23 Şubat 1944 Vaynah (Çeçen-İnguş) Sürgünü ve Soykırımı
Доьлхур дац! Духур дац! Диц а дийр дац!
Ağlamayız! Yılmayız! Unutmayız!
***
O yılın kışı işte, o yılın,
Sivri kama misali,
İnsanın bağrına saplanıp da yaşanan,
Kışı işte o yılın!
O yılın yazı hiç olmadı ki…
Kanayan yüreğimin yarası hiç kapanmadı ki!
İçimi kavurarak süren o yılın kışı
On üç buzlu kışa dönüştü
Ve daha bir başka soğudu
Tamı tamamına on üç kez!
Sibirya’da dona dönmüş on üç yaraya
Duradurur içimde on üç anıt misali.
On üç yıldan uzun süren on üç yaraya
Deva olmaz zaman denen sonsuzluk!
Zelimhan Yandarbiyev (Çev. Tarık Cemal Kutlu)
Sürgün öncesi ve sürgün esnasında yaşananlar
Bu soykırım, Vaynah (Çeçen-İnguş) ulusunun maruz kaldığı en büyük felaketlerden birisidir ve soykırımı gerçekleştiren de Josef Stalin’dir. Bu unutulmaz günde, Sovyetler Birliği lideri Stalin’in doğrudan emri ile istisnasız tüm Vaynah halkı resmi olarak “Alman faşistlerle topluca iş birliği yapmak ve hainlikle” suçlandı. Çeçen-İnguş Sovyet Sosyalist Otonom Cumhuriyeti lağvedildi ve ayrıca Vaynahlar Sibirya ve Orta Asya’ya sürgüne gönderildi.
Stalin ve komünist liderliği, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların Rusya’yı işgali sırasında Vaynahların ayaklanmasından korkuyordu. Bu nedenle Şubat 1943’te Soyvet liderliği toplanarak bu probleme (!) derhal son vermeye karar verdi. Bunun için tüm Vaynahlar Orta Asya ve Sibirya’ya sürgün edilecek, Çeçen-İnguş Otonom Cumhuriyeti dağıtılacak, ülkenin toprakları Rus ve diğer Sovyetler Birliği nüfusu ile doldurulacaktı.
Sürgünün hazırlıkları bir yıl sürdü. Özel eğitimli -yaklaşık 100 bin kişilik- ordu çeşitli sebeplerle Çeçen-İnguş Otonom Cumhuriyeti’ndeki her bir köye, kasabaya sevk edildi. 23 Şubat 1944 (ki Kızıl Ordu’nun 26. kuruluş yıl dönümü idi) arifesinde Çeçen-İnguş Otonom Cumhuriyeti’nin vatandaşları kasaba ve köylerin meydanlarında Kızıl Ordu Günü’nü kutluyordu. Toplanan Vaynahlar birazdan olacaklardan habersizdi. Güvenlik güçleri tüm meydanların etrafını sardı ve komutanlar da her bir meydanda vatandaşlara tüm Vaynah halkının Orta Asya ve Sibirya’ya sürgüne gönderilmesine ilişkin Yüksek Sovyet Kararnamesi’ni okudular. İnsanlara sürgün için hazırlanmış özel merkezlerde toplanmalarını emrettiler.
İnsanlar şok olmuş, böyle bir şeyin olamayacağına kendilerine inandırmak istiyorlardı ve herkesin aklındaki tek soru vardı: “Neden?” Ancak askerlerin ağzından çıkan, 15-20 dakika içerisinde hazırlanmalarına ilişkin sert yanıtın dışında zihinlerini meşgul eden soruya cevap alamadılar. Gösterilen herhangi bir öfke işaretinin cezası ölüm oldu. Kaçmaya yönelik her girişim silahlardan çıkan mermilerle karşılık buldu! Katliamın ilk günlerinden sonra pek çok dağ, ova, kasaba ve köy cansız bedenlerle kaplanmış ve bu cansız bedenlere her yerde rastlanıyordu: Evlerde, avluların içerisinde, yollar boyunca, köylerin çevrelerinde ve ormanlarda. Ruslar Vaynahları her şekilde öldürdü: Kurşuna dizdiler, yaktılar, suda boğdular, zehirlediler. Gıda ürünlerinin çoğuna gazyağı döktüler ve yaktılar. Dağılan zehirli yiyeceklerin kurbanları ise çoğunlukla açlıktan kıvranan çocuklar oldu.
