Yusuf Tunçbilek ile Kafkas kurumları ve ‘Büyük Çerkes Sürgünü’ üzerine söyleşi – II
“Çerkes Sürgünü”nun 157. yıl dönümü nedeniyle Kafkas Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Yusuf Tunçbilek’le yaptığımız söyleşinin ikinci bölümü:
Türkiye’deki Kaffed’in ve Gürcistan’ın başkenti Tiflis’teki “Çerkes Kültür Merkezi’(ÇKM)”nin hangisi, dünya arenasında Çerkeslerin sorunları konusunda daha hâkim ve daha karar verici pozisyonda, çözebilecek konumda sizce?
Aslında burada tabii bir iç, bir de dış etkenler var. Daha çok iç etkenlere bakarsak; toplumu yönlendirebilecek, kurumlar arası ilişkileri geliştirebilecek güçlü liderler, liderlikler meselesi bu noktada önem kazanıyor. Türkiye’dekiler olsun, diğer ülkelerdekiler olsun; Çerkeslerin veya Kafkasyalıların bu noktada zayıf olduğunu, güçlü liderler çıkaramadıklarını düşünüyorum. Bu bağlamda; o devletlerle, Gürcistan’daki kurumlarla iletişime geçebilecek Türkiye’de bazı kurumlar var hatta bazıları da kurdu. Nitekim bunlar sürekli ilerleyen boyutta olmuyor. Kurumların başkanları ortalama dört senede bir değişiyor. Dolayısıyla yapılan işler her yönetimde bir yenileniyor, vs. Bu anlamda bir toplumu, bir halkı temsil eden yapıların, hem üye sayılarının az olması hem de güçlü önderlerinin olmaması nedeniyle resmi otoriteler tarafından ne ölçüde muhatap alındıları meçhul. Bu noktada da özeleştiri yapmak gerekirse bunu söyleyebiliriz.
Gürcistan’ın, özellikle de Abhazya-Gürcistan Savaşı’nın ardından Çerkeslere farklı bir ilgi duyduğu açık. Tabii Çerkesler bunu çok anlamlandıramıyorlar kafalarında çünkü onlar için Çerkesler ve Abhazlar aynı toplum. Ancak Gürcistan için bu söylenemez. Burada belirleyici olan şey 1992-93 yıllarında Abhazya ve Gürcistan arasındaki savaşta, Türkiye’deki Çerkeslerin açık biçimde Abhazya tarafında olması gerçeği. Ve bu, Çerkesler arasında Gürcistan’a karşı nefretin iyice artmasına yol açmıştı. Hatta hiçbir şekilde iletişim yoktur aralarında. Benim bildiğim kadarıyla, sadece son yıllarda Çerkesfed, Tiflis’teki ÇKM’yi bir kez ziyaret etmiştir. Hatta Samsun Birleşik Kafkas Derneği bu ziyareti protesto etmek için Çerkesfed’den ayrılmıştı. Türkiye’deki Çerkesler arasında Gürcistan ile ilişki kuran, kurmaya çalışan çok az sayıda insan olduğunu biliyoruz. Bunlar da dışlanmaya maruz bırakılıyor çünkü dediğim gibi Abhazya-Gürcistan Savaşı’nda Kafkasya merkezli “Kafkasya Halkları Konfederasyonu” vardı ve bu noktada bütün Kuzey Kafkasyalıların o savaşta Abhazya tarafında olması gibi bir durum vardı. Gene de o, o döneme özeldi. Mesela Çeçenler o savaşta Abhazlar tarafında savaştılar ancak daha sonra Gürcistan ile ilişkilerini farklı bir tarafa çektiler ve orayla daha fazla ilişki kurmaya başladılar. Bu noktada Türkiye’de Çerkeslerde bir Gürcü