Mandalina Bahçesi’ne Sohum’dan bakış
Bilindiği üzere bu yıl iki Gürcü filmi birden Oscar’a aday olabilmek için yarıştı. Daha doğrusu Gürcistan-Estonya yapımı “Mandalina Bahçesi” Estonya’dan adaydı, Mısır Adası ise Gürcistan’dan. Fakat ikisi de “Yabancı dilde en iyi film” dalında Rus filmi “Leviafan” gibi aday olma hakkını kazamadı.
İlginçtir ki, iki filmin adı da pastoral ve ikisi de doğrudan Abhazya ile alakalı. Mısır Adası’nda, Abhazya ve Gürcistan’ı ayıran İngur nehri ortasındaki adada günümüz anlatılıyor, Mandalina Bahçesi’nde ise Gürcistan-Abazya savaşı dönemi Abhazya’sı. Abhazya toplumunda bu filmlere, özellikle de yönetmenliğini Zaza Uruşadze’nin yaptığı, başrolünü Estonyalı aktör Lembit Ulfsak’ın oynadığı Mandalina Bahçesi’ne ilgi duyulmaması herhalde garip olurdu.
Geçtiğimiz günlerde Abaza gazeteci Otar Lakrba Mandalina Bahçesi ile ilgili oldukça sert bir eleştiri yazdı. Rus sitelerinden birinde ise filmin çoğunlukla hayranlık ifadeleriyle değerlendirildiğini gördüm. Övenler, filmin savaş karşıtı ve hümanist karakter taşıdığını belirtti. Lakrba ise siyasi angajman ve tarihi gerçekleri tahrif etmekle suçladı. Kısacası tüm bunlar, kendi düşüncelerime dayanarak değerlendirmek için görmek istediğim Mandalina Bahçesi filmini izlememi sağladı.
Malum, yanlı bakış suçlaması, tek taraflılığı ispatlayıcı bir şey değildir. Her durumda ya yanlı davranmakla eleştirilen taraf gerçekten böyledir, ya eleştirenin bizzat kendisi. Dahası, söz konusu olan şey eğer, prensipte insani boyutla ilgilenen bir eserse, sanatçının siyasi angajmandan maksimum derecede kaçınmaya çalışma sorumluğu var; izleyici ise genelde kendi siyasal doğrularına aykırı bir şey görmek istemiyor.
Yakın geçmişteki hadiselerin, mesela 08.08.08 savaşının [Rusya ile Gürcistan arasındaki Güney Osetya savaşı] tanıkları, savaş hakkındaki film ile yaşadıklarının tamamen farklı olduğunu söyleyerek sert tepki göstermişti. Filmi savunanlar ise bunun bir belgesel olmadığı ve izleyicinin yüzde 99,9’u için gerçeklere bağlılığın hiç bir önemi olmadığı yanıtını verdiler.
Kabaca bu tarz “ön yargılarla” Mandalina Bahçesi filmini izlemeye başladım.
Abhazya’da iki Estonyalı yerleşim bölgesi var. Biri Abhazya kıyı boyunun orta bölümünde, Gulripş bölgesindeki Estonka köyü; diğeri Psou kıyısında, dağlık bölgenin batısındaki Salme ve Sulevo. Savaş öncesinde her iki yere de gazetecilik icabı çok defa yolum düştü. Otar Lakrba, okumadığım bir özete dayanarak filmin konusunun Estonka’da geçtiğini yazıyor. Ama orada savaş olmadı. Salme ve Sulevo bölgesinde çatışmalar 1992 Ekim’inde gerçekleşti. Yani Abazaların Gagra ve civarını kurtarma operasyonu esnasında. Filmin tanıtımında özellikle 1992 yılı ifade ediliyor. Gerçi Ekim başında mandalinalar henüz yetişmiyor ama olsun. Ne fark eder? Bu bir sanat filmi. Ve yaşlı Estonyalı İvo’nun savaşta ağır yaralanan Çeçen ve Gürcü iki düşmanı evine almasının öyküsü gerçekten yaşanmış olabilir. Gerçek hayatta böyle bir şey olmadıysa da çok da önemli değil.
Benim daha çok diyaloglar hoşuma gitti bu filmde. Diyalogların dinanizmi, psikolojik planı, özgünlüğü.
Çeçen Ahmed, Gürcü Nika ve diğerleri arasında geçen Rusça konuşmalarda küfür çok. Gerçeklik için bu gerekli, ama biraz aşırıya kaçılmış gibi.
Filmle ilgili benim temel eleştirim, bir bölümünde siyasi eğilim olmakla kalmayıp yalanla karışmış bir eğilimin ortaya çıkıyor olması. Köy sakinlerinden iki Estonyalı arasındaki kısa diyalog şöyle: –Yakında gelecekler. –Kimler, Gürcüler mi Ruslar mı? Halbuki çatışmaların olduğu bölgedeki sivillerin birbirine şöyle sorması gerekirdi: “Kim gelecek, Gürcüler mi Abazalar mı?”. Abazalara, Gürcülerin ölümüne korktukları Kuzey Kafkasyalılar da eklenebilirdi. Savaşı Abhazya’da yaşayan hafızası iyi, dürüst bir Gürcü’ye sorun. Savaştan sonra ise kaybeden taraf kendisine ve başkalarına, “Gürcistan-Rusya” savaşını kaybettiğini telkin etmeye başladı, çünkü bu daha az utanç verici.
