“Çeçenya’da nasıl göz altına alındım?”

Meduza muhabiri İlya Azar, Caharkale yakınlarında intihar eylemi düzenleyen Şamil Canaraliyev’in köyüne gitti. Köye gitme sebebi, Canaraliyev’in yakılan evini incelemek ve köylülerle konuşarak bu konuda bir haber yapmaktı. Fakat, Azar göz altına alındı ve Meduza sitesinde yaşadıklarını anlattığı bir yazı yayımladı. Yazıyı çevirerek alıntılıyoruz.

9 Mayıs sabahı erken saatlerde, Caharkale yakınlarında bir terör eylemi meydana geldi. Patlamada altı polis yaralandı, intihar eylemcisi öldü, suç ortağı vuruldu. Ramzan Kadirov teröristleri “aseksüel varlıklar” ve “alçaklar” olarak adlandırdı, 11 Mayıs gecesi ise direnişçilerin yaşadığı ev yandı. Aynı şey, Aralık 2014’de yaşanan Caharkale’deki olaylara karışanların evine de olmuştu. Kadirov, 2014’de, terör eylemi yapanların ailelerinin de cezalandırılacağının sözünü vermişti. 11 Mayıs’ta Caharkale’de olan “Meduza” özel muhabiri İlay Azar, yanan evi incelemek ve teröristin ailesi ile görüşmek için gitti. Ancak “IŞİD” yandaşlığı yaptığı şüphesiyle polisler tarafından gözaltına alındı.

27 yaşındaki Şamil Canaraliyev ve 25 yaşındaki Ahmed İnalov 9 Mayıs sabahı Groznenski bölgesi Alhan-Kala köyü civarındaki kontrol noktasına geldi. Güvenlik güçlerinin verdiği bilgilere göre, Canaraliyev kendisini havaya uçurdu ve Başkurdistan’dan Çeçenya’ya altı aylık görev için gelmiş olan altı polisi yaraladı. Yaralıların dördünün durumu ağır ve yoğun bakımda tedavi görüyorlar. İnalov ise polislerden birinin silahını almaya çalıştı ve vurularak öldürüldü.

Çeçenya başkanı Ramzan Kadirov olaya duygusal bir tepki verdi. Olayı gerçekleştirenleri “alçaklar”, “utanç verici bir şekilde kontrol noktasına gelen aseksüel varlıklar” ve “haysiyet, onur ve vicdanını yitirmiş, hiçbir suçu olmayan binlerce sivil yaşama kast eden vicdansız pislikler” olarak adlandırdı.

Aralık 2014’de bir grup direnişçinin Caharkale’de yaptığı ve 14 polisin ölüp 36’sının yaralandığı silahlı saldırının ardından Kadirov, teröristlerin ailelerinin de cezalandırılması gerektiğini belirterek, “Oğulları veya kızlarının işlediği suçlardan dolayı ebeveynlerin cezalandırılmadığı zamanların sonuna geldik” demişti. Kadirov, intihar eylemcilerinin ailelerinin sınır dışı edileceğini ve evlerinin yıkılacağını söylemişti. Aralık 2014 sonunda, “Kavkazki Uzel”in verdiği bilgilere göre, 15 ev yandı. Kundaklayanlar bulunamadı ve yangınların sorumluluğunu kimse üstlenmedi.

11 Mayıs 2016 sabahı, 9 Mayıs’ta kontrol noktasına saldırıda bulunan Canaraliyev ve İnalov’un evlerinin yandığı bilgisi geldi. Yangılarda kimsenin zarar görmediği açıklandı. Evlerinin bulunduğu köyün merkezinde, yeni bir cami ve bir kaç market vardı. Yere devrilmiş bir kütük üzerinde oturan ve yakınlarda otlayan ineklerini izleyen köylüler yanan evin nerede olduğunu söylüyorlar. “Sahab oradan geçtik, hala duman tütüyordu” diyorlar. Burnuma gelen duman kokusundan anlıyorum ki, Canaraliyev’in evine yaklaştım. Diğer bütün sokakları sessiz ve sakin olan köyde, evin bulunduğu sokak insanlarla dolu.

