Tevfik Zengin ile “Amanhor” romanı ve Kumuklar üzerine söyleşi
Modern anlamda Kafkasya’da yazılan ilk roman olarak “Amanhor” isimli eser gösteriliyor. Kumuk diliyle yazılan eser Abdul Hüseyin İbrahimov’a ait. Tevfik Zengin geçtiğimiz aylarda eseri Türkçe’ye kazandırdı, onunla hem roman hem de Kumuklar üzerine genel bir söyleşi yapmak istediğim zaman sağ olsun kabul etti ve aşağıdaki metin ortaya çıktı. İlgililere sunulur.
Sizleri kısaca tanıyabilir miyiz?
Ben, Tokat ili Turhal ilçesi Kuşoturağı köyünde doğmuşum. Kuleli Askeri Lisesinde okudum ve Kara Harp Okulundan Teğmen olarak mezun oldum. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesinden’den makine mühendisi olarak mezun oldum ve Yıldız Üniversitesinde mastır eğitimimi yaptıktan sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinin çeşitli lojistik ve teknik kademelerinde görev yaptım. Aslen Kumuk Türklerinden olduğum için ninelerimin ve diğer büyüklerimin anlattığı Kafkasya’nın hikayeleri ile büyüdüm. Zamanla Kumuk dili, edebiyatı ve tarihi hakkında araştırmalar yaptım, konu ilgili olarak yapılan program, etkinlik ve çalışmalara araştırmacı ve yazar olarak katkı sağlamaktayım.
Abdul Hüseyin İbrahimov’un “Amanhor” isimli romanını çevirdiniz. Süreci bizlerle paylaşır mısınız? Çeviri fikri nasıl ortaya çıktı, yaşadığınız zorluklar nelerdi, benzer çalışmalara imza atacaklara ne gibi önerileriniz olur?
Amanhor’un yazılmasına hoş bir tesadüfle başlandığını söyleyebilirim. Rahmetli hemşerim, Dünya Yazarlar ve Aydınlar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı, Osman Baş beyle çeşitli etkinliklerde beraber oluyorduk. Bana Türk dünyası ile ilgili etkinliklerde Kumuklar hakkında bilgilendirmelerde bulunmak, farkındalık oluşturmak istediklerini, katkı sağlayıp sağlamayacağımı sordu. Seve seve katılacağımı söyledim. Görüşmek üzere beni derneklerine davet etti. Navigasyondan ve sorarak Ulus/Ankara’daki derneği bulamadım. Yolum Hamamönü’ne yöneldiğinde Avrasya Yazarlar Birliği ile karşılaştım. Oradan sormak istedim. Zile bastığımda dernek başkanı Ömer Yakupoğlu bey kapıyı açtı. Meramımı anlattım bilmediğini söyledi ve beni çay içmeye davet etti. Tanıştıktan sonra sitemimi söyledim. Sayın hocam dernek olarak Kumuklar hariç bütün Türk halkları ile ilgili kitaplar yayınladınız. Kumukça ve Kumuklar neden ilginizi çekmedi diye sordum. Gülerek cevap verdi. “Biliyor musunuz? Yurt dışından çok Kumuk dostum, arkadaşım var. Türkiye’de ilk defa bir Kumuk’la tanışıyorum, yani sizinle” dedi. Sohbetin sonunda “Bir roman çevirin yayınlayalım” dedi. Çok güzel bir şeydi ama daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştım. Sonunda bu bir vazifeydi ve bundan kaçmamalıyım diye düşündüm. Araştırmaya başladım, bizim Kumuklardan Hakan Alpaslan beyin çok güzel okuduğu, bizim de dinlemeye doyamadığımız Amanhor’un bir şiiri vardı. “Gün şavlası bizin üyge baksana” (Gün ışığı bizim eve de baksana) isimli şiiri hatırladım ve Amanhor’un Dağıstan’da hatta bütün Kafkasya’da modern anlamda yayınlanan ilk roman olduğunu biliyordum. Amanhor’u tedarik edip inceledim. Yer yer şiirlerin yer aldığı bizim geleneksel destanlarımızdaki zengin anlatımı ve Kumukça’nın tadını, güzelliğini hissettim. Geçmişten haberler veriyordu. Yer yer yazarın tarih anlatımlarına ağırlık verip roman formundan uzaklaşsa bile aktarılan bu bilgilerin de kıymetli olacağını düşündüm. Kahramanlığın ve aşkın esintilerini de taşıyan bu eseri Türkiye’deki okurlara kazandırmak için karar verdim. Çeviri özellikle de şiirlerde kitapların tılsımını, estetiğini bozan bir şey. Çok zor olacağını biliyordum. Çeviri bir kucak harfi başka alfabelerdeki bir kucak harfle değiştirmekte değildi. Duyguya, her iki taraftaki kültüre de hâkim olmak gerekiyordu. Bir örnek vermek istiyorum. Kumuklar doğum yaptıran kadına “ebe” demiyorlar. Onun yerine “anaçı” kelimesini kullanıyorlar. Yani doğum yapan kadınlarımız “ana” oluyordu. Ebeler de onları ana yapıyorlardı. Başka bir zorluk da kitabın 1915 yılında yayınlanması ve doğal ortamı içerisinde dilin değişime uğraması Bildiğimiz Kumuk ile o zamanın Kumukçası aralarındaki mesafeyi giderek artırmalarıydı. Burada işimi kolaylaştıran elimde 1974 yılında Rahmetli Salav Aliyev’in düzenlediği bir nüshasının olmasıydı. Bu yola çıkacaklara tavsiyem geç kalmasınlar. Zor olmayan iş güzel olmaz. Kafkas kökenliler olarak kültür dünyamızı büyütmeliyiz. Çevremizle paylaşmalıyız. Bizden sonrası için çocuklarımız için geçmişimize köprüler kurmalıyız.
“Amanhor” kitabı hem Latin alfabesine aktarılmış hem de Türkiye Türkçesi’ne çevrilmiş. Yani şimdi Türkiye’de aynı kitabın iki farklı türü basıldı. Bununla hedeflenen neydi? Ve orijinal eser hangi alfabe ile yazılmış?
