"Gürcistan’da yönetim değişse de hiçbir şey değişmez. Ne yazık ki Gürcü şovenizmi devletten aydınlara, aydınlardan halka geçerek, herkeste yaygın biçimde var. Çok küçük bir istisna dışında Türkiyeli Gürcü aydınların belirli bir kesimi dahi bu şovenizm bataklığına batmış durumda."
Biraz Gürcistan’dan bahsedelim… Gürcistan’ı iyi biliyorsunuz. Devlet başkanlığı seçimlerini Mihail Saakaşvili yeniden kazandı. Bundan sonraki dönemde ne gibi gelişmeler bekleyebiliriz?
Gürcistan, Kafkasya’ya ait bir ülke, halkları Kafkasyalı halklar. Bunların bizden çok büyük farklılıkları yok. Tek farkları dinsel farklılık. Bu dinsel farklılığı hem kendileri çok iyi kullanıyor, hem de emperyalist dünya. Bunları Kuzey Kafkasya’dan yalıttılar, Kuzey Kafkasya’yı Rusya’nın etki alanına bıraktılar, Güney Kafkasya’yı Amerika’nın ve diğer batılı ülkelerin etki alanına bıraktılar. Seçimleri kim alırsa alsın, kaos ve karmaşanın bitmesi mümkün değil. Çerkesler gibi Gürcüler de kendi iradeleri ile hareket etmiyorlar. Kendi hür iradeleriyle hareket edebilmeleri için, nerelerden ekonomik destek alırız, hangi batı ülkelerini yanımıza çekerizden önce, biz kendi içimizde ve diğer Kafkas halklarıyla nasıl barışırızın yollarını aramak zorundalar. Gürcistan yönetimi bir an önce yaptığı hatalardan dolayı tüm Kafkas halklarından özür dileyip, Kafkasyalı olduğunu hatırlamak zorunda. Seçimler hiçbir şeyi değiştirmeyecek, mafyatik devlet devam edecek. Amerika’nın etkisi altında ve Türkiye’nin de taşeronluğuyla orada bir takım şeyler yapılacak, ama sonunda hüsran olacak.. Yani Gürcistan’ın yolu yol değil. Abhazlara Rus uşakları gibi suçlamalar getiriyorlar ama maalesef bunun müsebbibi kendileri.
Peki Gürcistan’ın bu emperyalist tutumu sadece yönetimden mi kaynaklanıyor? Bu emperyalist politikanın halkta karşılığı var mı? Yani bugün için Gürcülerle barışçıl bir çözümün önündeki tek engel yönetim mi?
Yönetim değişse de hiçbir şey değişmez. Ne yazık ki Gürcü şovenizmi devletten aydınlara, aydınlardan halka geçerek, herkeste yaygın biçimde var. Çok küçük bir istisna dışında Türkiyeli Gürcü aydınların belirli bir kesimi dahi bu şovenizm bataklığına batmış durumda. Aklıselim düşünebilme yetilerini kaybettiler. Gürcistan’da o kadar şoven Gürcü ve Ortodoks Hıristiyan milliyetçiliği var ki, orada yaşasanız dehşete düşersiniz. Ben dünyanın hiçbir yerinde o kadar büyük bir Ortodoks şovenliği, Hıristiyan şovenliği olduğuna inanmıyorum. Yani sonuçta, yönetim değişse de değişmese de, bu şovenizm belasından kurtulmadıkça, özeleştiri yapıp da kendi halklarına ve komşu Kafkas halklarına “Yahu biz yanlış yapıyoruz, gelin insan gibi yaşayalım, oturalım konuşalım” demedikçe, oranın düzgün bir hale gelmesi, demokrasinin yerleşmesi mümkün değil.
Yani yakın bir gelecekte Abhazya ve Güney Osetya konusunda barışçıl bir çözüm ve Kafkasya coğrafyasında Gürcülerin de içinde yer aldığı bir barış atmosferinin oluşması konusunda çok ümitli olamayacak mıyız?
