Kafkasya’da savaş, tabiri caizse göstere göstere başladı. Gürcü kökenli Sovyetler Birliği döneminin diktatörü Stalin tarafından çizilen sınırlar Kafkasya’da yaşanan problemlerin kaynağı olmaya devam ediyor. Sovyet dönemi öncesi Gürcistan’la sosyal, kültürel, ekonomik ilişkileri yok mesabesinde olan Abhazya ve Güney Osetya, Sovyet diktatörlüğü kurulurken coğrafi olarak Gürcistan Sovyet Cumhuriyeti içinde gösterildiler. Tek bir halk ve tarih boyunca tek bir yapı içinde olan Osetya’nın Kuzey ve Güney olarak ikiye ayrılarak parçalanması Stalin’in Kafkasya’ya ektiği bir fitne tohumudur. Zalim ve diktatör Stalin’in mirasına sahip çıkan şöven Gürcü yönetimi Kafkasya’yı kana bulayarak büyük bir hata yapmıştır.
Sovyetlerin dağılması sonrası Trabzon’u da kapsayan büyük Gürcistan rüyası gören Zviad Gamsahurdiya ve onu takip eden Eduard Şevardnadze Abhazya’ya saldırarak ağır bir yenilgi almışlardır. Bu yenilgiyi hazmedemeyen Gürcistan 1993 yılından bu yana silahlanmaya devam etmiştir. Amerikan patentli darbeyle iktidara gelen Saakaşvili yönetimi seçim vaadi olarak seçmenlerine verdiği sözü tutmak üzere 2008 yılı çıkmadan Güney Osetya ve Abhazya problemini güç kullanarak çözmeye karar vermiştir.
7 Ağustos 2008 gecesi Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırısı ile başlayan savaş haliyle Güney Osetya ile sınırlı kalmayacaktır. Bu savaş zaten istikrardan yoksun olan Kuzey Kafkasya’yı derinden etkileyecektir. Bu savaşın başlamasında Gürcistan’ı ağır silahlar ve teçhizatla donatan ABD başta olmak üzere Türkiye’nin de içinde bulunduğu NATO’nun vebali büyüktür. Türkiye Gürcistan’a açıktan destek vererek, Gürcü ordusunu eğitme görevini üstlenmiş, verdiği silahlarla Kafkasya’da kan dökülmesine sebep olmuştur. Türkiye tarih boyunca Kuzey Kafkasya ile yaşadığı dostluğa dayalı sıcak ilişkileri unutarak, aleni ve açık olarak Gürcistan tarafı olmuştur. Kuzey Kafkasya lehine bir politika izlemesi beklenmeyen Türkiye tarafsız olmayı da becerememiştir.
Türkiye, Osmanlı mirası sebebiyle Kuzey Kafkasya halklarıyla yakın akrabalık ilişkileri içinde olmuştur. Türkiye’de yaşayan Kuzey Kafkasyalıların yakın akrabaları halen o bölgede yaşamaktadır. Beş milyondan az olmadığı ifade edilen Türkiye’deki Kuzey Kafkasyalılar savaşı ibretle izlemektedir. Kaderin cilvesine bakın ki Çarlık Rusya’sını bölgeye davet eden, tek mermi bile atmadan çarların himayesine girerek Kuzey Kafkasya’yı Rusların istila etmesine vesile olan Gürcistan, Rusya ile karşı karşıya. Buna karşılık yıllarca Rusya tarafından soykırıma tabi tutulan, yüzyıllardır bağımsızlık mücadelesi veren Kafkas halkları Rusya’dan medet umuyor.
Yıllarca özgürlükten yoksun olarak yaşayan halklar, özgür olduktan sonra bu duyguyu başkalarının da tatması için çalışacakları yerde tam tersine kendi içlerindeki azınlıkları ezmek için işe koyulurlar. Eski Yugoslavya’nın dağılmasının ardından meydana gelen Kosova olayları sırasında Sırp zulmünden kaçıp komşu ülkelere sığınan Kosovalı mültecilerin bir kısmı Türkiye’ye getirilerek Kırklareli’nde bulunan Gaziosmanpaşa mülteci kampına yerleştirilmişti. Mültecilerin yüzde doksanı Arnavut kökenliydi. Bir miktarı Türk, 120 civarında Kosovalı Çerkes mülteci de bunların arasında yer alıyordu.
Çerkes mültecilerin problemlerini yerinde görmek için İstanbul’da bulunan Kafkas derneklerini temsilen kampa gitmiştik. İçeri girerken yaşlı bir kadın (Türk mülteci) bizim önümüzü keserek “Allah’ınızı seviyorsanız bu Arnavutlara yardım etmeyin. Onların bize yaptığını Sıplar yapmadı” diye haykırıyordu. Anlaşılan oydu ki Yugoslavya yıkılınca Arnavut çoğunluk daha bağımsızlık elde etmeden kendi içindeki azınlıklar üstünde hakimiyet kurmaya girişmişti. Aynı şikayetleri sonradan Çerkes mültecilerden de duymuştum. Derler ki bir kölenin en büyük hayali özgür olup köle sahibi olmaktır. Gürcistan yıllar boyu özgürlüğe hasret yaşadıktan sonra aynı duyguyu yaşama hakkını başkalarına çok görmektedir.
