IŞİD röportajı: “Halifelik aptallar için bir yemdir”
Novaya Gazeta’dan ünlü gazeteci Elena Milaşina Rusya’da çok ses getiren ve tartışma yaratan bir söyleşi yapmış. Milaşina Suriye’deki savaşa belki de en çok mücahit gönderen Dağıstan köyü Novosasitli muhtarı ve Suriye’ye cihat için gitmiş fakat bir sebeple geri dönmüş “emekli mücahit”lerle gerçekleştirdiği röportajda, Suriye Savaşı’nın ve Kafkasya’dan Suriye’ye giden yolun bilinmeyen yönlerini ortaya çıkarmış.
Suriye’de ne için savaşılıyor? Savaşçıları kim, nasıl buluyor? Savaşçıları nasıl gönderiyorlar? Onlara kim vaaz veriyor ve bu savaş Rusya’da neler doğuruyor? Elena Milaşina Suriye’de savaşanlarla konuştu.
Moskova Devlet Üniversitesi ikinci sınıf öğrencisi Varvara Karaulova’nın hikayesi Rusların uzun zamandır Ukrayna dışında başka bir savaşa aktif olarak katıldığını gösterdi
Suriye’deki savaşa kaçma girişimi başarısızlıkla sonuçlanan Moskova Devlet Üniversitesi ikinci sınıf öğrencisi Varvara Karaulova aslında büyük bir iş yaptı. Onun sayesinde ülke nihayet Ukrayna savaşından uzaklaştı ve Rusyalıların uzun zamandır topluca ve aktif olarak başka bir yabancı savaşa katıldığını öğrendi. 2011’den beri yüzlerce vatandaşımız -erkekler ve kadınlar, doğuştan Müslüman olanlar ve mühtediler, eğitimli ve eğitimsizler, uzmanlar ve emekçiler, zenginler ve fakirler, Kafkasya direnişçileri ve onlarla savaşan emniyet mensupları, aileler ve çocuklar- hükümet ve muhalefet arasında yıkıcı bir iç savaşın olduğu Suriye’ye gidiyorlar; Nusayriler ve radikal Sünni gruplar arasındaki savaşa. Bizim kulaklarımızda sadece korkunç bir kısaltma var; IŞİD, Irak ve Şam İslam Devleti. IŞİD Rusya’da yasaklanmış bir örgüt. Ama IŞİD, en acımasızı ve etkilisi olsa da Suriye ve Irak bölgesindeki çok sayıdaki İslamcı gruptan sadece biri. Bu arada, Suriye’deki savaştan geri dönenlerin ifadeleri bilmediğimiz bir gerçeği ortaya çıkardı. Yurttaşlarımız sadece IŞİD’in ağına değil IŞİD’in karşısında konumlanan başka örgütlerin ağlarına da düşüyor. Bu gruplardan biri “Ceyş el-Muhacirin ve’l-Ensar”. Başlangıçta eski SSCB vatandaşlarının kurduğu örgütün içinde şu anda çoğunlukla Çeçenler ve Dağıstanlılar savaşıyor. Rusya bu örgütü terör örgütü olarak tanımıyor. Ama rusya’nın IŞİD’i de terör örgütü olarak tanıması ancak 29 Kasım 2014’de olmuştu.
Rusya’nın hedefleri farklı.
Rusya devlet başkanı Nisan’da şu açıklamada bulundu: “IŞİD bizim için doğrudan bir tehdit değildir. Yine de vatandaşlarımızın orada savaştığını görüyor olmak bizi endişelendiriyor”. Bir kaç ay sonra ise üniversite ikincisi sınıf öğrencisi Karaulova’nın babası tüm ülkede yankı bulan bir çağrı yaparak kızını kurtarmak için tüm imkanlarını seferber etti. Baba kızını 208. terör maddesi cezasından zorlukla kurtarabildi.
Varvara Karaulova olayı açıkça gösterdi ki Rusya vatandaşlarının Suriye’ye gidişi, sadece kendilerinin ve ailelerinin problemi. Suriye’ye gidiş süreci Rusya istihbarat birimlerinin kontrolü altında işliyor. İstihbarat gidenlere engel olmuyor, yardımcı oluyor. Rusya için devlet tehdidi görülenler ise sadece bu savaştan geri dönmek isteyenler.