Orijinal eser Arap harfleri ile basılmış, ben ulaşamadım. Özellikle incelemeyi arzu ediyorum. Sansür komisyonlarının bu tür Müslüman topluluklarının kitaplarının yeniden basımında Ayetlerin ve Allah gibi dini terminolojideki kelimeleri çıkarttıklarını biliyoruz. İlk Kazak romanını Türkiye Türkçesine çeviren Aşur Özdemir beyden dinlemiştim. Her iki baskıyı karşılaştırma şansına sahip olmuş ve bu hususları tespit etmiş. Sırası gelmişken belirtelim, yazılan modern anlamdaki ilk romanların hacimsel olarak 50-60 sayfa civarında olduklarıdır. Amanhor ise 140 sayfalık bir eserdir. Bu durum, Kumuk Türkçesinin zengin bir anlatım gücüne sahip olduğu fikrini desteklemektedir. Kitap farklı iki türde özellikle hazırlanmıştır. Birinci kitap Türkiye Türkçesine çevrilmiş olarak çıkarılmıştır çünkü; Avrasya Yazarlar Birliği faklı Türk lehçelerindeki edebi eserleri Türk okurlarına kazandırmayı amaçlanmaktadır. İkinci tür ise Amanhor’un Kumukça’sının Türkiye Türkçesi alfabesindeki harflerle çıkarılmasıdır. Bunu çok önemli olduğunu değerlendiriyorum. Akademik metinlerde x,q ve ng için n harfi ve üzerine ğ harfinin üzerindeki yumuşatma işareti konularak üretilen harfler Kumukları kendi lehçelerini okuyamamalarına neden olmaktadır. Bu çevride bu tür harflere yer verilmemiş ve akıcı olarak kitabın okunması sağlanmıştır. Kumukça’yı iyi konuşan büyüklerimize kitabı okutup telefonda defalarca dinledim. Amaç hasıl olmuş ve Kumuklar edebi eserlerini halk düzeyinde ilk defa tadıyla okuyabilmişlerdir.
Yazarla ilgili temel bir sorum olacak, Abdul Hüseyin İbrahimov kimdir? Onu ilk defa tanıyacak okuyuculara anlatabilir misiniz?
Amanhor’un yazarı, 1890 yılda Dağıstan’ın kuzeyinde yer alan Kızlarkala şehrinde doğmuştur. Aile fertlerinin kütüphanelerindeki kitapları okumuş ve bu kitaplardan etkilenmiştir. Özellikle, Arap ve Fars klasiklerini okumak için duyduğu büyük istek, O’nu Osmanlı Türkçesi, Rus, Arap, Fars ve Kalmuk dillerini genç yaşta çok iyi derecede öğrenmesine ve o dillerde yazılan çok önemli kitaplarla tanışmasına neden olmuştur. 1910 yılından itibaren, Kızlar şehrinde “Yaşav” (Hayat) adıyla açılan ve dünyanın yeni ilimlerinden dersler veril okulda, Türk dillerini öğretmek üzere öğretmenlik yapmış ve 1917 yılından itibaren, Sovyetler Birliğinin kurucu yapıları içinde yer almış ve yaşadığı dönemin halklarına ilişkin pek çok haberi kayıt altına almıştır. Başlıca serleri; Amanhor – roman, Absiyahkentin tarihi, Tatar Han’ın vilayet tarihi, Şiir mecmua (Türkçe), Nasihat haberler, Kötü gelin ve iyi kaynana, İyi gelin ve kötü kaynana, Serdtse materi (Rusça), Zapisi komissara (Rusça) olarak yayınlanmıştır. Ata yurdum Kızlar ve diğer şiirlerinin yer aldığı eserleri; Arap, Fars, Türkçe dillerinde yayınlanmıştır. “Amanhor” yazarın, 1915 yılında yazdığı önemli eserlerinden biridir. Romanı yazmak için Abdul Hüseyin, halk kültürünün sözlü kaynaklarından, efsanelerden, şiirlerden, el yazması kitaplardan ve Evliya Çelebinin “Seyahatnamesinden” materyaller toplamıştır. Farsça, Türkçe, Rusça yazılan diğer kitaplardan da yararlanmıştır.
“Amanhor” ne demek? Roman tam olarak neyi anlatıyor ve kitabın önemini paylaşır mısınız?
Amanhor ismi iki kelimeden oluşmaktadır. Aman; sağlam, selametle, emin, esen anlamına, hor ise siyah anlamına karşı gelmekte ve her iki kelime birlikte “esmer güzeli” anlamında kullanılmaktadır. Kafkasya’dan Hindistan’a kadar olan coğrafyada hem erkek hem kadınlar için ancak günümüzde daha çok hanımlar için kullanılan bir isimdir. Amanhor romanlaştırılmadan önce de halk arasında sevilerek, heyecanla, hayatı ve yiğitlikleri anlatılan, şarkıları halk ozanlarınca çalınıp söylenen bir kahramandır. Özgürlükçü ve halkçı bir idoldür. Romanın kahramanı Amanhor, tarihi kayıtlara göre 17nci yüzyılda yaşamış, yaşadığı zamandaki Hanların zalimliklerini, halkın çektiği çileleri, çocuk yaşında hissetmiştir. Daha sonra da Tatar Han’ın Han sarayında memurluk yaptığı yıllarda, hâkimiyet sürdüren kişilerin halka yaptıklarını kendi gözleri ile görmüş, kendi yoldaşlarıyla birlikte zalimliğe ve zalimlere karşı mücadele başlatmıştır. Kızlar civarındaki Kumuk ve Nogayların ve diğer fakir halklarının beylere, hanlara karşı ayaklanmasında hareketin başını çekmiştir. Kendisi yalnız olarak Tatar Han’ın Han sarayına girip, onu öldürmüştür. Halk kahramanı, şair ve tarihçi olan Amanhor, beyler tarafından yakalanarak 1706 yılında asılarak idam edilmiştir. “Amanhor”, bir roman olarak, kendi ana fikri çerçevesinde incelendiğinde Kumuk edebiyatının, edebi gücü ve kaynaklarının çok öncelerden var olduğu, geleneksel yapısını bugün bile korunduğunu anlamak için önemli bir örnektir. Romanın asıl motifi, kötü yöneticilere karşı verilen mücadelede, Amanhor’un en önünde yer alması, fakir çocukların güçlü savaşçılar olabilmeleri, gösterdikleri yiğitlikler ve bu zor dönemlerde yaşanılan sevgi, aşk anlatılmaktadır. “Amanhor romanı” da Muhammed Avabi Aktaşlı’nın “Derbent-namesi” ve Devlet Mirza Şeyh-Ali’nin “Kumuk ve Kumuklar Hakkında Hikâye” isimli eserleri gibi yayınlamasına, Dağıstan’daki yönetimin izin verilmediğini çeşitli makalelerden öğreniyoruz. Sırası gelmişken belirtelim, Türk Dünyasında yazılan modern anlamdaki ilk romanlar hacimsel olarak 50-60 sayfa civarındadır. Amanhor ise 140 sayfalık bir eserdir. Bu durum, Kumuk Türkçesinin zengin bir anlatım gücüne sahip olduğu fikrini desteklemektedir. Sanıyorum kitabı okuyanlar kitabın önemi hakkında kendileri daha iyi karar vereceklerdir. Kumukların “Fakir olsam da esir değilim” diyerek, beylerin önünde diz çökmediklerini, gerektiğinde onlara keskin mızrak gibi saplandığını, hissedeceklerdir. Yoksul gençlerin “Yoksullar kalmaz yoksul halinde, zengin kalmaz zengin halinde” diyerek, umutlarını yitirmeden hayallerine ve sevgilerine sarıldıklarını göreceklerdir diye düşünüyorum.