Hayır. Barışın ve istikrarın yakın zamanlarda yerleşebileceğine inanmıyorum. Bugün Kuzey Kafkasya halkları da şoven. Nüfusu 5 bin olan insanlar da şoven olmuş. Yani ırçılık, kabileci ırkçılık, nasıl bugün Kenya’da gözü dönmüş haldeyse, nasıl üç beş yıl önce Ruanda’da Hutularla Tutsiler birbirini kesmişse, aynı şekilde bunlar her an Kafkasya’da yaşanabilir. Çünkü sömürgeci yönetimler, böyle bir şeyin olmasını çok önceden planladılar. Bu söylediklerim Rus düşmanlığı olarak algılanıyor, çok üzülüyorum. Benim Ruslarla hiçbir sorunum yok. Gidiyorum, geliyorum, çok seviyorum ama bu, şoven, resmi devlet politikası. Bunu söylemek benim aydın olarak görevim. Yani ırkçılık her yere sirayet etmiş vaziyette ve aklı selimi yok ediyor.
Bir yazınızda “Eski Sovyet coğrafyasında, Kafkasya dediğiniz zaman akla Gürcüler geliyor, Gürcülerden sonra Osetler geliyor” demiştiniz. Neden?
Çünkü Ekim devrimi ve sonrasında kurulan Sovyet dünyasında ta 1801’de kendi rızasıyla Çarlık Rusyası’na katılmanın da avantajıyla Gürcüler entelektüel çevrenin içinde yer aldılar. Aşırı bir Ortodoks-Hıristiyanlık içinde yaşadıklarını söylemiştim. Tüm bunları kullanarak Kafkas kültürünün her yönünde kendilerini ön plana çıkardılar. Ve devletin ve aydınların düşüncesi –dillendirmeseler de- şu: “Siz de Kafkasyalısınız ama; siz üç-beş tane parça parça, küçük küçük, asla bir araya gelemeyecek yobaz Müslümanlarsınız. Bu kültür sizinle yaşayamaz. Bu kültür yaşasa yaşasa ancak bizim gibi Ortodoks Hıristiyan ve daha kalabalık, birlikte bir halkla yaşayabilir.” Böyle. Gittiğinizde görürsünüz; danslarının yüzde sekseni Kuzey’e aittir.
Peki bunu siz bu kültürden vazgeçin anlamında mı söylüyorlar?
Hayır, bizim ağabeyliğimizi kabul edin, biz sizin ağabeyiniziz pozları var Gürcülerde. Tabii bir takım şoven kesimlerde bunun aslı bizimdir gibi şeyler var. Ama bu ondan çok öte; kültürün bütün güzel motiflerinin tamamına sistematik biçimde sahip çıkıyor Gürcü devleti; Gürcü aydınları ve halkı da böyle. Bütün Kafkas danslarına –yüzde sekseni Kuzeylilere ait olmasına rağmen- Gürcüce bir isim uydurup Gürcüleştirme politikası var.
Yani Gürcüler Kafkasya kültürüne sonradan mı tutunmuş, Azeriler gibi?
Yok. Gürcüler şöyle bir toplum: Batıdakiler, yani Megreller ve diğer bazı halklar, kültür ve fizyonomi olarak tamamen Adige-Abazalara benziyor; Svanlardan başlayarak dağın eteğindeki halklar da daha çok Çeçen-İnguş ve Osetlere benziyor; genel yaşam tarzları, genel fizikleri, dansları… Tiflis çevresi, eski zamanlarda hep Ermeni, Azeri, Gürcü, İranlı ve zaman zaman da Türklerin yoğunlaştığı bir çevre; orada farklı bir kültür tipi var. Daha doğuya ve güneye gittiğinizde de Azeri ve Ermenilere benzeyen bir yapı var. Yani çok parçalı, çok etnikli bir ülke Gürcistan. Hep o örneği veriyorum: Gürcistan bu kadar farklı etnik gruptan, farklı dilden, Gürcü halkını yaratmış. Bir tek etnik grubunun adını, Kartvel adını, bütün Gürcistan’a mâletmiş; Sakartvelo adını vermiş o kadar büyük bir toprağa; aslında Kartvel sadece Tiflis çevresindeki etnik grubun adıdır. Fakat Kuzey’deki, birbirine çok daha yakın, bu kadar büyük, binlerce yıldır beraber yaşayan halklar, bir millet olmayı başaramamışlar.