Aykırı bölge Novosasitli köyü
“Bırakın savaşsınlar, ama burada değil”
İnsanlar neden savaşmak için Suriye’ye gidiyor? Eğer bu soruyu Sasitlilere sorarsanız, en yaygın cevap Hz. Muhammed’in Şam’daki cihat hadisinden alıntı olacaktır. Hadisin özü şu: eğer bir Müslüman amacı halifelik kurmak olan cihada katılmazsa Cennet’e giremez. Hadis, Suriye’de savaş başladığı andan itibaren, internette dolaşmaya başladı. Hadisin İslamcı vaizlerin konuşmalarında sıkça öne çıktığını görmek mümkün. Bu materyaller, üstelik Rusça, artık bir kaç yıldır internette serbestçe dolaşıyor. Roskomnadzor (İletişim, Bilgi Teknolojileri ve Kitle İletişim Federal Denetleme Servisi) ve savcılık Suriye propagandası içeren yayınlara hiç önem vermiyor.
Suriye’den dönenlerden birinin avukatı bana şöyle anlattı: “Bu bir kehanettir. O kadar müphem ki, her kehanet gibi manipulatif bir tarafı var. Benim müvekkilim örneğin, gerçekten kendisini kurtarmanın yolunun sadece Suriye’deki savaşa katılmak olduğuna inandı. Para biriktirdi ve gitti. İyi ki, diğerlerinin yaptığı gibi ailesini de sürüklemedi. Anlaşılan hepsi için para toplayamadı. Savaşmak aslında pahalı bir istek. Bir çokları savaşta para kazanmanın mümkün olduğunu düşünüyor. Ama sonuçta paralarını harcıyorlar, yakınlarından para istiyorlar. Oradan parayla geri döneni ben henüz görmedim. Gidiş yolu standart: Mahaçkale-Baku treniyle, önce Bakü. Sonra Bakü’den otobüsle İstanbul’a gidiyorlar. İstanbul’dan Trabzon’a ve oradan da minibüsle Suriye sınırına. Türkiye’nin girişlerde sıkı kontrol yaptığı, ama isteyen herkesin özgürce gidişine izin verdiği sınır bölgesinde onu aracı kişi karşıladı. Askeri kampta müvekkilimi koydukları birlikte iki eşcinsel vardı. Komutanına şikayette bulundu. IŞİD bu olayı propaganda haline getirdi. Halifelik bölgesinde her türlü günah temizleniyor. Ahlak polisleri sigara ve alkol kullanımını sert şekilde cezalandırıyor, eşcinselliğin cezası ise ölüm. Ama birlik komutanı müvekkilime şöyle diyor: “Bu senin meselen değil, benim için gerekli olduğunda onları öldüreceğim”. Müvekkilim hayal kırıklığına uğradı ve büyük zorluklarla geri döndü. Sonuç, hapse atıldı. Bir atasözünde olduğu gibi cihat ona zarar getirdi; giriş bir ruble, çıkış iki.
Ahyad Abdullayev’e soruyorum: “Bu ölüme çağıran, şüpheli hadisten etkilenenler çok mu? İnancı için ölmeye hazır olanlar çok mu?” Ahyad listesine dönüyor: “Ben aslında burada dini bir şey görmüyorum. Mesela Abasov. Onun başka bir yolu yoktu. Yetim, annesi kendisi henüz bebekken öldü, babası yeniden evlendi. Başka ailelerin yanında büyüdü, bir kazan dairesinde kışı geçirdi. Hiç dini fanatik olmadı. Veya Habib’i alalım. Ona iki defa ciddi şekilde yardım ettim, şimdi Pyatigorsk’ta hapiste. Onu güya otogardaki patlamaya katıldığı şüphesiyle içeri aldılar, ama sonuçta gasptan yargıladılar. O bir işadamına “ormandakiler”in gönderdiği bir flash bellek getirdi. Flash bellekte, “ormandakiler”e haraç ödemesi talebi yer alıyor, aksi takdirde kötü olacağı belirtiliyordu. Habib “ormandakiler”in aktif bir yardımcısıydı. Ama kendisi ormanda değildi. Yani onun üzerinde kan yoktu, bu sınırı geçmemişti. Aslında, çocukluğundan beri tek kollu. Engelli. Ama direnişçiler ona vazife verdi. Görevi soruşturma idaresi başkanını öldürmekti. Parayı harcadı, ama başkanı öldürmedi. Benden yardım istedi. Polisle konuştum, ama onlar onu bir terörist olarak görmeye devam ettiler. Onun arkasından gittiler. Habib karşı koydu, evde ölüm döşeğinde büyükannesi vardı. Kaçmayı başardı. Nereye gidecekti? Orman mümkün değil. Suriye’ye geçti. Bu arada onun üç çocuğu var. Ama Suriye’den de kovaladılar. Sağ kolu yok, ateş edemez. Kesin biliyorum ki, savaşmayı o istemedi.”