Hiç bilmeyenler için Kumuk edebiyatını anlatabilir misiniz? Tarihten günümüze hangi meşhur şair ve yazarlar var? Bu isimlerden Türkçe’ye çevrilenler oldu mu ve gelecekte hangilerinin çevrilmesi planlanıyor?
Kendi halkının söz sanatını sevmeyen insan herhalde yoktur. Kumukların kadim, zengin, özgün bir edebiyatı vardır. Halk hafızasında Epik (kahramanlık, tarihi ve toplumsal) şarkıları, şarkı formunda korunmuş, öğretici “Yır’ları, masallar, atasözleri, bilmece ve insanın yüreğine seslenen, duygulandıran, okunduğunda bir coşku oluşturan lirik şiirleri (sarınlar ve Takmaklar) ve “vayag” (ağlama, ağıt) örneklerini saklamıştır. Onlar halen Kumuklara, mutlu günlerinde sevinçlerine neşe katıyor; üzüntülü günlerinde can yoldaşı gibi kalplerimize avuntu veriyor. Kumuklarda güçlü bir söz sanatı (aytıvlar) vardır. Dağıstan’da Endireylilerin, Erpelilerin, Atlıboyunluların değişmeli şarkıları, Haydak Kumuklarmın merasim şarkıları, Borağan’lıların mizahı, Ötemişlilerin muzip kargışları; bunların her biri ayrı ayrı halkın sevinç kaynağıdır. Kumuklar için kafiyeli söze engel yoktur. Kumuk edebiyatının kurucularından Yırçı Kazak’ın da söylediği gibi, bilenmiş öğütlerini de şarkıların, şiirlerin içerisinde yüreklere emanet etmişlerdir.
“Biz de ölürüz, ölürüz,
Ölünce yumulur iki gözümüz.
Biz öldükten sonra kalanlar,
Söyler bizim sözümüz.”
Tarihi süreçte, Kumukların çok meşhur şairleri yetişmiştir. Bunların en meşhurlarından birisi Ümmi Kemal’dir. Aşağıda onun el yazması, Ortak Türk normu (общетюркской норме – Obşe Turk norme– Rusça) formunda yazdığı kitap görünmektedir. Benim bu form hakkında bilgim yok. Ümmi Kemal, Dağıstan’daki el yazması kitaplardan biliniyor. Bugün Bavtoğay köyünün bulunduğu yerde olan ve ilk Kumuk yerleşim yerlerinden Koyunkala’da doğmuştur. Şirvan’a okumaya gidip o zamana göre yüksek ilim sahibi olmuş, Hayatının önemli bir bölümünü Volgada, Kırım’da yaşamış ve Osmanlıda kadı asker olarak vazife yapmıştır. Şair, alim ve tasavvuf ulusu olarak tanınmıştır. S. Аliyev, H. Аkaev’in tesbitlerine göre, Şairin hayatı oldukça çetin ve zor şartlarda geçmiştir. Osmanlıda zindanlara konulmuş ama onu sofi inanışlarından vaz geçirememişlerdir. Yahyâ-yı Şirvânî’nin halifesi Muhammed Erzincânî’ye intisap ettiği bilinmektedir. Ana eline, öz halkına, «Kumuk ellerine» olan özlemini, yurduna dönüp hasret gidermeyi ömrünün sonuna kadar içinde saklamış, şiirlerinde yazmış ama nasip olmamıştır. Dağıstan’da Ümmi Kemal olarak değil, Şayıh İsmayıl, Pir Kamal, Nür Kamal, Sari Kamal olarak tanınmaktadır. Ülkemizde halen Tatarların, Başkurtların ve Türkiye’nin ortak şairi gibi değerlendirilmektedir. Onun çok bilinen şiirleri;
“Gül açılır, yaz olur
Denizde bir saz olur,
Ben yârime gül demen,
Gülün ömrü az olur.”
“Her söylenen sözde nefes olmaz…
Tan görsek – sonunda akşam olmaz,
Yaz olur – sonunda kışı olmaz.
Har Süleyman’ım diyen melik olmaz,
Bu cihanda her yüzüklü Hanım olmaz.
Her bahadır – Rüstem olmaz,
Her pınarda – Zem-zem olmaz.
Çevremde nice işler var,
Tek sonarım ala olmaz.
Her söylenen sözde nefes olmaz.”
