Yılmaz Nevruz ile Birleşik Kafkasya üzerine söyleşi

Birleşik Kafkasya hareketi Kafkasya’daki halkların ortak kaderine vurgu yapan, kendisine büyük düşman olarak gördüğü Rusya’yı hedefe koyan, buna dönük strateji geliştiren önemli bir akım. Bu fikrin elbette Türkiye’deki Kafkasyalılar arasında da önemli bir karşılığı vardı, özellikle Soğuk Savaş atmosferinde baskınlığı tartışılmayacak akımın sivil toplum kuruluşlarında, süreli yayınlarda sempatizanları bulunuyordu.

Yılmaz Nevruz, oldukça genç denilebilecek bir yaşta Birleşik Kafkasya fikriyatının önemli bir temsilcisi olmuştu. Arkadaşlarıyla birlikte 1960’lı ve 1990’lı yıllarda çıkardığı “Birleşik Kafkasya” dergisi, özgün ve istikrarlı çizgisiyle Kafkasya konulu süreli yayınlar arasında önemli bir yere sahipti. Bütün bu nedenlerle Yılmaz Nevruz ile bir söyleşi yapmak istedim, sağ olsun değerli vakitlerini ayırdılar ve aşağıdaki metin ortaya çıktı. İlgililere sunulur.

Birleşik Kafkasya düşüncesi, ideali tam olarak nedir?

“Birleşik Kafkasya düşüncesi” Kafkas Dağ Zinciri, Karadeniz, Hazar Denizi ve Maniç Çukurluğu arasında ezelden beri yaşayan Kafkas kabilelerinin ulusal birlik teşkil etmeleri ve devlet şeklinde örgütlenmeleri anlamına gelir. Kafkas kabileleri çok eski devirlerde dış saldırılara karşı koymak için savunması kolay olan yüksek dağ vadilerinde yaşadıkları ve geçit vermez dik dağ yamaçlarının ulaşımı engellemesi sebebiyle başlangıçta aynı olan dilleri zamanla Adığe-Abhaz ve Nakh-Dağıstan dil gruplarına ayrılmış, bunda merkezi Kafkasya dağ geçitlerini kullanarak Ön Asya’ya talan seferleri düzenleyen göçebe kavimlerin geçiş alanını sürekli işgal altında tutmalarının büyük rolü olmuştur. Önceleri proto-Türkçe ve Farsça konuşan kabilelerin, sonra da Türk-Dilli kavimlerin etkisiyle Kafkasya’nın orta kısmında Türkçe (Karaçay-Balkarlar) ve Farsça (İron Osetler) hâkim dil halini almıştır. İşte bu dil bariyeri sebebiyle Kafkas dili ikiye bölündüğünden iki ana lehçe husule gelmiş ve anılan lehçelere bağlı şiveler de belirgin şekilde farklılaşmıştır. Öncelikle yüksek dağ vadilerinin oluşturduğu ulaşım zorluğu, ikincil olarak da talancı ve işgalci yabancı kavimlerin baskısı yüzünden Kafkas kabileleri ulusal dil birliğini bir türlü oluşturamamışlardır. Ama yüzyıllar öncesinde gelişip olgunlaşan kültür birliği, günlük yaşam tarzı, kabileler arasında karşılıklı evliliklerin geleneksel hale gelmesi, ana meşgale olan hayvancılık yöntemleri, yabancı saldırılara karşı birlikte karşı koyma mentalitesi ve nihayet mensubiyet duygusu dimdik ayakta kalmıştır. Buna rağmen yukarıda belirttiğimiz sebeplerden ötürü siyasi birlik bir türlü sağlanamamıştır.

Savaşçı göçebe kavimlerin baskıları sona erdikten sonra yüksek dağ vadilerinden dağ eteklerine ve düzlüklere inildikten sonra geçim kaynaklarına tarım sektörü de katılmış, ulaşım imkânları nispeten kolaylaşmış ama bu defa karşılarına Orta Çağ’ın ve sonrasının büyük yayılmacı imparatorlukları çıkmıştır: Pers İmparatorlukları, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Emeviyye ve Abbasiye İmparatorlukları, Moğol İmpatorluğu türevleri olan Çuçililer ve İlhaniler, kuzeyde Türk Hanlıkları, güneyde Selçuklu İmparatorluğu ve nihayet Timurlular, sonrasında da Ruslar ve Osmanlılar.

Netice itibariyle gerçekleştirilemeyen “Siyasi Kafkas Birliği” millî ideal ve kızıl elma haline dönüşmüştür. Bu milli ideal ülküsü milli benlik devam ettiği müddetçe canlılığını koruyacaktır. Bu idealin en büyük düşmanı Rus emperyalizminin armağanı olan alt etnik milliyetçilik (buna ırkçılık da diyebiliriz) iptilasıdır. Günün birinde bu parçalanmışlığın bir işe yaramayacağı anlaşılacaktır, zira bunun küçük halkları zevale götürmekten başka bir getirisi yoktur.