Çok dilli ve çok etnikli bir yapı. Tarihte de böyle. Ama o insanlar bir Gürcü ulusu yaratıyorlar. Dinin burada müthiş bir etkisi var. Bizde bir takım insanların kabul edemediği bir şey. Ulusların oluşumunda en önemli etkenlerden biridir din. Bizde böyle bir handikap da var. Biz dini reddetmeyi marifet sanıyoruz. Bu marifet değil. Bu bizim gerçeğimiz. Ama marifet olarak görmemek lazım. Nasıl pşı-werk bilmem ne ayrımları nasıl marifet değilse, bizim gerçeğimizse, bunu da görmemiz lazım. Yani Gürcüler bir ulus olmayı başardılar; biz “Kafkas halkları birbiriyle kardeş olsun, aynı devlet çatısı altında olmasa bile birbirinin acılarını paylaşsınlar, sevinçlerini paylaşsınlar” dediğimiz zaman “hayal kuruyorsun” diyorlar. Böyle bir hayalin peşinden gitmeyeceksem niye yaşıyorum ki? Ben sadece Adıgelerin olduğu bir yer istemiyorum; bütün Kafkas halklarının olduğu bir yer istiyorum. Hatta bana kalırsa Gürcüler de bizimle beraber olmalıdır. Halkların birbirine düşman olması gerekmiyor.
Gürcistan’da bir Megrel olgusu da var. Gamsakhurdiya bir zaman bunu da ön plana çıkardı?
Gamsakhurdiya bütün Kafkasyalı halkları bir araya getirip, Gürcistan’ın ağabeyliğinde bir federasyon oluşturmaya çalışıyormuş. Benim orada aldığım bilgi bu. Ve birçok insan onu çok seviyor. Megrel kökenli ama Megrellik iddiası yok. Ancak diğer gruplar tarafından tasfiye edilme sürecine geldiğinde Megrelliği ön plana çıkararak kendini koruma altına aldı. Cahar Dudayev’le de arkadaştı. Ama şoven bir insandı. Hem birlikten yana, hem de diğer halkları asimile etmeye çalışıyor. Tamam kardeşiz ama sen küçük kardeşsin zihniyeti.
Peki Gürcistan’da bugün Megrelcilik davası var mı?
Hayır. Gürcistan nüfusunun çoğunun Megrel olduğunu söyleyebilirim. Kartvellerden çok bir kere. Ve Megrellerin aile adlarının birçoğu Abazalarla örtüşüyor. Ama Megrel ulusal hareketinin de ortaya çıkmama gibi bir garantisi yok. Her an ortaya çıkabilir. Çünkü Abhazya, biliyorsunuz, tarihinde ilk defa Megrelce yayın yapan televizyon açınca paniklediler; kendileri de hemen Megrellerin yoğun yaşadığı Batı Gürcistan’da, Kutaysi, Zugdidi’de Megrelce televizyon yayınına başladılar; üniversitede Megrel diliyle ilgili bölüm açmaya başladılar. Düne kadar Megrelleri kabul etmiyorlardı. Svanlarla alay ediyorlar; kaz kafalı diye… Dağlı ya!
Yani haritada gördüğümüz bir ve bütün Gürcistan diye bir şey yok? Her birinin ayrı dilleri var, ayrı halklar ama bir ulusu oluşturmuş.