Ahyad listesinde her soyadının yanına kalemle şu harfleri yazıyor. “V: voyna (savaş), T: türma (hapis) ve P: pogib (öldü).
“15 yıldır savaşta olan birini biliyorum” diye devam ediyor Ahyad, “Çeçenya’da, Filistin’de, Afganistan’da ve Irak’ta savaşmış. Şimdi de Suriye’de savaşıyor. Galiba o artık sivil bir hayat süremez. Böylelerine devlet acımaz. Köyümüzde bir kişi var, arabulucu, FSB ile birlikte bir kaç yer altı örgüt liderini oradan çıkardı ve cihat için ülke dışına gönderdi. Bizde yer altı örgütü zayıfladı. Bu bizim için iyi bir şey. Onlar savaşmak istiyorlar. Bırakın savaşsınlar, ama burada olmasın diyor Rusya. Bu bir uzlaşma değil, zayıflık değil, bu aslında özel bir operasyon ve ben onları sadece alkışladım. Ama genç çocukları köyden Suriye’ye göndermeye baladıklarında onlara bizzat engel olmaya başladım.”
Arabulucu: Onunla ilgili bir gerilim filmi çekilebilir
Uzun boylu, saçları yarı ağarmış bir kişi, ismini kesinlikle söylemiyor. Gece eve giriyor, Avarca yanımdakilere bir kaç cümlelik tavsiyeler veriyor. Anlaşılan o ki, oldukça güven veriyor. Evin bahçe kapısı saç kaplama, sürgülü ama en basitinden. Evin kapıları hiç bir şekilde kilitlenmiyor. Anlamı ne? Gelen kişi birbiri ardına sert Ermeni sigaralarını içiyor ve sürekli espriler yapıyor. Orada bizi tanıştıran kişi onu ölüme mahkum olarak adlandırdı. Direnişçiler ve FSB arasında dengeyi sağlayan kişi daha başka nasıl karakterize edilebilir ki?
O da kendisini böyle kabul ediyor. Ama çalışmalarının zorluğundan değil. O ağır, belki de ölümcül, bir hastalık geçiriyor.
“Köyümüz elbette zor bir köy. Komşu köylerimiz var, şarapla uğraşıyorlar. Oralarda hiç bir şey olmuyor. Sıkıcı. Bizim köylülerimiz ise oldukça dindar insanlar. Mübarek insanlar.
Bundan dolayı bir kaç yıl önce köyü dokuz silahlı “mübarek insan” idare etti. Bunlar “ormandakiler”di, her biri kendi çetesiyle gelmişti. Emniyet güçlerinin köye giriş izni yoktu. Ajanlar da gelmiyordu. İslamı kabul etmiş Rus kızların kaldığı bir yurt vardı. Onları direnişçiler koruyordu, FSB ise gizliyordu. Genç kızların gruba ne için lazım olduğu belliydi. Ama bu genç kızlar ormandakilerle bağlantı için de gerekliydi. Ama bence, bu başarısız bir fikirdi. Bu tür bağlantıların faydası azdı, gürültüsüyse çok. Ormandakiler işadamlarını soyduklarında, fark edilir bir şekilde genç kızların çok parası oluyordu ve küstahlaşıyorlardı. Para olmadığında köylüden yardım istiyorlardı. Bir taratan yardım etmemek mümkün değildi. Çünkü çocukları vardı. Diğer taraftan, onlar gençlerimize öğretmenlik yapıyordu. Gençler bu öğretmene ev inşasında yardım ederken müzik açıyordu, genç kızlarsa yaygara koparıyordu: İslam ve lezginka birbirine uymayan şeyler. Köy köpürdü, çünkü biz artık kimin Müslüman olduğunu anlayamaz olmuştuk: bizler mi yoksa genç kızlar mı? Kısacası, başkandan onları uzağa göndermesini istediler.