Böylece sorunuza genel hatlarıyla cevap vermiş olduk.

Peki bunun tarihteki temsilcileri kimlerdir? Konuyla ilgili Avrupa merkezli Kafkasyalı mültecilerin faaliyetleri neler olmuştur?

Tarih boyunca Kafkas kabileleri arasında birlik oluşturma teşebbüsleri olmuştur. Bildiğimiz kadarıyla ilk teşebbüs ilk Moğol saldırısı öncesi olmuştur. Bunda muhtemelen dönemin hâkim unsuru Alanların etkili olduğunu sanıyorum. Alanlar yanlarına Kıpçakları alırken Kafkas kabileleri de sıcak çatışma alanının kendi topraklarında gerçekleşeceğini göz önünde bulundurarak birlikte hareket etme kararı almışlardır. Müttefik ordunun kumandanlığı Alanların elinde olsa da ordunun en kalabalık bölümünü “Kafkas Birleşik Kuvvetleri” olduğunda kuşku yoktur. Zira Alanların nüfusu onlardan azdı, Kıpçaklar da her zamanki profesyonel birlikleriyle katılıyorlardı. Bilindiği gibi Terek Meydan Savaşında Kıpçaklar ittifaktan ayrılıp geri çekilince kuvvet dengesi bozulmuş Alan-Kafkas müttefik ordusu dağılma alâmetleri gösterince Kafkas birlikleri Alanları da yanlarına alarak oldukça başarılı bir geri çekilme uygulamışlar ve Moğolları dağlık alana çekme taktiği uygulamışlardır. Ama tecrübeli Moğol kumandanları bunu çabuk fark ederek takip saldırısına geçmemiş, durum sakinleştikten sonra süratle Kafkas topraklarını terk ederek Kıpçakların peşine düşmüşlerdir. Bu birlikte hareketi ilk fiili birleşme teşebbüsü olarak kabul edebiliriz. Ne yazık ki barış zamanında birliktelik hali çabuk terk edilmiştir.

Bundan sonraki birleşme teşebbüsü İmam Mansur’un yönetiminde tahakkuk etmiştir. Ancak Dağıstan beylikleri dışarıda kalmışlardır. Çeçenistan’dan Adığey’e kadar (Dağıstan hariç) uzanan birlik hareketi büyük heyecan uyandırmış, tüm kabileler İmam Mansur’un liderliğinde “Kafkas Birliği”ni teşkil etmeye canla başla koşmuşlardır. Lakin Osmanlı Devleti’nin (Merkezi yönetim ve askeri kumanda) zaafları sebebiyle Rusya karşısında tutunamaması yeni oluşmakta olan “Kafkas Birliği”ne büyük darbe vurmuş, Kafkasların lideri Osmanlı kumandanlarıyla birlikte Anapa’da Ruslara esir düşmüştür. Sonrası yine hüsran.

Üçüncü birleşme teşebbüsü ise İmam Gazi Muhammed döneminde başlamış, İmam Şamil’in zirvede olduğu 1840’lı yılların ikinci yarısında Kabardey Seferi ile ilk fiili girişim gerçekleştirilmiştir. Batı Kafkasya’da Şamil’in Naibi Süleyman Efendi’nin Ruslara satılması sonucu halkı tereddüde düşürmüş, başsız kalan halk çok arzu etmesine rağmen İmam Şamil’in Kabardey’e gelen ordusuyla birleşememiştir. Rus işgali altında olan Büyük Kabardey de kararlılıkla hareket edebileceği bir ortam bulamamıştır. Bu başarısızlıkta İmam Şamil’in (iletişim güçlükleri yüzünden) Batı Kafkasya ile tam bir bağlantı kuramadığı anlaşılmaktadır. Sonuç alınamayacağını çabuk kavrayan Şamil en isabetli kararı vererek (takip edilmesine rağmen) hiç kayıp vermeden Merkez Karargâhına dönmüştür. Her iki birleşme hareketi hakkında “Umumi Kafkas Tarihi’ne Giriş” isimli çalışmamızın II. ve III. cildlerinde ayrıntılı bilgi verilmiştir.

Dördüncü birleşme hareketi 1917 Rus İhtilali sonrasında Bolşevik İhtilali’nin tahakkuku üzerine ortaya çıkan müsait durumdan faydalanmak için yapılmışsa da

yine başarı sağlanamamıştır. Diğer Rus esiri halklar gibi Kafkas Halkları da Çarlık Yönetiminin bir anda çökeceğini ve Rusya’nın tam bir kargaşaya sürükleneceğini hesap edemedikleri için hazırlıksız yakalanmışlardır.