Tabi. Zaten dünyada hiçbir ulus bulamazsınız tek etnikli. Onun için bizim kabileci arkadaşlarımıza, mikro milliyetçi arkadaşlarımıza az bile söylüyoruz. Onlar zannediyorlar ki kendi küçücük kabileme dayanayım, aman hiçbir politikaya ses çıkarmayayım, aman başımı eğeyim de kırılmayayım politikasıyla ayakta kalabilecekler… Hiçbir şey yapılamaz bu politikayla. Sen en yakınındaki adamı ötekileştir, sonra da ayakta kalacağını düşün! Mümkün değil; anca kullanılırsın.
Türkiye’deki Gürcü önde gelenleriyle irtibatınız var mı?
Var. 1992 yılında 14 Ağustos’ta Abhazya’ya Gürcü silahlı güçleri girdiğinde ve ondan önce böyle bir şeyin olacağının sinyallerini aldığımızda, bir takım gazetelere gidip haber yaptırdığımızda, Türkiye’deki Gürcü aydınlarıyla hep diyalog kurmaya çalıştık. Şunu açık ve net söyleyebilirim: Tamamen kaçak bir tavır izlediler ve hiçbir şekilde bizimle muhatap olmadılar. İçlerinde bir tek insan, bir tek sanatçı istisnadır; ki o da savaş sırasında diyalog çağrılarımıza ses vermeyen bir arkadaştır, o yüzden güven meselesinde, yanında bir soru işareti vardır ama diğerleri kadar şoven yaklaşmayan bir arkadaştır. Bu insanlara biz hep dedik ki “Gelin birlikte bir bildiri kaleme alalım, birlikte bir gösteri yapalım, yürüyüş yapalım, biz bu kardeş halkların arasında sorun çıkmasını istemiyoruz diyelim”. Bunun için her türlü özveriyi göstermeye hazırdık. Çerkes tarafı, yani Abhaz, Adıge, Çeçen ve saire tarafı. Fakat Türkiye’deki Gürcü aydınları bundan kaçtılar, hala da kaçıyorlar. Ben Tiflis’teyken de kendileriyle yazıştım, diyalog çağrımı yineledim. Ve aynen şöyle dedim: “Cennette yaşıyor buradaki insanlar, cehenneme çevirmek için elinizden geleni yapıyorsunuz! Gelin artık bir araya gelelim, konuşalım.” Bunun yanında oradaki bir takım sivil toplum kuruluşlarıyla da görüştüm. Bunların içinde oradaki Kafkas Evi’nin Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarıyla irtibat kurmasına çalıştım. Sizin Kafkas Vakfı bir miktar irtibat kurdu. Ama bana soracak olursanız, devletin organizasyonu olduğu açık bir kurum. Fakat içinde Adıge, Abhaz, Çeçen, Oset her tür aydın çalışıyor. Ama devlet güdümlü olduğunu gördüm. Yalnız Caucasian Dialogue diye bir vakıf var, bu vakıfta daha iyi niyetli insanlar gördüm. Ki bunların daha sonra anladığım kadarıyla birçoğu Abhazya kökenli veya bir tarafından Abhaz akrabalığı olmuş insanlar. Bu kurumun da bizim Türkiye’deki kurumlarla ilişki kurmasını istedim ama bunu beceremedim. Yani bizim kurumlarımız da reddediyorlar diyalogu, nasıl kendi halklarıyla reddediyorlarsa, onlar da reddediyorlar. Ama ben hala söylüyorum, diyalog kurmak zorundayız, birlikte yaşamak zorundayız. Bunu yanlış da anlamamak lazım. Bugünkü şartlarda Abhazya’nın Gürcistan’la bir araya gelmesini hiç kimse hayal etmesin, mümkün değil. Ben şahsen katılmam böyle bir şeye, doğru bir şey değil. Çünkü Gürcistan’da hakim olan bu şoven yapı içinde, Gürcistan’a katılan bir Abhazya hem Gürcistan’a büyük sorun yaşatır, hem de Abhaz halkının ve diğer Kuzey Kafkasya halklarının başına ciddi belalar açar.