karşıtlığı o kadar yaygın olmasa da, Türkiye’deki Gürcü kurumları ile çok ilişki kurmamaya çalıştıklarını görüyoruz. Dolayısıyla Gürcistan ile de münasebet kurmuyorlar. Gürcistan’ın tek taraflı olarak Çerkeslerin belki işine gelecek olan hamleleri, Türkiye’deki Çerkesler tarafından açıkçası muhatap alınmıyor, değerlendirilmiyor. Çerkesler, Gürcistan’ın “Çerkes Soykırımı” ile ilgili yaptığı açıklamalara, tanımasına, vs. pozitif bakmıyor. Bunun en büyük nedeni de Abhazya. Ancak bu tuhaf biçimde tek taraflı yürüyor. Yani Abhazya, Rusya ile ilişki kuruyor ama Çerkesler Gürcistan ile ilişki kurmuyor gibi bir durum var ortada. Bu da aslında Çerkesler arasında sorgulamalara neden oluyor diyebiliriz. Örneğin Dr. Zeynel Abidin Besleney, “Çerkesler arasında platonik bir Abhazya aşkının olduğunu, hâlbuki Kafkasya’da Çerkesler ile Abhazya’nın bir sınırının bile olmadığını” dile getiriyordu. Türkiye’deki Kafkasyalılar genellikle Kafkasyalılarla evlenmek istedikleri için, Çerkes ve Abhazlar iç içe geçmiş haldedirler. Besleney de bu konuyu açıp, Çerkeslerin daha ziyade, onlarla bir arada yaşayan Karaçaylar ve Balkarlarla diyalog kurması gerektiğinden bahsetmişti. Yani son dönemde bu durum Çerkesler nezdinde bir kırgınlığa yol açmış olabilir ve bu kırgınlık bir sonraki aşamada Gürcistan ile kurulacak ilişkilerin artmasına neden olabilir gibi geliyor bana. Şu an öyle bir iletişim yok fakat yakın gelecekte şunu diyebilir Çerkesler: ‘Abhazlar zaten kendi cumhuriyetlerini kurdular. Bizim de karşısında olduğumuz Rusya ile de iletişim kuruyorlar. Biz neden Gürcistan ile iletişim kurmayalım?!.. Nasıl olsa savaş yaşandı ve bitti.’…
Peki bu ÇKM’yi Türkiye’deki merkezi yapıyla mukayese ettiğimizde, dünyadaki yeri, konumu, Çerkesler nezdindeki baskınlığı nedir tam olarak size göre?
Bir baskınlığı olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Gürcistan’ın Çerkeslere yönelik faaliyetlerinin direkt muhatabı olan Çerkeslerde bir karşılığı yok en önemlisi.
Bu yıl, “Çerkes Soykırımı’nın kabul edilişinin” 10. yıldönümü. 20 Mayıs 2011’de Gürcü tarafı, “Çerkes Soykırımı”nı kabul eden ilk ve tek devlet olmuş oldu. Türkiye Dışişleri Bakanlığı ise buna karşılık diplomatik olarak “adilane bir hafıza” çağrısı yapmakla yetindi. Özellikle Tiflis’teki ÇKM, dünya medyasında, basınında; Çerkesleri politik açıdan destekleyen temel merkez olarak neden bu denli aktif olarak popülerize ediliyor sizce? Size kalırsa; hangi sebeplerden ötürü KDF yönetimi, Tiflis’teki ÇKM idaresinin; Türkiye, Güney Kafkasya ve Rusya gibi en büyük diasporalara sahip ülke ve bölgelerdeki Çerkesler arasında olası siyasi çekişmeleri ve sosyal mesafeyi kışkırtabilecek potansiyeldeki bu tarz popülist eylem ve etkinliklerine kendince müdahil olmaya çalışmıyor, taraf olmuyor?..