Çarlık Rusya’sının Kafkaslarda hüküm sürdüğü devirde, 1830-1879 yılları Dağıstan’da yaşayan şair Yırçı Kazak’ın bütün hayatı, sıkıntılar içinde geçer. Gençken vatanın güzelliklerini, kahramanların fedakârlıklarını anlatan şiirler söylemeye başlayan Kazak; zamanla köylülerin hayatını ele alan, onların yerli beylerden ve Rus idarecilerinden çektikleri sıkıntıları dile getiren şiirler yazmaya başlar. Eserlerinde, idarecilerin baskıcı yönetimi altında insanların ezildiklerini, çok zor şartlar altında yaşadıklarını, yönetimin halka zulmettiğini dile getirir. Gün geçtikçe, şairin hicivleri, idarecileri tedirgin etmeye başlar. Ebu Müslim Han Şamhal, Yırçı Kazak’ı cezalandırmak için fırsat kollar. Kazak’ın, Şamhal’ın cariyesini kaçırmada yakın arkadaşı Atabey’e yardım etmesi, bardağı taşıran son damla olur. Bu gelişmeden sonra Yırçı Kazak yakalanır, Sibirya’ya sürgüne gönderilmek üzere, Rus makamlarına teslim edilir.
“Kuzu gibi tutup vermek yol muydu?
Gazaba gelen it gâvurun eline.
Kazan gibi içimizi kaynatıp,
Katıksız kara peksimet çiğnetip,
At gibi arabaya koşup,
Dünyanın türlü azabını çektirip
En sonunda bağlayıp gönderdin,
En azılı gâvurun Sibirya denen yoluna.”
Kazak, bu aşamadan sonra bin bir türlü işkencelerin tertip edildiği Sibirya’da, yaşam mücadelesi vermek zorunda kalır. Sürgünde bulunduğu sırada, 1857-1860 yılları arasında, başından geçenleri dostlarına yazar. Bu soğuk illerden gönderdiği mektuplarda dostlarına içini döker. Arap alfabesiyle yazılan mektuplar önce Yırçı Kazak’ın babası Tatarhan’ın eline geçer. Okuma yazma bilmeyen Tatarhan, mektupları okutmak için medresede müderris olan Akay Kadı’ya getirir. Akay Kadı, bu mektupları, belli aralıklarla, kendisine gelen Tatarhan’a okur.
“Bizden selam olsun Hacı Mamak’a,
Can İnsaphanum’a, Kuytul Kamav’a,
Müezzin bunun hepsini oku Cuma’da.
Can ağalar siz dua edin.
Selam olsun Buday’a, Boragan’a,
Okuyana şu Türk’e bakana,
Can ağalar siz dua edin.
Bizden selam olsun küllü ümmete
Haşim’e, Murat’a, Hasa Bammat’a,”
Mektupların önemini bilen Akay Kadı, bu eserlerin kaybolmaması için üç nüsha yapar, bir nüshayı babası Tatarhan’a, diğerini köyün ileri gelenlerinden birine verir. Kalan nüshayı da kendisi saklar. Kendisinde sakladığı nüsha çocuklarına intikal eder, diğer nüshalar kaybolur. Bugün elimizde bulunan nüsha, Akay Kadı’nın, saklayıp koruduğu nüshadır. Çocukları kanalıyla bu mektuplar günümüze kadar gelir. Onun şiirlerini okuyanlar sanatının yüceliğini hemen anlar. Devrim öncesi dönemde Kumuk edebiyatı, Kırım Tatar ve Kazan-Tatar edebiyatı ile ilişkilendirilmiş, 1917 ihtilalinden sonra ise Azerbaycan edebiyatının etkisi bir miktar artmıştır. Sovyet iktidarının ilk yıllarında Kumuk edebiyatı geleneksel temalarını sürdürdü: bir insanın kurtuluşu, insanların ruhsal uyanışı, cehalete karşı mücadele vb. Genel olarak Kumukların kurgusal nesrinin, özellikle hikâye türlerinin, oluşumu ve gelişimi, yirminci yüzyılın başlarına rastlar. Ancak Kumuk hikâyesinin kökenleri sözlü halk sanatına kadar uzanır: mitler, peri masalları, efsaneler, gelenekler, anekdotlar. Yüzyıldan fazla bir süredir, gözle görülür yüksekliklere ulaştı. Kumuk hikâyesinin oluşumunda Kafkas bilim adamlarının yanı sıra, Devlet-Mirza Şıhaliev, Mahammat-Apendi Osmanov, Abusupiyan Akayev ve diğerleri gibi Kumuk halkının temsilcileri tarafından yazılan etnografik makaleler önemli bir rol oynadı. Bu dönemde Manay Alibekov, Nuhay Batırmurzayev ve oğlu Zaynalabit Batırmurzaev, Aşık Ansar, Abusupiyan Akayev, Şıhahmat-Kadı Erpelili, Temirbolat Biybolatov, Koççakay Camaladin, Kaziyev Ali, Abdulhalim Cunguteyli ve diğerleri gibi aydınlatıcı yazarların faaliyetleri görüldü. Bu devirde Kumuk dilinde, aralarında Doğu klâsiklerinin de bulunduğu (Leyla ile Mecnun, Tahir ile Zühre, Yusuf ve Züleyha, Sinbad, Bozyiğit vb.) pek çok kitap yayınlanmıştır. 1917 yılında yapılan Ekim Devriminin, halkın kültürel gelişme yolunu başka bir yöne çevirdiğini söyleyebiliriz. Bu da ilim, kültürel hayatta ve edebiyatta bir yönden çeşitlenme, gelişme yaşanırken, öte yandan, birçok kayıplara, reddetmelere yol açarak sayısız zarar da vermiştir. Dini, beyleri, zenginleri, eski âdetleri övdükleri gerekçesiyle, yeni hayat tarzına yakışmaz diye, çok değerli eserler reddedilmiş, kötülenmiştir. En görkemli âlimler, yazarlar, toplum önderleri tutuklanmış, sürgün edilip Sibirya’ya gönderilmiş veya öldürülmüştür (Abusupiyan Akayev, Temirbolat Biybolatov, Bahavutdin Astemirov, Calaletdin Korkmazov ve başkaları). Arap yazısı latine, Lâtin yazısı, krile değiştirilmiş ve Dağıstan halkları, bilhassa genç nesli; eski kitaplar, el yazmaları okunamaz hâle gelmiştir. 1941-1945 yıllarındaki ikinci Dünya savaşında Alimpaşa Salavatov, Muhammat Kurbanov ve benzeri başka usta yazarlar, şairler, can vermişlerdir. Yine de onca çetinliklere, zorluklara rağmen, Kumuk edebiyatı kendi gelişmesini durdurmamış; sanatta, yeni edebî türler geliştirmede görkemli seviyelere ulaşmıştır. Çağdaş Kumuk şairlerine göz attığımızda, önemli bir liste karşımıza çıkıyor. Abdulvahap Suleymanov, Atkay Hacammatov, Anvar Haciyev, Şarip Albeyriyev, Akay Akayev, Abdulhamit Tatamov, Abdulmecit Mecitov, Mahammat Atabayev, Abzaydin Gamitov, Ahmat Çaçayev, Abdulkerim Zalimhanov, Mahammat-Nabi Halilov, Badrutdin Mahammatov, Şeyithanım Alişeva, Caminat Kerimova, Atav Atayev, Bahavdin Gaciyev, Musa Şihavov, Cavat Zakavov, Abdulla Zalimhanov, Rukuyat Ustarhanova, İlmutdin-Haci Muratov, Göğerçin Atayeva, Supiyanat Mamayeva, Kazim Kazimov, Gereyhan Haciyev, Nuhyana Arslanova. Okurlar daha fazla bilgiye, kültür ve turizm bakanlığı, e kitap Kumuk edebiyatı 20. ciltten ve Prof. Dr. Çetin Pekaçar beyin çalışmalarından ulaşabilirler.