Kafkasya diasporasını, hem karşı tarafla irtibat açısından hem de süreçte etkin rol alma açısında değerlendirecek olursak… Abhazya şu an bir yere gidiyor. Şu an bir çözümsüzlük durumu yaşıyoruz. Bu, tercih edilmiş bir yol mu, yoksa sürükleniyor muyuz?
Abhazya şu anda Kafkasya’nın en önemli noktası. Ve Abhazya, Kafkasya halklarının kurtuluşu için en önemli nokta. Ancak, şu anda elimize geçmiş olan fırsatı kullanmadığımız takdirde, böyle bir fırsatın, böyle bir ortamın daha sonra gelebileceğine inanmıyorum. Buna rağmen, çok sistematik ve çok sinsi bir şekilde Abhazya’nın belirsizliği sürdürülmekte, Abhazya’ya hala bir takım insanların gidip yerleşmesi engellenmekte, hala Abhazya’da diğer etnik unsurların nüfusu hızla çoğalmakta ve bunun sorumlusu, yanlış kurumlardaki yanlış kişilerle muhatap olan Abhazya devletidir bir anlamda. Buradaki kurumlar -bu tamamen şahsi görüşüm- kesinlikle kendi hür iradeleriyle hareket etmiyorlar; Rusya ve özellikle Türkiye’nin güdümünde, onların istediği kadar hareket ediyorlar. Bunun en iyi örneği Bagapş’ın buraya gelme muhabbeti. Eğer Türkiye’nin reel politik çıkarları bizim çıkarlarımızla örtüşseydi çoktan olmuştu. Örtüşmediği için bu kurumlar aracılığıyla halk oyalanıyor, aydınlar sindiriliyor, kimse sesini çıkaramıyor. Türkiye’nin reel politikası, Türkiye’nin çıkarlarına odaklanır. Türkiye’nin reel politikası Abhazya’nın Gürcistan’dan ayrı bir devlet olarak yapılanmasına taraftar değil. Bu onların bütün planlarını bozar.
Türkiye’nin çıkarları yoksa bir şey yapılamaz dediniz. Daha genel anlamda söylüyorum, bu bizim siyasetsizliğimizi de gösteren bir şey değil mi? Yani siyaset en basit anlamıyla ortak çıkarların buluşması olsa gerek. Yani hem Türkiye’nin hem bizim çıkarımızın olduğu üçüncü yollar olmalıdır mutlaka. Burada yoksa başka yerde olmalıdır. Bunu sadece Abhazya bağlamında söylemiyorum ama bizim bir siyaset üretememe sorunumuz yok mu?
Kesinlikle bizde siyaset üretmek ciddi bir problem. Biz 19. yy.dan itibaren kendi halkımız için hiçbir şey talep etmedik. Bizim problemimiz bu. Biz eğer kendi kimliğimizin aşınmasının önüne geçer, başka kimliklere zarar vermeden bu kimlikleri geliştirir ve kendi halklarımızı arkamıza alarak bir takım taleplerimizi ortaya koyarsak, bugün yapmak istediklerimizin çoğunu yapabiliriz. Ama biz önce talep etmeliyiz, örgütlenmeliyiz, kendi aydınımızı yetiştirmeli ve kendi aydınımıza saygı göstermeliyiz. Kendi halkımızın gücüne öncelikle yaslanmalıyız. Örgütlü olmayan, kendisi için bir şey talep etmeyen, ben neyim’in cevabını net bilmeyen, bazen Çerkes olan, bazen Türk, bazen Rus olan, bazen bilmem ne olan bir kitleyseniz, bir yere varamazsınız. Siz kimliğinizi net olarak ifade edemiyorsunuz ki; nasıl talep edeceksiniz? Sonra talep edebilmek için kurumlaşmanız lazım. Kurumlaşmak da dernekçilik değildir, kültür derneği değildir. Siyasi yapılar oluşturmak, think-tank kuruluşları oluşturmak, gençlerinizi eğitmek, dil öğretmek, dünyayı kavramak… Bununla mümkün. Her şeyi kabullenen, köleci ruha bürünmüş, kendini aydın olarak sunanlarla bu iş olmaz.