Nedense etrafta hiç polis yok. Henüz evin iki fotoğrafını çektim ki, elinde dosya bulunan bir adam yanımda bitiveriyor. Hangi şehir olduğunu söylemiyor ama kendisinin belediye başkanı yardımcısı olduğunu söyleyen bu adam fotoğraf çekmeme izin vermiyor.

-Kanunen yasak, diyerek kestirip atıyor.

-Hangi kanunla?

-Çekemezsiniz.

-Tamam o zaman, bana burada ne olduğunu anlatın, diye rica ediyorum.

-Ev yandı, görmüyor musunuz?

-Fark etmemek mümkün değil. Peki bu ev kimin?

-Bilmiyorum, ben [belediyede] inşaat ve konut hizmetlerinden sorumluyum.

-Ama, bu evin önceki gün kontrol noktasına saldırı düzenleyen intihar eylemcisinin evi olduğu biliniyor.

-Ben hiçbir şey bilmiyorum, bu sadece bir yangın, diyor belediye başkan yardımcısı, bir tarafa geçiyor ve cep telefonu ile birini arıyor.

Yanan evin yanında gölgede duran ve sakince sohbet eden on kadar adamın bulunduğu gruba yaklaşıyorum.

-Eve ne oldu? Ne zaman yandı?

-Gece, saat ikide. Biz hiçbir şey görmedik, diye cevap veriyor adamlar.

-Evin yakıldığı söyleniyor.

İçlerinden daha genç olanı “Kim söyledi?” diyerek konuşmaya katılıyor. Bu kişi daha sonra yanımdan hiç ayrılmadı. Soru sorduğum herkese Çeçence hızlı hızlı bir şeyler söyledi ve böylece konuşmalar başlamadan bitti.

-Bu kazara çıkan bir yangın. Siz çıkan her yangına gidiyor musunuz? Bu büyük bir olay mı? Rusya’da her gün kazara ne kadar ev yanıyor biliyor musunuz? diye tekrarlıyor.

Bu sözlerin ardından birçoğu gülüyor.

Bu ev, önceki gün kendisini havaya uçuran kişinin evi, diyorum.

-Biz bilmiyoruz.

-Bu nasıl olur? Sizler buralısınız, küçük bir kasabada herkes birbirini tanır.

-Ama, biz bilmiyoruz.

-Aralık 2014’de de terör eylemlerine katılanları evleri aynı şekilde yandı.

-O zaman da yangınlar kazara çıktı. Rusya’da sürekli bir yerlerde bir şeyler yanıyor, diye cevaplıyor biri.

Dinleyin, burada ne olduğunu aslında hepimiz biliyoruz, diye son bir girişimde bulunuyorum.

-Biz bilmiyoruz, diyerek muhatabım cevap veriyor, geri kalanlar gözlerini çeviriyor.

Vatandaşlardan biri, elinde teşbihle, geliyor ve bir köşeye geçiyoruz. O diğerlerinden daha konuşkan. Yanan evin tek katlı olmasına rağmen içinde birden fazla ailenin yaşadığını söylüyor. Yaklaşık 11-12 kişi yaşıyormuş evde. Canaraliyev ile bir ilgilerinin olmadığını söylüyor. Adam, “Onlara güya tazminat vaat ediyorlar, ama şimdilik hiçbir şey belli değil” diyor.

Rusya Acil Durumlar Bakanlığı üniformalı uzun boylu bir adam, evin bahçesinde, Canaraliyev’in komşuları ile konuşuyor. Araştırma yapıyor gibi görünüyor, yangının sebepleri hakkında bir şey anlatmayı reddediyor ve uzaklaşmamı rica ediyor. Mavi takımlı bir genç  yaklaşıyor: “Ben burada ev sahibiyim ve sizin burada olmanızı istemiyorum, gidiniz” diyor.

