Tanıkların Gözünden Çeçenya Savaşı 

Kafkas vakfı konferans salonunda Cumartesi akşamı “Tanıkların Gözünden Çeçenya savaşı” paneli gerçekleştirildi. 

 

Moderatörlüğünü yazar Hulusi Üstün’ün yaptığı ve kalabalık bir izleyici kitlesinin ilgi ile takip ettiği panelin konuşmacıları Milliyet Gazetesi eski Moskova muhabiri Cenk Başlamış, sosyolog Alev Erkilet ve Kafkas Vakfı Onursal Başkanı ve Kafkas Çeçen Dayanışma Komitesi eski Başkan Yardımcısı Mehdi Nüzhet Çetinbaş’tı.

 

Panelin açılışını kendisinin de Kafkas Çeçen Dayanışma Komitesinde bir süre Sekreterlik yaptığını belirterek yapan Hulusi Üstün panelistlerin konuşmalarının ardından kendisinin de dönemin tanığı olarak kısa bir konuşma yapacağını belirterek ilk sözü Mehdi Nüzhet Çetinbaş’a verdi. 

 

Konuşmasına iki savaş arasından farkları anlatarak başlayan Çetinbaş, ikinci savaşın ilk savaşa göre çok daha şiddetli olduğunu ve savaşın başlamasıyla birlikte Türkiye sınırına ciddi bir Çeçen mülteci akını olduğunu belirtti. Mülteciler Türkiye’ye girdikten sonra yerleştirildikleri kampların nasıl sağlandığını ve bu süreçte katkısı olan siyasilerin adlarını anarak konuşmasına devam eden Çetinbaş, o dönemde Türkiye halkının çok ciddi desteğini gördüklerini belirterek kendisinin bu dönemde ülkede 42 farklı yerde bu davayı anlatmak için konferanslar verdiğini ve bu desteği yakından müşahede ettiğini belirtti.

 

Aradan 20 yıl geçmiş olmasına rağmen hala sığınmacıların sorunlarının tam olarak çözülemediğini de belirten Kafkas Vakfı Onursal Başkanı, “Son dönemde Türkiye sığınmacıların büyük bir kısmına vatandaşlık verdi. Tabi bu bir lütuf değil, bunu özellikle söylemem lazım. Yasal olarak Türkiye’de 5 yıl kalan birinin vatandaşlık alma hakkı var. Ancak Çeçen sığınmacılar bu hakkı ancak, o da kişisel özverili çabaların sonunda 20 yılın ardından alabildiler. Ayrıca vatandaşlık verilmesi ile de sorunlar bitmiyor. Şu anda bu kardeşlerimizin sorunlarının kökten çözümü için bir komite kurulması çabalarımız var” dedi.

 

Konuşmasının sonunda güncel siyasi gelişmelere de değinen Çetinbaş, özellikle Kadirov’un daveti üzerine Çeçenya’ ya giden ve oradaki gelişmişliği öven gazetecilere oldukça sert tepki gösterdi.

 

Uzun süren ve nihayete erdirilemeyen bağımsızlık savaşlarının maalesef rayından çıkartıldığını ve istihbarat örgütlerinin provokasyonlarının bu süreçte etkili olduğunu da belirten Çetinbaş, “5 bin kişilik stadyumlarda Çeçen konferansları yapıyorduk. Daha sonra “Çeçen terörist” imajı oluşturuldu. Yani FSB laboratuvarları başarılı oldu.” dedi.

 

Mehdi Nüzhet Çetinbaş’ın son sözleri ise “Kimsenin şüphesi olmasın, Çeçenistan’da şu anda yaşanan durum geçici. 42 bini çocuk olmak üzere 250 bin insanı öldürüyorsanız bunun bir geri dönüşü mutlaka olacaktır. Yalnız şunu da unutmamamız lazım. Rahmetli Said Şamil zamanında şöyle demişti: ‘SSCB yıkılacak. Ama biz Kafkasyalılar birlik olamazsak bu fırsattan yararlanamayacağız.’ Ever maalesef yararlanamadık. Gelecekte bu salonda olduğu gibi Kafkasya’nın geneli bir arada olursa, bunu başarabiliriz. Ama sen ben kavgası yaparsak yine başarılı olamayacağız.” oldu.

