Rusya’daki anayasa referandumu nasıl okunmalı?
Rusya Federasyonu’nda 25 Haziran’da başlayan Anayasa Referandumu, 1 Temmuz günü sona erecek. Aslında 22 Nisan’da yapılması ve bir gün sürmesi planlanan referandum, yıl başından itibaren tüm dünyayı saran yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgını dolayısıyla Haziran ayına ertelenmek zorunda kaldı. Bir hafta sürmesinin sebebi de pandemi dolayısıyla kalabalıkların oluşmasını engellemek. Aynı nedenle vatandaşların bir kısmı, oyunu online kullanabileceği gibi belli bir yaşın üstündeki vatandaşları da görevliler evlerinde ziyaret ediyorlar.
Referandumda vatandaşlara “Anayasadaki değişiklikleri onaylıyor musunuz?” sorusu soruluyor. Anayasada 22 maddede 206 değişikliğin yapılabilmesi için referanduma katılanların yüzde 50’den fazlasının “evet” oyu kullanması gerekiyor. Değişiklik metninin çok uzun olması ve tüm maddelerin ayrı ayrı değil de topluca oylamaya sunulması, referandumun teknik tarafıyla ilgili yapılan eleştirilerin başında geliyor. Metnin çok uzun olması ve 206 değişiklik öngörmesi, bir taraftan adeta yeni bir anayasanın oluşturulduğu hissini verse de (bu durum Batı’da “Putin’in Anayasası” olarak adlandırılıyor) öngörülen değişiklikler, içerik bakımından Vladimir Putin’in zaten son 20 yıldır izlediği siyasetin bir özeti ve devamı niteliğinde.
Referandum öncesinde yapılan anketin sonuçları, yaklaşık olarak yüzde 20’lik kararsız bir kesimin olmasına rağmen değişikliklerin onaylanacağına işaret ediyor. Dolayısıyla, teklif edilen anayasa değişiklikleri, merkeziyetçi siyasetin devam edeceğine işaret ediyor.
Referandumun gerek Rusya’da gerek yurt dışında en çok konuşulan tarafı, Vladimir Putin’in geleceğini de belirleyen maddeler. Aslında Ocak ayında Putin, anayasa değişiklikleri konusunu gündeme getirdiğinde birçok kişi bu değişikliklerin, iktidarı halefine devretmesinin nasıl gerçekleşeceğinin cevabını ortaya çıkaracağını düşünüyordu. Ancak metnin ortaya çıkmasından ve “uzaya çıkan ilk kadın” unvanını elinde bulunduran Valentina Tereşkova’nın son anda, Putin’in devlet başkanlığı süresinin sıfırlandırılmasını teklif etmesinden sonra Kremlin’in kimseyi şaşırtmak niyetinde olmadığı anlaşılmış oldu. Değişiklikler mevcut devlet başkanının süresinin sıfırlandırılmasını, bundan sonra bir kişinin ancak 2 dönem devlet başkanlığı yapabileceğini öngörüyor. Diğer bir deyişle “Putin’den sonra Putin gelecektir”. Anayasa değişiklikleri kabul edildiği takdirde 2024’te görev süresi sona erecek olan Putin’in 2036’ya kadar iktidarda kalmasının yolu açılmış olacak. Putin’den sonra devletin başına geçecek kişi ise yalnızca 2 dönem başkanlık yapabilecek.
Değişiklikler onaylandığı takdirde Vladimir Putin için 2036 tarihine kadar devlet başkanlığı yolu açılsa da belirtilen tarihlerde seçimleri kazanması için Kremlin’in artık tarihî konulardan ziyade ekonomik konulara ağırlık vermesi gerekecektir.
İkinci önemli değişiklik, zaten geniş yetkilere sahip olan devlet başkanının yetkilerinin daha da arttırılmasıyla ilgili. Değişiklikler kabul edildiği takdirde eskisiyle kıyasla devlet başkanı Bakanlar Kurulu’nun çalışmalarını yönetecek, hükümet başkanı ise devlet başkanının emri doğrultusunda Bakanlar Kurulu’nun çalışmalarını yalnızca organize edecek. Ayrıca devlet başkanı İçişleri, Dışişleri, Savunma, Olağanüstü Haller ve Adalet bakanlarını atama ve görevden alma hakkına sahip olacak. Mevcut uygulamaya göre devlet başkanı yalnızca hükümet başkanını atıyor, hükümet başkanı da Bakanlar Kurulu’nu kendisi kuruyor. Mevcut değişiklikler ise hükümet başkanının görevlerinin iyice sınırlandırılmasını öngörüyor; hükümet başkanlığını adeta yalnızca devlet başkanının kararlarını hayata geçiren bir memuriyet hâline getiriyor. Vladimir Putin konuşmalarında sıkça iki başlılığın Rusya açısından zararlarından ve kabul edilemez bir husus olduğundan bahsetmekte. Söz konusu değişiklik önerisini de aslında geleceğe dair bu kaygıyla açıklamak mümkün. Yine Vladimir Putin’in Dmitriy Medvedev’in yerine Mihail Mişustin’i ataması da aslında öngörülen değişiklikler çerçevesinde daha iyi anlaşılıyor. Ekonomist olan Mişustin devlet başkanının kararlarını hayata geçiren bir devlet adamı rolüne daha çok yakışıyor.