“Mercimek” kod adıyla planlanan Vaynah halkının korkunç sürgün/soykırım operasyonu, Sovyet devlet otoritesi tarafından 23 Şubat 1944 tarihinde başlatılmış ve 9 Mart 1944 tarihinde tamamlanmıştır.
Vaynahların sürgün edilme sebebi
“Alman faşistlerle topluca iş birliği yapmak ve hainlikle” suçlanan Vaynahlar gerçekten de Rusların düşmanları ile iş birliği halinde miydi?
Alman ilerlemesi Kuzey Osetya Mozdok’ta durdu ve Çeçenya’ya asla ulaşmadı. Bu nedenle Vaynahlar Almanlarla iş birliği yapmadı. Hainlikle suçlanan Vaynahların Naziler hakkında tek bildikleri, film sahnelerinden ve savaş haberlerinden ibaretti.
Çeçen yazar Abdurrahman Avtorkhanov ise sürgünün nedeni olarak gösterilen Alman iş birliği iddialarına şu cümlelerle karşı çıkmaktadır:
“Sürgünü gerekçelendirmek için Sovyetlerce öne sürülen savaş sırasında Almanlarla iş birliği iddiası saçmalıktı. Hükümetin iddiasına göre Sovyet karşıtı müfrezeler Çeçen-İnguşetya’nın derinlerinde aktiftiler, bu kesinlikle doğru. Yabancı işgalcilere karşı silahlı direniş, Stalin veya Hitler ortalıkta yokken bile Vaynahlarda yerleşik geleneklerdendir. Aslında Şamil’in imamlığı, Sovyet hükümetinin kurulmasından sadece 63 yıl önce yıkılmıştı. Kafkasya’daki küçük bir toprak üzerinde iki dünya yüz yüze geliyor: Devasa polis despotizmi ve etrafı kuşatılmış olan insani amaçlar. İyi ile şeytanın, demokrasi ile totaliterliğin arasındaki direniş, dış dünyanın kayıtsızlığına ve cahilliğine rağmen on yıllardır Kafkas dağlarında kanun halindedir.”
Kızıl Ordu içerisinde başarılı iki asker
Vaynahlar Almanlarla iş birliği neticesinde ihanetle suçlanıp sürgüne gönderilirken, Kızıl Ordu içerisindeki iki Vaynah Almanlara karşı şu başarıları elde ettiler. Savaş sonunda hayatta kalanlardan olan Mavlid Visaitov ise savaş sonunda Orta Asya’ya sürgüne gönderildi.
Khanpaşa Nuralidov
1941-1942 yılları arasında Kızıl Ordu’ya hizmet eden Çeçen makine tüfekçisi. Makineli tüfeğiyle -tahminen- 920 düşman askerini öldürdü. Ayrıca 18 Nazi askerini esir aldı ve 9 makineli tüfeği ele geçirdi. Dört kez Sovyetler Birliği Kahramanı unvanına aday gösterildi. Son savaşı Stalingrad Muharebesi idi. Vücudu asla bulunamadı ve insanlar onun Alman bombardıman uçakları tarafından öldürüldüğü sonucuna vardı. Ölümünden sonra Stalingrad Muharebesi’nde gösterdiği başarılar nedeniyle Sovyetler Birliği Kahramanı (Sovyetler Birliği’nin en yüksek dereceli onur madalyası) unvanını aldı.
