Muhammed Akif Kalaycı ile Rus propagandacıları üzerine söyleşi
Türkiye’deki Rus propagandası hiç olmadığı kadar görünür hale geldi. Bunun en büyük nedeni Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’yı topyekun işgal etme girişimiydi. Özellikle televizyon kanalları ve çeşitli medya organlarında köşeleri tutan Rusçu isimler yaptıkları tuhaf analizlerle öne çıktılar. Ancak bu durum artık ciddi olarak rahatsızlık vermeye başladı, Rus propaganda faaliyetleriyle ilgili çeşitli toplumsal kesimlerden itirazlar yükseliyor. Türk milliyetçisi bir yayın organı TamgaTürk isimli sitede Muhammed Akif Kalaycı’nın konuyla ilgili özel haberini okuduğum zaman onunla bir söyleşi gerçekleştirmek istedim, sağ olsun kabul etti ve aşağıdaki metin ortaya çıktı. İlgililere sunulur.
Sizleri kısaca tanıyabilir miyiz?
Ben Muhammed Akif, 25 yaşında genç bir gazeteciyim. Aslında eğitimim İngiliz dili öğretmenliği üzerine fakat 2 yıla yakın bir süredir gazetecilik ve çevirmenlik yapıyorum. Kısa süre önce ilk kitabımı çevirdim. Bu, Uygur soykırımı üzerine bir kitaptı. Nasipse yakında yayımlanacak. Ve elbette TamgaTürk haber sitesinde haber editörü olarak çalışıyorum.
Türkiye’deki Rus propagandacıları hakkında özel haber yaptınız, bu mesele nasıl dikkatinizi çekti?
Türkiye’deki Rus propagandacıları, daha doğrusu herhangi bir yabancı ülkenin borazanlığını üstlenenler, Hüseyin Nihal Atsız’ın “Vicdanını ‘Paris’e, ‘Moskova’ya satanlar” mısraını okuduğum günden bu yana hep dikkat alanımda. Bilhassa son 20 yılda bağımsız medyanın devlet gücüyle yok edilmesine paralel olarak Türkiye, İngiliz, Fransız, Alman, Rus, Amerikan, Çin medyası için bir cennet halini aldı. Bugün Türk televizyonlarında en çok izlenen haber bülteni Amerikalılara ait bir kanalda yayımlanıyor. Türkiye’de “muhalif medya” denen şey -artık o her ne ise- büyük çapta yabancıların, yabancı sermayenin kontrolü altındadır. Uzun bir süredir Alman propagandacıları Türk kamuoyunda tepki uyandırıyor. Bilhassa bu kaçak göç, sığınmacı meselesinde “sahiplerinin sesiyle” konuşmaları ve bunu kör göze parmak edasıyla yapmaları nedeniyle tepkilerin odağındalar. Fakat Almanların yahut başka bir Batılı ülkenin Türkiye’de belli insan hakları örgütlerini ya da basın kurumu destekleme yöntemi oldukça şeffaf olduğu için bu kolaylıkla gündeme gelebildi. Hiç abartmıyorum, birkaç delikanlının saatler içinde yaptıkları üstünkörü araştırmalar, bu zevatın aldıkları fonları ve para veren elin görüşlerini olduğu gibi savunduklarını ortaya koymaya yetti. Lakin Rus propagandacılarına gelirsek, buna çok da benzemeyen durumlarla karşılaşıyoruz. Aktarılan paralar, öyle göz önünde, şeffaf biçimde aktarılmıyor. Zaten böyle bir şeffaflık kaygısı da yok. Diktatöryal rejimlerin şeffaflık kaygısı güttüğü nerede görülmüş ki?
Genel anlamda Rus propagandası nedir ve bunun dünyadaki faaliyetleriyle ilgili neler biliyoruz?