Buna rağmen Kafkas vatanperverleri derhal harekete geçerek bağımsızlık yolunda yapılacak çalışmanın esaslarını belirlediler. İlk olarak 8 Mart 1917 tarihinde Vladikafkas şehrinde “Birleşik Kafkasya Dağlıları Birliği” adında bir örgüt kuruldu ve “Yetkili Geçici İcra Kurulu” oluşturuldu. Anılan kurul çok yoğun hazırlık çalışmaları sonunda 1 Mayıs 1917 tarihinde Terekkale’de tüm Kafkasların (Kuzey Kafkasya Dağlılarının) temsilcilerinin katıldığı bir Kurultay toplamayı başardı. Faaliyetler son sürat ilerlerken 1917 Ekim/Kasım Bolşevik İhtilali başarı kazandı ve Peterburg’taki “Merkezi Yönetim” Bolşeviklerin eline geçti. Bu kargaşa ortamında “Birleşik Kafkasya Dağlıları Birliği İcra Kurulu” Kuzey Kafkasya’nın yönetimini üstlendi ve bölgelerde (Çeçen, Dağıstan, Kabardey, Karaçay, Osetin, vs.) Yetkili Halk Konseyleri teşkil ederek bunlar aracılığıyla ülkeyi yönetmeye başladı.

Bolşeviklerin kurduğu Merkezi Hükümet sadık adamlarını uzak bölgelere bu meyanda Kafkasya’ya da göndererek oralarda yoğun bir örgütlenme hareketine geçti. Çok geçmeden Bolşevikler ile Çar taraftarları arasında iç savaş baş gösterdi. “Birleşik Kafkasya Dağlıları Birliği İcra Kurulu”nın işi çok zorlaştı.

Osmanlı Devleti’nin de desteğiyle Trabzon’da bir konferans üzenlendi konferansa Osmanlı temsilcileri ile Kuzey Kafkasya, Azerbaycan, Gürcüstan ve Ermenistan temsilcileri katıldılar. Konferansın sonunda anılan dört halkın bağımsızlığını ilan etmesiyle mücadelenin daha açık ve daha kolay yapılabileceği kararı alındı. Peşpeşe Kuzey Kafkasya (11 Mayıs 1918), Azerbaycan, Gürcüstan ve Ermenistan bağımsızlıklarını ilan ettiler. Lakin durum iç açıcı değildi. Kuzey Kafkasya Çarlık Taraftarı Beyaz Rus orduları ile Bolşeviklerin teşkil ettikleri Kızıl Ordu’nun arasında kalmıştı. Tam bir kargaşa durumu vardı. Zaten Kuzey Kafkasya Devleti sabit bir yönetim merkezi oluşturamadığı gibi askeri güç de oluşturamamıştı. Hükümetin başı ile bazı bakanlar yurt dışında faaliyet göstermeye çalışıyorlardı. Sonrası ise hüsrandı: Kızılordu Beyaz orduyu yenilgiye uğratarak ülkeye tek başına hâkim oldu. Kafkas Birliği dağıldı, Dağıstan’da Gotsattllı Nemeddin’in, Çeçenistan’da Uzun Haci’nin yönetimindeki mücadeleler çok geçmeden sukut etti ve Bolşevikler her tarafta toplu kıtallere girişerek terör estirdiler. Sonunda Sovyetler Birliği Yönetimi Rusya’ya hâkim oldu. Esir halkların bağımsızlık hareketleri yine kanlı şekilde bastırıldı. Butün bu olaylar hakkında geniş bilgi edinmek isteyenlerin belgelere dayalı Sefer Berzeg’in “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti 1917-1922 Kafkasya Dağlıları Birliği’nin Kuruluşu” eserine bakmalarını öneriyorum.

Bağımsızlık için son fırsat Sovyetler Birliği’nin 1989-90 yıllarında dağılmasıyla ele geçti. Ama Çeçenlerden başka hazırlıklı olan hiçbir Kafkas Halkı yoktu. Yine hazırlıksız yakalandık ve ümitler başka bir zamana ertelendi.

Bu arada “Avrupa merkezli faaliyetler” sözünüze bir anlam veremedim. ABD’nin başını çektiği Avrupa Devletlerinin Sovyetler Birliğini ve Komünizmi yok ederek Rus-Çin esiri milletleri özgürlüklerine kavuşturacağı söylemini kast ediyorsanız anılan söylem benim katımda hiçbir zaman hiçbir değer taşımamıştır. Ne yazık ki ilk mültecilerle ikinci mültecilerden benim tanıdıklarımın hemen hepsi bu safsataya inanıyorlardı.