Ödülleri:
– Sovyetler Birliği Kahramanı
– Lenin Nişanı
– Kızıl Bayrak Nişanı
– Kızıl Yıldız Nişanı
Mavlid Visaitov
Çeçen Kızıl Ordu albayı ve Sovyetler Birliği Kahramanıydı. Visaitov, İkinci Dünya Savaşı sırasında 255. Çeçen-İnguş süvari alayının komutanıydı. Elbe Nehri üzerinde Amerikan kuvvetleriyle telsiz iletişimi kuran, onlarla görüşme gerçekleştiren ilk Sovyet subayıydı. Bu başarısından kısa süre sonra Sovyetler Birliği Kahramanı unvanına aday gösterildi. Ancak Çeçen olduğu için o dönemde sadece Lenin Nişanı ile ödüllendirildi.
Askerlik görevi bitip Çeçenya’ya gitmek üzere ordudan ayrılan Visaitov’un Çeçenya’daki evine dönmesine izin verilmedi ve Orta Asya’ya sürgüne gönderildi. 1957’de tüm Vaynahlar gibi Çeçenya’ya dönebildi. Daha sonra Grozni’de yaşadı ve 23 Mayıs 1986’da 72 yaşında öldü. 5 Mayıs 1990’da -1945’teki adaylığı uyruğu nedeniyle reddedilmişti- “Sovyetler Birliği Kahramanı” ilan edildi.
Ödülleri:
– Sovyetler Birliği Kahramanı
– Lenin Nişanı (2 tane)
– Kızıl Bayrak Nişanı
– Suvorov Nişanı
– Vatanseverlik Savaşı Nişanı
– Kızıl Yıldız Nişanı
– Savaş Hizmeti Madalyası
– Liyakat Nişanı
– Harekat madalyaları
Soykırımın kültürel yönü
Vaynah halkının soykırımı sadece fiziksel değildi. Yüzyıllar boyunca ata topraklarında yaşayan Vaynahlarla ilgili tüm anılar, kitaplar, bilgiler, belgeler, arşivler, mezar taşları, kültürel ögeler yok edildi. Vaynahların kökenleri hakkında eski el yazmaları, dini-felsefi tezler, özel kütüphanelerden ve arşivlerden alınan belgeler ve eserler Çeçenya’nın dört bir köşesinden Grozni’ye getirildi. Birkaç gün boyunca tüm bu değerli belgeler, Vaynahların tarihi hafızasını yok etmek amacıyla şehir merkezinde yakıldı. Dağlarda, asırlık kuleler dinamitlendi -sadece Argun Geçidi’nde bulunan yaklaşık 300 kule- yok edildi. Mezarlıkları yerle bir edildi ve mezar taşları çeşitli binaların, yolların yapımında kullanıldı.
Sürgün yolculuğu (Ölüm yolu)
Hazırlıkları için 15-20 dakika süre verilen, yanlarına 20 kg’dan fazla yük almalarına izin verilmeyen, vatanlarından ayrılacaklarını ve nereye gideceklerini bilmeyen insanlar ne kadar hazırlık yapabilirse Vaynah halkı da o kadar hazırlık yapabildi. Birkaç parça kıyafet, birkaç parça ekmek-yiyecek ve özellikle çocukların, yaşlıların, hastaların ihtiyaçlarına yönelik hazırlıklar. Tren istasyonlarına yakın olanlar hemen istasyonlara nakledildi. İstasyonlara uzak olanlardan şanslı olanlar (!) kamyonlarla, diğerleri ise yaya olarak getirildi.
Dağlarda yaşayıp istasyona yaya olarak götürülmek istenenlerden bir grubu, Galançoj Gölü’ne yaklaştıklarında bir başka trajedi bekliyordu.