Başkan FSB’deki tanıdığına telefon açtı. Genç kızlar dağılıp gitti, sanki hiç orada oturmadılar. Eğer bu pansiyonu hesaba katmazsak, emniyet güçleri yer altı örgütüne nasıl yaklaşılacağını kesinlikle bilmiyordu. Çünkü, onlar için kendilerine teslim etmek şeriata göre yasak.
Polis böylesi durumlarda çok sert davranıyor. Her hafta temizlik operasyonu yapılıyor. Bizde hayvanlar bile bu münasebetsizliğe tepki göstermeye başladı: Ural kamyonlar köprüden geçiyor, arkalarından silahlı askerler yürüyor, horozlar ise yüksek sesle ötüyor. Köyde camiyi karıştırıyorlar, hafız okulunu, çocukların Kur’an öğrendiği okulu (bırakın orada okutsunlar, Suriye’ye gitmelerinden iyidir) kapatıyorlar, yaşlıları arıyorlar, tesettürlü kadınların başörtüleri çıkarılıyor, evlerin altı üstüne getiriliyor. Faydası sıfır: eğer bir kişiyi ele geçirip dövüyorlarsa, yarın ormana iki kişi gidecektir. Antiterör operasyonları köy için gerçekten bir yıkım.
O dönem yeğenim FSB mensuplarının eline düştü. İşbirliği yapmayı kabul etmediği için üzerine silah bıraktılar. Öneride bulundum: bana yeğenimi verin, ormandaki bir kişiyi çıkarayım. Bu kişi, bizim köylümüzdü, ‘aktif yardımcılardan’ sayılıyordu, gerçek savaşçı değildi. Ama o dönemde Buynaks’a gitmesi ve Rus askerinden patlayıcıyla mermi alması görevi verildi.
Bu artık geri dönüşü olmayan bir şey, böyle bir şeyin ardından kişi artık kesin olarak ormana gidiyor, yani 205. tabura. Kısacası, onu kurtardım (şimdi köyde yaşıyor, inşaatla uğraşıyor). Yeğenimi de sağ olarak verdiler. Böylece FSB’lilerle ortak bir dil buldum, gerçi başta beni muhbir olarak kullanacaklarından korkmuştum. Ama onların muhbire değil, arabulucuya ihtiyacı vardı. Onların istatistiki şeylere değil somut sonuçlara ihtiyacı var. Lidersiz yer altı örgütü zayıf bir yeraltı örgütüdür. Lidere öylece yaklaşılamaz, ama eğer onlar çıkarılırsa, bu sonuçtur. Herkesi ormandan çıkarmak mümkün, önemli olan ne ile baskı yapacağını bilmektir.
FSB’lilere yedi soyadı söyledim. Onları geri getirebileceğimi söyledim. İlk soyadıyla birlikte FSB başkanı sıçradı: “Gerçekten, bunu yapabilir misin?” Bu Kuzey bölgenin emiri idi, çok tehlikeliydi, ardında patlamalar vardı ve bir patlama daha planlıyordu. FSB’lilere sadece onun çocukluk arkadaşım olduğunu söylemedim. Onlar söz verdiler: eğer ormandan çıkarırsan, köyde antiterör operasyonu yapmayacağız.
İlk önce emirin yakınlarına gittim. Burada akraba, akraba yüzünden hapiste yatıyor. Kimini öldürüyorlar, kimi öldürüyor, kesinlikle akrabalar. Rus askerlerini öldürüyor muyuz? Onlar erişilemez. Sonuç, biz birbirimizi öldürüyoruz. Emirin babası köylüye karşı sorumluluğunu biliyordu, oğluna gitti.
Emirle ilk kez mezarlıkta görüştüm. Durumu izah ettim, beni dinledi. Madem köy, baba, ben rica ediyorum-ormandan çıkacak. Ama bir şartı vardı, mesele sadece FSB ile gerçekleşecek, ormanda müzakerelerin bilinmesine gerek yok, herhangi bir af, herhangi bir adaptasyon komisyonu olmayacak. Ormandan çıkacak, ona pasaport hazırlanacak ve Türkiye’ye gönderilecek. Hepsi bu. Ve bir şart daha: bir hocanın sözü. Kur’an bilen saygın bir kişinin sözü. Onun sözü belirleyici olacak.