Rusların dünyadaki propaganda faaliyetlerine ilişkin elimizde çok sayıda ve etkileyici örnekler var. Henüz çok kısa bir süre önce ortaya çıkan örneği vererek başlayabilirim. Avrupa’daki “yeşil enerji” propagandası bunun en somut örneğidir. Hiç kimse, nükleer enerjiden daha “temiz” bir enerjinin var olduğunu öne süremez. Doğal gaz doğaya çok az verir diye bilinir, doğru, evet. Doğal gaz doğaya en az zarar veren fosil yakıttır. Fakat yine de bir fosil yakıttır. Nükleer enerji kullanımındaysa doğal gazın neden olduğu görece az miktardaki zararla bile karşılaşılmaz. Nükleer; havaya sera gazı vermeden, çok büyük miktarlarda enerji elde etmeyi sağlayan mucizevi bir keşif. Peki Avrupa’yı nükleer enerjiden soğutan ne oldu? 2011 yılında Japonya’da yaşanan Fukuşima felaketinin ardından Almanya, nükleer santrallerini durdurma kararı almıştı. Yani bir ülke kendi kendine dedi ki, “Yahu ben artık enerjide dışa bağımlı olmak istiyorum”. Neden? Nasıl olur, öyle değil mi? Bugün enerjide dışa bağımlılık nedeniyle her yıl cari açık veren bir ülkenin vatandaşları olarak böyle bir hareketi çılgınlık olarak görmemiz doğaldır. Fakat bunu Almanlar yaptı. Alman kamuoyunu bunu yapmaya iten şey, Rus propagandasından başka bir şey değildi. Rusya’nın Avrupa’da finanse ettiği sözde “Yeşilci” sivil toplum kuruluşları, Alman halkını, nükleer santrallerin kapatılmasına ikna etti. Alman hükümeti de nükleer santrallerden büyük bir başarıyla teker teker kurtuldu. Sonuç? Sonuç, komşu bir ülkeyi istila eden Rusya karşısında çıt çıkaramayan bir Almanya’dır. 2014 yılında Guardian’a konuşan eski NATO Genel Sekreteri ve Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in dikkat çekici bir sözü var, “Rusya’nın karmaşık enformasyon ve dezenformasyon operasyonlarının bir parçası olarak, Avrupa’nın ithal Rus gazına bağımlılığını sürdürmek için sözde sivil toplum örgütleriyle -kaya gazına karşı çalışan çevre örgütleriyle- aktif olarak çalıştığını bildirebilecek müttefiklerle” buluştuğunu söylüyor. Rusya’nın ve Almanya’yla birlikte yaptığı NordStream boru hatlarına 3 çevre örgütü karşı çıkıyordu. WWF Almanya, BUND ve NABU adlı 3 örgüt. Komiktir, Gazprom çevreyi koruma amaçlı bir fon sözü verdikten sonra bu 3 örgüt, NordStream’e karşı çıkmayı bıraktılar. Dahası, Belçika’nın Yeşiller Partisi’ne mensup olan Enerji Bakanı Tinne Van der Straen’in Gazprom’un avukatı olduğu ortaya çıktı. Hasılı, Rus propagandası, diğer tüm ülkelerin propaganda organları gibi bilhassa belli ülkeleri hedef alıyor ve o ülkeleri Moskova’nın çıkarlarına göre şekillendirmeye çalışıyor. Maalesef bu durumdan Türkiye de payını alıyor.
Türkiye’deki Rus propagandacılarına gelecek olursak, tam olarak kimden söz ediyoruz? Güçleri var mı?
Türkiye’deki Rus propagandacıları halk üzerinde belirleyici bir güce sahip değil. Her ne kadar Türkiye’de bağımsız medyanın mezar taşı çoktan dikilmiş de olsa, Türk halkında yüzyıllara dayanan Moskova karşıtlığı, kökü öyle kolayca sökülemeyecek olan bu husumet duygusu Rus masallarının kolayca kabul edilememesine yol açıyor. Fakat Rusların üzerinden gidebileceği farklı alternatifleri var. Ankara, ittifaklar konusunda çok bahtsız bir aktör. Türkiye’de son yıllarda giderek güçlenen ABD karşıtlığı, Rusçular için bulunmaz bir nimet. Bunu Rusya tarafgirliğine tahvil etmeyi beceremiyorlar elbette, az evvel zikrettiğim bagaj nedeniyle, ancak NATO içinde bir kenara itilmek, yalnız bırakılmak zaten Türkiye için bir felaket demek. 1974’te Yunanistan’ın yaptığı hatayı Türkiye yaparsa bunun acı sonuçlarını uzun yıllar telafi edemeyiz. Zira Amerikalıların Atina için endişelendiği gibi Ankara için endişeleneceğini hiç zannetmiyorum.