JAoOB6JdwyE6pnap_FShxQEvin etrafındaki kişilerden ikisiyle sakin sakin konuşuyorum, “Biz bu kasabadanız, ama başka bir caddede yaşıyoruz. Canaraliyev hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Onunla elbette çocukluktan tanışıyoruz. Çocukken sıkça görüşürdük ama artık arkadaş değildik. Ondan hiç şüphelenmedik” diyorlar. Bu esnada iki polis bana doğru geliyor ve belgelerimi soruyorlar.

“Fotoğraftaki, bence, sen değilsin. Kesinlikle benzemiyor. Kontrol etmek lazım. Belki de bu senin pasaportun değil” diyor polislerden biri. Bir pasaporta bir bana bakıyor ve beklenmedik bir şekilde şu cümleyi kuruyor; “Hiç Suriye’de bulundun mu?”

Elimdeki pasaportu, kayıt cihazını ve iki cep telefonunu alıyor. Telefonlardan birinde “Svoboda” radyosundan meslektaşım Anton Naumlük’a gönderdiğim SMS’i buluyor: “Polis geldi, şimdilik bir problem yok” ve bağırmaya başlıyor: “Sen her şeyi emirin Mamlük’e rapor ediyorsun, her şey apaçık ortada”. Galiba, Mamlük derken silahlı örgüt üyesi Mamlük lakaplı Larsanov’u kastediyor. Aslında o öldürülmüştü ama cesedi bulunamamıştı, demek ki polise göre hala hayatta ve ben onunla irtibattayım. Yazan ismin Mamlük değil Naumlük olduğunu izah etmeye çalışıyorum ama dikkate alınmıyorum.

Sonunda kendisini Magomed Daşayev, Caharkale emniyet polisi olarak tanıtan (Rusya İçişleri Bakanlığı sitesine bakılırsa şu anda bu görevde değil, ama üç yıl önce bu görevi yapmış ve hakkında adam kaçırma ve işkenceden şikayette bulunulmuş) üniformalı bir adam yaklaşıyor. Daşayev açıklamalarımı dinledikten sonra ısrarla polis şubesine gitmemi ve orada teröristlerle irtibatım olmadığını açıklamamı öneriyor. Aracın arka koltuğundaki Kalaşnikofu alıyor ve oturmamı teklif ediyor. Araba hareket ediyor, ama Caharkale polis müdürü birden kasaba sakinleri ile konuşmak gerektiğini hatırlıyor. Onlarla yüksek bir sesle Çeçence tartışıyor.

Daşayev’i beklerken polis memuru, “Onların neden kendilerini havaya uçurduklarını anlamıyorum. Her şeye sahipler. İşte Canaraliyev’in evi, eşi ve işi vardı. Daha neye ihtiyacı var? Onun böylesine güzel bir evi vardı, içi tümüyle oyma ahşaptı” diyor.

-Zengin miydi?

-Yok değil, sadece ahşap oymacısı olarak çalışıyordu.

Polis, Canaraliyev’in Suriye’ye gitmeye çalıştığını anlatıyor.

-O zaman tahkikat yürütmediniz mi?

-Nasıl açalım? Türkiye’den telefon açtı, gitmediğini ve dönmeye karar verdiğini söyledi, diyor.

wTZ9zpabTCLRQUg0WG7jgg9 Mayıs’ta, Ramzan Kadirov da aynısını söyledi: “Güvenlik organları ve Caharkale belediyesi Canaraliyev’i geri döndürmek için çok çaba sarf etti. Ailesi onun her şeyin bilincine vardığını ve doğru yolda olduğunu iddia etti. Bundan sonra böyle lafları dinlemeyi düşünmüyoruz. Bu tür alçaklarla mücadelemizde sert adımlar atacağız.”

Polise “Peki ailesinin suçu ne?” diye soruyorum.