Rus askerleri bu insanları buz tutan gölün üzerinden geçirmek istediler. Buna karşı çıkanlar orada öldürüldü. Tren vagonlarında kendilerini bekleyen ölüm yolculuğuna hazırlanan bu insanların buz kaplı Galançoj’u geçmeleri gerekiyordu. Gölün üzerinde yürümeye başladıktan bir süre sonra buzlar ağırlığı kaldıramadı ve kırıldı. Yaklaşık 300 Çeçen kışın en soğuk zamanında Galançoj’un buzları altında donarak can verdi.
Vaynahlar hayvan taşımak için kullanılan soğuk tren vagonlarına bindirildiler. Vagonlar kapasitesinin üzerinde tıka basa dolduruldu. Hayatta kalanlardan bazılarıyla yapılan mülakatlarda “balık istifi gibi dolduruldukları vagonlarda ayakta durmak zorunda kaldıklarını, pencerelerine tahtalar çakılmış trenlerin ne yemek ne de başka bir ihtiyaç için durmadığını” anlattılar.
Vaynah tarihinin en trajik zamanlarından biri başlıyordu. Havasız, soğuk, hayvan pislikleriyle birlikte tıka basa dolu vagonda ölüm yolcuğu, utanç dolu anlar bu çaresiz insanları bekliyordu. Yirmi günü aşkın sürecek yolculukta ilk olarak yiyecek stokları tükenmeye başladı. Nereye götürüldüklerini bilmeyen, hastaların inlemeleri, bebeklerin ağlamaları altında soğuğun kırıp geçirdiği Vaynahları bekleyen bir başka düşman daha vardı: Tifo. Açlığın, hastalığın pençesindeki çaresiz insanlar birer ikişer ölüyordu. Ölüye saygıları üst seviyede olan Vaynahların cenazeleri, trenlerin önceden belirlenmiş yerlerinde -trenlerin aralıklarla durduğu anlara kadar- dikey pozisyonda vagonların içerisinde kaldı ve ancak tren durduğunda dışarıya çıkarıldı. Cenazelerini defnetmelerine izin verilmedi ve ölülerin bedenleri demiryollarının yakınlarına yine bu insanlara taşıtılarak karlarla kaplı olan Orta Asya steplerinin üzerlerine bırakıldı.
Sürgünde yaşam
Sınır dışı edilenler sürgün yerlerine ulaştıktan sonra günlük yaşamları bir hayatta kalma mücadelesiydi. Her kişiye yaşaması için belirli bir köy tahsis edildi ve kolluk kuvvetlerinden izin almadan bitişik köye geçmesine dahi izin verilmedi.
Yaşam koşulları son derece sertti. Herkes ailesine bir şekilde temel gıda maddelerini temin etmek zorundaydı ancak birçok insan açlıktan, salgın hastalıktan öldü. Yerel halklara yeni gelenlere hiçbir şekilde yardım etmemeleri emredildi. Bu zulümde hayatta kalabilen Nura Tsutiyeva, bir ay süren işkence dolu yolculuğun ardından Kazakistan’ın bir kasabasına yerleştikten sonraki hayatlarını şu cümlelerle anlatıyor:
“Yabancı bir diyardaki monoton hayatımız başladı. Bir kişinin en ufak bir suç için hapse girebileceği veya sürgüne edileceği hatta Sibirya’ya gönderilebileceği koşullarda yaşadık. Eğer komutanın ofisine zamanında rapor verilmediyse cezalandırıldık. Yeterli çalışmayanlar cezalandırıldı. Herhangi biri sürgün edildiği köyde özel izin almadan çıktıysa çalışma kamplarında uzun bir ceza alırdı. Bu on üç uzun yıl hayatımız böyleydi.”
Birçok Vaynah zorunlu çalışma kamplarına gönderildi ve Vaynahlar sürgün edildikleri yerlerdeki en büyük işçi kaynağıydı.