Öncelikle, insanlar Rusya sınırları içerisinde kalan Kafkasya ile yıllar boyunca zar zor kurabildikleri ilişkilerin bozulmasını istemiyor. Evlilikler var, ticaret yapanlar var, kültürel faaliyetler, gidiş-gelişler hakeza artmış vaziyette, oraya yerleşenler var, Türkiye’den gidip de kimlik alanlar var. Bütün bu süreçler bunlarla bağlantılı. Politikaları belirleyen şey de genelde bunlar oluyor. Bu noktada Gürcistan’a, Abhazya-Gürcistan Savaşı’yla bağlantılı olarak hiçbir zaman sempatiyle bakılmadı hatta nefretle bakıldı. Gene de düşmanlık da yapılmadı yani Gürcü karşıtlığı diye bir şey yoktu. ÇKM’yi bir pas olarak düşünürse şayet, Çerkesler onu hiçbir zaman gole çevirmedi. Bu noktada, arka plandaki milliyetçilikler de belirleyici. Yani Türkiye’deki Kafkas kurumlarının kendilerini sorumlu hissettikleri alan esasında Kuzey Kafkasya dediğimiz yani Kafkas Sıradağları’nın kuzeyi olarak görülen kısım ile ilgili. Hatta derinden bir Kuzey Kafkasya milliyetçiliği yapıldığını; bu noktada da Gürcistanlıların, Azerbaycanlıların ve Ermenistanlıların asla “gerçek bir Kafkasyalı” olmadıkları ve olamayacaklarına dönük bir milliyetçilik kurgulandı. Bu, daha çok “Soğuk Savaş” atmosferinde yapıldı ve halen hâkimiyetini koruyor. Adıge olsun, Kabardey olun; Çerkes nüfusu Kafkas kurumlarında baskın. Ve özgün Kafkas kültürünün tarihsel olarak esas olarak kendilerine ait olduklarını hissediyorlar. Bu noktada da, Gürcistan’da son yıllarda gelişen politikalar bağlamında değil ancak tarihsel olarak da Gürcülere olan bakışlarında onlarda her zaman şöyle bir görüş tarzı hâkim: “Kafkasya dediğimiz bölge asıl olarak Kuzey Kafkasya’dır. Güneyde kalan kısım ise bizim ilgi alanımız dışındadır, dolayısıyla orayla iletişim, ilişki kurmamızın bir manası yoktur.” Hatta özgün Kafkas kültürünün de Gürcüler ve Azerbaycanlılar tarafından kendilerinden çalınmaya çalışıldığı gibi bir yaklaşım da vardır onlarda. Yani; dans, müzik gibi geleneksel sanat faaliyetlerinin onlarca devşirilmeye çalışıldığına dair bir kurgu da mevcut. Çünkü biliyorsunuz, Türkiye’deki Kafkas derneklerinin en önemli faaliyeti dans ve müzik üzerinedir, onlar üzerine yoğunlaşmıştır. Hatta Kafkasya’dan buraya oldukça fazla sayıda dansçı, dans grupları, müzisyenler gelmekte, burada festivallere katılmaktadırlar. Buradaki derneklerin etkinliklerinin bir parçasıdır bu, kimlikler bunun üzerine kurgulanmıştır, her şey bu faaliyetlere bağlıdır.
Bu noktada da, arka planda Gürcistan’a bakışın böyle olduğunu söylemeliyiz. Ben ise şahsen Kuzey ve Güney Kafkasya ayrımının, ne tarihsel olarak, ne de günümüzde bu kadar baskın olduğunu düşünüyorum. Artı; müzik ve dans gibi alanların, karşılıklı etkileşimler sonucunda da ortaya çıktığı çok açık, antropolojik olarak bu konuda araştırmalar da var. Dahası, Gürcistan ve Azerbaycan’da Kafkas kimliğine geçişler olması üzülecek bir durum olması bir yana sevinilecek bir şeydir, yaygınlaştığını gösterir, güzel bir şeydir. Buna ilaveten, Abhazya ve Güney Osetya’nın Türkiye’deki geleneksel Kafkas kurumlarında Kuzey Kafkasya sınırları içerisinde gösterilmesine rağmen aslında Güney Kafkasya’da olduğunu da söylemeliyiz. Bu bağlamda da, bu sınırlar Kafkasya milliyetçiliği ile bağlantılı bir şekilde kafalarda oluşan yapay hudutlarla bağlantılı bir şey. Yani bütün mesele ve arkasındaki bakış açısı bu. Dışarıdan bakan birisi, “Gürcistan, Çerkes Soykırımı’nı tanıyor. Sizin de istediğiniz bu değil miydi?!.. diye soracak olsa herkes der ki: “Onlar (Gürcüler) dönüp, Abhazya’da bizim kardeşlerimize ne tür acılar yaşattıklarına bir baksınlar!”