Söyleşi: Resul Kudayev

Kafkasya Forumu, 90’lı yılların başından 2005 Nalçik ayaklanmasına kadar Kabardey-Balkar Cemaat’inin önde gelen birkaç isminden biri olan Resul Kudayev ile Kafkasya’nın yakın geçmişine ve gelecek arayışına ışık tutan bir söyleşi gerçekleştirdi.

13 Ekim 2005’de Nalçık’ta gerçekleşen trajik ayaklanma girişiminin ardından adı geçen üç isimden biri Resul Kudayev’di.  

Bir süredir Ürdün’de bulunuyor olsa da, olayların ardında olduğu iddia edilen Cemaat’in kadısıydı ve bu yaşanan trajedinin sorumlularından biri olarak kabul edilmesi için yeterli oldu.  Cemaat’in aslında bu ayaklanmada ne kadar rolü olduğunu sorgulamaksa, çoğumuzun aklından dahi geçmedi. Kiminin davasından dönmekle, kiminin de davasını sürdürmekle suçladığı, önemli bir kesimin kuşkuyla karşıladığı ve  çoğu okurumuzun belki de ilk defa adını duyduğu  Kudayev’le yolumuz, Kabardey-Balkar’dan Türkiye’ye doğru cereyan eden adı konulmamış hicreti araştırırken kesişti.

Göçmenlerin önemli bir kısmıyla ilişki içinde olan ve yerleşimleri konusunda yardımcı olan Kudayev’den beklentimiz göçmenlerle temasımızı sağlamasıydı.  Ancak bugün  hicretin öncülerinden biri olmanın ötesinde, sürecin başından beri önemli figürlerinden biriydi karşımızdaki.  Aslında olan biteni çok iyi takip ettiğimizi düşünen bizleri dahi  son derece şaşırtan bir hikayeydi karşımıza çıkan. Yalnızca bir insan hikayesi değil, bir toplumun kendi kendisiyle savaşır hale getirilişinin de hikayesiydi dinlediğimiz.

Kabardey-Balkar’da yaşanan toplumsal gerginlik artık bir tarafın büyücülük ve paganizm suçlamalarıyla dahi insan öldürme hakkını kendisinde bulduğu, bir tarafın direnişçilerin ailelerine varıncaya dek işkence yapma hakkını kendinde görebildiği bir düzeye ulaştı. Baskılar artık öyle bir düzeye ulaşmış durumda ki, Türkiye’ye yerleşen onlarca ailenin sayısının yüzü bulacağı tahmin ediliyor. Kuşkusuz kendisine yönelen her tepkiyi Kafkasya’da bir başka dinamikle çatıştırarak hegemonyasını koruyan Rusya’nın bu süreçte çok ciddi manipülasyonları var. Ancak bu toplumu kendi kendisiyle savaşır durumdan kurtaracak perspektif de yine bu toplumun içinden çıkacak.

90’lı yıllardan alarak bugüne dek taşıdığımız soysal ve siyasal pek çok dinamiği ele aldığımız ve üç bölümden oluşan söyleşimizin söz konusu perspektife dair çok önemsediğimiz ipuçlarını da  sunduğu düşüncesindeyiz.

I -Nalçık Ayaklanması, Neden ve Sonuçları Üzerine-

KF: 1990’lı yıllarda sadece Kafkasya’da değil bütün bir sovyet coğrafyasında halklar dinle bir yeniden tanışma sürecine girdi. Bu dönemde özellikle İslam’ı yeniden keşfetmek adına müslümanlar çok sayıda genci Arabistan, Mısır ve Suriye’de İslam üniversitelerine yolladılar. Siz de giden grupların ilki içinde yer aldınız. Bu dönemden ve kendi eğitim sürecinizden bahsedebilir misiniz?

SSCB döneminin kapanmasıyla insanlar doğal olarak kendi inanç ve geleneklerine yönelmeye başladı.  Bu dönemde halkın taleplerini, bastığı kitaplar, oyun ve çeşitli programlarla  karşılamaya çalışan tek kurum Khase’ydi. Ancak zamanla Khase’nin çalışmaları şekilsel kalmaya ve halkın taleplerini karşılamamaya başladı. Bu dönemde çeşitli ülkelere eğitim almaya gençler gönderildi. 1993’de giden 13 kişilik ilk grubun içinde ben de bulunuyordum.