Ben hiçbir Kafkas halkını diğerinden ayrı görmüyorum. Eski Sovyet artığı durumu kabul etmiyorum. Yani her kabilenin kendi milliyetçiliğini ürettiği, diğerine yukarıdan bakan, onu ötekileştiren, en yakın akrabasına komşu diyen bir ortamdan hoşlanmıyorum ben. Yanımda Oset olsun, Çeçen olsun, Karaçay olsun, Kumuk olsun istiyorum. Diyalog kurmazsanız, anlamaya çalışmazsanız hiçbir şey yapamazsınız. Halk da sizi ciddiye almaz. Dolayısıyla muhatap olduğunuz devletler sizi sadece kullanır. Ara sıra ağzınıza bir parmak bal çalarlar, ara sıra hakkınızda gazetelerde dergilerde bir takım yazılar çiziler yayınlamanıza izin verirler, ara sıra televizyonda bir dansını görürsün, kendi kendini kandırır durursun. Gittiğin yer yok oluş. Apaçık ortada olan bir şey bu. Onun için senin sağlam durman lazım.
Abhazya ile ilgili olarak “Bu fırsatı iyi kullanmalıyız, bir daha gelmez” dediniz. Nedir bu fırsat ve ne yapılabilir?
Şu anda Abhazya’nın insan kaynağına ihtiyacı var. Ve bu insan ihtiyacını kendi halkından insanlarla doldurmazsa başka halklar dolduracak. Rusya çok güçlendi ekonomik olarak son zamanlarda. Ve kendi orta sınıfını yetiştirmeye başladı. Bu insanların cebinde para var ve bu insanlar dünyanın her yerine gidiyorlar, yatırım yapıyorlar. Siz isteseniz de istemeseniz de orada olimpiyat yapacaklar ve siz istemeseniz de zenginler gelip oradan ev, arsa alacak, villasını dikecek, otel kuracak. Yani oradaki ekonomik ilerleme için de birilerinin yatırım yapması gerekiyor. Tabii ki emperyalizme karşıyız ama akıllı olmak lazım. Senin cebinde beş kuruş yok. Şimdi buraya, en azından işçi olarak çalışabilecek insanlar gönderebiliriz. Müthiş topraklar var Kafkasya’da, hiçbiri yeterince verimli kullanılamıyor. Uzunyayla’daki insanlar resmen taşa emek veriyor yaşayabilmek için; Uzunyayla’dakiler Kabardey’e, Karaçay-Çerkes’e, Abhazya’ya, Kafkasya’nın diğer bölgelerine gitseler, zengin olurlar. Ama bunların gitmemesi için ellerinden geleni kendi kurumlarımız yapıyor. Hep böyle mış gibi davranıyorlar. Biz halkımızı Kafkasya’ya barışçı bir şekilde götürmek istiyormuş gibi davranıyoruz. Ama gerçekte öyle bir şey istemiyoruz; çünkü oradaki devlet ve burada içinde yaşadığımız devlet böyle bir şeyden rahatsız oluyor. Bunun için, bizden rahatsız olmayacakları bir alt yapı oluşturmak zorundayız. Yani ben oraya gidip iş yeri açmak istiyorsam, oraya savaşmak için gitmiyorum, niye gideyim? Ben oraya gidip oradaki insanlara istihdam sağlayabilir miyim, oranın insanlarının kendi topraklarında yaşamasını sağlayabilir miyim, Türkiye’den ekonomik sıkıntı çeken insanları götürebilir miyim, diye bunun derdinde olmalıyım. Şu hataları yapmaktan vazgeçmeliyiz: Dine küfretmekten vazgeçeceksin, komünizme küfretmekten vazgeçeceksin. Bunlar günah keçileri değil. Bunlar dünyanın gerçekleri. Saygılı olacaksın. Sonra Rus düşmanlığı yapmanın bir manası yok. Diyalog kültürü lazım. Ruslarla da diyaloga girmemiz lazım. İlelebet düşmanlıkla yaşanmaz.