Bunun üzerine tuttum ve şöyle söyledim: “ Hepsini yapacağım, ama sen de hocanın söylediği gibi yapacaksın”. Emir hocanın hiç bir zaman ormandan çıkmasını söylemeyeceğini düşündü. O belirli bir hocayı kastediyordu ki bir zamanlar köyü Çeçenya savaşına çağırmıştı. Ama biz hocayı şubeye getirdik ve dosyayı gösterdik. Hoca istediğimiz gibi hareket etmeyi istemedi. Ama sonunda istediklerimizi yspacağına söz verdi. Pasaport hakkında FSB, bunun onların meselesi olduğunu söyledi.
Müzakereler uzun sürdü. Emir ciddi şekilde hocadan beklentiliydi, ama o savaşın günümüzde bittiğini ve zamanında durmak gerektiğini söylediğinde inadı kırıldı. Sonunda teslim olduğunu yazdı, ona pasaport hazırlandı ve Türkiye’ye gönderildi. Ama resmi olarak ölü. Onun gidişinin ardından yer altı örgütü kavga etti ve zayıfladı, biz beş kişiyi daha bu şekilde ormandan çıkardık, sonuç elde edildi. Bu 2012’de idi. Tam da Suriye yolunun açılmasının hemen öncesinde. Kesinlikle, onu açtılar…” Burada karşımdaki konuşan adam ikna edici bir şekilde gülümsüyor.
Dağıstan’dan Suriye’ye nasıl gidilir: Yeşil Koridor nedir?
“Yeşil koridor” nedir? diye Ahyad Abdullayev’e soruyorum.
“Hikayeyi anlatayım, sonuçları kendiniz çıkarın” diye cevap veriyor köy muhtarı, “Çünkü bunlar çok kötü şeyler. Hiç kimse size doğrudan söylemez. Hiç kimse.”
“Suriye’ye ilk gitmeyi düşünenlerden biri benim yeğenim oldu. İşitme engelliler şirketinde çalışan ve 208. maddeden aptallığıyla hapis yatan. (RF Ceza Kanunu 208: Kanunsuz yer altı silahlı örgüt organize etmek veya ona katılmak). Bu durumu tesadüfen öğrendim: bana telefon açtılar ve onların yurtdışı pasaportunu verdiler. Sadece dostça uyardılar. Pasaportun onlara neden gerekli olduğunu hepimiz o zaman biliyorduk. Belgeleri aldım, anne babasına telefon açtım. Onlar çığlık attı. Onlara şöyle dedim: hiç kimseye bu konu hakkında bir şey söylemeyin, gürültü koparmayın, pasaportu saklayın. Erkek kardeşim yeğenimin pasaportunu alıyor, saklıyor ve susuyor. O da susuyor. Üç gün geçiyor, kardeşim telefon açıyor: ‘Gittiler!’. FSB’ye telefon açıyorum. Resmi olarak yeğenimin hiç bir pasaport almadığı cevabını veriyorlar. Gayri resmi pasaportu ona üç günde hazırladılar. Bu konuyu ülke başkanıyla toplantıda gündeme getirdim. Bu henüz 2012’deydi. O zaman İçişleri Bakanlığı temsilcisi konuştu ve köyümüze geldi. Biz hem öyleyiz, hem şöyleyiz, hem savaşa alma merkeziyiz, biz eşek arısı yuvasıyız. Bana da bastırdı. Ülke başkanı beni kaldırdı ve ben de yeğenimle ilgili olayı anlattım. Kürsüden direkt istihbarat birim yöneticilerine soruyorum: göç hizmeti birimine bir kişi pasaport için başvurduğunda köy muhtarına telefon açıp sormak neden mümkün değil mesela? Ne de olsa ben herkesi tanıyorum! Toplantıda herkes benimle aynı fikirde oldu. Ama hiç kimse hiç bir şey yapmadı. Bu pasaportların nerede verildiğini anladım. Çünkü emniyet güçleri için nereye gittiklerinin bir önemi yoktu, gitmeleri yeterdi.