Bağımsız Gürcistan, toprak bütünlüğü içinde gösterdiği bölgeleri de dahil edersek nüfusunun yüzde otuzdan fazlasını oluşturan Müslüman halka nispet yaparcasına bayrak değişikliği yaparak bayrağına beş adet haç yerleştirmiştir. Kendisini Hıristiyan aleminin kollarına atan Gürcistan bölgedeki Hıristiyan misyonerliğinin merkezi olma iddiasındadır. Aslan Abaşidze yönetimini devirdikten sonra Acara’da silahların gölgesinde gerçekleşen toplu vaftiz törenleriyle Müslüman Gürcüler Hıristiyan köklerine (!) geri döndürülüyorlar.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Gürcistan, statü belirleme konusunda masaya oturmaya hazır olan Abhazya ve Güney Osetya’ya saldırarak onları toptan ortadan kaldırmaya çalışarak artık güvenilmez olarak tescil edilmiştir. Gürcistan hayatının en büyük hatasını yaparak Kafkasya halklarını Rusya ile müttefik olmaya zorlamıştır. Başlangıçta geniş bir özerklik verilerek halledilebilecek olan mesele, Gürcistan’ın şöven ve saldırgan politikası sebebiyle geri dönüşü olmayan bir yola girmiştir. Abhazya ve Güney Osetyada döktüğü bunca kandan sonra Gürcistan bu bölgelerde nasıl hakimiyet tesis edecektir. Gerek Abhazya gerekse Güney Osetya artık Gürcistan’la birlikte yaşayamaz.
Çeçenistan’da 250 binden fazla insanın ölümünden sorumlu olan Rusya Federasyonu’nun Güney Osetya’da insan haklarını ihlal eden ve etnik temizlik yapan Gürcistan’a engel olmak için savaşa müdahil olması ibretlik bir durumdur. Gerek Rusya gerekse Gürcistan için bölgede yaşayan Kafkas halklarının hayatlarının fazla önemi yoktur. Her ikisi de emperyalist emeller için savaşmaktadır. Tarih boyunca ezilen, tarihin üvey evladı namını alan kuzey Kafkasya halkları için şu an geçerli olan kural “Düşmanımın düşmanı dostumdur” kuralıdır.
Gürcistan’ın bugün Kafkasya’da başlatmış olduğu savaşa karşı hep bir ağızdan tepki koymalıyız. Bunu en başta yapması gerekenler Türkiye’de yaşayan Acara kökenli Gürcülerdir. Bugün Türkiye’de yaşayan Gürcü nüfusunun burada olma sebepleri Hıristiyan Gürcülerin o zamanlar uyguladıkları zulümlerdir. Aynı zulüm bugün acara topraklarında hala devam etmektedir.
Bu satıları kaleme aldığım sırada Rus ordusu olaya müdahil olarak Gürcistan’ı bombalıyor ve Osetya’ya tanklarını sokmuş ilerliyordu. Sonuçta Gürcistan burada kalıcı olamayacaktır. Eğer Gürcistan bu harekatı Rusya’nın bölgedeki hakimiyetini perçinlemesine yardımcı olmak için bilinçli olarak yapmışsa mantıksal bir izahı vardır. Aksi halde Rusya’nın en güçlü olduğu bir aşamada ona kafa tutuyorsa güvendiği başka yerler vardır diyeceğim ancak konjoktür de buna pek müsait değil.
Gürcistan’ın yapması gereken en akılcı hareket, zaten tarihsel olarak sahip olmadığı bu topraklarda üniter bir yapı oluşturma sevdasından vazgeçmesidir.Gürcistan önkoşulsuz olarak masaya oturmak durumundadır. Türkiye başta olmak üzere dünya, çifte standart kokan politikaları bir tarafa bırakmalıdır. Kosova ile kıyaslandığında ondan yüzbinkere daha fazla bağımsız olmayı hak eden Abhazya’ya uygulanan ambargo yüz kızartıcı bir durumdur.
Türkiye ve ABD den aldığı silahlarla Osetleri katleden Gürcistan’ın bir an önce durdurulması gerekir. Beş milyonu aşkın Kuzey Kafkasyalının yaşadığı Türkiye, Gürcistan’a yaptığı silah yardımıyla vatandaşlarının akrabalarını etnik temizliğe tabi tutturmaktadır. Türkiye Gürcistan’a verdiği askeri ve lojistik desteği çektiği takdirde Gürcistan bu kadar rahat hareket edemeyecektir. Savaşı sadece ekonomik çıkarlar çerçevesinde değerlendirerek insan hayatını hiçe sayan söylemler ve yorumlar iğrenç olduğu kadar iğrenç ötesidir. Kuzey Osetya’nın Beslan kasabasında terör mağduru olan çocuklara kucak açanlar, Gürcistan tarafından Güney Osetya’da etnik temizliğe maruz kalan çoğunluğu kadın ve çocuk olan sayısı binlerle ifade edilen siviller için ne düşünmektedirler.
Sonuç olarak; askeri harcamalara bir milyar dolardan fazla yatırım yapan Gürcistan için bu rakam Rusya’ya karşı bir silahlanma çabası ise hiçbir anlam ifade etmez. Kendi içindeki problemleri çözmek için bu derece silahlanmak beraberinde orantısız bir gücü getirecektir. Gürcistan gibi köklü bir devlet geleneği olmayan bir ülkeyi bu derece silahlandırma hatasına düşenlerin yaptıkları hatadan tez zamanda dönmeleri umulur. 09.08.2008
Mehdi Nüzhet ÇETİNBAŞ