Abhazya ve Güney Osetya konusunda şu an bir çözümsüzlük durumu var. Bunun bize bir getirisi var mı? Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Abhazya ve Güney Osetya’daki belirsiz durum, öyle olması birilerinin yararına olduğu için devam ediyor.
O birilerinin arasında biz var mıyız?
Onların arasında biz yokuz sadece. Yani Rusya devlet politikaları var, Gürcistan politikaları var, ABD politikaları var. Yani Rusya Abhazya’nın bu halinden yararlanıyor, Gürcistan da yararlanıyor. Nasıl yararlanıyor diyeceksiniz; Gürcistan hala, sürülmüş ama 50 bini geri dönmüş 200 bin kişinin sayısını 150 bine indirmedi, hatta 300 bin kişi olduğunu iddia ediyor. Tiflis’te yıkık dökük binalar var, dünyaya buraları gösterip “bakın burada evlerinden atılmış insanlar var” diyerek para alıyor, dilencilik politikası izliyor. Artı Abhazya, Gürcistan’daki bütün siyasi gruplar için bir politik araç. Abhazya ve Güney Osetya olmadan birçok insanın politik arenada yer alması mümkün değil. Bundan herkes yararlanıyor. Türkiye de Amerika’nın taşeronluğunu yaparak yararlanıyor. Orada kendi A planını, B planını gerçekleştirerek, ağabey rolünü oynadığı için yararlanıyor. Kimin kârı yok? Bizim yok! Tek kârımız, net bir durum olmadığından savaş da çıkmıyor, insanlar orada hayatını iyi kötü idame ettirebiliyor. Bu şekilde faydalanabiliyor ancak bizim insanlarımız bundan. Akıllı olsalar, bu sırada politikalar geliştirebilirler.
Tarihe bakışımıza gelirsek… Bizim tarihten genelde anladığımız 1864’te sürüldük ve bunun yası… Devamlı sadece bir acı… Bu anlayışımızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim tarihe bakışımız, dünyadaki bir çok şoven halkın tarihe bakışından farklı değil. Ve diğer uluslaşmış halklardan da bir negatif farkımız var: biz tarihimizi belli sınırların içine koyuyoruz. 1864’ten sonrası. Halbuki 1864, tarihimizdeki çok önemli bir kırılma noktası. Bundan önce de bir çok kırılma yaşadık. 12. yy.da Moğollar, sonra Rusların güneye inişi, Kabardey boyunun Kırım dolaylarından doğuya gelmesinde kırılmalar yaşadık… Bunların çoğu, tarihsel, kültürel alt yapıları irdelenmeden es geçiliyor. Biz kendimizi öven şeylerden hoşlanıyoruz, bunu da birileri fark ediyor, gayet güzel kullanıyor. Aynı şey Türk kardeşlerimizde de var. Vatan, millet, Sakarya, biz kahramanız… Tarih bir neden-sonuç ilişkisidir. Neden olmuş, sonucunda neler olmuş, bunu nasıl lehimize çeviririz’in tarihini yapacak aydınlara ihtiyacımız var bizim.
Yani tarih bizde bir “kendini tanıma” çabasından ziyade hikaye veya masal gibi ele alınıyor… Öte yandan tarihi belli şablonlara sığdırmaya çalışmaktan kaynaklanan bir sakat okuma da karşımıza çıkıyor. Sosyalizmden beslenen biri bütün tarihimizi ağalar beyler varmış, bunlar köylüleri sömürmüş, emperyallere hizmet için halkını kandırmış gibi bir bakışla tarihe bakabiliyor veya uniter devletin argümanlarıyla tarihe bakıp, bizde devlet yokmuş, barbarmışız sonucunu çıkaranlar var. Bizim tarihe bir ortak noktadan bakmamız gerekiyor herhalde?
