Esenç: Dedem ana dili için savaştı
Ubıhça konuşan son kişi Tevfik Esenç 1992 yılında vefat etti. Torunu Burcu Ayşe Esenç ise dedesinin hayatını belgesel yaptı. Esenç, “Dedem Tevfik Esenç ana dili için savaştı. Paris’te ve Oslo’da dil bilimcilerle bir araya geldi. Ubıhça zor bir dil. Sesler gırtlakta dolaşıyor. Bu sesleri ancak annenizden duyarsanız çıkabilirsiniz” diyor.
Ubıhça dilini konuşan son kişi Tevfik Esenç’in hayatı “Bir Rüya Gördüm Anlatsam da Anlamazsınız” ismiyle belgesel oldu. Kendisi dilini yaşatmak için 1950’li yıllarda Paris ve Oslo’da dil bilimcilerle çalışıp, Ubıhçayla ilgili sözlükler hazırlamıştı. 1992’de vefat eden Esenç’in torunu Burcu Ayşe Esenç ve Cantekin Cantez’in çektiği belgesel geçtiğimiz hafta “Antalya Altın Portakal Film Festivali”nde yarıştı. Buradan da Malatya Film Festivali’ne gidecek belgesel, uzun metrajlı filmlerle yarışacak. Tevfik Esenç’i, Ubıhları ve belgeseli filmin yönetmenleriyle konuştuk…
Dedeniz ve beraberinde gelenler çocuklarına Ubıhçayı öğretemediler. Belli ki gerekçeleri de vardı. Ama dillerini korudular. Bu açıdan baktığınızda dedenize ve o kuşağa sitem ediyor musunuz?
Sitem etmiyorum çünkü bu sürecin tamamını çok iyi biliyorum. Çerkes dili öğretildi, yok olmadı. Ama Ubıhça konuşması çok zor bir dil. 1864’te göç ettiklerinde ise ortak dil konuşma ihtiyaçları vardı. Aynı zamanda o dönemde devlet “Türkçe Konuş” diye bir kampanya yürütüyor.
Bu dil nasıl yok oluyor?
Ruslar tarafından topraklarından sürülen Ubıhlar bir süre ana dillerini konuşmaya devam ediyorlar ama çocuklarına öğretemiyorlar. Ya da öğretilenler yavaş yavaş unutuluyor. Aynı denizde bir inci tanesinin yok oluşu gibi. Dramatik anlamda her şeye hakim olan biri dili koruyor. O da dedem Tevfik Esenç’ti. Dedem Kafkasya’dan Türkiye’ye sürülen büyük dedem Papuj’dan öğrendiği için bir Kafkas gibi konuşuyor. Çocukluğumda bu dil konuşulurdu. Hatta bizim anlamamamızı istedikleri konular geçtiği zaman Ubıhça konuşurlardı. Politik meseleler de dil üzerinde bir baskı yarattı. Mesela çocuklarına kendi dillerinde isim bile koyamadılar. Benim dedem Tevfik Esenç 1950’den 1992’ye kadar ana dili için savaştı. Paris’te ve Oslo’da dil bilimcilerle bir araya geldi. Ubıhça zor bir dil. Sesler gırtlakta dolaşıyor. Bu sesleri ancak annenizden duyarsanız çıkabilirsiniz.
Bu kültür mirasına karşı aydınlanmanızı ne zaman yaşadınız?
Dedemi kaybettiğimizde ben 15 yaşındaydım. Ama çocukluğumdan beri bu mirasın farkındaydım. Yine de dedemin bir dil savaşçısı olduğunu anlamazdım. Asıl farkındalığımı belgesel sürecinde yaşadım. Acı kısmı şu ki Fransa’da ve Norveç’te Ubıhça ile ilgili çalışmalar yapılmış ama Türkiye’de bir kürsü kurulmamış. Dedem bu çalışmalar için Fransa’ya gidiyor, tek kelime Fransızca bilmeden… O akademik çevrede, Fransız kürsüsünde dedem Ubıhça anlatıyor.
Biz dört kişilik bir ekibiz. Filmimizin diğer yönetmeni Cantekin Cantez. Görüntü yönetmenimiz Levent Ahi ve araştırmalarımızı yapan Burak Esenç. Hep bereber 15 bin km yol yaptık. Hiç sevmem aslında ‘filmi büyük zorluklarla çektik’ demeyi, ki bir bağımsız sinemacı böyle zorluklar yaşar zaten. Lakin gerçekten çok zordu. 500 saat kayıt yaptık ve bir sene Cantekin Cantez’le aralıksız günde en az 15 saat çalıştık.
Belgeseli bitirdiğinizde her şey içinize sinmiş miydi? Bütçeniz olsaydı farklı bir şey eklenir miydi?
Bir belgesel asla bitmez ama bütçe belgeselimizin önünde asla bir engel değildi.
Belgeseli izlerken dedeniz adına çok farklı duygularım vardı. Hem bir denek gibiydi hem de dünyanın en önemli kürsülerinde söz sahibiydi…
Dedem kendini asla kahramanlaştırmadı. Türkiye’ye köyüne geldiğinde Fransa’da veya Norveç’te olanlardan asla bahsetmedi. Çünkü bir Kafkas erkeği asla anlatmaz.
