Müslimat Oya Ramazan ile “Musa Ramazan” üzerine

Dağıstan kökenli Musa Ramazan, Kafkas toplumu açısından oldukça önemli bir isimdi. Türkiye’de ilk kurulan Kafkas kurumlarında aktif görevler alan, Dağıstan üzerine ciddi çalışmalar yürüten Musa Ramazan, 6 Ağustos 2004 tarihinde vefat etmişti.

Araştırmacı-yazar Hümeyra Kahraman konuyla ilgili bir makale kaleme alırken Marmara Üniversitesi’nde Dr. Öğr. Üyesi olarak görev yapan Musa Ramazan’ın kızı Müslimat Oya Ramazan’a ulaştı.

Musa Ramazan’ın anıları, aile reisi olarak konumu, Dağıstan’daki akrabalarıyla temasları, Türkiye’ye uyum süreci ve Kafkas kültürüyle alakalı çalışmaları üzerine yoğunlaşan söyleşiyi ilgililere sunuyoruz.

Musa Ramazan’ın doğumu, gençliği, savaş ve esaret yılları, Türkiye’ye göç etmesi, evliliği, yaşlılık dönemleri hakkında kısaca bilgi vererek babanızdan
duyduğunuz ve sizi etkileyen anılardan bahseder misiniz?

Sizin de okuduğunuz, babamın hayatını anlattığı ‘Bir Kafkas Göçmenin Anıları’ kitabında bu sorunuzun cevabı detaylı olarak yer almakta. Kısaca özetlersek, babam 1922 yılında Dağıstan’ın Lak bölgesindeki Hülusma köyünde Ramazanov ailesinin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geliyor. İlkokulu köyde, ortaokulu kasabada, liseyi ise yine Dağıstan’da küçük bir şehirde okuyor.

19 yaşında üniversiteye başlamak üzereyken askere alınıyor ve cepheye yollanıyor. Kırım’da Almanlara esir düşüyor, Almanya’da kamplarda yaşıyor. Savaşın sonunda İngilizler tarafından kandırılan hemşehrileri gibi o da Sovyetlere dönmüyor ve nihai olarak Türkiye’ye yerleşmeye karar veriyor.

Kamplarda beraber yaşadığı arkadaşları ile birlikte kurdukları bir Kafkas halk dansları ekibi var. Türkiye’ye gelmeden önce Avrupa’da gösteriler yapıyorlar ve Türkiye’de de bu işe devam ediyorlar. Daha sonra bir süre bir Rus arkadaşı (Nikola Bujor) ile birlikte cambazlık yapıyor. Bir gün onu izleyen, ihtilalden sonra Türkiye’ye göç etmiş bir İnguş olan Bek Sultan Batırhan babama: “Bu yaptığın iş hem tehlikeli hem de ileri yaşlarda yapılamaz, sen gel benim yanımda çalış” diyor. Kendisi kuyumcu, böylece babam da kuyumculuğa başlamış oluyor.

Anneannem ve dedem de babam gibi Lak ve ihtilalden sonra kaçarak Türkiye’ye gelmişler. Annem, Samsun doğumlu. Sultan bey anneannem ve dedemi tanıdığı için aracı oluyor, annem ve babam görücü usulü ile tanışıp evleniyorlar.

Babam Kafkasya ile ilgili çalışmalar dışında hep kuyumculuk yaptı. Yaşlılığında kuyumculuğu bıraktı, ama ölene kadar Kafkasya için çalışmayı bırakmadı.

Babamın tüm ilginç anıları kitabında var. Bunların dışında benim bildiğim başka bir anısı yok.

Evinizde Kafkas gelenekleri yaşatılıyor muydu? Aile reisi olarak Musa Ramazan nasıl biriydi?

Babam, 95 yıl önceki bir Müslüman doğu toplumunda ve köyde doğmuş, 19 yaşına kadar komünist rejimle yönetilen bir ülkede köy, kasaba ve çok küçük şehirlerde yaşamış bir insan. Buna rağmen son derece açık fikirliydi. Yaşadığı yerin toplumsal yapısına uygun yaşamayı başarırdı.

