Bugün, Kuzey Kafkasya’nın toprak ve nüfus açısından en büyük olan cumhuriyeti Dağıstan sürekli olarak cinayet, terör eylemleri, kundaklamalar veya antiterör olaylarına bağlı olarak basın sayfalarına düşüyor.
Hiç değilse son bir haftada yaşanan olayları ele alalım. 26 Ekim 2008’de ülkenin başkentinde otomatik silahtan açılan ateş sonucunda Mahaçkale’nin Sovetski bölgesi içişleri, kriminal polis müdürü Gasan Kerimov öldürüldü. Bundan üç gün önce Hasavyurt’ta trafik polislerinin bulunduğu bir araç havaya uçuruldu. 22 Ekim’de Mahaçkale’de patlama sonucunda iki polis yaralandı. 21 Ekim’de direnişçilerin iki saldırısı oldu; sonuç, güvenlik birimi çalışanlarından beş ölü ve dokuz yaralı, saldırıyı gerçeklendirenlerin aranması da sonuç vermedi. Bu arada, bu açıklamalar o kadar alışıla geldi ki, artık ciddi tartışmalara bile neden olmuyor. Maalesef, Dağıstan’dan endişe verici haberler artık Rusya toplumunca anormal şeyler olarak kabul edilmemeye başladı.
Ama komşu Çeçenya’dan farklı olarak tüm bu trajik olaylar sadece tespit ediliyor, ama genelleştirilmiyor. Rusya yönetimi ‘Çeçen krizini’ hiç değilse bir sisteme koymaya ve ona kendince 1990 başı-ortası olayları yorumunu vermeye çalıştıysa da, son yıllarda Dağıstan’da meydana gelen olaylar federal yönetim tarafından hiçbir şekilde değerlendirilmiyor. Tüm bunlar saygısız yorum ve spekülasyonlara, yanlış tahminlere neden oluyor (hatta tahrik ediyor). Dağıstan bugün sıkça Çeçenya-2 veya ‘küçük Çeçenya’ diye adlandırılıyor. AKPM sonbahar oturumundaki konuşmasında Macaristan’dan milletvekili Matiaş Yorş, Rusya’ya, Abhazya ve Güney Osetya’yı tanımasının ardından Dağıstan’da da (nedense Tataristan ile birlikte ima edilen) ‘ayrılıkçı patlaması’ olasılığı konusunda gözdağı verdi.
Aslında Dağıstan’da durum daha ağır ve karışık. Çeçenya’da 90’lı yıllarda her şey açıktı: Federal yönetimin düşmanları ayrılıkçılardı, onların eylemleri, motivasyonları, parolaları ve ideolojileri iyi okunuyordu. Ama Dağıstan ne o zaman, ne şimdi ‘ayrılıkçılık hastalığıyla’ hastalanmadı. 90’lı yılların başında dillere destan ‘egemenlikler geçidine’ katılmayan Rusya’nın tek cumhuriyeti idi. Hemen her gün bölgede ‘Rusya’nın ileri karakolu’ olarak ifade edilen Kuzey Osetya bile 20 Temmuz 1990’da Kuzey Osetya SCB egemen devlet deklarasyonunu kabul etti. Dağıstan’da bağımsızlık ve yeniden diriliş partisi çok önemli bir rol oynamadı ve hızlıca siyasi olarak marjinalleşti. Ama cumhuriyetin resmi sloganı (çok şey ifade eden) şair Rasul Gamzatov’un formülü oldu: ‘Dağıstan gönüllü olarak Rusya’ya girmedi ve gönüllü olarak da ondan ayrılmayacak’.
Dağıstan’ın polietnik yapısı ve eşlik eden anlaşmazlıklar bir çok şey ifade ediyor. Ancak ülkenin problemleri ve anlaşmazlıklarını hele de eylemler ve saldırılar sadece bunlarla açıklanamaz. Gerçekten 1990’da etnik tartışmalar ülke birliğinin baş meydan okuyucusuydu. Ve onlar çatışmalara, terörizm de dahil olmak üzere güç eylemlerine eşlik ediyordu. Bu tartışmalardan sadece birinin (Avar-Çeçen, Lak-Kumık, Avar-Nogay, Kumık-Dargin, Güney Dağıstan’ın Lezgin problemi ve ülkenin Kuzeyindeki Rus problemi) basit anlatımı bile ayrı bir monografi isterdi. Ama farklı milletlerin aydınları ve ülke yönetimi Dağıstan’ın ikinci Çeçenya’ya dönüşüne izin vermemeyi başardı.