Devlet başkanının görev sonrasında dokunulmazlık sınırlarının genişletilmesi, parlamentonun üst kanadı Federasyon Konseyi’ndeki devlet başkanı tarafından atanan üye (senatör) sayısının arttırılması, devlet başkanının görevi sona erdikten sonra istediği takdirde Federasyon Konseyi’nde senatörlük yapabilmesi, Anayasa Mahkemesi üye sayısının 19’dan 11’e indirilmesi ve eskisinden farklı olarak devlet başkanının bu üyeleri azletme hakkına sahip olması, öngörülen ve devlet başkanının yetkilerini arttıran diğer değişikliklerin başında geliyor.
Dikkat çeken hususlardan bir diğeri, 2010’da kurulan Devlet Şurası’nın artık Anayasa’da zikredilecek olması. Bu kurumun başına gelecekte Vladimir Putin’in geçeceği görüşü ortaya atılsa da bu görüş pek çok bakımdan mantıklı durmuyor. 2036’ya kadar iktidarda kaldığı takdirde dahi Putin’in bu tarihte herhangi bir kurumun başına geçemeyecek kadar yaşlı olacağını (83) görüyoruz. 2024’te ya da 2030’da seçilemediği takdirde bu kurumun başına geçmesindeki en önemli engel ise “Rusya’da iki başlılığın olamayacağına” dair kendi ifadesi. Diğer taraftan Devlet Şurası’nın yetki ve görevlerinin de şu haliyle tam olarak anlaşıldığı söylenemez.
Diğer önemli değişiklik, Rusya tarihiyle ilgili. Değişiklik öngörülen metinde Rusya Federasyonu, bin yıllık bir tarihle birleşen bir devlet olarak nitelendirildiğinden dolayı doğal olarak SSCB’nin mirasçısı olarak adlandırılıyor. Aslında fiiliyatta ve özellikle de Rusya Federasyonu ile eski Sovyet cumhuriyetleri arasındaki ilişkilerde Rusya Federasyonu, zaten SSCB’nin ana mirasçısı olarak hareket ediyor.
SSCB’nin yıkılışından sonra nükleer silahlar konusu, askerî üsler, borçlar ve alacaklar vb. sorunlar, bu anlayış çerçevesinde çözülmüştü. Yine Vladimir Putin’in Sovyetlerin yıkılışının 20. yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi olduğunu birçok kez zikretmesi ve örneğin, günümüz Rusyası’nın milli marşının sözlerine SSCB milli marşının bestesinin giydirilmiş olması vs. Kremlin’in zaten SSCB’nin mirasına eskiden beri sahip çıktığını gösteriyordu. Aslında Putin yönetiminin hem Çarlık Rusyası’nın hem de SSCB’nin kendince en iyi yönlerini seçerek bir sentez oluşturduğunu yıllardır gözlemliyoruz. Bu yaklaşım, eski yaklaşımlardan büyük farklılıklar arz ediyor. Zira SSCB döneminde Çarlık Rusyası’nın tarihi, SSCB sonrasındaki ilk yıllarda da SSCB tarihi olumsuz değerlendirilirken Putin Rusyası’nda her iki dönemin de daha çok olumlu tarafları ön plana çıkarılmaya çalışılıyor. Bu bağlamda en önemli örneği II. Dünya Savaşı konusu oluşturur. Kremlin son dönemde II. Dünya Savaşı’nın sonuçlarıyla ilgili değerlendirmelerden ve özellikle Batı’daki yorumlardan rahatsızlığını dile getiriyor; zaferin elde edilişinde Sovyetlerin rolünün küçümsendiğini düşünüyor. Bu konu, yeni dönemde Rusya ile Batı arasında yaşanan adeta yeni “Soğuk Savaş”ın “rekabet” konularından birini oluşturuyor. Moskova’nın diğer müttefiklerden farklı olarak yıldönümü kutlamalarına daha fazla önem vermesi, Vladimir Putin’in zaferin 75. yıldönümü dolayısıyla Batı medyası için uzun bir yazı kaleme alması da bunun bir göstergesi. Öyle görülüyor ki Kremlin, bu konuyu eski Sovyet cumhuriyetleriyle münasebetlerde “birleştirici unsur”, Batı Avrupa ülkeleriyle münasebetlerin geliştirilmesinde ise “diplomatik bir araç” olarak kullanmakta.
