Kim Ne Kazandı?
Ermenistan devletinin Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne kast ederek Dağlık Karabağ bölgesi ve çevresindeki 7 rayonu (vilayet) işgal etmesi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte yaklaşık otuz yıldır Güney Kafkasya’daki siyasî, içtimâî ve iktisâdî istikrarın oluşmasını sekteye uğratan esas mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira Dağlık Karabağ meselesinin âdil bir şekilde çözülmesi uğruna somut herhangi bir adım atılmış olsaydı, 27 Eylül 2020 tarihinde Azerbaycan Cumhuriyeti devleti işgal altındaki topraklarını azat etmek için askerî harekâta kalkışmazdı. Nitekim Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarının %20’ni işgal ederek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararlarını ve uluslararası hukûku hiçe sayması, Dağlık Karabağ probleminin çözülmesi adına diplomatik mekanizma kurularak Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na (AGİT) bağlı Rusya Federasyonu, Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’dan oluşan Minsk Grubu’nun da otuz yıldan beri bu sorunu çözememiş veya çözmemiş olması Azerbaycan’ın askerî olarak kendi hakkını aramasını zorulu kıldı. Dolayısıyla bu hususta, çeyrek asırdır sabırla bekleyen, her daim uluslararası hukûka ve BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarına itimad eden Azerbaycan devletinin ve milletinin takdire şayan bir tavır sergilediğinin altını özellikle çizmek istiyorum.
(Fotoğraf:Anadolu Ajansı)
Ateşkese Giden Süreç Nasıl Gelişti?
27 Eylül 2020 tarihinde Ermenistan ile Azerbaycan arasında başlayan ve yaklaşık altı hafta süren İkinci Karabağ Savaşı, Rusya Federasyonu’nun 9 Kasım 2020 tarihinde savaşan tarafları ateşkese ikna etmesiyle son buldu. Gerçi siyasî ve diplomatik çözüm henüz sağlanabilmiş olmasa da en nihayetinde askerî faaliyet durdurulmuş ve tarafların da bu anlaşmaya sadık kalacakları temin edilmiştir. Ateşkes anlaşması, Azerbaycan’da büyük bir coşkuyla kutlanarak, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev de kahraman olarak telakkî edilirken, Ermenistan’da ise büyük bir mağlûbiyet olarak görüldü ve bu yenilginin faturası da Başbakan Nikol Paşinyan’a kesildi. Nitekim ateşkesin imzalandığı andan itibaren Başbakan Paşinyan’ın, başta muhalefet partileri ve ülkenin Cumhurbaşkanı Armen Sargsyan olmak üzere pek çok muhalif çevrelerce istifa etmesi için yoğun baskı altında olduğu herkesin malumudur.
Kırk dört gün süren harekâtta, Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri başta Fuzuli, Cebrail, Zengilan, Gubadlı ve Laçın şehirleri olmak üzere pek çok yerleşim birimini işgalden kurtardı. Bilhassa ateşkesin hemen öncesinde tarihî, siyasî ve stratejik anlamda önem arz eden Şuşa kenti işgalden azat olunca, Ermenistan’ın ne psikolojik ne de askerî motivasyonu kalmamıştı. Dolayısıyla göreve geldiğinden beri Rusya karşıtı politikalar benimseyen Ermenistan Başbakanı Paşinyan, ister istemez Putin’in arabuluculuğuyla oluşturulan ateşkes antlaşmasına imza atmak zorunda kaldı.
Peki Kim Ne Kazandı?