Kızgınlıkla, “Onun evinde yasak dini yayınlar bulundu! Ne yani eşi veya annesi bunun farkında değil miydi?” diyor.

Bazı medya organları, 10 Mayıs’ta, Canaraliyev’in evinde arama yapıldığını, erkek kardeşi ve hamile eşini sorguya götürdüklerini açıkladı. Canaraliyev’in teyzesi, “O çok iyi bir insandı. Herkese gülümser, herkesle şakalaşırdı. Ailenin büyüğü idi, erkek kardeşlerine yardım ediyordu ve annesine büyük bir saygı gösteriyordu. Ben böyle bir şeyin nasıl olduğunu anlamıyorum ve buna inanmak istemiyorum” diye konuştu.

Polisler, beni Kirova kasabasından Caharkele’ye götürürken polis müdürü bana haklarımı okudu. Terörizmli ilgili Ceza Kanunu’nu okuyor ve birden diyor ki, “Sen de el-Bağdadi’ye çok benziyorsun.”

Yolda tanıdıklarıyla karşılaşıyor ve arka camı indirerek beni gösteriyor: “Baksana, aynı el-Bağdadi değil mi?” Tanıdıkları yüzüme bakıyor ve başlarını sallıyorlar. Onlardan biri “Evet, evet çok benziyor, aynı sakal. Sadece el-Bağdadi’ninki daha uzun, ama yüzü aynı onun gibi yuvarlak” diyor.

Diyorum ki, “Ben nasıl el-Bağdadi’ye benzerim, ben Yahudiyim”. Soyadım da onlara garip geldiği için bunu izah etme ihtiyacı hissettim.

Aldığım cevap ise şu şekildeydi:

-Kesinlikle! El-Bağdadi’nin annesi de Yahudi. Bunu herkes biliyor.

Bu iddia internette gerçekten popüler bir iddia. Bu iddiaya göre, IŞİD tüm faaliyetlerini İsrail ve ABD’den aldığı talimatla gerçekleştiriyor. NATO daha önce HAttab’ı finanse etmişti, şimdi de IŞİD’i finanse ediyor.

Yolda birden Iphone telefonunu çıkarıyor ve logoya işaret ederek şöyle diyor: “Iphone görüyor musun? Bu haram! Burada elma tasvir edildi, bu ise ilk günah sembolü”.

Peki neden bu haramı cebinizde taşıyorsunuz?

“Kendime ve başkalarına ibret olsun diye”, cevabını veriyor Daşayev.

Caharkale emniyet binası önünde, bir insan yığını birikmiş. Hallerinden birseylerden şikayetçi oldukları anlaşılıyor. Polis müdürü onların yanına gidiyor ve uzun uzun Çeçence konuşuyor, kadınlardan biri konuşma esnasında bayılıyor. Biz onun gelmesini beklerken Çeçenya Güvenlik konseyi çalışanı İbrahim benimle tanışıyor. Onunla uzun süre Çeçenya’daki durumu müzakere ediyoruz.

“Halk şu anda teröristleri desteklemiyor. Herkes Canaraliyev’i neden böyle birşey yaptığına şaşırıyor!” diyor İbrahim. Ayrıca burada hiç kimsenin bağımsız İçkerya’yı da desteklemediğini ilave ediyor.

“Çeçenya’daki korku atmosferinden ve farklı düşüncedekilere yapılan baskılardan dolayı, böyle düşünseler bile bunu ifade etmek çok zor” diyorum.

“Korku mu? Peki Rusya’nın neresinde muhalefete başka türlü muamele ediliyor? Bizde de, Moskova’da yapılanın aynısı yapılıyor,i sadece farklı bir bakış açısıyla” cevabını veriyor İbrahim.

Daşayev bize yaklaşıyor ve İbrahim’e el-Bağdadi hakkındaki mükemmel tespitini söylüyor, “O, el-Bağdadi’ye yüzde 60-70 benziyor, sen ise Magomed yüzde 10 benziyorsun.”