Yanılmıyorsam Esir milletlerin İstanbul’daki Milli Merkezlerinin temsilcilerinin

1965 yılında Türkistanlı Dr. Abdülvahap Oktay’ın Aksaray’daki evinde son kez bir araya geldikleri toplantıda söz alarak ABD ve Müttefikleri’nin Rusya’da hâkim olan Komünist Sovyet rejimini (askeri güçle) yıkıp Rusya’ya demokrasi getireceği ve Esir Milletleri İstiklallerine kavuşturacağı görüşünün hiçbir değer taşımadığını, özgürlüğe kavuşma eylemini Esir Milletlerin kendilerinin kıyam ederek gerçekleştireceğini, biz dışardakilerin sadece dünya kamuoyunu etkileyerek politik destek yardımı yapabileceğimizi ifade ettim. Hepsi de benim babam yaşında insanlardı: Kazanlı Macit Sakmar, Kırımlı Müstecip Ülküsal ve İbrahim Otar, Azeri Abdülvahap Yurtsever ve Ali Azertekin, Türkistanlı Prof. Tahir Çağatay ve eşi Kazanlı Prof. Saadet Çağatay, Kuzey Kafkasyalı Ahmet Canbek ve onun davetlisi olarak ben, Doğu Türkistanlı İsa Yusuf Alptekin ve hatırlayamadığım bir-iki isim.

Sözlerimi bitirince rahatsızlık duyduklarını belli eden bir çehre ile bana baktılar ve hiç konuşmadılar. Sadece İsa Yusuf Alptekin sevimli bir bakışla göz kırpar gibi yaptı. Anlaşılan pembe hayallerini yıkmıştım, sonradan pişman da oldum, ama ok yaydan çıkmıştı. Ahmet Canbek’i bilahare ikna ettim, ama diğerleriyle konuşmak mümkün olmadı. Bunun ardından buluşma-görüşme toplantısı sona erdi ve selamlaşıp ayrıldık.

Yukarıda bir hatıramı da naklederek anlattığım Soğuk Savaş Dönemi ütopyalarından olan Batılı Demokrat Ülkelerin Komünist Emparyalist Sosyet Rusya’yı yıkıp Esir Milletleri Kurtaracağı ham hayalini kastediyorsanız benim katımda bu görüş hiçbir şey ifade etmez.

Avrupa’daki Kafkasyalıların faaliyetlerinin nasıl değerlendirilmesi gerekir?

1917-1922 Kafkas Bağımsızlık Hareketi’nin liderlerini bir bölüm yurt dışında bir kısmı da Kafkasya’da idiler. Kafkasya’da kalanlar Bolşevikler tarafından etkisiz hale getirildiler. Osmanlı Devleti’ne sığınanlardan bazıları Avrupa ülkelerine dağıldılar. Az bir kısmı da Türkiye’de kaldılar. İkinci Dünya harbine takaddüm eden yıllarda o dönemin Türk Hükümeti Sovyetler Birliği ile arayı bozmamak için İstanbul’da yaşayanlardan aktif faaliyet gösterenleri sınır dışı etti.

Avrupa’da ilk toplanma merkezi Prag şehri oldu. Daha sonra Polonya Devlet Başkanı Mareşal Pilsutskiy’nin himayesinde Varşova’da toplandılar. Prag’da başladıkları yayım faaliyetlerini Varşova’da sürdürdüler. Haydar Bammat’ın başını çektiği bir başka grup da Paris’te faaliyet gösteriyordu. Polonya’nın Almanya ve Rusya tarafından paylaşılması öncesinde Varşova’dakiler dağıldılar ve Fransa, ABD, Almanya, İngiltere gibi ülkelere sığındılar. Çok çileli hayat yaşadılar. Çoğu vatan cüda olarak toprağa düştüler.

Bunlardan hayatta kalanlara İkinci Dünya Savaşı sırasında iltica eden aydınlardan katılanlar oldu. Soğuk Savaş yıllarında ABD, Ukraynalı ve Kazak mülteciler başta olmak Kafkas, Azeri, Gürcü, Kırım, İtil-Ural, Türkistan, vs. kökenli mültecileri Münih’te toplayıp Radio Liberty’de ve Sovyetler Birliği’ni Öğrenme Enstitüsünde Rusya’ya karşı kullandı. Kendilerine maaş bağladı, vatandaşlık hakkı verdi. Bu durum 1970’li yılların başlarına kadar sürdü, sonrasında tavsadı ve sessizliğe büründü. Bugün her iki mülteci grubundan hayatta kalan kimse yoktur. Ben onların hepsini takdirle ve saygıyla anıyorum.