Antlaşmanın her bir maddesi üzerinde durmaktansa, taraflar için hem önemli hem de endişe verici yönlerinin incelenmesi daha anlamlı olacaktır. Otuz yıllık işgalin son bulması, özellikle bazı rayonların, tarihî ve stratejik önemi haiz birçok köy ve kasabanın tek kurşun atılmadan geri alınması, Azerbaycan’ın dünya kamuoyuna askerî ve siyasî ağırılığını göstermesi bakımından önem arz etmektedir. Dolayısıyla Azerbaycan Cumhuriyeti, savaşın tartışılmaz yegâne gâlibidir. Otuz yıldır değişmeyen ve her daim Ermenistan tarafından değişmeyeceği iddia edilen statüko, temas hattı ve sözde Dağlık Karabağ Cumhuriyeti artık tarihe karışmıştır. Fakat antlaşmanın bazı maddelerinin gelecekte Azerbaycan için sorun teşkil edecek hususlar ihtiva ettiğini dile getirmek istiyorum. Mesela, Dağlık Karabağ’daki Hocalı, Hocavent, Hankendi ve Ağdere rayonlarının statüsünün belirlenmemesi başlangıçta olumlu bir gelişme olarak görülse de, bir o kadar da Azerbaycan yönetiminin tedirgin olması ve dikkatle irdelemesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. Çünkü statünün belirlenmemesi o rayonların doğrudan Azerbaycan’a bağlanacağı anlamına gelmiyor. En azından şu anki konjonktür bu yönde. Tabii ki mezkur rayonların Ermenistan’a verileceği de hiçbir şekilde söz konusu değil. Lâkin o bölgede ciddi bir Ermeni nüfusunun yaşadığını ve halihazırda oraya Ermeni mültecilerin de getirildiğini hatırlatmak isterim. Bu nedenle Azerbaycan devletinin, hukûken kendi toprağı olduğu tescillenmiş bu rayonların, fiilen de kendi kontrolüne geçmesi için siyasî, hukûkî ve diplomatik kanalları kullanarak ivedilikle somut bir adım atması gerekmektedir. Bir diğer endişe verici husus ise Rus Barış Gücünün, Laçin koridoru ile yukarıda zikrettiğim statüsü belli olmayan Dağlık Karabağ’ın dört rayonuna konuşlanması ve Nahçıvan ile Azerbaycan’ı birbirine bağlayacak koridorun da yine Rusya Federasyonu Federal Güvenlik Servisi tarafından (FSB) kontrol edilecek olmasıdır. Bu minval üzere, askerî manada büyük bir başarı göstererek yıllardır işgal altında bulunan topraklarını çok kısa bir sürede azat eden Azerbaycan’ın aynı başarıyı diplomasi ve müzakere masasında da gerçekleştirmesi yukarıda bahsettiğimiz belirsizliklerin çözülmesini sağlayacaktır.
Türkiye’nin, İkinci Karabağ Savaşı’nın Azerbaycan’dan sonraki en büyük gâlibi olduğuna inanıyorum. Her ne kadar Türkiye savaşta aktif rol almamış olsa da, ateşkes sonrası Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Karabağ’da bulunacağı ve Rus Barış Gücünü gözlemleyeceği hususunun konuşulması ve bu anlamda Rus heyetinin bir kaç kez Ankara’ya gelerek askerî büroksariyle temaslarda bulunması Türkiye’nin bu savaştaki gâlibiyetinin bir göstergesidir. Nitekim uzun görüşmeler neticesinde Türk Silahlı Kuvvetleri, ateşkesin gözlemlenmesi ve denetlenmesi hususunda bölgeye sevk edildi. Türkiye için önemli olan bir diğer gelişme ise ateşkes antlaşmasının Azerbaycan’ın batı illeri ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasındaki ulaşım koridorunun açılacağını belirten maddesidir. Nahçivan-Azerbaycan koridorunun açılması Türkiye’nin kolaylıkla diğer Türkî Cumhuriyetlere erişimini sağlayacaktır. Bu koridor sayesinde Türkiye, hem siyasî, hem ticarî hem de en önemlisi tarihî bir kazanım elde etmiş oldu. Dahası, siyasî, askerî ve stratejik anlamda da Türkiye’nin başarısı ortada. Zira daha önce bilhassa sıcak çatışmaların gerçekleştiği Suriye’ye, Irak’a ve Libya’ya asker gönderen Türkiye Cumhuriyeti, İkinci Karabağ Savaşı sonrası da Azerbaycan’da askerini konuşlandırdı. Bu da Türkiye’nin Güney Kafkasya’da da siyasî bir etki alanı oluşturduğu anlamına gelmektedir. Son olarak, tabiri caizse savaşın kaderini belirleyen Türk yapımı İHA ve SİHA’lar, Türkiye’nin bu savaştaki gâlibiyetinin bir diğer bariz örneğidir. Türkiye’nin terörle mücadele operasyonları kapsamında ve son olarak Azerbaycan’nın İkinci Dağlık Karabağ Savaşı’nda kullandığı bu silahların performansını gören dünya kamuoyu, haliyle Türkiye’nin savunma sanayiindeki engin başarısını ve kapasitesini idrak etti. Nitekim Türk askerinin Azerbaycan’a gönderilerek hem Rus Barış Gücünü gözlemlemesinde hem de ateşkesi denetlemesinde Türkiye’nin son yıllardaki savunma sanayii alanında gerçekleştirdiği hamlelerin büyük payı var.