. Bugün Gürcistan yönetiminin hala sınırları içerisinde gördüğü Abhazya Cumhuriyeti’nin bayrağı bütün Kafkas derneklerinin her yerini süsler mesela. Bu önemli bir veridir. Hala Gürcistan tarafından ayrılıkçı bir bölge olarak kabul edilen Abhazya’nın bayrakları Kafkas derneklerinde dalgalanıyor iken, Gürcü tarafı ile nasıl bir iletişim kurulmasını bekleyebiliriz ki?!.. Tabii ki Gürcistan’ın yaptığı faaliyetler bu noktada bir kışkırtıcılık olarak algılanıyor Çerkesler tarafından. Yani, “Siz bizi ne zaman önemsediniz ki, Abhazya’da hepimiz bir arada size karşı savaştık. O acılar henüz taze. Sen Abhazya’yı halen tanımıyorsun. Benim en önemsediğim bu konuda benim tarafımda nasıl olabilirsin ki?!..’ şeklinde bir bakış açısı var özetle. Haliyle siyasetleri belirleyen de bu oluyor. Çerkesler bir devlet değil. Belki bir devlet içinde örgütlenmiş olsalardı; o diyalogu, o iletişim kanallarını her zaman açık tutarlardı. Ancak burada biz Çerkesleri temsil eden kurumlardan veya aydınlardan bahsediyoruz yalnızca. Bu insanlar haliyle daha duygusallar, diplomasi yürütmüyor ve daha özgürce fikirlerini beyan ediyorlar. Bunlar belirleyici oluyor. Diplomasi, uluslararası ilişkiler belki evet, Çerkesler de bu alanlarda okumalar yapıp çıkarımlar geliştiriyorlar ama toplamda Çerkeslerin şu anda bağımsız, özgür, komşu ülkelerle ilişki kuracak bir yapıları yok. Çeçenya de facto bağımsızken Gürcistan ile ilişki kurmaya çalışmıştı örneğin. Belki o günün şartlarında, Rusya’dan gelen baskı karşısında bu şekilde bir hamle yapması gerekirdi. Ancak Çerkesler için bu çok geçerli değil. Hatta dediğim gibi, Gürcistan’la, Gürcülerle iletişim kurmaya çalışan biri Çerkesler arasında dışlanır ancak gene de gelecekte bunun ne olacağı belli olmaz. Çerkeslerin o noktada Abhazlara dönük bir kırgınlığı var ve bu kırgınlığın, Gürcistan ile ilişkileri arttırma potansiyeli taşıdığını da ben görüyorum. Ama şu an buna dönük bir emare var mı; neredeyse yok.
Anlaşıldığı kadarıyla ne olursa olsun Kaffed, Tiflis’teki ÇKM’yi hem çok ciddiye almıyor, hem de bununla bağlantılı olarak, onların siyasi amaçlı girişimlerini, bir takım “provokatif” etkinliklerini de görmezden geliyor, bunlarla uğraşmak istemiyor ve de samimi bulmuyor diyebilir miyiz?
Çerkeslerin derdi Kafkasya ile iletişim kurmak. Dolayısıyla da bu noktada, ana akım Kafkas yapılanmalarının Rusya ile ilişki geliştirmek için, Rus karşıtı olan bir Gürcistan yönetimi ile asla bir arada olmamaları gerektiğine dair bir kabul var. Çünkü o iletişimler zaten çok kırılgan. Örneğin Rusya birden kapıyı kapatıyor, deport ediyor, vs. Zaten Rusya başlı başına bir istihbarat ülkesi. Bu noktada da Çerkesler haliyle daha çekingen davranıyorlar. Eğer Rusya daha demokratik, tabiri caiz ise daha “yumuşak” bir ülke olsaydı, Çerkesler daha farklı hareket etme imkânlarını değerlendirebilirlerdi. Ama görünen o ki, Çerkeslerin Kafkasya ile kurmak istedikleri ilişkilerden dolayı Rus karşıtı olan yapılara daha bir temkinli yaklaştıklarını söyleyebiliriz. Ancak şu da var ki; Rusya’daki Çerkesler de Çarlık döneminde yapılanları eleştiriyorlar. Hatta Rusya Federasyonu’nda son dönemde dil tartışmaları olmuştu, Kuzey Kafkasya’da anadilde eğitimin zayıflaması gibi bir durum söz konusu olunca. O noktada oranın Çerkesleri de Rusya karşıtı bildiriler, vs. yayınladı. Yani özetle, eleştiren bir tutum var; o da şundan kaynaklanıyor: Çerkes toplumunun en önemli nüfusu Türkiye’de. Hala bağımsız hareket etme potansiyeli taşıyorlar.