Benim sözünü ettiğim Mülteci-Vatanseverlerin (lejyonerlik) ile zerre kadar ilgileri yoktu. Mesleği ve kariyeri olmayan ve geçim sıkıntısı çeken az sayıda erkek mültecinin Cezayir’de Fransa’nın lejyoner birliklerine katıldıklarını sanıyorum. Bunlardan bir Karaçaylıyı tanımıştım, bir bacağı sakattı, Ankara’ya yerleşip orada öldü. Bütün bunlar Vahşi Rusya’nın tarumar ettiği vatansever ve mazlum insanlardır. Allah cümlesine rahmet etsin. Bu arada anılan konuda derinlemesine bir araştırmam da yoktur. Birkaçıyla şahsi tanışıklığım olmuştur.

1990’lı yıllarda ortaya çıkıp sönümlenen Kafkas Halkları Konfederasyonunu nereye oturmaktadır?

Çerkes ağırlıklı bir görüntüsü vardı. Çeçen Bağımsızlık Hareketinde dikkat çeken bir faaliyetini hatırlamıyorum. Muhtemelen kuruluşa Rus ajanlar sızmış olmalı ki Merkezi Hükümetin takibine pek uğramadı. Çeçen-Rus Savaşı yıllarında adını duyuyordum, sonradan sessizliğe büründü. Zaten ismini de beğenmediğim için pek ilgilenmemiştim. Federasyon birliktir, konfederasyon ise göstermelik bir ünvandır. Bana göre güçlü bir birliğin teşkil edilmesine de engel olabilecek bir siyasi-idari sistemdir.

Kişisel olarak sizlerin Birleşik Kafkasya düşüncesiyle tanışmanızı anlatabilir misiniz? İki dönem olarak 1960’lı ve 1990’lı yıllarda çıkardığınız “Birleşik Kafkasya” dergisi var. Hangi ihtiyaca binaen ortaya çıktı bu yayın? Şimdi geriye bakınca nasıl değerlendirirsiniz?

1960’lı yılların başlarında üniversite tahsiline başladıktan sonra İstanbul Kafkas Derneği ve Kuzey Kafkas Türk Kültür ve Yardım Derneği ile bağlantı kurdum. Bunlardan ilki Beşiktaş Gürün Han’ın bir odasına sıkışıp duruyordu. Genelde kapısı kapalıydı. Dernek başkanı Hukuk Fakültesi talebesi Kâzım Öztekin’di. İkincisinin yönetimine Kapalı Çarşı’nın Dağıstan kökenli kuyumcuları hakimdi ve dernek başkanı Rasih Savaş’tı. Dernek merkezi Cağaloğlunda devlete ait tarihi binada “Türk Göçmen Dernekleri Federasyonu”na tahsis edilen katta genişçe bir oda idi. İçinde Derneğe ait eşyalar ve mobilyalar toz toprak içindeydi. Anlaşılan hiç süpürülmemişti. Her iki dernek de senede bir kez Kafkas Gecesi düzenlemekten öte pek faaliyet göstermiyordu. Ancak Beşiktaş’taki dernek Kâzım Öztekin’in gayretleriyle Beyazıt’ta Marmara Lokali’nin arkasındaki sokakta yarı bodrum bir düğün salonunda Musa Ramazan’ın yönetiminde halk dansları çalışmaları yapıyordu. Sonradan dava arkadaşı olduğun birçok Kafkas kökenli üniversite talebesiyle orada tanıştım: Mustafa Beştoy, Osman Çelik, Kenan Sah, Cihan Ceter, Yılmaz Lu, Kâzım Taymaz, Bekir Demirel, Yaşar Şengün, Yaşar Noğay, Seyfi Şahin, Şerafettin Sevinç, Murat Özden, Zeki Atılgan, Ahmet Turan Bozkır, Sivaslı Kumuklardan Abdülvahid ve Ağabeği (soyadlarını hatılayamadım), Duran Dinçer ve şu anda isimlerini hatırlayamadığım diğerleri.