Bu ateşkes sayesinde Rusya Federasyonu, Güney Kafkasya’daki konumunu bir kez daha yinelediğini görmekteyiz. Daha önce Ermenistan’da askerî üs kuran, Gürcistan’a bağlı Abhazya ve Güney Osetya’ya barış gücü gönderen Rusya, bu savaşla birlikte Dağlık Karabağ’a da askerini konuşlandırmış oldu. Ayrıca Rusya, hem Ermenistan’ı hem de Azerbaycan’ı incitmeyerek Hocalı, Hocavent, Hankendi ve Ağdare rayonlarına statü vermemek sûretiyle iki taraf arasında bir denge oluşturdu. Böylece Rusya, genelde Güney Kafkasya’daki ihtilaflarda, özelde Dağlık Karabağ meselesinin çözüme kavuşturulması hususunda yegâne aktör olduğunu da kanıtlamış oldu. Esasında Rusya’nın baştan beri savaşa müdahil olmayarak her iki devleti de incitmemeye çalıştığını söyleyebiliriz. Çünkü Güney Osetya ve Abhazya meselelerinde taraf olması hem Gürcistan’ın desteğini kaybetmesine hem de Batı’nın bölgedeki etkisini arttırmasına neden oldu. Dolayısıyla Rusya Güney Kafkasya’daki iki önemli müttefikini, özellikle de stratejik konumda bulunan Azerbaycan’ı kaybetmeyi göze alamazdı. Buna ilaveten, hem Laçin koridorunu hem de Nahçıvan-Azerbaycan arasında oluşturulacak koridoru da kontrol edecek olması, Rusya’nın bölgede kilit devlet konumunda olduğunu gösteren bir diğer önemli gelişmedir. Rusya, ekonomik, stratejik ve tarihi bakımından çok önem arz eden bu iki koridoru kontrol ederek tüm dünyaya, özellikle de Batı’ya kendi nüfuz alanının derinliğini göstermiş oldu. Kuşkusuz Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşen başkanlık seçimi neticesinde demokratların adayı Biden’in kazanmış olması, Rusya’nın savaşa doğrudan müdahele ederek bölgedeki siyasî ve askerî varlığını arrtırmasına sebebiyet verdi. Çünkü Biden, seçim kapmanyası boyunca Tramp’ın şahsîleştirilmiş dış politika yaklaşımından uzaklaşarak yeni bir siyasî ve eknomik perspektif geliştirme eğiliminde olacağının sinyalini vermişti. Haliyle Putin, yeni Amerikan yönetiminin bu tutumundan dolayı Rusya’nın hem Orta Doğu’daki siyasî ve askerî konumunun, hem de dünya kamuoyundaki itibarının ciddi manada sarsılabileceğini fark ettiği için Dağlık Karabağ’da kendisinin kilit rol üstlendiği bir çözüm formulü oluşturarak Güney Kafkasya’daki hâmilik müsyonunu tüm dünyaya gösterdi. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte Rusya’nın başta Post-Sovyet coğrafyası olmak üzere, sıcak çatışmaların yaşandığı pek çok bölgede siyasî etki alanını güçlendireceği anlaşılmaktadır.
Ermenistan şüphesiz bu savaşın yegâne mağlûbu oldu. Bilhassa son yıllardaki agresif tutumuyla işgal ettiği topraklardan asla çıkmayacağını ileri süren Ermenistan’ın, Dağlık Karabağ bölgesinin bir devlet olacağı yönündeki iddiaları da tamamen çökmüş oldu. Savaş esnasında Batı’daki birtakım Ermeni diasporaları dışında ciddi manada destek bulamayan Ermenistan, uluslararası hukûku ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarını otuz yıldır ihlal etmenin cezasını nihayet bu savaşta çekti. Netice itibariyle, Ermenistan’ın yurt dışındaki provokatif çevreleri bir kenara bırakıp, artık kendi ulusal çıkarlarını göz önünde bulundurarak bölgenin istikrarı için somut adımlar atması gerekmektedir. Bu da kuşkusuz Ermenistan’ın Azerbaycan ve Türkiye ile sınırlarını açarak siyasî, ticari ve ekonomik ilişkilerini geliştirmekle mümkün olacaktır.
Son olarak, yaklaşık otuz yıldır süren, ne AGİT Minsk Grubunun ne de diğer uluslararası kurumların çözemediği Dağlık Karabağ meselesi, 27 Eylül 2020 tarihinde Azerbaycan ile Ermenistan arasında patlak veren İkinci Karabağ Savaşı neticesinde 9 Kasım 2020 tarihinde imzalanan ateşkes antlaşmasıyla çözülmüş oldu. Yazıda da belirtildiği üzere, ateşkes maddelerinde birtakım belirsizlikler ve hatta gelecekte sorun teşkil edebilecek hususlar olmasına rağmen, adalet yerini buldu ve herkes hak ettiğini aldı. Bu anlamda, en büyük temennimiz; her iki devletin de bölgenin siyasî istikrarı ve ekonomik refahı için ciddi adımlar atması yönünde.