Çok yumuşak bir baba değildi, ama çok sert de değildi. Şimdi bakıyorum da çağına ve yetiştiği ortama göre oldukça ilericiydi. Çoğu arkadaşımın sahip olmadığı haklara sahiptim.

Evimizde katı Kafkas kuralları uygulanmazdı. Hem Kafkas hem de Türk kültürü (gerçi ikisi çok da farklı değil) hakimdi, dolayısıyla annem ve babam arasında da benim açımdan da kültürel bir sorun yaşanmadı.

Musa Ramazan Dağıstan’da ardında kalan ailesiyle nasıl ve ne zaman
iletişim kurabilmiş?

Babam Türkiye’ye geldikten sonra nadiren de olsa Dağıstan’dan haber almaya başlıyor. Mesela, annesinin vefat ettiğini öğreniyor. 70’li yıllardan itibaren az sayıda da olsa Dağıstan’dan turist kafileleri geliyor, onlardan bazıları ile görüşme imkânı buluyor. Yine 70’li yıllarda amcasının oğlu babamın daveti üzerine gelebiliyor. Halamın kızı ve kocasının yine babamın daveti üzerine İstanbul’a gelmeleri 12 Eylül 1980 darbesinin ertesi gününe tesadüf ediyor. Yine bu sürede çok sık olmasa da mektuplaşma imkânı var. Zaten 1985’lerden sonra Sovyetlerde glasnost ve prestroykanın ayak sesleri duyuluyor ve haberleşmeler de kolaylaşmaya başlıyor.

Dağıstan sevgisi ve Türk kimliğiyle olan yaşantısı ve yeni vatanına bakışı nasıldı?

Dağıstan sevgisi her şeyin üzerindeydi. Hayatının önemli bir kısmını Dağıstan ve Kafkasya için çalışarak, bu kültüre hizmet ederek geçirdi.

Babamın uyum kabiliyeti oldukça yüksekti. Yaşadığı yerin toplumsal yapısına uygun yaşamayı başarırdı. Asimile olmadı, ama entegre olmayı başardı. Güçlüydü, başına gelenleri kabul eder ve üstesinden gelirdi. Hiç mağduru oynamadı.

Türk toplumu ile Kafkas toplumlarının benzer yanları var, bu yeni vatanına uyumunu kolaylaştıran bir faktör. Ama benzemeyen yanları da var, bunlara da hiç alışamadı.

Kafkas kültürünü yaşatma amacıyla yaptığı çalışmalar nelerdir?

İstanbul’daki bazı Kafkas derneklerinin kurucuları arasındaydı ve bu derneklerde çok çalıştı. “Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı”nın kurucularındandır ve vefatına kadar da vakıfta çalışmaya devam etti.

Türkiye’de Kafkas oyunlarının tanıtılmasında ve sahnelenmesinde çok önemli rolü ve emeği vardır. Kafkas derneklerine bağlı olarak Kafkas halk dansları ekipleri kurdu, onları çalıştırdı, kendi de oynadı. Derneklere ve vakfa gelir elde etmek için balolar, çaylar, halk dansları gösterileri düzenlenmesinde öncü oldu ve çalıştı.

Çalıştığı derneklerin yayını olan dergilerde Kafkasya ile ilgili tercüme yazıları yayımlandı. Kendi hayat hikayesini anlattığı “Bir Kafkas Göçmenin Anıları” ile Dağıstan kültürünü anlatan ve Türkiye’de yaşayan Lakları tanıttığı “Dağıstan ve Laklar” kitaplarını yazdı. “Asar-ı Dağıstan” ve Dağıstan atasözlerinin yer aldığı iki kitabı Türkçeye çevirdi. İki kitap daha çevirdi, ama yayımlatmaya ömrü yetmedi. Türkçesi yeterli olmadığı için bunları yaparken çok zorlandı, çok çalıştı, ama yılmadı; pes etmezdi.

Bunların yanı sıra Kafkasya’dan turist olarak gelenlere de her konuda yardımcı olurdu. Türkiye’deki Kafkasyalıların tercüme ihtiyacı olduğunda da yardım ederdi.

Babamın tüm bu çabalarının amacı Türkiye ve İstanbul’daki Kafkasyalıları bir arada tutmak ve kültürlerini unutmalarını engellemekti.