Bu girişten sonra Birleşik Kafkasya düşüncesiyle tanışmamı anlatayım. Liseyi İstanbul’da okuduğum için arada bir cumartesi günleri Beyazıt Sahhaflar Çarşısı’na uğrayıp Kafkasya ile ilgili yayınlar bulmaya çalışıyordum. Münih’te yayımlanan Kafkasya ve devamı olan Birleşik Kafkasya dergilerinin ve yine Münih’te yayımlanan “Dergi” dergisinin bazı nüshalarını orada bulup aldım. Bu dergilerde yayımlanan yazılardan “Birleşik Kafkasya” fikrinin mahiyetini öğrendim. Kafkas Dernekleri çatısı altında buluşup sohbet ederken hemen ker konuda kemale ermemiş görüşlerimizi dile getiriyorduk. İçimizde Anavatan Kafkasya sorununa en çok ilgi duyan iki kişi vardı: Mustafa Beştoy ve ben. Bir gün Yılmaz Lu bize “Sizi Ahmet Canbek Amca ile tanıştırayım” dedi. Biz de memnuniyetle evet dedik. Çok geçmeden randevu aldı ve bizi filan gün akşam yemeğine evinde beklediğini söylemiş. Üçümüz birlikte Canbek Amcalara gittik. Orta boylu hafif tıknazca, dazlak kafalı tipik bir Kabardey thamadesiyle karşılaştık. Eşi ve kendisi büyük memnuniyetlerini belirterek bizi karşıladılar. Bir Abaza aile bizden haberli veya habersiz onları ziyarete gelmiş. Onlarla da tanıştırdı. Uzatmayım, yemek sırasında ve sonrasında güzel bir sohbet cereyan etti. Sorular sorarak cevaplar aldık. Ahmet amca bizim ilgimizi ve heyecanımızı hemen anlamıştı. Konuyu Kafkasya’nın şimdiki durumuna getirdi ve kısa ama aydınlatıcı bilgiler verdi. Özellikle Kafkas Halkları Birliği’nin üzerinde durdu ve İlk mülteci aydınların çalışmalarını özetledi ve bizim gibi vatanını seven gençlerle tanışmaktan büyük sevinç ve mutluluk duyduğunu gözleri dolarak dile getirdi. Çok etkilenmiştik, Kafkasya’yı halk oyunlarından ibaret sanan dernekçilere pek benzemiyordu. Gündüzleri iş yerinde de ziyaretine gelebileceğimizi bildirdi, vedalaşıp ayrıldık. Kafkasya ve Kafkas Birliği konusunu fırsat buldukça arkadaşlar arasında tartışıyorduk.

Ahmet amca Mustafa ile birlikte ziyaretine gittiğimiz bir gün orta büyüklükte iki formadan ibaret Rusça Kiril harfleriyle basılmış bir dergi gösterdi, adı “Obyedinennıy Kavkaz” (Birleşik Kafkasya) imiş. Münih’te ilk mültecilerden Oset kökenli Barasbi Baytugan tarafından yeni yayımlanmaya başlamış. Kendisi bazı yerlerini okuyup tercüme etti. Baytugan Bey abone bulmamızı ümit ediyormuş. Karmakarışık düşüncelerle ayrıldık.

O günlerde Adığe Kenan Sah ile birlikte Fatih’te 1,5 odası olan bir küçük bodrum kat dairede ikamet ediyorduk. Sonradan bu bodrum kat daire Birleşik Kafkasya ülküsüne gönül vermiş Kafkas kökenli üniversite öğrencilerinin milli merkezi haline gelecekti.

Mustafa, Kenan ve ben dergi konusunu konuştuk. Çevremizde Musa Ramazan’dan başka Rusça bilen olmadığı için Barasbi Baytugan’ın dergisine abone bulmanın bir faydası olmayacağı aşikârdı. Biz kendimiz bu isimde bir dergiyi Türkçe olarak çıkaramaz mıydık? sorusunu tartıştık. Kenan çok zor bir iş, bulaşmayalım dedi. Ben aynı kanaatte değildim, tartışmamız sonuçsuz kaldı. Sonradan Mustafa ile ikili olarak konuştuk, o da olumlu yaklaşıyordu.

Birkaç gün sonra Ahmet Amca’yı ziyaret edip durumu anlattık, çok heyecanlandı, gözleri yaşardı ve vaziyeti Baytugan’a ileteyim dedi. Çok geçmeden Baytugan Bey ez cümle: Ben dergi çıkarmaktan vazgeçeyim. Türkiye’de Türkçe dergi yayımlanması daha etkili olur, ben de elimden geldiğince maddi katkıda bulunurum cevabını vermiş. Dergi çıkarma işi hızla ilerliyordu. Mustafa ile birlikte durumu Musa Ramazan’a anlattık, çok sevindi destekleyeceğini söyledi. Rasih Savaş’la da konuştuk, memnun oldu, desteklerim dedi, ama dernekçe katkıda bulunmaya söz veremem dedi ve dernek hiçbir katkıda bulunmadı. İdare heyetinde olanlar iyi kuyumcular, lakin eğitimsiz tüccar kafalı insanlardı. Zaten bir faydaları da dokunmazdı. Ahmet Canbek Amca o sırada Kafkas Derneği’nin başkanı olan Yaşar Bir ile görüşmüş, o da sıcak karşılamış, hatta dernekçe finanse edebileceklerini bildirmiş. Ahmet Amca sevinmiş, biz de sevindik ve resmi işlemlere başladık. Daha önce Yaşar Bir’i ziyaret edip Dernek adına imtiyaz alırsak daha öncekiler gibi renksiz-soluksuz bir dergi olur. Şahıs adına alalım ki her şeyi rahat yazalım, Kafkasya davasını açıkça Türkiye’de ve dünyada tanıtmaya çalışalım dedik. Makul karşıladı ve ikimizden biri adına imtiyaz alabileceğimizi söyledi teşekkür edip ayrıldık.