Kumukça bir zamanlar Kafkasya’nın ortak diliydi. Günümüzdeki durumu nedir? Dağıstan’da aktif bir kullanımı söz konusu mu?
Dün olduğu gibi bugün de Kafkasya diller bahçesi gibidir. Bütün bölgenin anlaşması, ilim, ticaret ve hayatın diğer gelişim, ihtiyaçları için ortak bir dile ihtiyaç duyulmuştur. Yazı ve ilim dili olarak Arapça bulunuyordu. Bunun yanında Kumuk Türkçesi teşkilatlanma, ordu, düzen, eğitim ve devlet dili olarak, ikinci bir ortak dil olarak kabul görmüştür. Şeyh Şamilin askerlerine Kumukça hitap ettiğini bütün Kafkas halkları bilirler. Daha doğru ifade etmek gerekirse Kumukça’nın buna layık olabilmesi için Kumuklar, özellikle Şeyh Sultan Mahmut’un gayretleri önemli yer tutmaktadır. Karaman Savaşında Rus ordusunu yok eden Şeyh Sultan Mut, bağımsız bir devlet olarak Kumuk Şamhallığının varlığını sürdürebilmek için birtakım ittifaklara yönelik önemli tedbirler almış ve İslam’ın bütün Kafkasya’ya yayılması için çok büyük gayretlerde bulunmuştur. Endirey’i başkent yapıp ilim, sanat ve ticarette ikinci İstanbul yapması, Kumukça’nın gelişmesine neden olmuş, Hunlardan, Hazarlardan, Altın Orda’dan gelen birikimini korumuş ve daha ileriye götürmüştür. İlim adamlarının, tacirlerin bu şehre akın etmelerine ve huzurun bütün Dağıstan’a yayılmasına neden olmuştur. Evliya çelebi bu dönemde Dağıstan’a seyahat etmiş çok olumlu ve detaylı bilgilerin günümüze taşınmasını sağlamıştır. Sadece İstanbul’a yakın olma isteği Kumukça’yı Dağıstan’da güçlendirmemiştir. Kumukça bilenler Tatarca, Nogay’ca, Karaçay-Balkar, Terekeme Türkçesi bilenler ile rahat anlaşabilirler. Orta Asya Türk dillerinin tamamını çok rahat öğrenebilir ve konuşabilirler. Bir yönüyle Kazakçaya benzer, bir yönüyle Özbekçe özelliklerini, diğer yandan Tatarca’yı andırır. Kırım ve Kazan Tatarca’sıyla yakındır. İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Oğurlu bey, şöyle diyor; bugün Türkler arasında ortak bir dil birliği kurulması ihtimali ve düşüncesi varsa Kumukça üzerinde çalışılması gerekir. Aynı şekilde Karahanlı ve Harezm Türkçesi gibi ortak dilin bütün özellikleri bu küçük ve artık kaybolmaya yüz tutan dillerde bulunabilir. Ortak dilin nüvelerini ve çekirdeklerini Kumukça’nın içerisinde görebiliriz. Çünkü Kumukça bir taraftan Oğuz karakterini bir taraftan ise Kıpçak karakterini içinde barındıran tek Türk lehçesidir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti Kafkasya’nın diasporası niteliğindedir. Kendi değerlerini korumak isteyen halklar için yani kültürel çeşitlilik için çok kıymetli bir ortamdır. Kafkasya için ortak dil ihtiyacını bugün Ruşça karşılıyor gibi görünüyor. Rusya’nın anadil dersleri politikası Rusya’nın multi-kultürel özelliğini olumsuz yönde etkileyecek niteliğe ulaşmış durumdadır. Rus devletine karşı da güveni sarsacak bir sonuç doğurmuştur. Diğer Kafkas halkları da dillerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Türk Devletleri birliğinin gelişimi ve Rusya ile ilişkileri, bölge insanını kendi kültürel talepleri ve bu taleplere Kumukların verebileceği karşılık, gelecekte Kumukça’nın konumunu belirleyecektir. Atatürk, Türk Dili reformunda en güvenilir kaynaklardan biri olarak Türk şivelerini kabul etmiş, Türkiye Türkçesine Kumuk, Karaçay, Balkar, Karay Türkleri şivelerinden 600-800 kelime alınmıştır.
Kumukları anlatabilir misiniz? Dağıstan’daki bir halktan bahsediyoruz. Kafkasya’daki Kumukların durumu nedir?