Bunun dışında ‘kan prensibi’ her zaman öncelikli rol oynamaya uzaktı. Cumhuriyete sadakat daha fazla önem arz ediyordu. Yani, Dağıstanlı Çeçen-Akkinler kendi cumhuriyet özdeşliklerini Dudayev-Mashadov İçkeryası ile ‘dayanışma’ fikrinin üzerine koydu. Sonunda, 1990 ortalarından itibaren bir şey daha önemli faktör oldu- İslam dini dirilişi. Elbette bugün de etnik problemler kendini hatırlatıyor. Geçen sene Karabudahkent bölgesinde Kumık ve Darginler arasında tartışma yaşandı. Ama İslami ‘diriliş’ politik süreç gibi yeni bir dağılma hattı oluşturdu. Şimdi, ‘yenilenmiş İslam’ (selefi versiyonu veya vahhabizm) taraftarları farklı etnik gruplardan olabilir. Onların baş muhalifleri olan Sufi (geleneksel) İslamı temsil edenler de farklı etnik gruplardan olabilir. Avar ve Dargin selefiler birlikte, Sufi İslamın temsil edildiği Din İdaresine mensup Avara karşı mücadele edebilir. Selefiler popüler oldu, çünkü sosyal adalet ve rüşvetle mücadele sloganlarına dayandı. Onlar Sovyet yapısında ve 90’lı yıllar demokrasisinde hayal kırıklığına uğrayan topluma, yeni bir seçim- ‘İslam düzenini’ teklif ediyorlar.
Ama problemler ve sınırlama hattı bunlarla bitmiyor. Postsovyet döneminde Dağıstan’dan diğer RF cumhuriyetlerinde azımsanmayacak sayıda insan gitti. Sıkı şartlara teslim edilen Dağıstanlı göçmenlerden bir çoğu kariyer yapmayı, prestijli eğitimler almayı, kendi işlerini kurmayı, para kazanmayı ve başarılı idareciler, entelektüel ve iş adamı olmayı başardı. En açık örneği; 1990 başında Moskova’ya yerleşen Derbent’li milyarder Süleyman Kerimov. O Nisan 2007’de sadece Moskova’daki cami inşaatı için 100 milyon dolar bağışladı, aynı senenin Mayıs ayında 5 bin Rusyalının hacca gitmesi için gereken parayı ödedi.
Şimdi ‘göçmenlerden’ bazıları maddi ve manevi sermayesini kullanarak ülkeye ‘borç vermek’ ve dönmek istiyor. Küçük ülkesinin sınırları dışında yaşadığı yıllarda onlardan bir çoğu için ‘Dağıstanlı’ özdeşliği etnik kökeninden daha az önemli olmadı. Ve bir ‘sınır’ daha ortaya çıktı; farklı millet ve polietnik gruplardan olan Rusyalı Dağıstanlıların rekabeti. 28 Ekim 2008’de ülke Devlet Başkanı Mukhu Aliyev, Mahaçkale’de yaptığı basın açıklamasında, tanınmış yurttaşı milyarderin Dağıstan futbol kulübü Anji’yi satın almak niyetinde olduğunu açıkladı: "Onunla konuşmamızın tüm detaylarını açamam. Ama şunu söyleyebilirim, Süleyman Kerimov Anji’yi almaya hazır."
Dağıstanlı ‘iç göçmenler’ tarafsız olarak ülkenin ‘açılışı’ için çalışıyor. Ama onların duyguları (bazen sübjektif, bazen objektif) Dağıstan’ın otoriter tabakasıyla çelişiyor. Bu tabaka henüz Sovyetler Birliği Komünist Partisi döneminde (komşu cumhuriyetlerden farklı olarak biraz daha az değişti) oluştu. Bu tabaka Moskova’dan ‘durumu düzeltmek’ ve kimseyle yarışmamak konusunda sınırsız özgürlük almaya alıştı. Ve resmi Mahaçkale milliyetçiler ve dini radikallerle nasıl mücadele edileceğini biliyorsa da, ‘iç göçmenlerin’ ‘yeni dalgası’ ile ne yapması gerektiğini çok iyi bilmiyor. Bazıları yönetime dahil edilebilir, bazıları aksine yönetimden koparılabilir. Ama yenileme stratejisinin nasıl olması gerektiği konusunda ciddi olarak düşünen az.
