Keisuke Wakizaka ile Gürcistan’daki Çeçen ve Oset toplulukları üzerine söyleşi
Keisuke Wakizaka hoca uzun süredir Türkiye’de yaşayan, yüksek lisans ve doktora çalışmasını Kafkasyalılar üzerine yapmış bir isim. Wakizaka hocanın hayatı ve fikirleri oldukça dikkat çekici. Onunla bir söyleşi yapmak istediğimde sağ olsun değerli vakitlerini ayırdılar ve kendi hayat hikayesini, Kafkasya üzerine çalışma fikrinin doğuşunu, Kafkasya çalışan diğer Japon araştırmacıları, Türkiye’deki Gürcüleri ve Çerkesleri, Gürcistan’daki Çeçen ve Oset topluluklarını, Kistlerin kim olduğunu, Pankisi Vadisi’ni ve Kafkasya araştırmalarını konuştuk. İlgililere sunulur.
Sizleri kısaca tanıyabilir miyiz?
Aslen Japon kökenliyim. İlk olarak 2008’de Türkiye’ye geldim. Yüksek lisans eğitimimi Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladım. Daha sonra doktora eğitimime Ortadoğu Teknik Üniversitesi Bölge Çalışmaları Anabilim Dalı’nda başladım ve 2019 yılında doktor unvanıyla mezun oldum. O tarihten beri İstanbul Gelişim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktor öğretim üyesi olarak görev yapıyorum. İlgi alanlarım daha çok Kafkasya ve diaspora çalışmaları, etnisite ve milliyetçilik, Türk-Ermeni ilişkileri ve de facto devlet ilişkileri üzerine.
Kafkasya üzerine çalışma yapma fikri nasıl doğdu?
Aslında ben lise dönemlerimden beri Kafkasya ve Orta Asya ile ilgileniyordum. Japonya’da Türkçe eğitimimi tamamladıktan sonra 2008’de İstanbul’a gelmiştim. İstanbul’da yurtta kalırken Abhaz arkadaşlarım oldu. O dönemde tabii ki ne kadar ilgili olsam da Kafkasya üzerine yüzeysel bilgilere sahiptim. O dönemlerde benim zihnimde şöyle bir imaj vardı; Suriye, Somali, Irak’ta gördüğümüz gibi Abhazya’da da benzer bir çatışma ortamı olduğunu düşünüyordum. Ancak yurtta tanıştığım arkadaşlarımın anlattığı Abhazya tamamen farklıydı. Bu durum biraz daha beni tetikledi ve Kafkasya üzerine ilgim gittikçe arttı.
Japon araştırmacılar içerisinde Kafkasya çalışmaları ekolü var mı? Kafkasya çalışmaları İslam çalışmaları içerisine mi giriyor?
Aslında Japonya’da Kafkas araştırmaları, İslam araştırmaları gibi alanlar daha çok Sovyet Rusya araştırmaları gibi daha kapsayıcı bir alan içerisinde değerlendiriliyor. Spesifik olarak Kafkasya çalışmaları üzerine yoğunlaşan bir ekol yok. Özellikle Dağıstan üzerine çalışan Prof. Kimitaka Matsuzato’nın oldukça değerli çalışmaları bulunuyor. Prof. Matsuzato da aslında Sovyet-Rus tarihi uzmanı. 2000’li yılların başına kadar Japonya’da Kafkasya çalışmaları yok değildi elbette. Birçok kaynak eser ve araştırma Japon akademisyenler tarafından yazıldı. Ben de bu kaynaklardan oldukça yararlandım. Ancak Sovyet-Rus araştırmaları altında daha çok Kafkasya çalışıldığını söyleyebilirim.
Yüksek lisansınız 1992-1993 yıllarında yaşanan Abhazya-Gürcistan Savaşı’nın Türkiye’deki Çerkesler ve Gürcüler üzerine olan etkileri üzerine. O araştırmanızda en önemli bulduğunuz çıktılarınız neler oldu?
