Çeçen tarihinin trajik sayfalarının biri olan 23 Şubat 1944 sürgününün yıldönümünde Chechen News, ‘çağdaş vahşet’ örneklerinden birini betimleyen bir mektup yayımladı.
Zulay Hamidova adlı Çeçen’in birinci Çeçen savaşında hunharca katledilen 19 yaşındaki yeğenine adadığı 1997 tarihli mektup aynen şöyle:
Cehennemden mektup 1: Araba aniden geriye gitti ve durdu. Baş kenara çarptı. Bilinç geri geldi. Kımıldayamıyorum. Nefesim kesiliyor. Üzerimde üç sıra insan cesedi. Kaburgalar karnıma girmiş. Büyük acı. Göz şiş nedeniyle kapandı. Başımı döndüremiyorum. Sonunda hafiflik. En üsttekileri aşağıya, yola attılar. Hepsinin elleri bağlı. En alttaki sıra. İnsanlar maskeli. Bunlar OMON. Küfür. Süngü,bıçak dürtüsü ile kaldırıyorlar. Uyuşmuş ayaklar dinlemiyor. Kalkamıyorum. Dipçik ile yüzüme darbe. Burundan kan boşandı. Aşağıya iniyorum. Doğrudan su birikintisine düşüyorum. Süngü dürtüsü. Soğuk su ayakları harekete geçiriyor. Kalkıyorum. Göz ucuyla çeşitli yaşlarda erkekler görüyorum. Hepsi Çeçen. 100-120 insan. 14 yaşındaki genç çocuğu hatırladım. Onun köprücük kemiği kırıldı. Acıdan kıvrandı. Yerden kalkamıyordu. Dudaklarımı kan akıncaya kadar ısırıyorum. Güçsüzüm. Yardım edemiyorum. Hiç kimse yardım edemiyor. Tamamıyla korkmuş gözler bana bakıyor. Ensesine darbe. Genç çocuğun başı düştü ve yeniden kaldırdı. Bir darbe daha, başı düştü ve bir daha kalkmadı. OMON askeri "Hazır" dedi ve ensesine sıktı. Çocuğu ayaklarından tuttular ve yoldan sürüklediler.
Ben de herkes gibi yüz üstü su birikintisinde yattım. Eller arkadan bağlı. Maskeli OMON askeri bağırıyor "Kalk". Ayaklar su birikintisinde dolanıyor. Çizmelerle bel altına darbe. Ayaklar bahane arıyor. Sağ ayak dermansızlaşıyor, sırt kamburlaşıyor. Dizlerimin üzerine oturuyorum. Maskelinin gırtlağından gelen ‘Ayağa, ayağa’ böğürtüsünden sıçrıyorum. Dipçik ile sırta darbe. Küfür sözünden sonra. "Koşun, koşun", herkes koşuyor. Ben de koşuyorum. Kimi de sürçüyor. Düşüyor. Silah sesi. Çabuk, çabuk. Durmak mümkün değil. Bir silah sesi daha, yine birinin hayatı sona erdi. Ayaklar zar zor sürükleniyor. Kafada hiçbir düşünce yok. Beş kişilik gruplar. Her birinden sonra bir köpeğin olduğu iki tarafta askerler. Başı sağa-sola döndürmek, silah sesi. Durdurdular. Nefes almak için bir saniye. Hemen kafamda düşünceler meydana geldi. Ne oluyor? Hangi yüzyıl? İnsanlar neden maskeli? Çocukluğumda bir zamanlar tüm bunları görmüştüm. Bu hangi ülke? Bu insanların hepsi kim? Onlardan ne istiyorlar? Benden ne istiyorlar? Bunlar gerçekten oluyor mu? Yoksa film mi çekiyorlar?