İşte 2013 yapımı filmin yapımcıları yirmi yıl önce yaşanan şeyi ‘yeniden yazmaya’ çalışıyor. Belki de hiç bir şeyi tahrif etmediklerine, iki Estonyalı çiftçinin 92 sonbaharında tam da böyle konuştuklarına içtenlikle inanıyordur. Yapımcılar, “böyle görüyor”. Bu diyalog ise bana İskender’in [Abaza yazar Fazıl İskender] eserlerinden birindeki esprili cümleyi hatırlattı: “daha sonra Menşevik olan mermi…”
Bunun dışında yapımcıların nazarından, Tiflisli aktör Nika Abhazya’ya savaşmaya gitmiştir, çünkü bu onun “vatan borcudur”. Diğer taraftan Çeçen Ahmed, İvo’nun sorusuna cevap verir: –Paralı mı? (Ahmed Kolayca kabul eder:) –Evet, ailemi geçindirmem lazım. Benim bildiğim, savaş zamanında böyle bir soru, Çeçenler, Kabardeyler ve diğerleri için cinayet sebebiydi…
Filmin yapımcıları zirveyi şu sahneyle görüyor: İvo’nun bahçesinin önünde Rus birliği duruyor. Kötü niyetli “yoldaş binbaşı” odun kesenin Gürcü değil de Çeçen olduğuna inanmıyor. Ahmed nedense inatlaşıyor ve Çeçence konuşmak istemiyor. O zaman binbaşı onu vurmaya hazırlanıyor. Nika evin penceresinden, İvo’nun evinde olduğu müddetçe birbirlerine dokunmayacaklarına söz verdikleri can düşmanını kurtarmak için Rusya askerleri üzerine ateş açıyor… Rus birliği oraya nereden gelmişti ve kötü binbaşı neden sonunda Çeçence bir şey söylemiş olmasına rağmen Ahmed’i vurmak için o kadar acele ediyordu, bilmiyoruz. Ne fark eder! Filmin yapımcıları gelecekteki iki Rusya-Çeçenya savaşının önsezisini “böyle görüyorlar”. Dahası bu bölüm, mükemmel şekilde bugünkü siyasi duruma, Gürcistan ve Estonya’nın Kremlin’e karşı ittifakına uygun. Bunlardan önce İvo’nun evinde toplananlarla nedense Gürcü aksanı ile Rusça konuşan Abaza savaşçı gurubu da sempatik olmasa da yeterince saygın bir şekilde resmediliyor. Yine de Gürcistan toplumunda hakim olan siyasi tutumlara tamamıyla uygun olarak.
Gürcistan, Estonya ortak yapımı Mandalina Bahçesi’nin, filmi gören Abhazyalılar için ne kadar rahatsız edici olabileceğini anladım. Bununla birlikte yapımcıların, hitap ettiği kitlenin siyasi düşüncelerine dayanmak zorunda olduklarını da çok iyi anlıyorum. Ayrıca, bu filmin kaydını bana getiren Sohumlu tanıdığım, Mandalina Bahçesi’nin bir internet forumunda Gürcü kullanıcılar tarafından eleştirildiğini anlattı. Onları rahatsız eden Estonyalıların Abhazya tarafında savaşmış gösterilmesi. (Filmin finalinde İvo, öldürülen Nika’yı Abhazya için savaşan oğlunun yanına defnediyor). Şahsen ben bu tür bir kaç olay biliyorum. 1993 sonunda çıkan belgesel kitabım Abhazya Trajedisi’nde fotoğraflar arasında şöyle bir fotoğraf var: Sol bacağı dizinden kesilmiş, koltuk değneğine dayalı olarak bankta oturan yakışıklı, genç bir delikanlı. Fotoğrafın altındaki metinde de şu yazıyor: 17 yaşındaki Vitali Stefanidi (babası Yunan, annesi Estonyalı) kendi köyü Salme’nin Ekim 1992’de kurtarılmasının ardından Abhazya ordusuna katıldı, 16 Mart 1993’de Sohum’a girişte mayınla yaralandı. Svetlana Holiç’i (Holiç eşinin soyadı) uzun zamandır tanıyorum. Estonyalı, savaş boyunca ve sonrasında uzun yıllar Abhazya Savunma Bakanlığında çalıştı. Aslında Estonyalıların çoğu Abhazya’dan anavatanları Estonya’ya, filmin tanıtımında ifade edildiği gibi savaştan sonra değil, daha önce SSCB dağılırken döndüler. Bu arada, Abhazya köylerinde halen az sayıda yaşlı Estonyalı yaşıyor.
Kaynak: Ekho Kavkaza
Çeviri: Ajans Kafkas
Vitali Şariya