 

İkinci panelist olarak söz alan Milliyet Gazetesi eski Moskova muhabiri Cenk Başlamış ise ilk ve ikinci savaşta yaşadıklarını karşılaştırmalı olarak katılımcılara aktardı.

 

1989 ile 2010 yılları arasında Moskova’da gazetecilik yapan Cenk Başlamış, Çeçenistan’ın bağımsızlık ilanıyla ilgili anısı ile dinleyenlerin ilgisini topladı:

 

“Bir haber geldi, Çeçenistan’da bağımsızlık ilan edildi diye. Bir grup yabancı gazeteci olarak Grozni’ye gittik. Buradan biraz daha büyük bir salondu sanırım. Dudayev, neden bağımsızlık kararı aldıklarını anlatıyordu. O basın toplantısından şu an bile unutamadığım bir sahne vardır. Alman bir gazeteci, ‘Moskova sizin bağımsızlık kararınızı tanımıyor, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz’ deyince Dudayev suratını ekşitti ve  ‘Biz de onları tanımıyoruz’ dedi. Bunu orada bulunan gazeteciler basit bir politik ifade olarak algıladılar. Çünkü Çeçenleri tanımıyorlardı.”

 

Bombardımandan önce ve sonra Grozni’ye bir kaç kez gittiğini belirten Başlamış, Grozni’nin tam anlamıyla yok olduğunu ancak pes etmediğini kaydetti: “Hamzat (Ruslan) Gelayev, Rusların askeri kışlasına dönmüş ve yerle bir edilmiş Grozni için ‘istediğimiz zaman geri alırız’ dediğinde ‘politik bir cevap daha aldık’ diye düşündüm. Bir kaç hafta sonra Gelayev’in de içinde bulunduğu grupların Grozni’yi Ruslardan aldığını duyduğumda hem şok oldum hem de Çeçenleri çok daha iyi tanıdım”.

 

Gazeteci Cenk Başlamış, Dudayev öldürüldükten bir gün sonra saldırının olduğu köye gitti. Olay mahallini ve Çeçen liderin saldırıya uğradığı esnada kullandığı aracı gördü, daha sonra yaşanan gelişmeleri yakından izledi. Başlamış “Dudayev’in ardından Yandarbiyev Cumhurbaşkanı olacaktı anayasaya göre. Biz bu sırada Ahmed Zakayev ile görüştük. Zakayev cephe kıyafetiyle yanımıza geldi. Bir gazeteci biraz da patavatsızlık ederek, ‘Yandabiyev tamam da sen bizi gerçek lidere götür’ gibi bir cümle kurdu. Zakayev’in gözlerinden resmen ateş çıktı. O gün bize bir şey dememesinin belki de tek sebebi Türkiyeli gazeteciler olmamızdı” dedi.

 

Konuşmasının sonunda “kafamda yer etmiş bazı sorular var” diyen Başlamış, bu soruları şu şekilde sıraladı:

 

– Moskova’da yüzlerce kişinin ölmesine mal olan apartman patlatma olaylarını kim yaptı?

– Aynı yaz Basayev Dağıstan’a niye saldırdı?

– Moskova’daki tiyatro baskını neden yapıldı?

– Beslan okul baskını neden yapıldı?

– Çeçen davasına bu eylemlerin ne gibi bir katkısı olmuştur?

 

Bu sorular üzerinde durmanın oldukça önemli olduğunu vurgulayan Cenk Başlamış, katılımcılara ve organizatörlere teşekkür ederek sözlerini bitirdi.

 

Doç. Dr. Alev Erkilet ise konuşmasına “Ben de bir Çerkes’im. Ancak 20. Yüzyıl Çeçen hareketini, zaten incelemekte olduğum dünya İslami hareketleri kapsamında inceledim.” diyerek başladı.