Bilindiği üzere, Tiflis’teki Çerkes Kültür Merkezi Amerikan “Jamestown Vakfı” adlı kuruluşun fonları ve doğrudan maddi-parasal desteği sayesinde kurulmuş ve haliyle doğrudan onlarla ilintili. Bu noktada iki taraf arasındaki bu “çok özel ve grift” münasebetleri nasıl yorumluyorsunuz? Sizce Gürcistan’daki faaliyetler bir yerde yabancı hibelerle mi yürüyor, bir nevi arkasında bir “üst akıl” var denebilir mi, yoksa bu zorlama yorum mu olur?
Yok hayır, zorlama olmaz. Bu Çerkesler tarafından da bilinen bir meseledir. Yani sonuç olarak Gürcistan küçük bir ülke ve Rusya’ya karşı dış destek olmadan hareket etme potansiyeli oldukça düşük. Elbette Çerkesler tarafından da bu durum okunuyor. Amerika’nın bölgedeki yıkıcı faaliyetlerinin olabileceği endişesi Çerkeslerin bu açıdan gündeminde elbette ki. Ama Amerika’daki vakıfların gücü bambaşka bir boyutta veya onların destekleri aslında sadece Gürcistan ile sınırlı değil. ABD’nin Türkiye’ye de zamanında, “Soğuk Savaş” atmosferinde inanılmaz boyutta, eğitim–sağlık–edebiyat–kültür, vs. alanlarında destekleri olmuştur. Sonra, 70’lerde bu destekler önemli ölçüde bitiyor gerçi. Dolayısıyla Amerika, Amerikan devleti, hükümetleri, oradaki bu amaçlı vakıflar, veyahut genel anlamda “üst-akıl”, yani ne dersek diyelim; çıkarının olduğu her alanda faaliyet gösterir ve gösterecektir. Ama tabii bu konuda Kafkasyalılar arasında da farklı bakış açılarının olduğu açık. Kafkasya’ya etkide bulunabilecek ülkeler ile Kafkasyalıların her zaman bir ilişkisi olmuştur. Yani Naziler bile Kafkasya’ya girdikleri 1942 yılında, oradaki Sovyet karşıtı Kafkasyalılar ayaklanmışlardı. Belki onlarla direkt bir iş birliği yapmadılar fakat daha sonra Nazilerin Sovyet ordusundaki Kafkasyalıların bir bölümünü esir alıp bir biçimde Kafkas lejyonları kurduğu biliniyor. Hatta bu lejyonların birçoğu, Nazi orduları yenilmeye başladıkça Avrupa’da, örneğin Avusturya’nın güneyinde kaldılar. Sonradan bunların bir kısmı Sovyetlere teslim edildiler, bir kısmı ise Amerika’ya kaçmak suretiyle orada mülteci statüsünde kabul gördüler. Yani Soğuk Savaş ortamında Amerika ile iletişim halinde olan Kafkasyalılar vardı. Berlin’de Amerikan kurumlarının desteklediği “Sovyet Araştırma Enstitüsü” vardı. Bunun çıkardığı bir “Dergi” vardı. 20-25 sene boyunca bu yayın devamlı çıktı ve bunun içinde Kafkasyalı yazarlar da çalıştılar. Radio Liberty’de de Kafkasyalı mülteciler vardı. Bu noktada o dönemde Sovyet karşıtı Kafkasyalıların en çok kabul görecekleri yer doğal olarak Amerika’ydı. Bu noktada da onlarla iletişim kurdular. Bunun sonradan Türkiye’ye de yansımaları oldu. O mültecilerin bir kısmı Türkiye’ye geldi ve kurulan ilk Kafkas kurumlarında