Çeçenya’dan farklı olarak (hatta birbirine bağlı olmasa da açıkça ifade edilen iki protesto akımının-İslamist ve insan hakları savunucuları- olduğu İnguşetya’dan bile) Dağıstan’da protesto sahasını ölçmek daha zor. Dağıstan’da protesto tek ölçülü değil. Dağıstan’da protesto etnik, dini alanda, ticarette ve yönetimde (gerçi bürokratik protesto aleni değilse de) gerçekleşebilir. Bu suretle Dağıstan’da daha çeşitli politikalara ihtiyaç var. Patlama ve zorba eylemler çok, ama her birinin ardında- kendi somut biyografisi, sebep ve gerekçeleri var. Bir taraftan bu, yönetimin ve mülkiyetin ‘el’ tarafından ‘özelleştirilmesi’ diğer taraftan İslam radikallerinin eylemleri olabilir. Bu radikaller de propagandacıların ifade ettiği gibi aynı da değiller. Onlar arasında gerçekten dini şahsiyetler (Dağıstan’da güçlü dini geleneklerden ötürü bu tür kişiler çok) olduğu gibi, sadece yönetim ve güvenlikçilerin zorbalıklarından zarar görmüş olanlar da var.
Köken olarak bu kadar çeşitli protesto ‘sahasının’ oluşu sadece, sosyal münasebetler kurumlar üzerine değil de gayri resmi prensipler, şahsi ilişkiler üzerine inşa edildiğinde mümkün olabilir. Açık prosedür ve kurumsal ölçülerin olmayışı ülkede, yığılmış farklılıklara, ama bir çoğunda tartışmalı meselelerin objektif çelişkilerinin güç aracılığıyla çözülmesine yol açıyor. Bu anlamda, motivasyon ve bu tür gücün yasallaştırılması- ikinci dereceli bir mesele. Buna değmez.
Bugün Dağıstan için en önemli problem, tüm Kuzey Kafkasya için de olan şey. Bu ‘durdurma’ görevinin gelişme göreviyle değiştiği modernizasyonun gerçekleştirilmesidir. Ama siyasi gelenekçiliğin belirli derecede istikrar rolü oynadığı cumhuriyeti nasıl modernize etmeli? Maalesef, İnguşetya’daki durumda olduğu gibi Rus federal yönetimi Dağıstan’a da ‘mesafeli yaklaşımı’ tercih ediyor. Bu Moskova için daha rahat, zira Mahaçkale defalarca sadece Kremlin’e değil Rusya’ya tam olarak sadakatini gösterdi. Ama bugün Kuzey Kafkasya’nın en büyük cumhuriyeti için yeni yaklaşımlar gerekiyor. Sözü edilen elbette personel değişiklikleri değil, sistem değişikliği gerekliliğidir. Pürüzlü gayri resmi anlaşmalar aracılığıyla gayri resmi ilişkilerin sağlamlaştırılması, kurum ve açık prosedürün olmayışı yeniden ve yeniden siyasi güç problemini güncelliyor. Eğer kariyer, normal ticaret, sivil projelerin gerçekleştirilme imkanı yoksa sosyal aktiflik radikal İslam ve etnik milliyetçiliğe gidiyor ve her türlü tartışmalı mesele de ‘ateş’ veya şantajla çözülüyor. Ve Dağıstan’ın bu meseleyi merkezin desteği olmadan çözmezi oldukça zor olacak. ÖZ/FT (Ajans Kafkas)
Politik ve Askeri Analiz Enstitüsü uzmanı Sergey Markedonov’un Caucasus Times için kaleme aldığı bu yazıyı Ajans Kafkas’tan Özlem Güngör Türkçeye çevirdi.
Sergey Markedonov