 

“Aliya İzzetbegoviç, Bosna Savaşı için ‘Bütün bu olup bitenler geçip gittikten sonra düşmanlarımızın söyledikleri değil, dostlarımızın sessizliği hatıramızda kalacaktır’ demişti. Çeçenler ise kim bizi destekliyor, kim bize karşı, bunu hiç düşünmeden kendilerinde doğru olanı yaptılar. Kafkasyalılık biraz da böyle bir şey. Buna siz ister gözü karalık deyin, ister aşırı cesaret deyin ama gerçek bu. Bir Çeçen önder, ‘Bizim için üzülmenize gerek yok, biz yapmamız gerekeni yapıyoruz, yapmayanlar kendini düşünsün’ demişti. Bu önemli bir karakter yapısını bizlere gösteriyor” diyen Erkilet, zaman içinde Basayev ve hareketlerinin Batı tarafından “İslami Terör” yaftasıyla gayri meşru gösterilmek istendiğini, savaşın Kafkasya mücadelesinden ayrı olarak Abdullah Azzam gibilerin örgütlediği bir terör hareketi gibi lanse edildiğini belirtti.

 

2002 yılında kitap çalışması esnasında Türkiye’ye gelen ve Türkiye’den savaşa giden mücahitlerle görüştüğünü, o dönemde mücadelenin içindeki herkesin İmam şamil ve İmamlar dönemini referans olarak gösterdiğini ve onların devamı bir mücadeleden bahsettiklerini de hatırlatan Alev Erkilet, “Rusya sömürgeciliğe başladığı 16. Yüzyıldan bu güne kadar, Çarlık, SSCB ve yeni dönemde hep şunu söyledi: Biz yüksek kültüre sahip Rus halkı olarak size bir özgürlük alanı veririz, siz Müslümanlığınızı bu çerçevede yaşayabilirsiniz. Bu eşitsiz pozisyon ve teklif İmam Şamil’e de sonraki dönemdekilere de yapıldı. Sürekli bir ‘bağımlılık’ dayatılıyordu. Çeçen liderliği bunu kabul etmedi. Daha öncekiler nasıl kabul etmediyse, biz de kabul etmiyoruz, dedi aslında. Tam bağımsızlık hedeflendi. Kendi ayağımızın üzerinde duracağız, Rusya’dan direktif almayacağız, diyorlardı. Peki bu nasıl olacaktı? Şamil’in dediği gibi bir kıta siyaseti izlenerek bağımsızlık kazanılabilirdi. Aynen İmam Mansur, Hamzat ve diğerlerinin izlediği kıta siyaseti. Yani tüm Kuzey Kafkasya halkları olarak bir araya gelirsek o zaman tam bağımsızlığımızı gerçekleştirebiliriz, diye düşünüyorlardı” dedi.

 

1990’larda olanları anlamak için tarihte olanları anlamak gerektiğini örnekler vererek detaylandıran Erkilet, dine karşı din temasının tarihten beri Kafkasya mücadelesine karşı kullanıldığını anlattı. İmam Şamil döneminde çeşitli tarikatları mücadeleye karşı kendi safına çeken Rusların şimdide Kadirov eliyle bunu gerçekleştirmeye çalıştığını belirtti:

 

“Yabancı mücahitler meselesi de nevzuhur bir mesele olarak tanımlanıyor. Halbuki, İmam Şamil dönemindeki cihat çağırısına da dünyanın her tarafından cevaplar gelmişti. Osmanlı’dan, Mekke’den, Medine’den gidip cihada katılanlar olmuştu. Bu durum 20. yy. Selefi hareketlerinin ortaya çıkardığı ve İslam’ın temelinde olmayan bir mesele değil.  Ortadoğu’daki şiddet hareketleriyle Kafkas cihadı arasında paralellik kurma girişimleri çok tehlikeli. Bu hareketi doğru okumamız, 1600’lerden beri Kafkasya’da Rus sömürgeciliğine karşı verilen mücadelenin 20. Yüzyıldaki bir tezahürü olarak görmemiz gerekir.” Diyen Erkilet sözlerini “Eskiden Müridizm hareketi ve tekke üzerinden sürdürülen cihat hareketi bugün daha tahkiki şekilde yapılmaya çalışılıyor. ‘Çeçenler ulusal bağımsızlık mücadelesi veriyorlardı, hikâye birden değişti, İslami bir havaya büründü’ diyenler de var. Hayır, bu seküler bir mücadele değil. O zaman tekke üzerinden yükselen mücadele hareketi bugün sistemle büyük ölçüde uzlaştığı için yeni bir söylem geliştirmek icap etti. İhvan ne yazdı, inceleyelim, belki orda bir zemin bulabiliriz diye düşündüler. Yeniden İslamlaşma, yeniden dindarlaşma, yeni bir yol çizme çabası olarak görüyorum bunu.