Çok önemli bir şey, tarihe ortak bir bakış. En kötü şey, yobazlık. Yobazlık, her düşüncenin körü körüne kabulü ve her şeyi kendi dünya görüşünün içine sıkıştırmaya çalışmakla oluşan bir kavram bana göre. Sağcı da olur, solcu da olur, dinci de olur, sosyalist de olur. Biz tarihi yorumlarken de sosyalistsek her şeyi onun içine sıkıştırmaya çalışıyoruz. Sosyalistsek, sosyalist olduğunu düşündüğümüz insanların yazdıklarını aynen tercüme ederek, kendimize şablon halinde uygulamaya çalışıyoruz. 70’lerde, 80’lerde benim kızdırdığım ağabeylerimiz böyleydi. Bir kitap bulurlardı Sovyetlerden, onu aynen çevirirlerdi, bakardık ki Çerkesler bizim hiç tanımadığımız bir toplum olurdu. Çünkü Sovyet tarihçisinin Kafkasya’ya yönelik bir bakışı var; emperyal bir bakış. Bu değişmedi. Daha birkaç sene önce örneğin Şeyh Şamil hakkında bir takım kararları değiştirdiler. Emperyal dünyanın tarihe bakışı bizden farklıdır. Ama biz her şablonun içine kendimizi uydurmak zorunda değiliz, bizim de bir bakışımız olmalı. Bunun için diyalog olması lazım.
Tarihin bir anlamı varsa herhalde geleceğe yönelik çıkarımlar yapmamız olmalı. Bizim tarih anlayışımız bugün ve yarınımıza dair bize bir şey söylemiyor. Bir ayağı kültür, diğer ayağı bugünle ilişkisi neredeyse bütünüyle kesilmiş, sadece ilgi alanına girenlere hitap eden, üç bin yıl öncesinin tarihinin yer aldığı bir tarihçilik, bugüne fazla bir şey katmıyor. Bu kendi kendimize yaptığımız bir hedef saptırması, kendimizi oyalama gibi duruyor; bilinçli olarak yapılmasa bile… Bu gözleme katılır mısınız?
Çerkes insanının karakterinde inatçılık var. Tarihe bakışta, kültüre bakışta da bu var. İnsanlar tarihin, kültürün donmuş halde olduğunu düşünüyorlar. Çerkeslik denildiğinde 16, 17, 18,19. yy.daki Çerkeslik olduğunu sanıyor, tarih deyince tarihin sadece Ruslarla olan kavga dövüş olduğunu sanan insanlar var. Ama asıl rahatsızlık konusu, aydın olduğu iddiasındaki kişi ve kurumların aynı saplantı içinde olması. Bunun bir an önce değişmesi tabii ki gerekiyor. Tarih, insanlar kendi geleceklerini daha güzel kursunlar diye bence doğmuş bir bilim. Ancak ideolojilerin elinde, ideolojilerin maşası haline geliyor.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Bizim Türkiye’nin farklı ve devlet tarafından desteklenen bir halk olduğumuz yanılsaması… Bu tamamen gerçek dışı bir şey. Devlet bizi kendi çıkarları doğrultusunda ne kadar kullanabiliyorsa o kadar bizden yanadır. Bugün yaşadığımız sorunlar da şuradan kaynaklanıyor: Hiçbir etnik kaygısı olmayan Osmanlı’nın içine bir Türklük sokuşturuldu, bunu sokuşturanların Türk olduğuna da inanmıyorum, sömürgeci dünya bunu yaptı çünkü öyle olması gerekiyordu, bu sayede ülkeyi parçalara ayırdı, ortada küçük bir yer bıraktı, ‘burayı da hadi Türklere verelim’ dedi. Ama Türkler, bizim kardeş oluğumuzu unuttular. Ama bizim, kraldan çok kralcı bir takım insanlarımız, hala vatan, millet, Sakarya, bu ülkenin kurtarıcısı biziz, bu ülkenin asli vatandaşıyız yanılsaması içinde devam ediyorlar. Bu yanlış. Bundan vazgeçilmesi gerekiyor. Devletçiliği çok abarttı bizim insanlarımız. Devle