Kışın biri öldüğünde karla kaplı toprak donmuş olduğundan mezar kazamazlar, cenazeleri kara yatırır ve bahar gelip toprak uygun duruma geldiğinde defin işlemini gerçekleştirirlerdi. Sürgünden sonraki ilk haftalarda yetmiş binden fazla insan açlıktan, soğuktan ve salgın hastalıklardan hayatını kaybetti.
Sürgün süresince düşmanca ve acımasız bir ortamda yaşam mücadelesi veren Vaynahlar, on üç yıl boyunca umutlarını asla yitirmediler. Kendilerine olan saygılarını muhafaza ettiler ve gururlarını, ahlaklarını kimsenin ayakları altına almasına izin vermediler. Bu gerçek Rus yazar Aleksandr Soljenitsin’in “Gulag Takımadaları” isimli eserinde şu şekilde dile getirilmiştir: “Psikolojik olarak asla boyun eğmemiş bir halk vardı. Bir tanesi, iki tanesi değil; bütün bir halk. Bunlar Çeçenlerdi.”
Bir gün vatanlarına kavuşacaklarına yönelik dualar edip ruhlarını telkin etmek için şiirler yazdılar. Bunlardan birisi de Çeçen şair Said Gatsaev’in (1938-2012) kaleme aldığı şu dizelerdir:
Со гена дIаваха, дIаели жима хан.
Uzaklardayım, tükendi gençliğim.
Мичахь ю, мичахь ю сан хьоме Нохчийчоь?
Neredesin, neredesin benim canım Çeçenyam?
Ирс долуш со хилча, са хьийзаш висача,
Şanslı olsam, bunaldığımda,
ГIенаха гур яре сан хьоме Нохчийчоь.
Görürdüm seni rüyalarda benim canım Çeçenyam.
Vatana dönüş
1953 yılında Joseph Stalin’in ölümünden sonra komünist partinin başına Nikita Kruşçev geçti. Kruşçev, 1956’da partisinin kongresinde yaptığı bir konuşmada, insanların sürgün edilmesinin bir suç olduğunu ve halkların vatanlarına geri dönmeleri gerektiğini ima etti.
9 Ocak 1957’de SSCB Yüksek Sovyet İcra Komitesi bir kararname ile Çeçen-İnguş Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni yeniden kurdu.
Tarık Cemal Kutlu’nun “Çeçen Direniş Tarihi” isimli eserinde şu ifadeler yer almaktadır: “Groznenskiy Raboçiy gazetesinin 12/1/1958 tarihli nüshasında aynı yılın (1958) 1 Ocak itibari ile sürgünden dönmüş Çeçen ve İnguşların sayısı ancak 200 bin kadar olduğu yazmaktadır. Bu da 1944 yılında sürülmüş olan 700 bin nüfuslu Çeçen-İnguş Otonom Cumhuriyeti ahalisinin takriben yüzde 29’una tekabül eder (Nüfusun yüzde 71’i yok olmuştur).
Haklarının iade edildiğini öğrenen binlerce Vaynah vatanlarına geri dönmeye başladı ancak evlerinin yabancılar tarafından işgal edildiğini görmek bir başka yıkım oldu. Vatanlarına dönen Vaynahlar ile bölgeye yerleştirilen bu yabancılar arasında sorunlar çıkmaya başladı. 1958 yılında Grozni’deki Rus vatandaşları büyük bir gösteri yapıp hükümetten Çeçenleri tekrar sürgünde göndermelerini talep etti.
Vatanlarına dönen Çeçen-İnguşlar eski topraklarına değil kendileri için kurulan özel kolektif çiftliklere yerleştirilmişlerdir. “Sovyetskaya Rossiya” gazetesinin 21 Şubat 1965 tarihli nüshasında bildirildiğine göre, Çeçen-İnguş kolhozları ancak traktörlerin bile giremediği dağlık bölgelerdeki küçük toprak parçalarını” işleyebilmektedir. Buradan da anlaşılıyor ki, sürgünden dönen Çeçen-İnguşlara eski toprakları iade edilmemiştir.