O zamanlar halk bir Arap görse peygamber görmüş gibi sevinirdi. Özellikle Arabistan’a gidebilmek bizim için çok önemliydi. Mekke’yi Medine’yi görmek vardı işin ucunda. Eğitim ücretsizdi ve başlarda müftülük de gidişimizi destekliyordu. Rus anayasasına göre din müstakildir ama bizim müftülerimiz bir devlet kurumu gibi çalışırlar. Ancak gitmemize yakın bir zaman muhalefet etmeye başladılar. Ancak artık vize süreci başladığından, müftülerin bizi engelleme şansı da kalmamıştı. Gittikten sonra anladık tabii ki, neden vazgeçtiklerini. Aldığımız eğitimle kurdukları sistemi kabul etmemizin mümkün olmadığını biliyorlardı. Tatil ve ramazanlarda vatanımıza dönüyorduk, böyle zamanlarda kendilerine yerlerinde gözümüz olmadığını, bu yola siyaset değil ilim için çıktığımızı ifade ettik. Okullarımızı bırakıp dönmemizi, bizi kendilerinin gönderdiğini, kendi bünyelerinde iş bulabileceğimizi aldığımız eğitimin yeterli olduğunu söylüyorlardı. Onlarla çalışma konusunda bir sorunumuz yoktu ama tutarsızlıklar da canımızı sıkıyordu.

Bizim grupta yer alanlardan yalnızca 2 kişi mezun olabildi. İlk mezunların dönüşüyse 2000 yılındaydı. İlk mezunu Medine’ye giden grup verdi. Suriye’ye giden bir grup daha vardı, onlar da sonradan bitirerek döndüler.

KF: Dönüp geldiğinizde nasıl bir ortam bekliyordu sizi? Neler yaptınız?

Bazı arkadaşlarımız bir iki sene okuyup okulu bırakarak erken döndüler.  Zaten onların dönmeleriyle beraber aslında bir İslami cemaat oluşmaya başladı. 1994-1995’de arkadaşlarımız ilk İslami merkezi kurdular.  Merkezin kurulma amacı müslümanların dini meseleler ile ilgili ve doğru şekilde ibadet etmek amacıyla sordukları sorularını cevaplayabilmekti.

Başlarda hiç bir sorun yaşanmadı ve merkez çok hızlı şekilde büyümeye başladı. Merkezde görev alanların yaşları çok gençti. Bizim derdimiz o zaman için ilim, davet, terbiye, kültür ve tebliğdi. İslam ve kültür beraber ele alınıyordu. Araplar çalışmalara katılmak istediyse de küçük programlar ve iftar organizasyonları dışında pek ortak çalışma olmadı. Khase’nin zayıflamasıyla birlikte kültür ve sanat alanında dahi çeşitli çalışmalar yapmak bize düşmüştü. Bireysel çalışmalar yapan insanlar da vardı ama tebliğ yapan tek grup bizdik. Zamanla, yaşlıların sorunlarıyla dahi ilgilenen soysal bir organizasyona dönüştük. Bu çalışma anlayışımız sayesinde güvenlik güçleri bize baskı yapmaya başladığında Balkar ve Çerkes köylerinden yaşlılar eğer bunlar Vahhabi’yse biz de Vahhabi’yiz diyorlardı. Toplumla ilişkilerimizde tabi hiç problemimiz olmadı demek doğru değil. Gençlerin yanlış gördükleri uygulamalar karşısında aceleci ve fevri davranışları oluyordu ama cemaat, bir sorunla karşılaştığında başetmeyi biliyor ve sorunların büyümesine izin vermiyordu.

Devamı: http://www.kafkasyaforumu.org/index.php?option=com_content&view=article&id=635:soeylei-resul-kudayev&catid=7:aktuel&Itemid=205