Kumukları ve Kumukların durumunu Sayın Kâmil Aliyev Yeni Türkiye Dergisi Kafkaslar özel sayısı (Sayı 80 2015)’nda yayınlanan makalesinde oldukça geniş olarak ele almıştır. Bu söyleşide biz bu konuyu özet olarak anlatma imkanına sahibiz. Kumuklardan çok, belki de Kumuklara giydirilmek istenilen sahte kimlikten bahsedeceğiz. Rusya’da yaşayan Türk halklarının ve de Kumukların tarihi ile ilgili çeşitli sahte hipotezler ortaya atıldı, bu halkların tarihi sahteleştirilmeye çalışıldı. Pek çok kabul gören tezde Kumukların ve dillerinin Hun-Hazar (Türk) kökenli olduğu kaynaklarla ve araştırmalarla kesin şekilde desteklenmektedir. Türk-Müslüman halklarının güçlü, birleştirici ve çağdaş hareketlerinden korkanlar, Sovyetlerin 1921 gibi erken bir döneminde “burjuva-demokratik milliyetçiliği yönünde bir eğilim” olarak resmen kınanmıştır. 1920 yılında ilk defa dilbilimci N. Ya. Marr herhangi bir kanıt olmadan “Kumukların-Türkleşmiş Lezgiler” olduğunu ifade etti. 30’lu yılların baskı döneminde Kumuk, Balkar, Karaçayların neredeyse tüm birinci nesil milli aydınlarını tasfiye edildi. Dışarıdan Türkiye etkin bir güçtü. Bilindiği gibi, Türkiye daha 20’li yıllarda resmi politikasında Türk halklarının dayanışması anlamındaki Türkçülüğü reddetmişti. Hatta yasakladı bile diyebiliriz. Toplumsal taleplerin karşılık bulmasıyla Türkiye’de Türkçülük de kabul gördü. Bu akımın esas ideoloğu ünlü Türk yazar Nihal Atsız (1905-1975) oldu. Onun Türkçülüğü teşvik etmek için yürüttüğü çalışmalar açıkçası Sovyetler Birliği’nden de takip edilmiştir. Tarih yazımı üzerinde ideolojinin egemen olduğu ve Sovyet milliyetler politikası hedeflerine tarihsel çarpıtmalarla ulaşmak istemiş, fakat kabul görmemiş, üstelik “bilim dışı” olarak kınanmıştır. Uydurma tarihi tezler tutmayınca, Kumukları yeni oluşturulan Dağıstan toplumu içinde, tarihlerini ise (genelde Türklerin tarihini) genel Kafkasya tarihi veya ilgili bölge tarihi içinde “eritmek” amacı oluşturuldu. Kruşçev’in “çözülme” döneminde bile yerel tarihsel ve tarihi etnografik eserler (“Derbent-name”, “Kumuk ve Kumuklar Hakkında Hikâye”, “Tarih-i Karabudahkent ve Kafkasiya”) talep edilmemiş ve bilimsel kullanıma sunulmamıştır. A. Tamay’ın daha 50’li yılların evvellerinde bitirdiği “Kumuk Tarihi Denemeleri” (220-230 daktilo sayfası hacminde) çalışması yayınlanmadan kalmıştır. Kruşçev’in “çözülme” döneminde unutturulmuş tarihin onarımı, Kumukların etnik kimliklerinin korunması işi üzerinde Kumuk yazarlar “çalışmışlar”. Bu anlamda Atkaem ve Ş. Alberiyev’in 1959 yılında ortak yayınladıkları “Kumukların Şarkı Hazinesi”, S. Ş. Haciyev’in Kumuk masallarını topladığı “Masallar”, kitaplarını belirtmek gerekiyor. Bunlara ilk defe yayını S. Ş. Haciyev tarafından gerçekleştirilen XIX. yüz- yıl Kumuk tarihçisi Devlet Mirza Şeyh-Ali’nin “Kumuklar Hakkında Kumukça Hikâye” (Mahaçkale 1993) isimli etnografik eserinin ve ayrıca yayını 1992 yılında (eserin 1896 yılında yapılan baskısından sonra ilk kez) doğu bilimci G.M.- R.Orazayev tarafından gerçekleştirilen Muhammed Avabi Aktaşlı’nın “Derbentname” isimli eserini de eklemek gerekiyor. Daha önce bu tarihi eserin metni açıklamalarla beraber Kumukların edebiyat-sanat dergisi “Tang-Çolpan”da yayınlandı. “Mussavat”, “İşçi halk” dergileri yayınlandı. Kuzey Kafkasya halklarının kökeni ve etnik tarihlerinin öğrenilmesi konusunda önemli ilerlemeler kaydedildi. Bu anlamda G. Nemeth (Macaristan), Zeki Velidi Togan, B. Ögel, F. Kırzıoğlu, A. Caferoğlu, Ş. Kuzgun (Hepsi Türkiye’den), P. Golden, A. Dunlop, R. Parker (ABD), Jean-Paul Roux (Fransa) vb.’lerin çalışmaları 80’li yılların ikinci yarısından itibaren ulaşılıp kullanılmaya başlandı. Kumukların tarihinin üzerinden toz bulutu yeni kalkmaya başlıyor. Bir değil birçok yerde Kumuklar varlar. Birkaç konuyu başlıklar altında inceleyelim. Kuzey Doğu Kafkasya’da yaşayan Kumuklar, genel Türk tarihi içerisinde Müslüman-Türk dünyasının ayrılmaz bir parçasıdır. Ataları Hunlar, Hazarlardır. Kumukistan Krallığı’nın belirtildiği 1600- 1614 Fedor Gudunov-Gerssel Gerrtis haritası. Kabarda (Kaberdey – Kabardalı)’ların komşusu olarak Azak Denizi ile Kara Deniz arasında gösterilmiş. Boragan Kumukların buradan geldiği tahmin edilmektedir. Aynı tarihsel dönemde, Gelibolulu Mustafa Âlî 1578-79 Trans-Kafkas seferinde Serdar Lala Mustafa Paşa’nın münşisi (Mektup türünde usta ve başarılı olan, inşası güçlü kimse) olarak resmî yazışmaları yaptı. Daha sonra sefer sekreteri olarak yazdığı mektupları ve Lala Mustafa Paşa’nın Şirvan’daki fetihlerini Nusret-nâme adlı eserinde topladı. Âlî, mezkûr sefer sırasında yaptığı resmî yazışmaları toplamış ve seferdeki müşahedelerini, râvîlerin rivayetlerini kaleme almış; ayrıca Halep’te Tımar Defterdarı olarak bulunduğu bir yıllık zaman diliminde bu müsveddelerini Fakir Şeyh adlı kâtibe yazdırmış ve eklediği minyatürlerle süslü sanatlı bir eser olan Nusret-nâme’yi tedvin etmiştir. 1582 yılında İstanbul’a giderek Sultan Murad’a bu tantanalı eseri takdim eden ‘Âlî, padişahın ilgisine mazhar olmuştur. Bu mektuplar arasında Dağıstan hakimlerinden Kumuk ve Kaytak hâkimi Emir Şamhal’a; Tabasaran hâkimi Gazi Salih’e, Avar hâkimi Tocalav Beğ’e ve Şirvanoğlu Şahruh Mirza’ya gönderilen nâmelerin sureti bu kitapta yer almaktadır.
