İbrahim Yağan diasporanın yakından tanıdığı bir siyaset adamı. Abhazya savaşındaki Kabardey Gönüllülerin komutanı olması, 2000 yılına kadar DÇB'de yönetim kurullarında bulunması ve son olarak Çerkes Soykırımı konusundaki çalışmaları ile tartışma yaratmış İbrahim Yağan ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Anadil konusu, İnsan Hakları ihlalleri, Diaspora-Kafkasya ilişkileri, DÇB'nin 2000 yılında gerçekleşen tartışmalı kongresinde Türkiye delegasyonunun tavrı, Çerkes Soykırımı, Gürcistan ile ilişkileri ve Abhazya ile Rusya arasında imzalanan anlaşma İbrahim Yağan'a yönelttiğimiz başlıca sorulardı. Kendisi bütün sorularımıza içtenlikle cevap verdi. İşte söyleşimizin ikinci ve son bölümü;
Kuban Kural: Daha siyasi ve öznel konular ile devam edelim istiyorum. Soçi olimpiyatlarının da etkisiyle Çerkes Soykırımı meselesinin dünyada daha çok gündeme geldiğini görüyoruz. Sokak eylemleri, çeşitli konferanslar ve parlamento başvuruları ile süreç de bir şekilde devam ediyor. Bu konuda sizin de görüşlerinizi merak ediyorum. Başka neler yapılabilir ve konunun gündeme gelmesinin ne gibi sonuçları olabilir?
İbrahim Yağan: Öncelikle şunu söylemek isterim, bizim, yani Çerkeslerin temel uğraşı Çerkes Soykırımı’nın tanıtılması olmalı. Bunu gündemimizin ilk sırasına yerleştirmeliyiz. Hem kendi halkımızın duyarlı olmasına çalışmalıyız hem de konuyu dünyanın gündemine getirmeliyiz. Parlamentoların tanıması da bu anlamda önemlidir. Birkaç parlamentoya daha tanıtabilirsek Çerkes Soykırımı'nı, inanıyorum ki bizler için birçok kapı daha açılacaktır. Bizim, yani Kafkasya’da yaşayan Çerkeslerin de bunu gündeme getirmelerinde herhangi bir yasal engel yok. Ancak Rusya daha öncede değindiğimiz gibi yasaların hüküm sürdüğü bir ülke değil. Onun için insanlarımız -kısmen de olsa- haklı olarak bu konuyu gündeme getirmekten çekiniyorlar. Bu sebeple Çerkes Soykırımı’nı gündeme daha kolay getirebilecek olan diasporadır. Diaspora içerisinde ise en büyük nüfus yoğunluğu olan Türkiye’dir. Ancak burada da insanların aklına soykırım deyince hemen Ermeni Soykırımı geliyor. Bu sebeple de buradaki Çerkesler konuyu öteliyorlar. Ancak artık cesur olmalıyız, sonuçta bu haklı olduğumuz bir mücadele. Tarihsel veriler ışığında bu konuyu her platformda gündeme getirmeli Çerkesler. Şunu da unutmamak lazım, biz bu çabalarda bulunurken bizim gibi düşünmeyenler de boş durmuyorlar. Birçok kişi soykırımı inkar çabası içerisinde. Bu konuda uzağa gitmeye de gerek yok, Çerkesler arasında da soykırım olmamıştır diyen birçok kişi var. Ancak bu insanlar Rusya’dan çıkarı olan, Rusya devletinin sözcüsü konumunda kişiler, ciddiye alınmayı dahi hak etmiyorlar.
Öyle tahmin ediyorum ki bu konudan sizde sıkılmışsınızdır ama diasporada hala gündem olduğu için yine de sormak istiyorum. Bu bahsettiğimiz bütün meselelerde aslında aktif olması beklenen yapı DÇB, ancak onun durumu malum. Kısaca DÇB’yi tarif etmenizi istesem, ne dersiniz?
Biliyorsunuz, 2000 yılında, o zamanki Kabardey-Balkar devlet başkanı Koko Valeri ile DÇB’yi ele geçirmeye çalıştılar. Fakat istedikleri şekilde ele geçiremeyeceklerini anlayınca onu tamamen yok ettiler. O günden itibaren, yani 2000 kongresi olduğu günden itibaren DÇB diye bir örgüt yoktur. DÇB yöneticisi olduğunu söyleyen yaşlı insanlarda birbirlerini misafir edip laf üretmekten başka bir şey yapmıyorlar. Fonksiyonel olmayan, halkının değil başkalarının çıkarlarına hizmet eden bir yapıdır şu anda DÇB. Açıkçası gündeme almaya bile değmezler.