Rusya tarafından fonlanan birileri var mı? Yoksa gönüllü Rusçuluk yapanlardan mı bahsediyoruz? Motivasyonları nedir?
Bunların tamamına yakını, hatta tamamı denebilir, eski solcu kişiler. Sovyetlerin çöküşü sonrası kıblesiz kalan bu tipler ya milliyetçiliğe sarıldı ya da anti-Amerikancılığı bir ideolojiye dönüştürme gayretine. Milliyetçiliğe sarılan bu eski solcular şimdilerde bozkurt tabloları önünde millete sinkaf ediyor, geri kalan kısmı ise -ekseriya- ana muhalefetten veya farklı yerlerden fonlanarak Rus propagandası yapıyor. Bir kere şunu anlamak gerekir. Fonlanmayan gazete ya da televizyon olmaz. Bazıları, yönetmen İlker Canikligil’in dediği gibi okuru, izleyicisi tarafından fonlanır; bazıları da türlü vakıflar, sermayedarlar, hatta hükümetler tarafından fonlanır. Eskiden Basın İlan Kurumu’nun dağıttığı reklam gelirleriyle kanallar, gazeteler ayakta duruyordu. Bu paralar artık sadece iktidara yakın medyaya aktarılıyor. Bunun bir süre devam etmesi, medyanın büyük kısmını iktidara payanda etmeye yetti. Mobil teknolojinin yaygınlaşmasıyla yaygınlaşan haber siteleri ve YouTube kanalları ise bu işi farklı bir noktaya taşıdı. Benim çalıştığım kurum, TamgaTürk. Okuyucusu tarafından fonlanıyor. Zaten bu pek de yeterli gelmediği için TamgaTürk, okuyucusuna bugün yarın veda edebilir. Faaliyetlerini bizim gibi finanse eden çok az sayıda kurum biliyorum. Bu gibi kurumların sayısının artmasını dilerim, zira bu saatten sonra Türkiye’de hür bir basın var olacaksa ancak ve ancak okuruna dayanarak var olabilecektir. Fakat Türk okurunun haberi ücretsiz alma arzusunu da hesaba katarsak bu konuda fazla ümitli olmamak gerektiğini vurgulamak isterim. Tele1, Rus propagandacıları dosyasının ikinci sayfasıydı. Son sayfası değil, arkası gelecek. Tele1 için, başındaki Merdan Yanardağ, ekran yüzü Enver Aysever ve bunlar gibi muhtelif isimlerle Moskova’nın Türkiye’deki gayri resmi sefaretidir, desem herhalde hiç abartmış olmam. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından hemen sonraydı. Uzun süre Rus ağızlıların söylediği söz gerçek olacak mı, olmayacak mı diye bekliyordu tüm dünya. 23 Şubat’ta Ukrayna’nın siber altyapısı hedef alındı. 24 Şubat’ta işgal girişimi başladı. Aynı gün ekran karşısına geçti Merdan Yanardağ, “Biz bu ‘özel operasyona’ işgal demiyoruz” dedi. Hayda… Kavramların suyunu çıkarmak diye ben buna derim. Merdan Yanardağ bunu Moskova’nın parasıyla mı yapıyor? Hayır, bunu açıkça delillendirmedikçe söylemem. Fakat bunu para karşılığı ya da büyük bir iyi niyetle yapması bir şeyi değiştirmez, bu kişilerin yaptığının adı budur: Rus propagandası. Fakat yayımladığım haberi okuyanların ne düşündüğünü de az çok tahmin edebiliyorum. Laf değil, Özgür Gündem’in eski Yazı İşleri Müdürü’nden söz ediyoruz. Bugün işaret ettiğimizden çok daha fazlası yarın ayyuka çıkacaktır. Tele1, Aydınlık vb. profesyoneller bir kenara, bir de büyük bir cahillik sosuyla süslenmiş bir zokayı yutan grup var. Bunlar ekseriyetle Rus propagandasının tüketicileri. Fakat mobil teknoloji sağ olsun, olmadık tipler kısa yoldan ünlü olabiliyor, tüketicisi oldukları propagandanın aktarıcısı konumuna erişebiliyorlar. Bir tanesi geçenlerde Ruzi Nazar’ın kızı Sylvia Nazar’ın “Akıl Oyunları” kitabında “Kürdistan diye bir yer kurmak istiyorsak Kürtleri kışkırtmak en kolay iş, zor olan Türkleri uyutacak birilerini bulmaktır.” dediğini iddia ediyordu. Kitabı okumadığı kesin. Zira kitapta matematikçi John Forbes Nash’in hayatı anlatılıyor. Bu tuhaf salaklığa “pes” derseniz ne oluyor peki, biliyor musunuz? Amerikan ajanı oluveriyorsunuz bu tiplere göre! Kahkaha atmaktan daha iyi bir çözüm yok, inanın.