çok aktif oldu o isimler. Hatta Sovyetler tarafından yetiştirilen Kafkas dansçılarının Nazi ordularında aynı görevi ifa ettiklerini dahi biliyoruz. Ve bunlar arasından bir grup 1940’lı yılların sonunda Türkiye’de “Boğaziçi Yıldızları” adıyla bulundu. Bu isimler, bir biçimde 50’lerden itibaren kurulmaya başlanan Kafkas kurumlarında da görev aldılar ve ellerinden binlerce öğrenci geçti. Doğrudan isim de verebilirim. Ankara’da Elbruz Gaytaoğlu, İstanbul’da da Musa Ramazan. Gaytaoğlu çok enteresan bir biçimde ya doğrudan Amerikan biriminde çalışıyor. Dahası, Amerika’nın Ankara’da kullandığı bir üste bulunan spor salonunda Ankara’daki Kafkas derneğinin öğrencileri Kafkas dans ve folklorunu öğreniyorlar o sıralarda. Ve bu da Elbruz Gaytaoğlu sayesinde oluyor. Ancak 70’li yıllardan sonra işin rengi değişiyor. Sovyetlere gidip gelmeye başlayan Kafkasyalılar ortaya çıkıyor. Bunlar genelde Türkiye’deki aydınlar, solcular ve dergi çevreleri arasından oluyor. Kısacası daha sonradan bunların baskınlaştığını görüyoruz. Ve o dönemde bu isimler Çerkes adlandırmasını sahipleniyor. Kafkas söylemi biraz bırakılıp daha bir ideolojik tarafa doğru meylediliyor. Demek istediğim şu ki; Kafkasyalılar, Çerkesler ve onların çıkardığı dergiler – yayınlar, oluşturdukları kurum ve kuruluşlar, çeşitli ülkelerin istihbarat birimlerinin çok ciddi ilgi alanları içerisindeydi. Belki Kafkasyalılar bile bunun farkında olmayabilir. Çerkesler kendilerini bu kadar “önemsemeyebilir”, ancak onları fazlasıyla önemseyenler her zaman vardı. Sovyetlerin 1970’lerden itibaren Türkiye’deki Kafkasyalılar ile ilişki kurmak için başlattığı girişimlerin odağında ise “Rodina” derneği vardı. Bu dernek merkezli SSCB; Ürdün, Türkiye, Suriye veya İsrail gibi ülkelerdeki Kafkasyalılar ile iletişim kurmaya başladı. Amerika’nın bölgeye olan ilgisi, Tiflis’teki faaliyetleri çok yeni değil, bu vardı ve her zaman da var olacak. Kafkasyalılar bu noktada her zaman büyük ülkelerin çıkarına geldiği şekliyle yönlendirilmeye çalışılacak, enstrüman olarak görülecek ve aslında çok da önemsenmeyecekler bir yerde. Bildiğiniz gibi Kafkasya büyük bir çatışma alanı dolayısıyla da orada büyük güçler belki de hiçbir zaman bir istikrar istemiyor. Sonuçta büyük ülkeler birbirleriyle hiçbir zaman doğrudan savaşmıyorlar. Bu tarz tampon bölgelerde kozlarını oynuyorlar. Kafkasya da böyle bir yer. Bu yalnızca Kafkasya merkezli olmuyor. Kafkasyalıların, Çerkeslerin dağıldığı bütün topraklarda bu ülkelerin faaliyetlerinin olabileceği ihtimali her daim canlılığını koruyor açıkçası.
Anladığım kadarıyla Türkiye’deki Çerkes derneklerine dönük dolaylı veya doğrudan Amerikan desteği hemen hemen bitti, öyle mi?..