Caharkale emniyet binasında Daşayev gururla beni yanından geçen polislere takdim ediyor: “İşte, IŞİD’i finanse eden adamı yakaladık.”

“Finanse eden mi? Yahudi olduğum için mi böyle söylüyorsun?” diye şaka yapıyorum. Cevap verme lütfunda bulunmuyor.

Profilden ve karşıdan fotoğrafımı çekiyorlar, üzerimi arıyorlar.

Daşayev beni arayan polise soruyor, “Uyuştrucu yok değil mi?”

“Neden olsun ki? O farklı bir maddeden burada” diyor ve gülüyor. Genel olarak, gözaltında olduğum dört saat boyunca benimle konuşan herkes, polisler ve sorgu hakimleri o kadar çok güldüler ve öyle mantıksız iddialar öne sürdüler ki, yaşananların topyekun bir saçmalık olduğunu anladım. Bundan dolayı hiç korkmadım.

Sorgu hakimleri, yine de sorguya devam ettiler.

-Sen Suriye’deki askeri eylemleri destekliyor musun?

-Kimin yaptığı eylemleri?

-Destekliyor musun, desteklemiyor musun? IŞİD’i beğeniyor musun?

-Hayır!

-Belki de, sen el-Bağdadi’sindir! Telefonunda IŞİD’in vaaz videoları var mı?

-Hayır!

-Kirova kasabasından kimleri IŞİD’e gitmesi için kandırdın?

-Dalga mı geçiyorsunuz?

-Belki de, evi sen yaktın, sen Caharkale’ye dün geldin.

-Başkanın Mamlük’e olay yerine geldiğin konusunda mesaj attın!

Sonra, polis, yakma görevimin olmadığı ve sadece IŞİD için adam toplamak amacıyla oraya gittiğim sonucuna varıyor.

-Sen neden kendin IŞİD’ine gitmiyorsun? Neden buraya geliyorsun?

-Orada gazetecilerin başlarını kesiyorlar, diye savuşturuyorum.

-Peki Çeçenya’da kesmiyorlar mı?

– Bilmiyorum, umarım kesmiyorlardır!” diyorum ve meydan okurcasına polislere bakıyorum. Onlar gülüyorlar.

Teröristlerin evlerinin yakılmasıyla ilgili sorumluluğu kimse üstlenmediği halde, ülkede bu yangınların gerçekten kazara olduğunu düşünenler az.

Birden polis memuru soruyor, “Bu evleri Çeçen polislerin mi yaktığını düşünüyorsun?”

-Ben böyle bir şey söylemedim ve düşünmedim. Belki düşünmüşümdür, ama kesinlikle söylemedim

-Aha! Peki sen, bunu arkadaşlarının intikamını almak için Başkırların yaptığını düşünmedin mi? Eğer patlamada “Meduza”dan meslektaşların zarar görseydi intikam almaz mıydın?

-Akrabalarından intikam almazdım.

“Teröristlerle başka türlü mücadele edilemez. Sadece, eğer ailesine aynı şeyin olacağını bilirse dururlar”, diyor sorgu hakimi. Benim bu tür metotların kanunsuz ve insani olmadığı yönündeki sözlerimi reddediyor.

Bir ara Daşayev kolumdaki Swatch saati, üzerinde kaydedici olup olmadığını kontrol etmek için çıkarmamı istiyor. Dikkatlice saati inceliyor, saat minesinde bir hız göstergesi olduğunu fark ediyor.

“.mph nedir?” diye soruyor.

“Mil, Amerikan hız birimi” diyor başka biri.

-Aha! Amerikalı sponsorlardan mı hediye?

“Hayır, elbette. Saati bir kız hediye etti, firma ise İsviçre” diyerek kendimi temize çıkarmaya çalışıyorum.