23 Şubat 1944 Vaynah Sürgünü soykırım mıdır
Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi maddelerine göre Vaynahlara soykırım uygulandığı açıktır. Soykırım Sözleşmesi’nin I. maddesi ve II. maddesi aşağıdaki gibidir:
Madde 1- Sözleşmeci Devletler, ister barış zamanında isterse savaş zamanında işlensin, önlemeyi ve cezalandırmayı taahhüt ettikleri soykırımın uluslararası hukuka göre bir suç olduğunu teyit eder.
Madde 2- Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur.
a) Gruba mensup olanların öldürülmesi;
b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek;
Bu kriterlerin ilk üçü 1944’de sürgün edilen Vaynah halkına karşı eksiksiz uygulanmıştır. Bu sebeple 23 Şubat 1944’te başlayıp ve 1957’de vatana dönüş süresince yaşanılanlar açık ve net bir şekilde soykırımdır.
Ayrıca Avrupa Parlamentosu’nun 2004 yılında 23 Şubat’ı soykırım olarak tanıdığı ve Amerika Birleşik Devletleri Senatosu’nun da 2001 yılında 23 Şubat’ın sürgün olarak anılması ile ilgili kararı da vardır.
Grozni’deki sürgün anıtı
Çeçen Cumhuriyeti İçkerya Birinci Devlet Başkanı Cohar Dudayev, göreve gelmesinin ardından ulus bilincinin oluşturulması ve Sovyet yönetimi tarafından yasaklanan tarihi gerçeklerin gün yüzüne çıkarılması konularına önem verdi. Nitekim bu çalışmalarından birisi de 23 Şubat 1944 sürgünü ve soykırımının bir sembolü olarak Grozni merkezine bir anıt yapılması talimatını vermesiydi. Anıt fikri için sunduğu projesi kabul gören Çeçen sanatçı Darçi Khasakhanov, Çeçenya’nın dört bir yanından getirilen mezar taşları ile bir sürgün anıtı inşa etti.
Bugün hemen herkesin aşina olduğu kama tutan bir el ve duvarında “Dölxur Dats! Doxur Dats! Dits a Diyr Dats!” ifadelerinin yer aldığı sürgün anıtı, 1994-1996 tarihleri arasındaki birinci Rus işgali ile 1999 yılında başlayan yeni Rus işgalinde öncelikli hedefler arasında yer aldı. İşgale ve kısmen yıkılmış olmasına rağmen, Çeçen halkı zaman zaman bu anıta giderek mezar taşları başında dualar okumayı sürdürüyordu.
Ne var ki, Kremlin destekli işbirlikçi rejim, 2008 yılında anıtın yerinin değiştirileceğini iddia ederek anıtı ve anıtın içerisinde yer aldığı alanı ziyarete kapadı.
Ancak bu kadarla yetinilmedi, 1944 yılındaki sürgünün Çeçen halkının suçu olduğunu daha önce Ürdün’deki Çeçen diasporasına yönelik bir konuşmasında dile getiren Rus iş birlikçisi Ramzan Kadirov, 2013 yılında yayınladığı bir kararname ile 23 Şubat’ın sürgün ve soykırım günü olarak anılmasını yasaklarken, tıpkı Rusya’da olduğu gibi bugünün “Anavatan Savunucuları Günü” olarak kutlanmasını emretti. Ayrıca 1944 sürgünün 10 Mayıs tarihinde, yani Sovyet ordusunun Nazi ordusunu mağlup etmesinin kutlandığı “Zafer Günü’nde, hayatını kaybeden Sovyet askerleri ile birlikte anılmasını uygun buldu! Bugünden bir önceki gün olan 9 Mayıs ise, Ramzan Kadirov’un babası Ahmet Kadirov’un ölüm tarihi olması da enteresan bir rastlantıdır(!).