Bu dili şu anda sadece siz biliyor olsaydınız neler hissederdiniz? Okuyabileceğiniz hiçbir şey yok, sohbet edebileceğiniz kimse yok…
Dedemle Ubıhça üzerine çalışan Prof. Dr. Hans Voght’un çıkardığı bir sözlük var. Bir de Prof. Dr. Georges Dumezil ile 50 yıllık çalışmaları sonucu ortaya çıkan, Ubıhça’nın filleri sözlüğü mevcut. Yani dedemin dili için mücadele ettiği 50 yıl boşu boşuna geçmedi. 50 yılın sonunda bir sözlük çıkarıldı. 1992 yılında Tevfik Esenç hayata gözlerini yumduğunda dili öldü ama o dilin izleri kaldı. Zaten yapmaya çalıştığı da buydu. Mesela şimdi Abhazya’da Ubıh dili dersi veriliyor. Dedemin savaşı boşu boşuna değildi. Bu dil diriltilemez çünkü ancak anneden duyularak öğrenilir özellikleri var. Bu dili artık konuşamayabilirsiniz ama üzerinde çalışabilirsiniz.
Belgesel bittikten sonra bir aile kahramanı oldunuz mu?
Hayır tabi. Biz Çerkes’lerde öyle bir şey yok. Bu benim görevimdi ve bunu yaptım.
Bu projelerin devamı gelecek mi,sadece bu kadar mıydı?
“1864 Büyük Çerkes Sürgünü” belgeseli tasarlıyoruz şimdi.
Doğadaki sesler Ubıhçada var
Doğadaki tüm seslerin karşılığı sadece bu dilde karşılığı var. Örneğin 8 kuş sesinin karşılığı var. Aynı zamanda Ubıkça’da 82 sessiz, 3 sesli harf var. Seslerin büyük bir kısmı gırtlaktan çıkıyor. Hala bu dil üzerinde çalışmalar var. Duygularımızı ifade etme anlamında çok zengin bir dil. Ancak sürgün sebebi ile dile ait hiçbir yazılı belge ve eser yok. Ana diliniz değilse gırtlaktan çıkarılan zor seslerden dolayı bu dili konuşamazsınız.
Sürgün bir dili kaybettirdi
Bu filmin iki yönetmeninden biriydiniz. Belgeseli yapma fikri nasıl ortaya çıktı?
Ekibimiz ilk filmi SADIK’ı 2013’te çektikten ve çeşitli yarışmalardan ödül aldıktan sonra aklımızda yeni bir proje yapma fikri vardı. Ancak hiçbir konu tam anlamıyla içimize sinmemişti. Burcu’nun dedesiyle ilgili hikayeyi ise yıllardır biliyordum. Tevfik Esenç’in iç dünyası ve onunla ilgili detaylar yıllar içinde bir efsane gibi yayılmıştı ancak bu hikayenin bilinmez bir çok parçası bulunuyordu. Üstelik ilginç olan şey Tevfik Esenç’in 30 yılı aşkın yaptığı çalışmalara ait dökümanlar, fotoğraflar da kayıptı. Ubıhça sözlüğün nerede olduğunu bile bilmiyorduk. Tevfik Esenç Paris’e ve Oslo’ya neden gitmişti, orada neler yapmıştı nasıl karşılanmıştı gibi pek çok soru cevabını bekliyordu. Bu hikayeye inanmamın en önemli nedeni Esenç’in diline olan bu bağlılığı ve onu tarihe bırakmak için içine girdiği çabaydı.
İki yönetmenin beraber çalışması kolay değildir. Hikayenin sahibi olan aynı zaman da yönetmen olan Burcu Hanım neden sizinle çalışmak istedi?
Haklısınız iki kişi çalışmak oldukça zor. Hele ki bir yönetmen kameranın önündeyse daha da zor olabiliyor. Ben ailenin dışında bir göz olduğum için sanırım duygusal ve mantıksal olarak tartışmalarımızın en yoğun halini kurguda yaşadık. Ama neyse ki bu tartışmalar sonuç verdi ve ortaya iyi bir belgesel film çıktı. Herkesin sürekli birbirini onayladığı bir sürec yaşasaydık sanırım bu kadar iyi bir film çıkaramazdık.
Bu belgeseli tek başınıza çekseydiniz ne farklı olurdu?
Belgeseli tek başıma çekseydim sanırım bir kaç nokta dışında temel bir farklılık olmazdı. Mesajımız aynı olurdu. Sürgün denilen konu sadece bir kuşağın zarar gördüğü bir kavram değil. Sürgün kuşaklar boyunca süren bir etkiye sahip ve bu farkında olmadan büyük bir travmalara sebep olan bir olgu. Bu belgeselde de yer aldığı gibi dilini kaybetmeye varan bir sürece bile sebep olabiliyor.
Belgeselden ziyade sanki bir melodram film gibiydi, bu dramatik yapıyı kurgularken yola bölyemi çıktınız. Montajda mı karar verdiniz?
Aslında belgeseli kurgularken bizi nelerin beklediğinden haberdar değildik. Bunları daha önceden planlamamız mümkün değildi. Hepsi o anda oldu. Yaptığımız pek çok röportajda çok sürprizler yaşadık.Dolayısıyla belgeseli çekerken dramatik yapı da ortaya çıkmış oldu. Ve montaj süreci bu nedenle bir hayli uzun ve zorlu oldu.
Kaynak: YŞ