Osmanlıların içerisinde çok sayıda Kumuk kökenli asker, komutan, devlet ve ilim adamı olduğu biliniyor. En bilineni Osman Paşa Özdemiroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nun tanınmış kılıç ustası, komutanı ve devlet adamıydı. Dedesi memluk muharebelerine katılmış bir komutan, babası Yemen ve Habeş fetihleri ile tanınmış, gayretli, cengâver bir komutan ve beylerbeyliğine kadar yükselmiş olan Özdemir Paşa’dır. Osman Paşa Tarihte “Kafkas Fatihi” olarak bilinir. 20 yıl Mısır’da Osmanlı yönetiminde görev yaptı. Baba Özdemir gibi, Habeşistan’da görev yapmış. 14 Ocak 1569 Yemen’e Genel Vali olarak atanmıştır. 1573 yılından itibaren Diyarbakır İl Genel Valisi olarak görev yaptı. 1572 yılının başlayarak Osman Paşa’nın faaliyetleri Kafkasya’ya yöneldi. Gürcistan, Şirvan ve Dağıstan’da Osmanlıların gücünde başarılı gazalar yaptı. Burada Şirvan ve Dağıstan topraklarında Osman Paşa yönetiminde yeni bir Osmanlı vilayeti oluştu. Atalarının Dağıstan’dan geldiği ve irtibatlarının devam etmesi gerçeğini de dikkate alarak atamayı tereddütsüz kabul etmiştir. Özdemiroğlu Osman Paşa İstanbul’a döndüğünde orada muzaffer bir kahraman (Gazi) olarak karşılandı ve 1584 yazında sadrazam olarak atandı. 1585’te Osmanlıların Tebriz seferine öncülük ederek Sefevid’in eski başkentini ele geçirdi. Osman Paşa 29 Ekim 1585 tarihinde hastalıktan vefat etmiştir. Vasiyete göre şehirde toprağa verildi. Osman Paşa, Güzelliği dillere destan olan Tarkovski Rabia-Mihridil adlı Çopan-Şamhal’ın yeğeni Kumuk prensesi ile evlendi. Onların hiç çocukları olmadı. Kız çocuğundan neslinin devam ettiğini de yazanlar bulunmaktadır. Böylece Osman Paşa, bilindiği üzere, padişahların hizmetinde böylesine yüksek bir rütbeye ve büyük vezir konumuna ulaşan ilk Kumuk Türkü olmuştur. 1571 yılında Yemen Valisi Özdemir Paşa’nın, lezzetine hayran kaldığı için kahveyi İstanbul’a getirdiğini ve bu şekilde Türk kahvesinin doğduğunu biliyor muydunuz? Şeyh Şamil, Kumuk Türklerindendir. Yazar M. N. Çiçekova 1890 yılında bir biyografi yayımlamış ve yaşarken bizzat Şeyh Şamil’in kendisiyle görüşmüştür. Bilimsel olarak bu yayın esas alınmaktadır. Erpeli-Kazaniş yöresinden Avar bölgesine göç eden Kumuk Ali’nin torunudur. Baha Sait, Atatürk’ün silah ve fikir arkadaşı Milli Mücadele Kahramanlarındandır (Biga 1882 – İstanbul 16 Ekim 1939). O Kumuk Türklerindendir. Baha Sait Bey, Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul’dan Anadolu’ya cephane ve milli mücadeleci kaçırılması, milli mücadele aleyhindeki plan ve yazışmaların öğrenilip Ankara’ya bildirilmesini sağlayan Karakol Cemiyeti’nin kurucularındandır. Karakol Cemiyeti, Mondros ateşkes Antlaşması’ndan sonra Kasım 1918’de, İstanbul’un İşgaline karşı kurulan, ilk gizli örgüttür. Karakol Cemiyeti, Baha Sait, Kara Vasıf ve Refik İsmail Beyler tarafından Mahmut Paşa Cami avlusundaki bir kahvede yapılan toplantıda doğmuştur. Cemiyetin isim babası, Baha Sait Bey’dir. “Kurtuluş Savaşı Kahramanı, Atatürk’ün silah arkadaşı ve ilk istihbaratçılarımızdan ve MİT’in kurucularındandır. Alevilik Konusunda ilk akademik çalışma yapan ve Alevilerle Osmanlı toplumunu yakınlaştırmayı kısmen de olsa başarmış birisidir.