"Beş kişi ileri!" bağırıyor Rus askeri. Beş kişi öne çıkıyor. Orada önde bir masa duruyor. Orada iki maskeli soyadlarını yazıyor. Bir asker dipçik ile o tarafa, masaya doğru itiyor onları. Orada her iki tarafta üçer asker var. Sistemden geçiyorsun. Her biri belirlendi. Her biri nereye vuracağını biliyor. Acıdan bağırması için vurmak lazım. Ayaklarına kapanıp yalvarması için. Dişlerini sıkarak uluması için. Darbe sağdan. Darbe soldan. Masaya kadar on metre var. Beyin hummalı çalışıyor. Altı asker, altı darbe. Her şey hareket hızına bağlı. Her biri altışar darbe atabilir. Gizli hedef, masa. Tüm beden gerildi. Bütün kaslar koptu. Diz altı kemiğe çizme ile darbe. Gözlerden kıvılcım. Isırılan dudaktan, sıcak kan sızıntısı. Durmamak lazım. Koşarak öne. Yine darbe. Dipçik köprücük kemiğine saplandı. Kemik çıtırdadı. Acı göğsü deldi. Göz düşüyor. Tutunmak lazım. Düşersen, öldürüyorlar. Ayaklar ileri yırtılıyor. İkisi hızla geçti. Diğerlerini bekliyorlar. Onların yüzlerini bir anlık gördüm. Onlarda gergin bir bekleyiş vardı. Emri en iyi şekilde yerine getirmeye hazırdılar. Darbe bitirici olmalıydı. Ayaktan vurmak lazımdı. Acıdan bağırmaya mecbur bırakmak, merhamet istemeye mecbur bırakmak lazım.
Bu kasap suratlı tek darbe ile öldürüyor. Ona yaklaştım. Doğrudan göğsüme süngü, bıçağı ışıldadı. Sola ani bir eğilme yaptım ve süngü sağ omzumu deldi. Gözler karardı. Sendeledim. Akan kan kendime getirdi. Bir saniye daha ve ben yeniden ileriye atıldım. Solda kaburga kemiği altına darbe tatlı bir şarkı gibiydi, hiç acımıyordu. Kan dondu. İçerisi soğuktu. Sadece ayakla dövmeselerdi. İki kişi. Kötüler acımasızlıktan kudurdu. Onlara çığlıklar, merhamet dileme, inleyiş lazım. Çığlık yok, inleyiş yok. Merhamet dileyen yalvarmalar yok. Geriye birkaç adım kaldı. Burada beni göğsüme ciddi bir dipçik darbesi bekliyordu. Göğüs ikiye ayrıldı ve doğrulmuyor. Acı tüm bedeni kapladı. Hava yoktu. Tüm hava bir yere kaybolmuştu. Ağız açıldı, ama hava yok. Seri şekilde aşağıya eğildim ve doğruldum. Göğsüm yeniden düzleşti. Kan damarlardan akıyordu. Sıcaklığı hissettim. Yaşıyorum. Ayaklar pamuksu. Bir adım, bir adım daha. Son adım. Gizli hedef masa ne kadar yakın! Elini uzat ve yetişirsin. Bu düşünce parladığı anda, çizme darbesi kaburgamı yeniden saydı. Bedensel olarak iki üç kaburganın yumuşak bir şeye girdiğini hissettim. Önceki tüm acıları bu büyük acı bastırdı. Beden gevşedi.
Kollar saktı. Ayaklar eğrildi. Düşmemek lazım. Düşmek mümkün değil. Ama ben düştüm. Toprak ayağımın altından kaydı. O masanın önünde yerde yatarken hafif ve şiddetli daha başka darbeler de duydum, ama acı hissetmiyordum. Soğuktan kendime geldim. Kova ile su döktüler. Masada oturan " Kalk" dedi. Dipçik ile sağ tarafa darbe. Dipçik ile sola darbe. Sonunda kendime geliyorum. Kalkıyorum. Buradayım, ama ben yokum. Bedenimi hissetmiyorum. Bedenim yok. "Sen direnişçi misin?" "Ben bilim adamıyım!". Kahkahalar. "Kaç asker öldürdün?". Şu ana kadar tek birini öldürmedim, ama bu cehennemden sağ çıkarsam bir çoğunu öldüreceğim. Bu ifadeleri dile getirmedim, sadece konuşana baktım. "Bak sen Dudayev hayduduna" ifadeleri ile beraber gözlerimin arasını silah sapı kesti. Kan gözlerime doldu, ama ben sıkı bir şekilde ayaklarım üzerinde idim. Soyadımı yazdılar. Bele kadar soydular. Ayakkabıları çıkardılar. Çukura kovaladılar. Eller arkadan bağlı. Gözler bağlı. Çukurlar ‘zindan’ olarak adlandırılıyor. Onların içinde su var. Suda diz üstü durdurdular. Ciddi şekilde dövdüler. Diz kapağı üstünde. Bir çoğu dayanamadı, tüm bedenleri ile askerlerin üzerine saldırdı. Onlar anında vuruldu. Tüm gece suda durdular. Oturmaya müsaade etmediler. Ayakta uyukladılar. Düşeni vurdular. Yemek vermediler. Sabah gözlerdeki bağları çıkardılar. 10 kişiye bir fincan su verdiler. Dayaklar bitmedi. İki uzun boylu, yakışıklı 20 yaşındaki Çeçen gence kolu olan bir aletle elektrik ile işkence ettiler. Kol askerlerin elinde dolaşıyor. Üç soru sordular. Kaç Rus askeri öldürdün? Hangi silah ile öldürdün? Dudayev nerede? Cevap yoktu. Çığlık ta yoktu. Onları acımasızca dövdüler. Onlardan geriye kan çamuru kaldı. Onları vurdular.