Etnik kibirleri olan Kafkas halklarının bir üst kimlik oluşturabilmesi için Şamil dini bir söylem geliştirdi, diyen de var. Şeriat kurallarını sertlikle benimsetti, deniyor. Son dönem İslami hareketlerde bu tür bir sertlik sorunu da söz konusu aslında. Hadleri uygulamaya kalkıyorsunuz. Bu zor olmaz mı diye sormuştum rahmetli Yandarbiyev’e. ‘Şimdi yaptık yaptık, yapmazsak ileride çok zor olacak’ diye düşünüyordu. İmam Şamil de şeriatı tam içselleştirmemiş dağlıları bir üst kimlikte birleştirmeye çalışmıştı. Ama Kafkasya yada Ortadoğu bu hıza hazır mı? Bu tavır onların zafere gitmesini engelleyen bir durum olabilir mi? Bu soruların cevaplarını bulmak oldukça önemli”.

 

Panelin son konuşmacısı ve moderatörü yazar  Hulusi Üstün ise doğu toplumlarında olduğu gibi Kafkasya’da da ortak bir diplomatik dil kullanımının maalesef gelişmediğini belirterek mikromilliyetçi söylemlerin mücadeleye verdiği zararları örnekler üzerinden anlattı.

 

Çeçen savaşından önce Kafkasyalıların kendilerini Çerkes üst kimliği ile ifade ettiklerini, ancak oradan gelenlerin Rusya’nın etkisiyle mikromilliyetçi yaklaşımlarının etkili olduğunu belirten Üstün, “Ayrıca maalesef o dönemde Tarık Mümtaz Göztepe’nin eserinde olduğu gibi gerçekçi olmayan büyük bir moral vardı” dedi.

 

Türkiye tarihinin en büyük mitinginin Çeçenler için Taksim’de yapıldığını hatırlatan Hulusi Üstün bu mitingin hemen akabinde Kafkasyaların bu mitingi beğenmeyerek Çağlayan’da çok daha az kişiyle miting yaptığını hatırlattı. “Bütün milletler kalabalık olmakla, bir çok topluluğun kendi akrabaları olmasıyla övünürken Kafkasyalılar bunun tersi ilkel bir tavır sergiledi. Çeçen-Çerkes kimliği bu süreçte ayrıştı” diyen Üstün, savaşın İslami bir hareket ve cihat olduğu fikrine de katılmadığını açıkladı. İslam’ın bu hareket içinde önemli bir motivasyon kaynağı olduğunu ama olayın esasının bir bağımsızlık mücadelesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı.

 

O dönemde sınırda bekleyen mülteciler konusuna da değinen Hulusi Üstün, “Keşke 300 yada 1000 mülteci yerine 100 bin mültecinin buraya gelmesini sağlasaydık, ne kaybederdik” diye sordu ve o günün komite içi tartışmalarından örnekler verdi.

 

Hulusi Üstün konuşmasını “Ben kurtarmayacaksam bu millet kurtulmayıversin gibi düşünenlere çok üzülüyorum. Kafkas toplumunun Çeçen savaşını algılayışını ciddi şekilde sorgulaması lazım. Kahraman Çeçen algısının muhafazası için belgesel, film gibi gayretler göstermekte aciz kaldık. Cephede mücahitler yenildi, bir komite görevlisi olarak biz de burada yenildik. Bu savaştan biz de yenilgiyle çıktık. Bir günde duyduğumuz felaketler dert olarak bir ömre yeter” diyerek bitirdi.

 

Geniş bir katılımcı kitlesinin ilgi ile takip ettiği panel soru, cevap, tartışma ve münazara ile devam etti.