DÇB’den söz açılmışken bir konuya daha açıklık getirelim istiyorum. Meşhur 2000 kongresinde, yani DÇB’nin devletleştirildiği kongrede Türkiye delegasyonunun tavrı neydi? Bu konu hep tartışma konusu olmuştur diasporada. Siz olayların bire bir tanığı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz Türkiye delegasyonunun tutumunu?
2000 kongresinde Türkiye delegasyonunun başkanı Muhittin Ünal’dı. Devlet tarafından yapılan müdahalenin yöntemine dair kısmen itirazları da oldu ama bu itirazlar sadece üslup düzeyinde kaldı.
Daha detaylı anlatayım istersen. Kongreden bir gün önce, şu anda DÇB başkanı olan Sohroko Hauti Kafkasya dışından gelen delegasyonla bir toplantı yapıyor. Toplantıda “bizim yapacağımız operasyonu destekleyeceksiniz, yoksa bir daha Kafkasya’ya giremezsiniz” diyor. Muhittin Ünal bu toplantıda, kendileriyle bu şekilde konuşulmasının hoş olmadığını dile getiriyor. Yani üsluba yönelik bir eleştiride bulunuyor sadece. Bir gün sonra kongre esnasında içeriğe yönelik, yani devlet operasyonuna yönelik bir itirazları olmadığı ortaya çıktı zaten.
Kongrede olay çıkacağı belliydi. Polis kongrenin yapılacağı binanın etrafını üç halka halinde sarmıştı ve birçok delegeyi içeriye almıyordu. Hatta DÇB’nin kurucusu sayılan Nalo Zaur’u dahi salona almadılar. Bir tek ben, önceki yönetimde de olduğum için zorlayarak içeriye girmeyi başardım. Kürsüye çıkarak konuşma yaptım ve bir öneri getirdim delegelere. Bu operasyonu kabul etmememiz gerektiğini, bunun DÇB’yi bitireceğini söyledim. Bunu kabul etmediğimizi ilan ederek salonu terk etmeyi ve üç ay içerisinde bağımsız bir yerde kongreyi tekrar toplamayı önerdim. Bu önerimize Türkiye delegasyonu da dahil olmak üzere kimse destek vermedi, hepsi bu operasyonu onayladılar. Bizimle birlikte Türkiye’den gelenler dışarı çıksaydı kongre yapılamayacaktı. Türkiye delegasyonu o gün dışarıya çıkma cesaretini gösterseydi DÇB bugün bu halde olmayacaktı. Açıkça ifade ediyorum ki DÇB’nin bugünkü durumunun vebali Türkiye delegasyonunun üzerindedir. Diğer diaspora ülkelerinden gelenlerin hem sayısı azdı hem de bir etkileri yoktu. Türkiye’den gelenler o gün dışarı çıkmadıkları gibi yapılan operasyon için gereken bütün önergelere ellerini kaldırarak destek oldular. Şimdi çıkıp biz karşı çıktık diyorlar, bu çok büyük bir yalan. Aslına bakarsan bu insanların yapılan operasyon işlerine geldi. Çünkü onlar Valeri Kokov’un sofrasına oturmanın derdindeydiler ve bunu başardılar.
Sıcak gündemlerden bir diğeri olan Abhazya’ya gelirsek; Abhazya ile Rusya arasında bir kaç gün önce entegrasyon anlaşması imzalandı biliyorsunuz. Abhazya savaşına aktif olarak katılmış biri olarak özellikle size sormak istiyorum, bu anlaşmayı ve genel olarak Abhazya’nın gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rusya, Abhazya’yı Kırım gibi tamamen ilhak etmek için bir proje geliştirdi. Ancak bundan önceki Devlet Başkanı Ankvab bu projeyi gerçekleştirecek kapasitede değildi. Daha doğrusu böyle bir yükün altına girmekten çekindiği için projeye karşıymış gibi bir pozisyon aldı. Onu başkanlıktan almalarının temel sebebi bu entegrasyon anlaşmasıdır özetle. Diğer konuların hepsi ikincildir, başkan değişikliğindeki temel sebep bu anlaşmadır.
