“Devletin varlığı olgu meselesidir”

Özellikle insan hakları hukuku alanında dünyanın önde gelen üniversitelerinden olan Lund Üniversitesi (İsveç) profesörü Güney Osetya’lı Zelim Tsohrebov, Güney Osetya gazetesine konuştu.

“Güney Osetya gazetesi yazı işlerini geçtiğimiz günlerde Lund Üniversitesi profesörlerinden Zelim Tsohrebov ziyaret etti. Zelim Tsohrebov Tshinval’li, Güney Osetya Devlet Üniversitesi mezunu, 90’lı yılların başında Güney Osetya Sosyal Araştırmalar Enstitüsünde çalıştı, halk hareketi aktivistlerinden idi. Avrupa Konseyi bünyesindeki insan hakları uzmanlarından, İsveç vatandaşı, Lund Üniversitesi profesörü, bir yıl önce kendisine Ukrayna Bilimler Akademisi Kiev Enstitüsü doktor unvanı verildi.

Zelim Tshovrebov şu anda Avrupa Birliğinin polis misyonunda insan hakları uzmanı olarak Afganistan’da bulunuyor. Bunun dışında Kabil Üniversitesinde insan hakları, liderlik ve menejerlik konularında seminerler veriyor.

Tshovrebov, Güney Osetya ziyaretinde de Devlet Üniversitesi öğrencileri ve gençlik hükümeti temsilcilerine insan hakları ile ilgili ilginç bir  kaç seminer verdi.

Tshovrebov’un Lund Üniversitesinde savunduğu doktora tezi az sayılı halkların problemleri ve uluslararası hukukta etnik azınlıklar konusunda idi.

Az sayılı haklarının korunmasında uluslararası arenada neler yapmak gerekir? Azınlıkların daha güvenilir korunması için ne gibi uluslararası belgeler oluşturulabilir? Bağımsız bir devlet olarak Güney Osetya’nın geleceği ne olacak? Bütün bu soruları konuları Zelim Tshovrebov’a yönelttik”

Uluslararası hukuk açısından genç devletimiz Güney Osetya Cumhuriyetinin oluşum etaplarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hukukçular defalarca, Güney Osetya Cumhuriyetinin kendi devletini inşa yolunda tek bir uluslararası kanunu ihlal etmediğini belirttiler.

Ancak halen ‘kısmen’ tanınmış bir ülkeyiz… Bu nasıl olabilir?

Günümüzde birçok bağımsız devletin oluşumu doğru bir istikamette olmuyor. Yeni ülkelerin tanınması, alışıldığı üzere önce uluslararası siyasi arenanın büyük oyuncularının sert direnci ile karşılaşıyor.

Ancak tarih gösteriyor ki, daha sonra tablo değişiyor. Lazarus’un Şarkısı kitabımın IV bölümünde, ilk başta bağımsızlığını ilan eden devletlerin ‘süngü’ ile karşılaştıklarını, ancak zamanla, her şeye rağmen tanınır olduklarının örneklerini veriyorum.

Uluslararası hukuk açısından yeni ülkenin diğer devletler tarafından tanınması meselesi aslında gündeme getirilmiyor. Uluslararası hukukta söz konusu olan şey ülkeler arası diplomatik ilişkilerin oluşturulmasıdır, yani devletin varlığı bir olgu meselesidir.

Birleşmiş Milletlerin bile ülkeyi tanıma veya tanımama konusunda doğrudan yasal yetkisi yok. Bu, onun işlevleri arasında yer almıyor. Elbette üyelerini kabul edebilir, ama ‘tanıma’ BM’nin işlevi değil. Bir kez daha tekrarlıyorum, çeşitli ülkelerin siyaseti değerlendirilerek ülkeler arası diplomatik ilişkilerin sağlanması ve ardından ülkenin bağımsızlığının tanındığının ilan edilmesi söz konusu olabilir.

Ancak bağımsız devletin varlığı diğer ülkeler tarafından tanınma veya tanınmamasına bağlı değildir.

Aynı zamanda uluslararası hukukta bilinen iki kavramın çatışması söz konusu: Bir taraftan, halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkıyla ilgili prensip -ki Güney Osetya Cumhuriyeti bu hakkı kullandı- diğer taraftan, ülkenin toprak bütünlüğünün korunma prensibi. Ülkenin toprak bütünlüğünün korunması, sömürgeciliğin bir kalıntısı olarak halen hukuki alana hakim durumda.

Ama SSCB’nin ve Yugoslavya’nın dağılması sonucunda yeni ülkelerin oluşum süreçleri iyi biliniyor değil mi?

Şöyle bir örnek daha getirebilirim. BM’nin oluşumunda 54 bağımsız devlet yer aldı. Şu anda ise yaklaşık 200 üyesi var. Bunlardan birçoğu ile diplomatik ilişkiler kurulması ve tanınmaları başlangıçta baskı ile karşılanmıştı. Yugoslavya ve SSCB’nin dağılmaları örneklerine gelince, maalesef her iki dağılma da insan kaybı ve trajedi olmadan gerçekleşmedi.

Gazetemizde geçenlerde, Fransa Devlet Başkanı Nikolay Sarkozy’nin Gürcistan’da, Güney Osetya ve Abhazya’yı ‘yalancı devletler’ ve ‘Gürcistan’ın kesilen uzuvları’ vs. olarak adlandırdığı konuşması yer aldı. Bir insan hakları savunucusu ve konunun uzmanı olarak, böyle bir konuşmayla ilgili nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

Sarkozy’nin Gürcistan’daki konuşması ile ilgili olarak sadece şu gerçeği ifade edebilirim ki, onun sözlerinin hiçbir hukuki gücü yok. Bu sözler sadece siyaset sahnesine ait. O kendi siyasi pozisyonunu dile getiriyor ve bu sözler, var olan yeni gerçeğin tanınmaması isteğini ifade ediyor.

Yeni gerçek derken neyi kastediyorsunuz?

Yeni gerçek; Güney Osetya Cumhuriyeti devletinin ilan edildiği, var olduğu ve geliştiğidir. Uluslararası hukuka göre, devletin bir tanımı var, sadece birkaç maddeden oluşan basit bir tanım. Güney Osetya ve Abhazya cumhuriyetleri tamamıyla bu standart tanıma uyuyor.

Somut olarak hangi maddeler bunlar, izah edebilir misiniz?

Bu ülkelerin yönetimleri bölgelerini kontrol ediyor, bu bir; ikincisi, kendi bölgelerini etkin şekilde idare ediyorlar; üç, diğer ülkelerle diplomatik ilişkiler kurabiliyorlar. Bir kez daha altını çiziyorum, her iki ülke (Güney Osetya ve Abhazya) tamamıyla uluslararası hukukun devlet tanımına uyuyor.

Peki Gürcistan?

İşte, Gürcistan ise bu tanıma uymuyor! 20 yıldan fazla bir süredir kendi toprağı olarak ilan ettiği bölge üzerinde etkin bir kontrolü bulunmuyor. SSCB’nin dağılmasından bu yana geçen süre içinde Gürcistan, Güney Osetya ve Abhazya bölgesini kesinlikle kontrol edemedi. Gürcistan yönetimi burada kendi politikalarını yürütemedi, bu bölgelerin halkı seçimlere katılmadı vs. Uluslararası hukuk gerçeği açısından ele alacak olursak, ‘oluşmamış devlet’ tanımı tam da Gürcistan’ı ifade ediyor.

Bu günkü durumda, genç cumhuriyetimizin menfaatleri nasıl ileriye götürülebilir? Tavsiyeleriniz neler olacak?

Her şeyden &ou