Ertesi gün Sirkeci’deki Sansariyan Han’da bulunan Emniyet Müdürlüğüne giderek yayın hakkı alma işini hallettik. Mustafa Beştoy yazı işleri müdürlüğünü bende imtiyaz sahipliğini üstlendik. Dergi “siyasi” olacktı.

Hemen yazı toplama işine başladık ve dergiye (Birleşik Kafkasya-Üç Aylık Dergi-) adını verip ressama ön kapak resmini hazırlattık. Kapak beğeni topladı.

İlk sayıya Yaşar Bir’den yazı rica etmiştik, o da muhtemelen başkasına hazırlattığı bir yazıyı bize verdi. Yazı derginin en az 10 sahifesini işgal edecek kadar uzun bir yazıydı. İçeriği haber ve fikir değeri olmayan gereksiz ifadelerle doluydu. Yaşar Bey’i arayıp yazıyı kısaltmak istediğimizi bildirdik, izin verdi. Çok kısa ve özlü bir yazı haline getirdik. Dergi basıldıktan sonra Yaşar Bey merhum yazıyı beğendi. Ali Erkan hariç dernek yönetiminin ekseriyeti aşırı siyasi olduğunu ve Çerkes örf ve adetlerine yer verilmediğini ileri sürerek beğenmemişler ve karşı çıkmışlar. İlk sayının takriben 2500 TL tutan kâğıt ve basım masraflarını hepsi faturalı Yaşar Bey’in talimatıyla Dernek ödedi. İkinci sayıya sıra gelince de Yaşar Bey bir lisanı münasiple Ahmet Canbek Bey’e dergiyi finanse etmeye devam edemeyeceklerini bildirdi.

Sonrasında kendi imkânlarımızla 15 sayı kadar çıkarabildik. Musa Ramazan (100’den fazla aboneyle), Konya Başhüyük köyü (80 aboneyle) ve diğer dostlarımızın kaydettikleri aboneler ve maddi yardımlar ile ilk altı sayıyı fazla sıkıntı çekmeden çıkardık. Abonelerimiz yıllık abone yenileme işini yavaşlattılar, biz de maddi müzayakaya düştük. Üzerimize aldığımız sorumluluğu aksatmadan yürütmek için ne sıkıntılar çektiğimizi bir Beştoy bilir bir de ben. Mustafa 1967 yılında Dişçilik Fakültesini bitirdi, ben de sona yaklaştım. Devam edemeyeceğimizi iyice anlamıştık. Cağaloğlu’ndaki dernek Dergiyi devir alabileceğini söyleyince kabul ettik ve iki şart ileri sürdük: Birincisi (150) civarında aboneye 2 veya 3 sayı kadar ücretsiz dergi gönderilmesi, ikincisi Birleşik Kafkasya idealine bağlı kalınması. Dernek devir almaktan vazgeçti, biz de resmi makamlara dilekçe vererek yayını durdurduğumuzu bildirdik.

Dergimizin 6. sayısının 32. sahifesi ile birleşik 10-11-12. sayının 17 sahifesinde yapılan yardımları açıklamıştık. Bu yardımlar iki sayının masraflarını karşılamıştı.

Şimdi geriye bakınca nasıl değerlendirdiğime gelince; keşki böyle bir teşebbüse girmeseydim, dediğin anlar çok oldu. Mezuniyetimi 1,5 yıl geciktirdim. Bazen de büyük tecrübe kazandığımı düşünerek kendi kendimi tatmin ettiğim de oldu.

Bir de başka bir gerçek var, belki de yayın çalışmalarımın etkisiyle Kafkasya konusuna derinlemesine konsantre oldum, çok bilgi edindim. Yabancı dillerdeki yayınları da takibe çalıştım. Rusça yayınları tarama imkânına erişince kendimi büyük Kafkasolog (!) sanmış olmalıyım ki “Umumi Kafkas Tarihine Giriş” isimli oldukça hacimli bir çalışmaya giriştim. Konuyla ilgili bilim adamları ve Kafkasya konusuyla ilgilenen diğer zevat tarafından kitabın ne lehinde ne de aleyhinde tek kelime eleştirme yapılmadığı gibi tanıtma yazısı yazan da olmadı. Demek ki emeklerim boşuna gitmiş. Bana da züğürt tesellisi kalmış.