 

Soru cevap kısmında yapılan tartışma ve konuşmalar özetle şu şekilde;

 

Eyüp Tuncer: Konuşmanızdan rahatsız oldum. Şimdi burada olmayan bir çok insanı töhmet altında bırakan açıklamalar yaptınız. Aktütün’de öğrendiğim gibi, mayına basmadan savaşın ne olduğunu anlayamazsınız. Sınırdaki 300 mülteci meselesinde Çeçen önderliğinin görüşü, ‘Çeçenistan boşalırsa yanlış olur’ şeklindeydi.

Komitede da aynı üslubunuz vardı, ama sizi sevdiğimiz için tahammül ediyorduk.

Mesela, Taksim mitingi ülkücülerin sahiplendiği, Çağlayan mitingi ise planlı ve bir çok kesimin destek verdiği bir mitingdi.

 

Muharrem Baykul: Alev hanımın tespiti haksız değil. Ana kadronun kendisini bir İslami geleneğe nispet etmesi esastır. Yoksa yüzlerce insan niye Çeçenistan’a, Bosna’ya gitti. Türkiye’nin o zamanki şartlarıyla şimdiki şartları da aynı değil. Şimdi ülkenin şartları çok daha iyi. Az önce bahsedilen komite harekete geçerse biz de destek oluruz.

 

Enver Sağlam: Neden ikinci savaşı başlattınız diye çok ağır eleştirenler olmuştu. Çok para toplandıysa 300 mülteciye neden bakamadık? Daha önce destek veren bir arkadaşım şimdi destek vermem, diyor. Tartışmak, lehte aleyhte olan konuları açıklamak gerekir.

 

Cehdi Nogaylaroğlu: Cenk Bey’e bir hatırlatma yaparak başlayayım. Savaş başlamadan önce Rusya’da Başbakan Çernomirdin, Kalmık Yura ise Adalet Bakanı idi. Yura, Nalçik’e gelip oradan Çeçenistan’a giderek Dudayev ile gayr-ı resmi bir görüşme yapıyor. Dudayev, onun fikirlerine ve öngörülerine saygı gösterip, kendisinin de savaş istemediğini ve Tataristan gibi güçlendirilmiş bir özerkliğe razı olduğunu söylüyor. Hızla geri Rusya’ya dönerek Çernomirdin’e Dudayev’i ikna ettiğini ve anlaşmaya hazır olduğunu belirtiyor. Ancak Çernomirdin “Evet, haklısınız ama Rusya’ya kazanacağı bir savaş lazım” diyor ve savaş başlıyor.

 

Budenovsk baskınında Basayev, Çernomirdin ile bir telefon görüşmesi yapmıştı hatırlarsınız. “Ben halkımın özgür yaşamasını istiyorum” demişti. Ben de 1996 yılında kendisiyle görüştüğümde, “Abhazya’da halkım için savaştım, Çeçenistan’da da özgürlük mücadelesi veriyorum” demişti. Ancak daha sonra Ürdün’den Hattab grubu Çeçenistan’a gitti. Valizlerle para götürdüler. Ondan sonra Basayev değişti. Grozni pazarında açık giyinen kadınlar bile “Allahu Ekber” diye bağırıyordu o dönemde. “Allahu Ekber derken Ne kastediyorsunuz” dedim, “özgürlük, refah” dediler. “Araplar gelip kısa giyiniyorsunuz diye bize sopa vuruyorlar” dedi kadınlar. Basayev’e “Bu halk senden korkmaya başladı” dedim. Nitekim, seçim olunca seçilemedi, ikinci geldi, başbakan oldu. Alev hanıma sorum şudur; dışarıdan gelen mücahitler, Kafkas kültürünü dejenere etmedi mi? Uzun saçlarıyla, çok kadınla evlenerek, akraba evliliğini savunduklarını, bundan şikayetçi olduklarını söylemişti o kadınlar.