Rus propagandası yapanlar tam olarak neyi savunuyor? Türkiye’yi nerede konumlandırıyor, nasıl görmek istiyorlar?
Bu kişilere sorsak, “Tam olarak neyi savunuyorsunuz hanımefendi, beyefendi?” diye, dört başı mamur bir cevap alabileceğimizi sanmıyorum. Sputnik Türkiye, RS FM ya da bu tarz kurumların çalışanları gibi doğrudan Moskova’dan maaş alanlar haricinde, az evvel örneklendirdiğim pek zeki kimselerden söz ediyorum. Maaşını Rusya’dan alanlar, yalnızca gazetecilik yaptıklarını iddia edeceklerdir. Türkiye’yi konumlandırmak istedikleri yer, Şanghay İşbirliği Örgütü gibi bir diktatörler kulübü. Üzerine biraz milliyetçilik sosu ekleyince adı Türk Devletleri Teşkilatı oluyor. Fakat elbette burada Türklerin refahını, mutluluğunu, hürriyetini önceleyen hiçbir ilke yok. Örneğin Dağıstan’da Ruslar tarafından silah altına alınıp Ukrayna’ya ölüme gönderilen bir Türk’ün hayatının hiçbir önemi yok. Aman Ruslar kızmasın, değil mi? Affedersiniz, özür dilerim. Amerikan emperyalizmine hizmet etmiş olmayalım, diyecektim. Bu kişilerin Türkiye ya da Türk dünyasına dair, kendilerince fikir yürütürken asla bir birey olamadıklarını görüyoruz. Örneğin Kazakistan’da yılbaşında kan gövdeyi götürdü. Janaözen’de başlayan protestolar Tokayev güçlerinin saldırıları nedeniyle sokak çatışmalarına dönüştü. Almatı’da, Astana’da halk ayağa kalktı. Akimlikler ateşe verildi… Çok iyi hatırlıyorum. O günlerde mikrofon uzatılan bir Kazak kadını şöyle söylemişti: “Ben 30 yıldır köleyim, çocuklarımın bir 30 yıl daha köle olmalarını istemiyorum.” Evet, ben o Kazak kadınının hislerini çok çok iyi anlıyorum. O hisleri paylaşıyorum. Protestolar hızla gelişti. Hükümet istifa etti. Nazarbayev Güvenlik Konseyi Başkanlığı’nı bıraktı. Fakat Tokayev? Rejimin başındaki isim oydu. O çekilmeden bunların hiçbir anlamı yok ki? İlk çatışma görüntüleri geldiğinde Kazakistan’ı çok çok iyi tanıyan bir dostumla yan yanaydık. Aynen şunu söyledi: “Tokayev gitmezse bu görüntülerdeki herkes ölecek, ölmeyenler ölmekten beter olacak.” Ve maalesef öyle oldu. Bugün Kazakistan seçime gidiyor, Tokayev sözde af ilan etti ama Kanlı Ocak’ta tutuklananlar halen işkence altında. Bugün Rusçanın yaygınlaştırılması için önerilerde bulunan Tokayev, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nü (KGAÖ) yani Rus çizmeleri Kazakistan’a davet etti, Ruslarla birlikte Tokayev güçleri Almatı’da halka ateş açtı. Ben Ankara’daki Kazak Büyükelçisi’ne mektup yazdım, “Katliamı durdurun” diye. O gün Rusçular, Kazakistan’ı “karanlık güçlerin karıştırdığını” söylüyordu. “Hükümet istifa etti, neyinize yetmiyor?” diyordu. Hükümetin istifasının hiçbir anlamı olmadığını zaten bilmiyorlar ama, domuz gibi