İşte gerçek: Suriye savaşı yıllarında Kafkasya’da dağdakilerin faaliyetleri iki katı azaldı. Bunu herkes doğruluyor: emniyet güçleri, uzmanlar, insan hakları savunucuları, bölge vatandaşları… Muhtemelen, bizim istihbarat hizmetlerimiz açısından bu gerçek bir başarı. Devlet, yer altı örgütü taze kanla besleyen tek bir problemi çözememe durumuna düştü: yolsuzluk, işlemeyen kanun, sosyal taşıyıcıların olmaması, Kafkasya’da tüm yaşam alanlarında bozulma, toplumda gerilemeye giden öncüller, dini anlaşmazlıkların barışçıl çözümünde başarısızlık; tüm bunlar daha önceden nasılsa halen öyleler. Ama Suriye’deki savaş istihbarat birimlerinin yeni stratejisini başlattı: iki yıldan fazla bir süredir yeşil ışık açıkça Suriye’ye doğru yanıyor. Batılı ülkeler endişe borusunu çalmaya başlayıncaya ve İslam terör örgütleri listesine dahil edinceye kadar Rusya’da sessizlik vardı.
Kafkasyalı direnişçiler başka bir savaşa gitti. Ancak strateji tutmadı ve büyük ihtimalle de beklenmiyordu. Kontrolsüz Suriye virüsü tüm ülkeye yayıldı, hedefi aşarak coğrafya ve sosyal açıdan Kakfasya’mızdan uzaklara da yayıldı. Salgını kastediyoruz ki, kurbanı genç Varya Karaulovalar oldu. Ancak istihbarat hizmetlerinin bakış açısıyla onlar kurban değiller. Suriye’de kazanılan tecrübe göz önünde bulundurularak, onlar birer tehdit. Kasım 2013’de, IŞİD’in resmen terör örgütü olarak tanınmasından bir yıl öncesinde Vladimir Putin RF Ceza Kanunda yeni düzenlemeler imzaladı ki, aslında geri dönüş yasağı konuldu. Düzenlemeler başka bir ülkedeki silahlı oluşuma katılımın cezasını 10 yıl hapse kadar arttırdı.”
Onlar IŞİD’den çok para kazandı
“Bana, pasaport satın almak için özel bir dernek kurulduğu edildiği söylendi. Böyle bir şeye istihbarat nasıl izin verdi?” diye nazikçe soruyorum Ahyad’a.
“Benim bu konuda hiç şüphem yok. Belirli güçler vardı, onlar parayı getirdi ve pasaportlar yapıldı. Ve savaşçı toplayanların, Cuma vaazlarında cihat hakkında vaaz veren vaizlerin üstü örtülüyor. Bizim burada böyle iki kişi var. Biri Astrahan’da kayıtlı ve hiç bir yerde çalışmıyor, ama parası dört kadına bakmaya yetiyor. Bizim Sasitliler bu kişiyi sabah namazında dinledi, sözü cihattan dönmeye getirdi; büyük günahtır dedi. Onlar henüz dönmüşlerdi. Şahsen onları FSB aracılığıyla getirmek için büyük çaba göstermiştim. Kısacası aynı gün içinde bu kişiler yeniden geldikleri yere gittiler. Ve ceza maddesi kapsamına girdiler. Çünkü ilk kez ceza kanunundaki düzenlemeden önce dönmüşlerdi ve onların maksimum karşılaşacakları ceza bir yıl olacaktı. Biz onları ikinci kez geri çekinceye kadar düzenlemeler yürürlüğe girdi ve şimdi onlar daha fazla hapiste kalacak. Savaşçı toplayana ise hiç bir şey yapılmıyor. Vaaz vermeye devam ediyor. İkincisi Türkiye’de yaşıyor. Ebu Umar Sastilinski diye adlandırıyor kendisini. Köyde tanınan bir kişi, ama otoritesini kullanmıyor. O bir sahtekar.”
Ne anlamda?