 

Cenk Başlamış: Dudayev’in ikna olduğunu hatırlıyorum. Öncelikle şunu ifade edeyim; ben kendimi Kafkasya ve Çeçenistan uzmanı olarak görmüyorum. Rusya uzmanı olarak da görmüyorum, ama Rusya’yı tanırım. Dışarıdan bakıldığında bu harekette başlarda İslami söylem yoktu, sonradan çıktı. Aşırı İslamcılar Rusya tarafından öne çıkarıldı diye düşünüyorum. Putin, “Biz Çeçenistan’da uluslararası terörizmle savaşıyoruz” diyerek bunu öne çıkarıyordu.

 

Alev Erkilet: Aynı şeyleri söylüyoruz, ama farklı perspektiflerden. Kafkasya’da, ulusal mücadeleyi, Çerkesler arasında Urquhart başlatmak istemişti. Bayrak tasarladı, marş yaptırdı. Rusya’ya karşı İngiltere’nin menfaatlerini korumak için. Kafkasya’nın en ilginç hususlarında biri, kendisi İslam’ı çok iyi bilmese de İslamcılık yapması. Yandarbiyev, biz ancak cenazelerde dua okuyabiliyorduk, diyor. Gazavat bayrağı sürekli din üzerinden işlendi.

 

Cehdi Nogaylaroğlu: Bir fıkhi meseleyi Kafkasya’ya dayatmak, yakın akraba evliliğini dayatmak doğru mu? İslami bilinçle kitabi bilgiyi paralel götürmek doğru değil. Benim köyümde hiç kitap okumayan bilinçli bir insana karşı burada çok kitap okuyan bilinçsiz insan da var. Ben Şamil’e, “9 Arap mücahit mi Kafkasya’yı özgürleştirecek” demiştim. Ama onlar daha bilgili olduğu için Şamil’in grubu onların etkisinde kaldı. Şamil’in Budenovsk konuşmasıyla 2009 konuşması arasındaki farkı okumadan savaşın seyrini okuyamazsınız. Bu savaşı millilik/yerlilik formundan çıkarmamak gerek. Aksi takdirde Kafkasya’da taraftar bulamazsınız. Basayev Kafkas Halkları Konfederasyonu Başkan Yardımcısı idi. Bunun için Abhazya’ya gidip savaşmıştı. Ama Hattab’ın etkisi altına girdikten sonra yanına gidip bir ay bekleyen insanlar kendisiyle görüşmekte zorlanmaya başladı. Çünkü görüştürülmüyorlardı.

 

Alev Erkilet: Dışarıdan gelen mücahitler kültürel açıdan farklı idi elbette. Şeyh Şamil’in mücadelesi milli değildi.

 

Mehdi Nüzhet Çetinbaş: Uzun süren savaş rayından çıkarıldı. Bizim topladığımız parayla Çeçenistan savaşı yürütülmedi. Bizim gönderdiğimiz parayla 100 füze atılabilir. Ama çok silah geliyordu, bunun kaynağı neydi? Savaşı bir süre sonra diplomatik alanda yürütebilmek gerekirdi, doğrudur. Çeçen bağımsızlık girişimini ilk ateşleyen, Dudayev’i Estonya’dan getiren Yandarbiyev’dir. Şair, entelektüel, alçakgönüllü bir insandı. Mashadov’un da önünü açtı.

 

Alev Erkilet: Bizim kendi insanımızı ve mücadelemizi karalamamamız lazım. Şamil bir baskın yaptıysa başkası yardım etmiştir, kendisi yapamaz, demek yanlış. Ümmet olarak biz bir şey başaracak durumda değil miyiz?

 

Kelemet Çiğdem Kentel: Cenk beyin daha somut gözlemlerini paylaşmasını bekliyorum.

 

Cenk Başlamış: Ruslar inanmadıkları, Çeçenler inandıkları bir savaşa girdikleri için onların kazanacağı belliydi. Ben taraf değilim, tanık olarak konuşuyorum. Çeçenistan’a ne zaman gitsem acı ve keder gördüm.