Sonuç itibariyle devlet başkanı değişti ve anlaşma imzalandı. İmzalanan bu anlaşma Abhazya’nın, Rusya’nın kucağına oturduğunun resmi belgesidir. Artık bu anlaşmadan geri dönüş de yok maalesef. Bizim durumumuza gelirsek. Bizler Abhazya’ya savaşmaya Rusya’ya düşman olduğumuz için gitmedik, ama sonuçta bir derdimiz, amacımız vardı. Tek hedefimiz Bağımsız Abhazya’ydı. Abhazya özgürleşsin ve bağımsız bir devlet olsun diye savaştık. Ancak bu gerçekleşmedi. Abazaların bir devlet olmak için zamanları ve şansları oldu. Fakat onlar bunu değerlendiremediler. Rusya’nın verdiği üç kuruş parayı kendileri için çok kıymetli gördüler. Akıttığımız kanı, verdiğimiz canları ve devletlerini Rusya’ya sattılar. Şu an itibariyle net olarak söylemek gerekirse ne devletleri, ne de özgürlükleri var. Elde ettikleri tek şey Rusların verdiği 3-5 kuruş para.
Rusya da Abhazya’ya vaat ettiği parayı vermiyor, sadece oyalıyor. Rusya şu anda ciddi bir ekonomik krizde. Önümüzdeki dönemde Abhazya’ya vaat ettiklerini de vermediğini hep birlikte göreceğiz.
Biz Çerkesler olarak hep Abazaların kardeşleriydik. Ama kendileri bizim kardeşliğimizi her seferinde unuttular. Göreceksiniz sıkıntıya düştükleri zaman yine bizim kardeşliğimizi hatırlayacaklar. Fakat artık Abazaların işleri çok zor. Kuzeydeki Abazalar da dahil olmak üzere Kafkasya halklarının tamamı Abazalara çok kırgın.
Bakın size enteresan bir şey söyleyeyim, bugün Abhazya yaşıyorsa, Rusya’nın onu tanıyıp diğer ülkelerin tanımaması sayesindedir. Abhazya’da bugün geçerli olan yasalarla dünya devletlerinin Abhazya’yı tanıması mümkün değil. Çünkü Abhazya’da demokratik bir seçim sistemi yok. Yasalara göre devlet başkanı olmanın şartı Abaza olmak. Böyle bir şeyin dünya tarafından kabul edilmesi mümkün mü? Bu sistem değişmeden Abhazya’yı Rusya’dan başka devletin tanıması mümkün değil. Bu yasa değiştiği andan itibaren de Abhazya’yı Abazaların yönetmesi mümkün değil. Devlet Başkanlığı ellerinden gittiği zaman bu sefer silahlı bir mücadele de yürütemezler. Şu anda biliyorsun, Abhazya’da ciddi bir Rus askeri varlığı mevcut. O askerlere hiç bir şey yapamazlar. Gürcüler ile konuşabiliyorduk, konuşamazsak savaşıyorduk. Ruslar ile şu anda Abhazya ne konuşabiliyor nede savaşabiliyor.
Siz geçtiğimiz dönemde Çerkes Soykırımı’nın tanınması toplantıları için Gürcistan’a gittiniz. Hatta sonraki dönemde de Gürcistan ile ilişkileriniz sürdü bildiğim kadarıyla. Sizin bir Abhazya gazisi olarak böyle bir ilişkiye girmeniz diasporada çok tartışıldı. Sizi bulmuşken bu konudaki görüşlerinizi de öğrenmek isterim?
Aslına bakarsanız onların söylediklerini hiç önemsemiyorum. Benim derdim popülizm değil. Ben halkım ve halkımın geleceği konusunda endişelerim olduğu için bu konularla ilgileniyorum. Biz, geçmişte gerçekleşen ve bizimde katıldığımız Abhazya savaşını ağzımıza sakız edip geviş getirerek ömrümüzü tüketemeyiz. Bu savaş biteli yirmi sene oldu ama maalesef bir ilerleme kaydedilmedi. Devamlı savaştan ve savaş anılarından bahsetmeye artık bir son vermemiz gerekiyor. Abazalar bunun hamasi söylemi üzerinden yaşamlarını devam ettirmek istiyorlar.
Gürcistan ile alakalı Abazaların bizim hakkımızdaki iddialarının tamamı da yanlış. Abhazya’nın bağımsızlığı ya da Abhazya ile ilgili başka bir konu bizim Gürcistan ile ilişkilerimizde gündem olmadı ve olmayacak da.