“Bu adama IŞİD’den çok para gitmiştir. Ebu Umar Sasitlinski’nin gerçek adı, İsrail Ahmednabiyev. Dağıstan FSB İdaresi’nden tanıdığım bir kişi, Ahmednabiyev hakkında istihbarat birimince büyük bir dosya oluşturulduğunu doğruladı, sosyal ağlardaki en aktif savaşçı toplayanlardan biri. Onun Suriye’ye yolculuk mesajları, halifelik reklamları ve mültecilere yardım konusunda çağrılarla karışık. Ahmednabiyev Ensar derneğini kurdu ve insani yardım görüntüsünün altında Orta Doğu ve Afrika ülkelerinde zaten fakir olan Müslümanlardan yardım topluyor. Suriyeli mülteciler bu insani projede önemli bir rol oynuyor. Ancak adli dosyaya göre, Ahmednabiyev öncelikli olarak İstanbul’a ulaşan gönüllülerin Suriye savaşına ulaşmasıyla ilgileniyor. Son zamana kadar özellikle Türkiye yolu en önemli ve ucuz ve Ahmednabiyev’in düzenlediği rota olarak en güvenilir kanal idi. Rusya istihbarat birimleri uzun süredir Ahmednabiyev’in ikamet adresini, Ensar derneği ile ilgili bilgileri topluyor. Ahmednabiyev’in telefon numaralarına, internetteki Facebook ve VKontakte sayfalarından ulaşılabiliyor. Rusya istihbaratı onun etkisiz hale getirilmesi için önlemler aldı mı belli değil. Ancak 27 Kasım 2014’de Ahmednabiyev Türkiye güvenlik güçlerince iltica kurallarını ihlalden gözaltına alındı. Hakkında dava açıldı. Ama Ahmednabiyev kısa süre sonra hapisten çıktı ve faaliyetlerine devam etti, sosyal ağlardaki sayfaları halen aktif.
Cihat alanından raporlar
Jabrail Tsoltsayev, (İsim, yazar tarafından değiştirilmiştir) Tsoltsayev, Ceyş el-Muhacirin ve’l-Ensar grubu içerisinde yer alan Sasitlinski birliğinde savaştı. Jabrail bir Çeçen ve eve dönen Sasitliler hakkında başlatılan adli davanın görgü tanığı. Diğer sanıklar hapiste mahkemeyi beklerken Jabrail evde oturuyor ve evin dışına fazla çıkmamayı tercih ediyor. Onun Suriye hakkındaki hikayesi, Sasitlilerin cimrice anlattığı ifadelerinden hayret verici şekilde farklı. Onların ifadelerine göre, insanlar Suriye’ye savaşmak dışında her şey için gidiyor.
“Aslında herkes onları savaşa gidiyor diye biliyor. Ama uygulamalar teorideki gibi olmuyor” diyor Jabrail. “Suriye’deki olaylarla ilgilenmeye Ocak 2013’de başladım. Selefi hocaların Suriye’deki savaşa katılmak gerektiğiyle ilgili vaazlarını duydum. İslam’da selefi ekolü iyi bir şekilde öğrendim, bu amaç için dini kitaplar ve Sahih el-Buhari’yi aldım, internette Suudlu şeylerin konuşmalarının yer aldığı videoları izledim.
Şubat 2013 sonunda ‘Odnoklassniki’ ve ‘VKontakte’ sosyal ağlar aracılığıyla Suriye silahlı muhalefeti yapısında bulunan arkadaşlarımla görüşmeye başladım. Beni cihada göndermelerini rica ettim. Onların talimatlarına göre kendime pasaport hazırlatıp, eşya ve para topladım. 15 Temmuz’da Bakü’ye gittim, oradan Türkiye’ye uçtum. Arkadaşlarımla irtibata geçtim. Onlar yanıma kendi adamlarını gönderdiler ve beni Suriye sınırına ulaştırdılar. Orada beni aracı kişi karşıladı ve benimle sınırı geçti, bir saatlik yürüme yolunun ardından ‘Ceyş el-Muhacirin ve’l-Ensar’ taburunun olduğu Atma kasabasına ulaştık. Grup liderimiz, yurttaşımız, Emir Ebu Umar eş-Şişani (Umar Çeçenski) idi. Ertesi sabah beni Şeyh Süleyman bölgesindeki askeri hazırlık kampına götürdüler. Burası dağlık alanda bulunan ve isyancılar tarafından ele geçirilen eski Suriye askeri merkeziydi. Biz daha çok fiziki hazırlığa önem veriyorduk, eğitmenimiz Hattab lakaplı Azerbaycanlı bir adam idi. Genel olarak askeri eğitmenler Azerbaycanlıydılar. Kamptaki kıdemli kişi Azerbaycanlı Hazma idi, Azerybancan Devlet Başkanı Aliyev’in eski korumalarından idi. Kampta doktor vardı ve Rus’tu. Ateşli yaralanmalarda yapılacak ilk yardım derslerini yürütüyordu. Her gün engelli parkurlarda engel aşma ve büyük kalibreli silah (obüs, DŞK) eğitimi alıyorduk. Tankları kullanma ve onlarla atış yapmayı öğrendik. Kampta 250-300 kişi eğitim görüyordu, eğitim 25-30 gün devam etti. Daha sonra bizleri Halep şehrinde Rif-Maundisin merkezine götürdüler ve Özbek Sabri’nin kumandanlığını yaptığı tabura verdiler. Kalaşnikof kuşandık, mermileri kendimizin alması gerekiyordu. Bu grupta Sasitliler ile tanıştım, onlar öyle çoktu ki kendi birliklerini oluşturmuşlardı. Başında Ebu Usman diye çağrılan Habibov bulunuyordu. 30 Ağustos 2013’de birliğimiz Minag havaalanını ele geçirdi, 17 Ekim’de ise Suhna Nehri’nde Beşar Esad’ın ordusuyla çatıştık. Her iki operasyonda grubumuzun verdiği toplam kayıp, yaklaşık 60 kişiydi. Bunun ardından Rif-Maundisin merkezine döndüm, İstanbul’a gittim ve Azerbaycan üzerinden Rusya’ya geri geldim.”