Hepimiz biliyoruz ki Abhazya-Gürcistan Savaşı’ndan önce Kuzey Kafkasyalı elitler diaspora kimliğini uyandırmak için yoğun çalışmalarda bulundu. Mesela 1970’lerde ve 1980’lerde Kuzey Kafkasyalıların çeşitli dergi ve gazeteler üzerinden yayınlar yaptığını görebiliyoruz. Bu yayınların elbette kimliklenme sürecine katkı sağladığını söyleyebiliriz. Abhazya Savaşı’nda kimliğin ilk başta uyanışını yönlendiren elit sınıf oldu. Bu uyanışın halk tabanından değil elit zümre aracılığıyla olması önemli bir çıktı. Aynı zamanda Kafkas grupları içerisinde mikro milliyetçiliğin yayılması önemli ayrıştırmaları beraberinde getiriyor. Bu durum da en başta Rusya’nın işine geliyor.
Doktora çalışmanız ise Gürcistan’daki Oset ve Çeçen-Kist topluluklar üzerine. Neden özellikle bu konuyu seçtiniz?
Aslında şöyle bir durum söz konusu. Kafkasya’daki de facto devletler meselesini araştırırken daha çok Abhazya ve Güney Osetya dengesi üzerinden bakıldığını gördüm. Gürcistan’daki diasporalarla ilgili literatürde çok fazla araştırma bulunmuyordu. Bu araştırmaların çoğu da Sovyet döneminde yapılmış. Gürcistan’daki azınlık meselesi üzerine ise daha çok Türkler ve Ermeniler üzerine çalışıldığını görüyoruz. Bu halklar Gürcistan’a daha kolay entegre olduğu için de sosyal bir sorun olarak görülmediler. Diaspora çalışmasında anayurt, diaspora topluluğu ve ev sahibi topluluklar arasında ilişkiyi ortaya koymak gerekiyordu. Gürcistan’daki Oseter, Abhazlar ve Çeçenler de bu üçgen ilişkinin istisnai durumuydu aslında.
Çeçen ekine getirdiğiniz Kist ne anlama geliyor? Kistler kim?
19. yüzyıldan sonra Gürcistan’daki Çeçenleri ifade etmek için Kist tanımlaması kullanılıyordu. Tabii onlar Gürcü kültürü etkisi altındaydılar ve Kist tanımlaması da Gürcüler tarafından kullanılıyordu. Sovyet döneminden sonra Çeçenler ve Kistler arasında etkileşim son derece yoğunlaştı. Birçok Kist Çeçenya’ya çalışmaya gitti. Kistler ve Çeçenler arasında evlilik gibi etkileşimin yoğunlaştığı süreçler yaşandı. Şu ayrıntı da önemli, Gürcistan’da 2016’da Çeçence ders müfredata giriyor ancak Gürcistan’da kullanılan Çeçence değil de Çeçenya’daki Çeçencenin kullanıldığını görüyoruz. Bu açıdan Kistler ve Çeçenler arasındaki farklılaşma da giderek azalıyor. Çeçenleri ve Kistleri farklı iki toplum olarak kullanmak yerine Çeçen-Kist ifadesinin daha doğru bir kullanım olduğunu düşünüyorum. Vaynah üst kimliğinde ise İnguşlar ve Çeçenler var. Aynı zamanda burada Kistler de Çeçen-İnguş kategorisine giriyor. Tabii bir de Batslar var. Gürcistan’ın Tuşeti bölgesinde yaşayan ve Çeçenceye yakın bir dil konuşanlar. Ama onlar Müslüman olmadığı için Gürcü etkisinin çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim.
Gürcistan’da Oset topluluğu da var. Onların durumu nedir?
Güney Osetya meselesinden bahsetmek gerekirse özellikle Güney Osetya’da yaşayan Osetler, Gürcülere karşı isyan etti, bunu hepimiz biliyoruz. Rusya Osetlere vatandaşlık hakkı verince de ortaya “Gürcistan topraklarında yaşayan Rus diasporası” gibi bir görüntü çıktı. Rusya, Güney Osetya’nın bağımsızlığını tanımak için acele etmedi ve Gürcistan toprağı içinde Rus diasporası tezini bu şekilde güçlendirdi. Onları korumak için de Gürcistan’a karşı savaşı tetikledi ve sonuçta 2008 yılında Güney Osetya’nın bağımsızlığını tanıdı. Ancak Gürcistan’da kalan Osetler bu sürecin şu an dışında. Gürcistan’da yaşayan Osetlerin kimlik yapısı diğer bölgelerde yaşayan Osetlerin kimlik yapısından çok daha farklı. Örneğin Türkiye’de veya Rusya’da yaşayan Osetler Güney Osetya’nın bağımsızlığını savunurken, Gürcistan’da kalan Osetler, bu yaklaşımı desteklemiyor. Çünkü Gürcistan topraklarında yaşadığı için orada yaşama mesuliyetini savunması gerekiyor. Bu durum elbette Güney Osetya meselesinin Gürcistan’da yaşayan Osetler arasında unutulduğu anlamına da gelmiyor. Kültürlerini korumak ve kültürel diasporaya yönelik tutumları var elbette.