Yine vatandaşların onayına sunulan anayasanın yeni metninde Ruslar “kurucu halk” olarak zikrediliyor. Her ne kadar “Ruslar, birçok halkın bir arada yaşadığı birliğin bir parçasıdır”, “Cumhuriyetler kendi dillerini belirleme hakkına sahiptir”, “Yerel idarelerde Rusça ile birlikte yerel diller kullanılacaktır”, “Rusya Federasyonu’nda halkların ana dillerinin korunmasına, araştırılmasına, geliştirilmesine hak tanınmaktadır” ibareleri yer alsa da Ruslarla ilgili “kurucu halk” ibaresinin eklenmesi, Rusya Federasyonu’nda etnik uyumu arttıracak bir ibare değil. Hem bu husus hem de “Rusçanın devlet dili” olarak resmîleşmesinin uygulamada nasıl bir değişikliğe yol açacağı merak konusu.
Yine anayasa referandumunda “evet” sonucu çıktığı takdirde Rusya Anayasası’nda “Tanrı” kelimesi ilk defa geçiyor olacak. Bugün yürürlükte olan 1993 Anayasası’nda dinin devletten ayrı olduğu belirtiliyor. Bu cümlede herhangi bir değişiklik söz konusu olmayıp “Tanrı’ya inancı kendilerine atalarının bıraktığı” cümlesi ekleniyor. Sınırlı bir kapsamla geçse de “Tanrı” lafzının ilk kez zikrediliyor olması açısından bu değişiklik büyük önem arz ediyor. Bunun da aslında hem tarihî meseleler hem de Vladimir Putin’in önem verdiği bir başka konu olan geleneksel aile değerleri, evlilik müessesi ve çocuklarla bağlantısı bulunuyor. Çocuklarda vatanseverlik hislerinin geliştirilmesi, onlara büyüklere saygı duymanın öğretilmesi, geleneksel aile değerlerinin korunması, çocuklara manevî, ahlakî, fizikî, entelektüel alanlarda eğitim verilmesi, diğer bir deyişle yeni neslin kendi tarihini ve dinini bilerek yetiştirilmesi arzu ediliyor. Öyle anlaşılmakta ki hükümetin gelecekteki en önemli görevi de işte böyle bir nesil yetiştirmek olacaktır. Vatan savunucularına ve kahramanlarına saygı duyulması gerektiğine dair Anayasaya dâhil edilmek istenen cümleler de yeni gençlerin vatansever ve milliyetçi bir ruhla yetiştirilmek istenmesiyle ilgili.
Anayasaya Rusya Federasyonu’nun en önemli servetinin “çocuklar” olduğunun eklenmek istenmesi de tüm bu yaklaşımın özeti niteliğinde. Bu konuların Anayasaya dâhil edilmesi şüphesiz Rusya’da bu alandaki mevcut durumla doğrudan ilgili. Bilindiği gibi Rusya Federasyonu, SSCB’nin yıkılmasından beri giderek ciddiyet arz eden bir nüfus sorunu yaşıyor. Nüfusun gittikçe azalması Kremlin’i konuyla ilgili çeşitli tedbirler almaya da zorluyor. Bu tedbirlerin en önemlisi, her doğan çocuk için ailelere önemli miktarda ödemelerin yapılmasıdır. Yine pandemi sürecinde devletin çocuk başına her aileye iki kez yaklaşık 150’şer dolara tekabül eden miktarda destek vermesi de bu bağlamda ele alınmalı.
Referandum oylaması bir haftalık bir sürece yayılsa da resmiyette referandum günü 1 Temmuz. Referandum öncesinde yapılan anketin sonuçları, yaklaşık olarak yüzde 20’lik kararsız bir kesimin olmasına rağmen değişikliklerin onaylanacağına işaret ediyor. Dolayısıyla, teklif edilen anayasa değişiklikleri, merkeziyetçi siyasetin devam edeceğine işaret ediyor. Diğer taraftan değişiklikler onaylandığı takdirde Vladimir Putin için 2036 tarihine kadar devlet başkanlığı yolu açılsa da belirtilen tarihlerde seçimleri kazanması için Kremlin’in artık tarihî konulardan ziyade ekonomik konulara ağırlık vermesi gerekecektir.
Kaynak: AA