Jabrail’e eve dönüşünde kimin yardım ettiğini sormuyorum, halbuki bu konu çok ilgimi çekiyor. Suriyeli muhaliflerin kıskacından kurtulmak kolay değil. En azından tüm gönüllülerin pasaportlarını sınırdan geçtikten sonra alıyorlar.” Bu esnada lafa Suriye’den dönenlerden başka biri girdi ve dedi ki, “Pasaportumu aldıklarında kendimi iyi iş vaat edilen fakat bu işin genelevde çalışmak olduğunu farkeden bir genç kız gibi hissettim.”
Jabrail’e neden kendisinin görgü tanığı, Sasitlili asker arkadaşlarının ise sanık olduğunu sormuyorum. Sadece tahminde bulunabilirim, muhtemelen Rusya ile anlaşmaya vardı. Ama neden cihattan dönmek istediğini öğrenmeyi çok istiyorum.
“Suriye’ye gittiğimde Esad’la, Şiilerle ve Amerikalılarla savaşmaya hazırdım” diyor Jabrail. “Orada her şeyin kolay olduğunu düşünüyordum. Beraber olduğum insanlar muhalifti ve halifelik yönetimini istiyordu. Ama anladım ki ben, muhalefetin birbiriyle bölge için, ganimet için, kaynaklar için savaş halinde olmasına hazır değildim, halifelik ise sadece aptallar için bir yemdi. Ve aynı zamanda tesadüfen karşı grubunda yer aldığım, komşu köydeki Çeçen birlikleri ile savaşmaya hazır değildim.”
Son altı aydır Novosasitli köyünden Suriye’deki savaşa tek bir kişi gitmedi. Geri dönenlerin hayal kırıklığı hikayeleri en iyi karşı propaganda oldu.
Rusya istihbarat birimlerinin, Suriye’deki savaş alanından doğrudan bilgi almaya imkan veren araçları kısıtlı. Bana, insanların istihbarat birimlerinin yardımıyla savaşa gittikleri söylendi. Geri dönenlerden ise bilgi almada çok titiz davranıyor aynı istihbarat birimleri. İnsanların dilini işkence ile çözmek mümkün ve polisler de bu metodu kullanıyor. Ama FSB sıkça anlaşmayı öneriyor: her şeyi olduğu gibi anlatıyorsun, protokole ise sadece barışçıl ifadeler giriyor: inşaatta çalıştım, okudum, tedavi gördüm vs… Teslim olduğu göz önünde bulundurularak ceza süresinde ciddi şekilde azaltmaya gidiliyor. Şartlı tahliye, elbette verilmiyor, ama 10 yıl ceza da verilmiyor. Ama burada bir ‘ama’ var: 208. Maddeye göre, kişi gönüllü olarak yeraltı silahlı örgüte katılmaya son vererek silahını teslim ederse ve eğer bir terör eyleminde bulunmamışsa cezai sorumluluktan muaf tutuluyor. Mahkemeler her zaman bir görgü tanığı buluyor ve bu tanıklar genellikle kişinin, kimin irtibat kurduğu, nasıl gittiği, nerede eğitim gördüğü, hangi savaşlara kimlerle katıldığı gibi konularda eksiksiz bilgi veriyor. Sonuç olarak mahkeme genellikle mahkumiyet kararı ile sonuçlanıyor.
Kaynak: novayagazeta.ru
Çeviri: Ajans Kafkas