Sovyetler Birliğinin yıkılmasıyla Türkiye’de ortaya çıkan “Birleşik Kafkasya” isimli dernekler kuruldu. Bunları nasıl yorumlarsınız, hiç iletişiminiz oldu mu?

Anılan dernekleri memnuniyetle karşıladım. Ankara’daki dernekle yakın bağlantım vardı, hatta vakıf kurma çalışmalarına katkım da oldu. İstanbul’daki derneğin “Yedi Yıldız” isimli dergisini beğeniyle okudum. 1995 yılı güzünde Ankara Birleşik Kafkasya Derneği Türkiye çapında Kafkas dernekleri, bilim adamları ve diğer ilgililerin davet edildiği büyük bir istişare konferansı tertiplemişti. Rahmetli Osman Çelik’in yönettiği konferans bir gün sürdü. Kişisel söz alanlar arasında bende vardım. Konuşmam sırasında sözü (Yedi Yıldız) dergisine getirdim. Bazı çevreler tarafından çeşitli mülahazalarla eleştirildiğini biliyordum. Yedi Yıldız dergisini yayımlayan İstanbul Birleşik Kafkasya Derneğine ve anılan dergiyi hazırlayan genç-idealist ekibe takdirlerimi ve teşekkürlerimi dile getirdim; desteklenmesi gerektiğini vurguladım. Anılan ekipten rahmetli Aydı Turan benimle bağını hiç koparmadı, ta Eskişehir’e ziyaretime bile geldi. Aytek Kurmel ile henüz tanışmadım, nedense benimle tanışmak istemedi, sebebini de bilmiyorum.

Birleşik Kafkasya Derneklerinin çoğu günümüzde de faaliyetini sürdürüyor. Ancak hızları kesilmiş gibi görünüyor. Eski Kaf-Der’in ektiği ayrılık tohumları çok sağlammış ki dernek ayırımcılığı hala sürüyor. Kafkasya ile bağlantı kurulduktan sonra derneklerin ekseriyeti etnik milliyetçiliğe kaydılar. Bu durumu üzülerek takip ediyorum.

Peki günümüz koşulları göz önüne getirildiği zaman Birleşik Kafkasya idealini nasıl düşünmek gerekir?

Hangi koşulda olursa olsun Birleşik Kafkasya idealinin temel stratejisi bellidir: Bağımsız Birleşik Kafkasya idealinin kuşaktan kuşağa aktarılarak mutlu sona ulaşıncaya kadar yaşatılması lazımdır. Bunun için en somut örnek Yahudilerin binlerce yıl süren bir mücadeleden sonra mutlu sona ermeleridir.

Konuyla ilgili yeniden bir dergi veya farklı çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünüyor musunuz?

Benim böyle bir düşüncem yok. Genç arkadaşlarımızın bu yüce mefkûreyi yaşatmak ve sonraki kuşaklara aktarmak için online dergi çıkarmalarını tavsiye ediyorum. Yazılı dergi çıkarma dönemi geçmiştir, üstelik çok maliyetlidir, buna karşılık getirisi de çok azdır. Bu sebepten internetten azami ölçüde yararlanılmalıdır. Ancak organizasyon ve ilkeler açıkça ve geleceğe dönük şekilde sağlam esaslara bağlanmalıdır. Kişisel ağırlıktan kaçınılmalı, sorumluluğu belirli bir kurul üstlenmelidir. Farklı çalışmalar da yapılmalı ve yine internetten yararlanılmalıdır.

Son olarak vurgulamak istediğiniz birkaç cümle daha alabilir miyiz?

Milli idealleri sırtlayıp ileriye taşıyanlar genelde üniversite öğrencileridir. Ama dava tamamen onların üzerine yıkılmamalıdır. Onlar her şeyden önce sene kaybetmeden mekteplerini bitirmelidirler. Eğer derslerine hakkıyla çalışıp diplomalarını alamaz ve tahsilleri yarım kalırsa toplum katındaki itibarlarını kaybederler ve depresyona girerler ve idealist olduklarına pişman olurlar. Bu itibarla her yıl arkadan gelen gençler emaneti ele almalı, hedefe taşımalı ve uzatmadan yeni gelen kuşağa devretmelidir. Milli ideale hizmet fahridir. Fedakârlık ister, fedakârlık da uzun sürüp kişiyi maddi ve manevi kayba uğratmamalıdır. Gençler son tavsiyem, sorumsuz kişilerin takdirlerine ve pohpohlarına fazla itibar etmesinler. Onları hakkıyla takdir edenler her zaman olacaktır.