Gürcistan sınırları içerisindeki Pankisi Vadisi’ndeki Çeçenlerin durumu şu an nedir?
Gürcistan’daki Çeçenlere baktığımızda ise görüntü çok daha farklı. Onlar da Osetler gibi yüksek seviyede Gürcü toplumuna entegre olan bir grup. Ancak bir yandan da Pankisi Vadisi’nde Vehhabilik gibi şeylerin yayılmasından dolayı genel toplumdan farklılıkları söz konusu. Bunun en büyük sebebi de merkezden bölgeye ulaşımın zor olması var. Yakın dönemlere kadar hükümetin kontrolü bulunmuyordu orada.
Sonuç olarak Gürcistan, Rusya’ya karşı elini kuvvetlendirmek için Çeçenleri destekliyor. Bu açıdan da Gürcüler ve Çeçenler arasındaki etkileşim de artıyor. Gürcistan’daki Çeçen diasporasına baktığımızda da diaspora kimliğinin hızlı bir şekilde yayıldığını ve geliştiğini görüyoruz. Gürcistan’daki Çeçenler de Çeçenya’daki Çeçenler de ve ayrıca Gürcistan hükümeti de Rus karşıtlığını savunduğu için siyasal diaspora kimliğinin gelişimi daha kolay oluyor. Gürcistan, Çeçenler arasındaki Vehhabiliğe hassas davranırken, Çeçen milliyetçiliğine ise göz yumuyor.
Araştırmalarınız aslında totalde kimlik araştırmaları. Bu kapsamda birçok Kafkas halkı üzerine çalıştınız. Kafkasyalılar için kimlik neden bu kadar önemli bir şey?
Her toplumda olduğu gibi Kafkasyalılar da kimlik dediğimiz şeye siyasi anlam katıyorlar. Kendi anavatanına, diline, örfüne, adetine kendini bağlamak kimlik siyasetinin ürettiği bir sonuç. Örneğin Türkiye’de yaşayan Kafkasyalılar Türkiye’de asimile olsaydı bugün bunları konuşamazdık. Kimliklenen şey sadece kültürel anlamda kalmıyor, aynı zamanda siyaset ve uluslararası ilişkileri de kapsıyor.
Türkiye’deki Kafkas araştırmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’deki Kafkas araştırmaları daha çok tarih ve uluslararası strateji alanına dahil. Özellikle siyaset bilimi, sosyoloji, antropoloji üzerine araştırmaların eksik olduğunu söyleyebilirim. Çalışmaların çoğu tek disipline dayalı olup, disiplinlerarası bölge çalışması seviyesine tam olarak gelememiş durumda. Özellikle Kuzey Kafkasya’ya yönelik araştırmalara baktığımızda bölge hakkında daha çok Kuzey Kafkasya kökenliler çalıştığını görüyoruz. Farklı araştırmacıların gözünden bakılmadığını görüyoruz. Dünyada durum ise tam tersi. Kafkasya’yı yönetme arzusunda olanlar ve bölgede söz sahibi olmak isteyenlerin literatürüne baktığımızda özellikle Rusça, İngilizce ve Gürcüce literatürde bölge hakkında disiplinlerarası çok sayıda araştırma olduğunu görüyoruz.
Tabii Türkiye için de Kafkasya bölgesi Orta Asya’ya açılan bir kapı konumunda. Cumhuriyet ilk kurulduğu yıllardan itibaren bu yönde çeşitli siyasi hamlelerin yapıldığını görüyoruz. Kafkas halklarına ve Kafkasya’ya yönelik tutumun da bu yönde şekillendiğini belirtebiliriz.