Bir önceki Abhazya Devlet Başkanı Ankvab ile bu konuyu bizzat kendim görüştüm. Çerkes Soykırımı meselesinde sizden destek istemiyoruz dedim. Abhazya’nın Rusya ile ilişkilerini bildiğimi ve bu konuda onları anladığımı ilettim kendisine. Abhazya’dan tek talebimizin bu konudan uzak durmaları, susmaları ve hiç bir şeye karışmamalarıydı. Yanımızda olamayacaklarını biliyordum, en azından karşımızda olmayın diye rica ettim. Biz Soçi sürecini en iyi şekilde değerlendireceğiz ve meselemizi gündeme getireceğiz dedim kendisine. Soykırımı gündeme getirerek spesifik sorunlarımızda bir aşama kaydedebiliriz diye düşünüyoruz. Fakat acıklı olan şu ki Abhazya bu konuda bizi anlamadı ve çalışmalarımıza karşı geldi. Buna karşılık Gürcüler bize yol gösterdi ve destek oldu. Abaza bir profesör çıkıp Moskova’daki bir toplantıda Çerkes Soykırımı yoktur, olimpiyatlar yapılmalıdır dedi. Ayrıca Soçi’nin tarihsel olarak Abaza toprağı olduğunu, Çerkeslerin bu konuda söz söylemeye hakları olmadığını söyledi. Bir profesör bunu söyledi diye üzülmeyecektik belki ama üzücü ve kırıcı olan Abhazya’dan kimsenin çıkıp bu adamın dediklerine itiraz etmemesiydi. Ne devlet kanadından biri ne de entelektüellerden biri çıkıp bu açıklamaya karşı geldi. Bizi esas yaralayanda bu oldu.
Bakın, bugünkü ortamda Abazalar Gürcülerle gerginliği sürdürdükleri sürece Rusya’dan para alıyorlar. Kendilerinin de ilgilendiği şey bağımsızlık falan değil, aldıkları paradır. Öyle olmasaydı en son anlaşma için yer yerinden oynardı. Abazalar kendileri bu şekilde davranırken bizden de doymayan hislerimizi bastırmamızı ve bundan zevk almamızı bekliyorlar. Biz Gürcistan’da yürüttüğünüz faaliyetlerde Abhazya meselesini konuşmayız. Gürcistan da bizimle Abhazya meselesini konuşmak istemiyor zaten.
Çerkesler ile Gürcüler arasından tarih boyunca Abhazya meselesinin dışında ilişkileri bozucu herhangi bir sorun olmamıştır. Abhazya meselesini donduralım, ilişkilerimizi geliştirmenin yolunu arayalım diyor Gürcüler. Benim Abhazya için özlediğim, arzuladığım da şu anki durum değildi zaten. Ben Bağımsız Abhazya için savaştım ancak bu gerçekleşmedi. Ben şu anda Abhazya’da geleceğimiz için bir perspektif görmüyorum. Abazalar için de gidişatın hiç olumlu olmadığı ortada. Savaş bitikten sonra defalarca gittim Abhazya’ya ama hiç olumlu bir ortamla karşılaşmadım. Sohum’a her gittiğimde hayal kırıklığı yaşadım ve içim karararak geri döndüm.
Gürcistan’da ise atmosfer çok farklıydı. Gürcistan kendi devletini kurmuş, hukuki ve ekonomik sistem çalışıyor. Bakın, ben Kafkasya meselelerini hep kalbi yaklaşırım. Gücistan’a gittiğimde rahatladığımı hissettim.
Biliyorsunuz Cigetler üzerinden Gürcistan, Çerkeslerin de Gürcistan halklarından olduğunu kabul etti. Saakaşvili yönetimi bırakmadan önce bunu kabul eden bir metin imzaladı. Bunun sonucunda 300 Suriyeli Çerkese pasaport verildi. Suriye’de savaştan kaçan bu Çerkesler hiç bir evrakları olmadan ortada kalmışlardı. Üstelik Gürcistan bu pasaportlar karşılığında orada yaşama zorunluluğu da getirmedi bu insanlara.
Sakaşvili ile bu konuları birebir olarak da görüştüm. Birçok çalışma yapıldı Gürcistan’da o dönemde. Çocukların eğitimi, sağlık hizmetleri, turizm ve ticaret ile ilgili birçok kolaylık sağlanıyor. Kafkasya’dan gelen çocuklar için kotalar oluşturuldu Gürcistan tarafından. Çerkes çocuklar orada eğitim görebilecek, sağlık hizmetlerinden ve turizm imkanlarından faydalanacaklar. Bu konuda yasal düzenlemeler yapıldı. Tiflis’te Kafkasya Merkezi adında bir merkez kuruldu. Ayrıca Çerkes Kültür Merkezi açıldı. Gürcistan bu işler için ciddi kaynak ayırıyor. Saakaşvili’den sonra çalışmalar biraz yavaşladı ama önümüzdeki dönemde hızlanacağını umut ediyorum. Özetle Gürcistan’da Çerkesler için önemli çalışmalar yapılıyor. Biz kardeşiz ve kardeşliğimizi geliştirmek istiyoruz diyor Gürcüler.
SON
1. Bölüm: “Rusya’da insan yaşamından daha değersiz bir şey yoktur”
Ajans Kafkas