 

Fethi Güngör: Yandarbiyev öğrencilik yıllarından başlayan bir hareketin önderi olduğu halde Dudayev’in de Mashadov’un da devlet başkanlığını destekleyen olgun bir insandı, Mehdi ağabey de buna değindi. Başkent Grozni’nin düşeceğini anlayınca Dudayev başkenti Şali’ye taşıdığını duyurmuştu dünyaya, hatırlarsınız. Bu beyanatında bir başka önemli açıklama vardı: ‘Yönetimde şeriat ahkâmına riayet’

Hulusi bey Kafkasyalıların diplomatik dil kullanmada başarılı olamadığını söylüyor. Bilakis, Memlukler döneminde, Osmanlı’da, Ürdün, Suriye ve Türkiye’de son derece başarılı Kafkas kökenli bürokratların ve diplomatların varlığı, onların bu dili iyi bildiğinin göstergesidir. Ancak, muhatap Ruslar olunca bunun bir önemi kalmıyor. İmam Şamil bir sözleşme çerçevesinde teslim olmuştu biliyorsunuz. Bu sözleşmeye göre ailesi ve arkadaşlarıyla birlikte istediği yere serbestçe gidecekti. Ama, bir kaç kilometre ileride esir alındı!

 

Çeçenistan temsilciliği yapan Abzatov’un da birkaç konuşmasında vurguladığı gibi, Spencer’in şu sözü hakikaten doğrudur: “Ruslarla yapılan herhangi bir sözleşmenin kıymeti, o sözleşmenin üzerine yazıldığı kâğıttan daha değerli değildir.”

 

Şubat ayı Kafkasyalılar için de şehadet ayıdır.  İmam Şamil 4 Şubat 1871’de Medine’de vefat etmişti. Çeçenler 23 Şubat 1944’te Sibirya’ya sürülmüştü. Pazartesi  günü Başakşehir’de bu sürgünün yıldönümü münasebetiyle bir program düzenliyor Çeçen kardeşlerimiz.

 

Çeçenistan’a yardım olarak toplanan para miktarı çok büyük değildi. Savaş boyunca Türkiye’den gönderilen bütün para, sadece Coharkale merkezindeki telekomünikasyon merkezini yeniden yapmaya yetmezdi. Ama, damla damla biriken çok kıymetli desteklerdi elbette.

 

Mülteci psikolojisi çok farklı bir psikoloji. Çeçenler ilk geldiklerinde en çok zorlandığımız husus, onlara ayni ya da nakdi yardım iletmekti. Bir türlü almak istemiyorlardı, çok zorlarına gidiyordu. 20 yılda mültecilerden suça bulaşan çok az insan çıktı. Kafkasyalıları utandıracak önemli vukuatlar olmadı çok şükür. Bu yüzden Çeçen mültecileri tebrik ediyorum.

 

Cenk beyin sıraladığı eylemler, Nalçik’teki eylemle aynı mantık çerçevesinde ele alınabilir. Başlarına haç kazınarak, eşlerinin başörtüleri zorla açılarak, “Haydi, Allah gelsin sizi kurtarsın” diye tahkir ederek kışkırttıkları gençleri, pasif destekle 13 Ekim 2005’te FSB’nin Nalçik’teki silah deposuna sokmayı başarıyorlar. Gençler caddeye çıktığı gibi yüze yakın delikanlıyı ekin gibi biçiyorlar. Bahsi geçen 4 eylem de FSB’nin pasif desteği olmadan gerçekleşebilecek eylemler değildi. Bir eylemin kimin eseri olduğunu neye hizmet ettiğinden anlayabiliriz. 

 

Aradan geçen 20 yıla, Türkiye’nin güçlenmesine, 2 milyon Suriyeli mülteciye bakabilmesine rağmen Çeçen mültecilerin sorunları halen devam ediyor. Bunun bir sebebi de sorunların etkili şekilde ilgili mercilere ulaştırılamamasıdır. Bu yüzden yeni bir komite kurmaya ve Çeçen mültecilerin barınma, eğitim, hukuki vb. ihtiyaçlarını tek elden çözmeye çalışmak daha etkili olacaktır.

 

Unutulmuş Çeçen meselesini hatırlatan bu paneli düzenleyen Kafkas Vakfı’nın genç yönetimine ve bizi yalnız bırakmayan siz kıymetli katılımcılara, birikim ve gözlemlerini bizimle paylaşan konuşmacılara candan teşekkür ederim.

 

Ajans Kafkas