinden yerel yöneticileri seçme hakkı da alındığına göre, burada biriken patlamaya hazır bir huzursuzluk söz konusu. Çeçen Cumhuriyeti ile yapılan anlaşma işte bu patlamanın esas tetikleyicisi.
Bugün hem Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde hem İnguşetya Cumhuriyeti’nde yaşanan olaylara bakılınca spontane gelişen bir takım olaylar ve halkın haklı isyanı gözümüze çarpıyor. Fakat sosyal medyada bu patlakların yönetilmesi ve birçok fake hesabın provokatif yazıları dikkate alınınca yine haklı taleplerin arkasında başka bir el mi var sorusu da akıllarda oluşmuyor değil.
Kafkasya’da karışıklık kimin işine gelir?
Birinci ve ihtimali yüksek olan taraf federal merkez. Kuzey Kafkasya son bir yıldır halklar arasında birlik mesajları vermeye başlamıştı. Özellikle din kardeşliği öne çıkarılan, milyonlarca katılımı olan mitingler yapılıyordu Kuzey Kafkasya’da. Kafkasyalı sporcular ortak kahraman ilan ediliyor yine haksız yere hapishanelerde öldürülenler ortak abrek sembolüne dönüşüyordu. Sonuçta dışarıdan güçlü bir baskı ile karşı karşıya olan Rusya için bu tarz bir birlik, tehdit oluşturmakta idi. Geçmişte Kafkasya Emirliği’nin yapamadığını Ruslar bölgeye atadıkları yöneticiler üzerinden yapmaktaydı veya ezerek yarattıkları abrekler üzerinden bunu gerçekleştirmekteydi. Rusya’da yaygın olan Kafkasyafobi ve İslamafobi bu birliği tetikliyordu. Özellikle Kafkasya Emirliği’nin çöküşünden sonra Türkiye’de Birleşik Kafkasya ideolojisinin canlandırılmaya çalışılması Rusya’nın yanlış algılamasına sebep olabilirdi. Rusya, Türkiye’deki diasporayı bağımsız oyuncu olarak algılamadığı için burada doğan her hareketi Türkiye’nin veya Batı’nın kendisine karşı tezgahlanan bir oyunu olarak algılama eğiliminde. Bu son bir ayda yaşanan ve devam eden kavgalar bu tehdidin risklerini azaltmakta fakat ortadan kaldırmamakta. Rusya, karşı hamle yapmış sayılsa da yerel halk her türlü vahameti Rusya’dan bildiği için gerektiği zaman bu iç sorunları erteleyebilir. Rusya “böl parçala” stratejisini izliyorsa da bu politikasında çok başarılı olduğu söylenemez. Çünkü İnguşetya’daki olay, Çeçen-İnguş kavgası olacağına yerel yönetime karşı bir protestoya dönüştü. Çeçenler ise halk olarak bu kavgadan uzak durmayı tercih ediyor. Tabii her tarafta marjinal azınlıklar mevcut ancak bu azınlıklar şimdilik ciddi bir kardeş kavgası çıkaramayacak durumda.
Rusya’nın işine gelmiyorsa peki kimin işine geliyor? Batı olabilir mi? Olabilir çünkü Kanjal olaylarında da İnguşetya’da da öne çıkan muhalif güçler aslında Rusya’daki liberal muhalefete yakın isimler. Daha doğrusu insan hakları savunucuları. Kafkasya’da yaşayan ve kendi halklarının haklarını savunurken hayatlarını riske atan bu insanların bilinçli olarak fitneye sebep olacağına inanmak zor. Üçüncü güçlere çalışmaları da mantıken mümkün değil. Kafkasya’da insan haklarını savunmak her gün güçlü bir savaşın ön cephesinde olmak anlamına gelir. Bu insanlar kendi halkları için hayatlarını riske atarken başkasının isteği dahilinde veya kazanç elde etmek için hareket etmez. Bu inandırıcı değil. Batı, Kafkasya’daki Rusya’ya karşı birikmiş protesto gücünü tetikliyor olabilir. Sosyal medyayı ve basını ustaca kullanan Batı, istemeden yerel muhalif aktivistlerin protestoların başına geçmesine sebep olduğunu söyleyebiliriz sadece.
Sonuçta Rusya’nın yasaklayıcı politikaları bölgede yerli bağımsız basın bırakmadığı için bütün Kafkasya, alternatif olarak BBC ve Amerikan merkezli basını takip etmekte. Moskova merkezli muhalif basın bile artık Kafkasya’da etkili olamıyor. Alternatif haber akışı ABD’nin elinde olan Kafkasya’da, bu olayların arkasında güçlü bir ABD mesajı olduğunu düşündürebilir. Sonuçta federal merkez ve yerel yönetimler her çuvalladıklarında dış müdahale olduğunu iddia ederler.
Üçüncü versiyon olarak kimin işine gelir sorusuna cevabı İsrail olabilir. Suriye’ye yerleştirilen S-300’lere tepki veren İsrail bu işin arkasında olabilir. Rusya’da ve özellikle Kafkasya’da güçlü ve zengin Yahudi nüfusu mevcut. Moskova’nın S-300 hamlesi Rusya’nın baş hahamını da rahatsız etmiş bulunuyor. Yaptığı açıklamada, S-300’lerin Suriye’ye verilmesinin büyük hata olduğunu söylemişti baş haham. Rusya’ya güçlü bir darbe indirmek isteyen; bunu Kafkasya’yı ayaklandırarak yapar. Özellikle günümüzde Rusya’nın silahlandırdığı ve yurt dışında kullandığı Kafkas birlikleri, geçmişte olduğu gibi günümüzde de Rusya’ya karşı Rusya’nın verdiği silah eğitimini kullanabilir. Bunun en net örneği İnguşetya’daki olaylarda, İnguş OMON’un komşu illerden gelen ulusal güvenlik güçlerini Magas’a sokmamasında görüldü. Yani gerektiği zaman yerel güvenlik güçleri Rus yanlısından halk yanlısına dönüşebiliyor ve bunun tarihte çok örnekleri var. Yine bu yerel güvenlik güçlerinin Rusya’nın polisi veya askeri olmasına rağmen Kuzey Kafkasya’da komşularla olan kavgalarda kendi halklarının yanında saf tuttuğu da görülmekte. Bu ayrıntıları bilen, bölgeyi iyi analiz eden güçler her zaman birikmiş bir protestoyu sıcak bir çatışmaya dönüştürebilir. Özellikle bu Moskova’nın da işine yarıyorsa olaylar daha hızlı gelişebilir. Hatırlarsınız DAEŞ’e katılan Kafkasyalıların Suriye’ye gönderilmesinde hatta marjinal gençlerin bu işe teşvik edilmesinde federal merkezin de payı olduğu basında sıkça yazılmıştı.
Yaptığımız analizde ele aldığımız gibi Kuzey Kafkasya çok yönlü siyasi, sosyal sorunların olduğu bir bölge. Geçmişten bugüne Rusya’nın başkalarına karşı, başkalarının da Rusya’ya karşı etkili enstrüman olarak gördüğü Kafkasyalılar, geçmişten bugüne hep arada kalmış bir halk olarak kendine yer buluyor. Mantalite gereği hızlı ve sıcakkanlı olan Kafkas halkları, günümüz dünyasının hızlı değişen küresel siyasetinde yine enstrüman olmaktan kurtulamayacak gibi duruyor.