Kumuklar, 8-12’nci yüzyıllarda Kafkasya’da İslam’ı ilk kabul edenler arasındadır. 730’lardan başlayarak Dağıstan’ın Abamiler tarafından fethinden sonra, İslam’ı ilk kabul eden Kumuklar, Sünni İslam’ı ve genel olarak Şafii mezhebini yaşıyorlar. Emeviler, Dağıstan’a yönetici olarak Şam’ın Hal köyünde yaşayan Hz. Hamza’nın çocuklarını idareci olarak atamışlardır. Onlara hürmetle en üst devlet yöneticilerine Şamhal denilmektedir. Kumukça ise Şavhal olarak söylenmektedir. Kumuklar, silah üretimi ile ünlüydü. Kazaniş’li usta Bazalay’ın (özellikle hançerleri) eserleri Kafkasya’nın çok ötesinde ünlüydü. Kumuklar, tarihsel olarak Dağıstan, Çeçenistan ve Kuzey Osetya topraklarında yaşayan bir Türk halkıdır. Kumuklar Kafkasya’da Azerbaycan Türklerinden sonra en kalabalık, Kuzey Kafkasya’daki en büyük Türk halkıdır. Dağıstan halkları arasında ise üçüncü sırada yer almaktadır. 2011 nüfus sayımı sonuçlarına göre Rusya Federasyonu’nda 503 bin Kumuk yaşamaktaydı. Buna ilave olarak Rus devletinin dışında, Türkiye, Ürdün, Almanya, Fransa, Belçika, İsveç, ABD vb. birçok ülkede Kumuklar yaşıyor. Bugün resmi olmayan verilere göre Rusya’da yaklaşık 600 bin Kumuk yaşamaktadır. 1605’te Dağıstan tarihinde genel olarak Kafkasya tarihinde büyük bir öneme sahip tarihi bir olay gerçekleşti. Voyvoda M.I. komutasındaki Rus ordusuna karşı kazanılan zaferden bahsediyoruz. Targu Şamhal’lığının birleşik kuvvetleri Buturlin komutasındaki Rus birliklerine karşı, Kuzey Kumukistan’ın Muhteşem hükümdarı Sultan-Mut veya Rus kaynakları tarafından sık sık anıldığı gibi Sultan-Mahmut, büyük bir zafer kazandı. Bu zaferin öneminden bahsetmişken, ünlü Rus yazar ve tarihçi N.M. Karamzin’in bu yenilgiden sonra Rusya’nın Kafkasya’da “118 yıl boyunca varlığının ortadan kaldırıldığı” şeklindeki ifadesine katılmak gerekir. Şeyh Sultan Mut, Kuzey Doğu Kafkasya halklarının özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinin önderi ve lideri, aynı zamanda dünya tarihinin önde gelen komutanlarından ve devlet adamlarından birisi olmuştur. Rusya’nın sık seferlerinin bir sonucu olarak, Rusya’ya resmi katılımı 1813’te Gülistan Barışı ile güvence altına alınan geniş devletten yalnızca küçük toprakları ellerinde kaldı. Rus devleti tarafından, direnme girişimleri nedeniyle Kumuk köylerinin tahribata uğraması ve yıkılmasıyla birlikte Kumuk ovası çıkarları veya siyasi amaçları nedeniyle komşu halkların saldırısına uğradı. 1 Ağustos 1867’de, Kumuk devletinin sonu olarak kabul edilen Targu Şamhallığı kaldırıldı. Kafkas Savaşı’nın sona ermesiyle 30 Aralık 1869’da Terek Bölgesi’ne bağlı Kumuk Mahallesi kaldırılarak adı Hasavyurt Mahallesi olarak değiştirildi. Kumukların yerleşim bölgesi önemli ölçüde azaldı, Kumuklar topraklarında şimdi Avarlar, Darginler, Laklar ve Çeçenler vb. yaşayan yerleşimciler nedeniyle, topraklarında azınlık haline geldi. 12 Nisan 1944’te Kumuklar, sürgün edilen Dağıstan halklarından biriydi. Targu, Alburkent, ve Kahulay köylerinin on binlerce sakini, Orta Asya’ya sürülen Çeçenlerin yerleşim yerlerine tahliye edildi. Kumukların bu sürgünü ile tarihi başkentlerinin nüfus yapısı değiştirilerek ellerinden alınması bilinmez ve bugüne kadar bu hadise resmi olarak tanınmamıştır.
Türkiye’deki Kumukları da sormak isterim. Ne zaman göç ettiler, kaç köyleri var, nüfusları nedir, aktif sivil toplum kuruluşları bulunuyor mu?
Kumuklar da vatanları işgale uğrayan Kafkas halkları gibi, yaklaşık iki milyon kişinin içerisinde; Osmanlı Devleti’ne sığınmışlardır. Kumuk Türklerinin Kafkasya’dan Anadolu’ya 1859’da başlayan göç süreci ve iskânları akademik olarak Ömer Karataş ve Mehmed Said Arbatlı beyler tarafından incelenmiştir. Göçler 1920’e kadar sürmüştür. Bu çalışmadan Kumukların Kütahya-Eskişehir, Erzurum, İzmir, Manisa, Bolu, Adana, Konya, Bursa, Bayburt, Uzunyayla gibi yerleşim bölgelerine yerleştirildikleri anlaşılıyor. Bugün Çanakkale-Biga’nın Akköprü, Geyikkırı, Aziziye, Doğancı köylerinde, Sivas-Yıldızeli-Yavu köyünde, Tokat-Turhal’ın Ataköy ve Üçgözen Köylerinde Kumuklar yaşıyorlar ve birbirlerini tanımasalar da biliyorlar. Ordudan, Muş’tan Bursa’dan Tesadüfi Kumuklarla karşılaşıyoruz. Osmanlının çekilme süreçlerinde aile bazında Urfa’ya, Diyarbakır’a yerleşenleri duyuyoruz. Kumukların aktif sivil toplum kuruluşları yok. Oluşturma çalışmaları var. Rus vatandaşı Kumukların Kurdukları iki adet dernekle amaç ve fikir birliği olmadığı için Türkiye Kumuklarının bir alakası yoktur.
Eklemek istediğiniz birkaç cümle daha alabilir miyiz? eklemek istediğiniz birkaç cümle daha alabilir miyiz?
Kumuk Türklerinin tarihi ve edebiyatı, Lehçeleri ve onların yetiştirdikleri insanlar; Üniversitelerimizde okutulmaya başlanmıştır. Televizyon programlar yapılmaktadır. Kafkas göçmenlerine kolaylığı bakımından topluca Çerkes denilmiştir. Kumukların da kendilerini bu kardeş halklarla bir görmeleri ve akrabalıklar geliştirmeleri Kumuk kimliklerini ön plana çıkmalarını baskılamıştır. Bilgi düzeyinin bu kadar geliştiği zamanımızda, onların Çerkezler olarak görünmesi sorun oluşturmaktadır. Gerçek bir Kafkas halkı olan Kumuklar Diğer Kafkas Türkleri Karaçaylar-Malkarlılar, Nogaylar, Azeriler hatta Ahıskalılar, Karapapaklar, Sivastopol Türkmenleri, Karaylar, Macarlar önlerine daha bilerek bakmaya başlamışlardır. Bu vesile ile Ajans Kafkas’a çalışlarında başarılar diliyor, Kumuklara ve onların çalışmalarına ilgisi için teşekkür ediyorum.