Türkiye’de böyle bir adım atan bir kurum olduğunu düşünmüyorum ben. Amerika ile iletişim kurmaya çalışan ekip bence daha çok İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi ordularına esir düşen ve daha sonra Polonya, Macaristan, Almanya, İtalya Fransa gibi birçok Avrupa ülkesine götürülenlerden çıkmadır. O esirlerin pek çoğu Sovyetlere teslim edildi ve teslim edilenlerin çoğunluğu yok edilip ortadan kaldırıldı. Kaçabilenler Amerika’ya sığındılar. Biliyorsunuz, o önemde ABD, eski Nazi veya onlarla ilişikli kim varsa kabul etmişti. Antikomünizm kapsamında onların yararlı olabileceği düşüncesi ile… Özetle daha çok o mülteci grubu ile iletişimi önemsiyordu. Onlar çünkü hem Sovyetleri hem Avrupa’yı deneyimlemiş, birçok lisan bilen, entelektüel, kimisi de hatta lejyon kökenli insanlardı. Hatta bunların birçoğunun 1917 yılında ilan edilen “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti”nin eski yöneticileri ile de bağlantıları vardı. O eski idareciler Avrupa’da zaten hâlihazırda bulunuyorlardı. Dergiler çıkarıyorlardı, kimilerinin siyasi partileri dahi vardı, vb. Onlarla kurulan etkileşim sonrasında böyle yüksek bir tabaka oluştu özetle. Dil bilen, iletişim kurabilen, istihbarat örgütleriyle, ülkelerle ve kurumlarla ilişkiye geçebilen, yani diplomasi yürüten bir tabaka ortaya çıktı özetle. Ancak bunların etkisi yetmişli – seksenli yıllardan itibaren azaldı. Ve oradan doğan boşluğu da bana kalırsa Sovyetler Birliği anında doldurdu. Rusya baskınlaştı ve Amerika da Kafkasyalılar üzerindeki eski gücünü kaybetti. Belki de bu yüzden günümüzde Jamesdown Vakfı ve Tiflis’teki ÇKM üzerinden bu etkinliğini yeniden sağlamaya çalışıyor. Evet tesis etmeye çalışıyor olabilir fakat şu an için etkisiz kaldığını söyleyebiliriz. Çünkü Kafkasya onlarca yıldır hâlihazırda Rusya sınırları içerisinde ve Rusya çok büyük bir istihbarat ülkesi olması sayesinde kimin ne yaptığı anında takip ediyor. Ve zorluklar yaşıyor o kişi. Kafkasyalıların da o fişlenmeyi kolay kolay göze alıp Amerikalılarla ilişki kurabileceklerini zannetmiyorum.
Hakikaten de Jamesdown Vakfı bunları başta bugüne ve her açıdan fonladı ve de ÇKM de buradan hareketle bir siyasi proje diyebilir miyiz?
Elbette. Siyasi proje olmaması da mümkün değil zaten. Ben Türkiye’deki Kafkas kurumlarının da bir siyasi proje olduğunu düşünüyorum. Yani bunların 1950’lerde açılmaya başlanması bir tesadüf değil. Türkiye’deki “Soğuk Savaş” şartlarında antikomünist cephede Kafkasyalıların etkili, etkin olabileceği düşünüldüğü için bir şekilde izin verildi. Dolayısıyla Kafkasyalılar, Çerkesler bu noktada özne değil, ancak nesne konumunda. Onların bir ülkelerinin olmaması, sağlıklı ve diplomatik mücadeleler yürütememeleri, bir şekilde onları araçsallaştırıyor. Elbette onların da (Kafkasyalıların) özgün çıkışları oluyor zaman zaman. Bu tarz kendi özgür karar ve faaliyetleri de olmuyor değil. Buradaki Kafkas kurumları ise tamamıyla birilerinin yönlendirmesiyle, vs. değil, direkt Kafkasyalılar tarafından kuruldu ama gene de Kafkasyalılar özne olmaya ne kadar çalışırlarsa çalışsın, birileri onları hep nesne olarak görecek. Buna Gürcüler ve Azeriler de dâhildir. Yani bağımsız devletler gibi görünseler de, sonuçta dünyanın süper güçleri var ve bunların inanılmaz maddi güçleri bulunuyor. Jamestown gibi Amerikan vakıflarının güçleri şu anda birçok ülkenin milli gelirinden çok daha fazla. Dolayısıyla bu güç de her alana bir şekilde nüfus etmek istiyor…
Söyleşinin ilk bölümünü okumak için tıklayın.
Kaynak: Medya Günlüğü