İki saat sonra helikopter geldi. Binmek için kovaladılar. Helikopterde maskeli OMON askerleri. 20 kişiyiz. Hepsi ciddi şekilde dövülmüş, sancılı. Birbirimiz hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Konuşmak mümkün değil. Sadece anlamlı bakışlarla konuşuyoruz. Mozdok’a, ‘kimlik tespiti için’ esir kampına götürüyorlar. Bu grupta en büyükleri bendim. 35 yaşında idim. Onların hepsi ise 16-23 arasındaki geçlerdi. Havadayız. OMON’lar konuşuyorlar. 17-18 yaşlarındaki bir genç soyadını ve köyünü kulağıma fısıldıyor. O bir şeye karar vermişti. Maskelilerden biri duydu. Diğerine söyledi. OMON’un yüzüne kafayla vurdu. İki kişi onu tuttu ve ölesiye dövdüler. Tüm dişlerini kırdılar. Kollarını çektiler ve kırdılar. Sigara ile topuklarını yaktılar. O bağırıyordu. Onun çığlıkları uzun süre kulaklarımda kaldı. Ondan bir türlü kurtulamıyorum. Sonunda onu vurdular ve öldürdüler. Helikopterin kapısı açıldı. OMON’lar salladılar ve cesedi attılar. Kendini tutmak çok zordu. Gençler kendilerini tutamadılar. Üç Çeçen kapıda oturuyordu.
Bakışları karşılaştı. Ve ardından aniden ayaklarla OMON askerlerini devirdiler. Öfkeli darbeler üzerlerine savruldu, ikisi dövüyordu, üçüncüsü ise ayakları ile menteşe yaparak nefes aldırmıyordu. Her bir Çeçen vurmaya çalışıyordu. Darbeler güçlü ve kararlı idi. Her şey bir anda oldu. Bu anlık şey Çeçenlerin tarafında idi. İki kanlı maskeli helikopterin zeminine yığılmıştı. OMON’lar kudurmuş olarak geldiler. Herkesi sırasıyla dövdüler. Çizmeleri ile dövdüler. Dipçik ile dövdüler. Bıçak sapı ile dövdüler. Zavallı yarı canlı üçünü ise helikopterden attılar. Onlardan birinin altın dişlerini söktüler, ne için daha sonra pahalıyla satmak için?! Kısa bir dinlenme. Vücut acıdan kıvranıyor. İnlemek, bağırmak, sızlanmak istiyorsun. Ama böyle bir memnuniyeti onlara ne ben, ne de yanımdakiler yaşatmaz. Bilinci kaybetmemek lazım, öldürüyorlar. Yaşamak lazım! Kesinlikle yaşamak lazım! Her ne pahasına olursa olsun yaşamak lazım! Helikopter inmeye başladı. İri yarı maskeli delikanlı yaklaştı, cebinden yeşil bantlar çıkardı ve onları sol kolumuza bağlamaya başladı. "Artık sen direnişçisin" dedi ve güldü. Helikopter Mozdok’ta indi. ÖZ/FT