bilenleri de yok değildi. Ahmet Davutoğlu istifa etti de ne oldu burada? AK Parti yine aynı AK Parti. Kendileri burada Gezi olaylarını müdafaa edenler, Kazakistan’ı “Batılı teröristlerin” karıştırdığını iddia etti. Tıpkı Tokayev gibi. Oysa TamgaTürk olarak biz Kanlı Ocak olaylarını anbean aktarıyorken Batılı medya adeta dalga geçiyordu. Çok çok iyi hatırlıyorum. Almatı’da halka ateş açılırken BBC, tenisçi Roger Federer’in jübilesini son dakika geçiyordu yahu! Ne Batısı, ne Batılı gücü? Batı medyası Kazakistan olaylarına göz ucuyla bile bakmadı. Olaylar başladıktan 2 hafta sonra DW Türkçe bir haber yayımladı. Başlıkları şu idi: “Rusya’nın müttefiki Kazakistan’da neler oluyor?” Hasılı, bu kişiler Türkiye ya da Türk dünyası adına düşünürken bir “birey” olamıyorlar. Kendilerini Türkiye’nin ya da Türk dünyasının “hakanı” gibi görüyorlar sanırım. Öyle ki bir insanın, bir soydaşının ölümü, yahut bir soydaşının refah, huzur içinde yaşaması tüm ehemmiyetini yitiriyor. Banu Avar’ın Türkmenistan’a övgüler düzdüğü bir belgeseli vardır. Herkese izlemesini tavsiye ederim. Aman! Ne övgüler… Yahu madem Türkmenistan bu kadar matah bir yerdi de, Türkmen hükümeti kapıları açar açmaz neden binlerce Türkmenistanlı Kazak kendisini Kazakistan’a atıverdi? Dediğim gibi, dünyaya 1990 öncesinin bloklar mücadelesi anlayışıyla bakan bir kalabalık bu. O yüzden Türkiye’de bir diktatörün hakim olmasını çok umursamıyorlar, ama tabii ki diktatör kendileri ise. Yoksa tek tek baksanız, her biri “Gezicidir”.
Eklemek istediğiniz birkaç cümle daha alabilir miyiz?
Birinci Meclis’te bir mebusun zikrettiği unutulmaz bir söz var, Büyük Millet Meclisi için “milletin Kabe’si” diyor. Türk milletinin Kabe’si Ankara’dır. Ne Moskova ne de bir başka yabancı güç adına -sahibinin ağzıyla- konuşanlar Türk milletine yol, yön tayin edemezler. Edememeliler. Biz Türkiye’ye de tüm Türk alemine de Türklerin çıkarlarını esas almak zorundayız. Yoksa 20. yüzyılda galebe çaldığımız mücadeleden 21. yüzyılda galip çıkamayız. Türkistan’a bakarken Amerikan karşıtlığı gayretiyle Rus ve Çin çıkarlarını savunmak ihanetlerin en büyüğüdür. En iyi ihtimalle “büyük bir gaflet” olarak değerlendirilebilir. Fakat yine de affedilemez. Bir başka gücün “karşıtlığı” değil, Türklerin çıkarı esas olmalı. Hasılı, gıda satın aldığınız yere dikkat ediyorsunuz, zira gıda güvenliği demek sağlığınız demektir. Haberi aldığınız yere de aynı şekilde dikkat etmelisiniz. Zira aldığınız bilginin sıhhati de fikri sıhhatinizi tayin eder. Rus, Çin, Alman vb. herhangi bir yabancı gücün propagandasına haber deyu maruz kalmak, Türkler için artık sıradan bir olay halini aldı. Soydaşlarıma uyanık olmalarını tavsiye ediyorum.