“Senin patronların Amerika’ya çalışıyorlar, bu bilinen bir şey” diyor ve birden gazetecilik mesleği üzerine konuşmaya başlıyoruz.

Polisler, “Meduza yabancı devlet parası ile çalışan, Rusya düşmanı bir medya organıdır” diyor.

Daşayev, “Rusya’yı sever misin? Bir vatansever misin?” diye soruyor.

“Evet, sadece sizin gibi değil. Benim için insanların menfaatleri, devlet menfaatlerinden önemlidir” diye cevaplıyorum.

Polis müdürü, “O zaman İsrail’ine git!” diyor ve ekliyor “Eğer kötüyü anlatıyorsan, gazeteciliğin kötüdür.”

“Gazetecilik eksiklikleri anlatır. Onların düzeltilmesi için çalışır. İyi devlet bunları kendisi anlatandır” diyorum sorgu hakimine.

-İyiyi anlatmak lazım, neden tüm dünya bizim problemlerimizi bilsin? Ve üstelik etrafımızda dostumuz olan tek bir devlet yok.

Nihayetinde, sorgu bitiyor, telefonumu dört saat boyunca en az üç kişi dikkatlice inceledi. Yanan evin resmini sildiler ama onları Moskova’ya gönderdiğimi fark etmediler. Rusya’nın farklı bölgelerinden görev yapmaya gelen polisler beni alıyor. Onlar burada evrak işlerini yürütüyorlar ve bu arada Daşayev’in gerçekten Caharkale polis müdürü olduğunu doğruladılar.

“Burası Meksika. Üç saatte ayrıldığın için şanslısın” diye gülüyor içlerinden biri.

Diyoru da diyor ki, “Eğer yönetim bu hareketleri onaylamasaydı, çoktan son verilmesini söylerdi. Putin’e de evlerin yakılması sorulmuştu. O zaman ne cevap verdiğini hatırlıyor musun?”

Görevli polisler, Kadirov’un birkaç yıldır söylediklerini tekrarlıyor ve diyorlar ki, “Şu anda dağda 12’den fazla kişi kalmadı. Geri kalanı Suriye’ye gitti.” Halbuki terör eylemleri devam ediyor.

Gözaltına alınışımla ilgili izahatı ve içişleri idaresine yönelik eleştirim olmadığıyla ilgili notu verdikten sonra beni bırakıyorlar. Çıkış yolunda hücreye çevrilmiş normal bir oda görüyorum. Orada sekiz kişi oturuyor, hücre kapısı ve içerideki parmaklıklar açık. Gözaltındakiler rahatça tuvalete gidiyorlar ve koridorda dolaşabiliyorlar. Bana onların 11 Mayıs’ta gözaltına alındığını, gözaltına alınma sebeplerinin uzun sakallar olduğunu söylediler.

“Bu garip yer nedir?” diye görevli polislerden birine sordum.

Şaka yaparak, “Pansiyon” cevabını verdi.

-Peki gerçekte?

-Bilmemen daha iyi, dedi ve sustu.

Saat 20:00 gibi aniden Daşayev bana telefon açtı ve nerede olduğumu sordu. Birkaç dakikalığına şahsi olarak önemli bir konuda görüşmek istediğini söyledi. Reddetim ve telefonu kapattım. O esnada, Mahaçkale’ye doğru gidiyordum. Birkaç kişi, böyle göz altıların ardından genellikle geceleyin bir baskın daha yapıldığı konusunda uyarmışlardı.

Çeçenya İçişleri Bakanlığı göz altına alınmadığımı açıkladı. TASS haber ajansına konuşan bir polis ise yaşadıklarım hakkında şöyle bir açıklama yaptı: “Onu gözaltına almadılar. Sadece kanunlara uygun olarak kimliğini tespit etmek maçıyla şubeye götürdüler. Belgeleri kontrol edildikten kısa bir süre sonra serbest bırakıldı. Bu standart bir prosedürdür.”

Kaynak: meduza.io