Kafkas Vakfı’nın misafiri olarak İstanbul’a gelen Kopenhag Üniversitesi Kültürel ve Bölgesel Çalışmalar ana bilim dalı üyesi Lars Funch Hansen ile geçtiğimiz günlerde yapılan Kafkasya’nın Geleceği Sempozyumunu, Kafkasya macerasının nasıl başladığını ve son dönemde çalışmalarını yoğunlaştırdığı Çerkes diasporası konularını konuştuk.
Kafkas Vakfı’nın organize ettiği Kafkasya’nın Geleceği sempozyumu vesilesiyle İstanbul’a geldiniz. İlk olarak sempozyumu nasıl buldunuz diye sormak istiyorum?
Kilometrelerce uzakta yaşayan biri olarak, burada konuyla ilgili pek çok insanı bir arada görme fırsatı buldum. Pek çok yeni şey duydum ve öğrendim. Biliyorsunuz, konferanslar aynı zamanda bir tür network sağlama aracıdır. Bu açıdan benim için oldukça verimli oldu.
Ne zaman ve ne şekilde Kafkasya’ya ilgi duymaya başladığınızı öğrenebilir miyiz?
İlk kez bundan 20 yıl önce, henüz öğrenciyken Kafkasya’ya bir ziyaret gerçekleştirdim. Fakat gideceğim yerle ilgili hiçbir fikrim yoktu. Henüz Sovyetler birliği dağılmamıştı. Orada farklı diller, farklı kültürler doğal olarak dikkatimi çekti. Kafkasya hakkında okumaya başladım, okudukça ilgim arttı ve araştırmalarımı derinleştirmek isteği doğdu. Özellikle Kuzey Kafkasya, coğrafya okuduğum için iki açıdan çok ilginç geldi: İnanılmaz güzel bir doğa ve orada yaşayan farklı halklar. Bir vadiden diğerine geçiyordum ve orada yeni bir dille, yeni bir kültürle tanışıyordum. En yüksek rakımın 130 metre olduğu Danimarka’dan, Avrupa’nın en yüksek zirvelerinin bulunduğu Kafkasya’ya gelmiştim.
Ne tür araştırmalar yaptınız? Nerelerde bulundunuz?
İlk ilgimi çeken şey bölgenin etnografyası, coğrafyası ve tarihiydi. Ancak biraz da tarihin bir cilvesi olarak Sovyetler yıkılıp yeni bir dünya kurulurken orada bulunuyordum. Bölgedeki sıcak gelişmelere dair bilgi ihtiyacı vardı. Bir şekilde, Abhaz-Gürcü savaşı, İnguş-Oset çatışmaları, Çeçen-Rus savaşının ortasındaydım ve sadece Danimarka’da değil, bütün Avrupa’da, Kafkasya’yı bilen çok az sayıda kişiden biri konumundaydım. Dolayısıyla benden bilgi talep edilmeye başladıkça bu işlerin ortasında buldum kendimi. Çatışmalar ve mülteciler üzerine uluslararası kuruluşlara raporlar hazırladım. 1994’de Vladikavkaz’a gittiğim zaman bana artık ‘çatışma uzmanı’ diyorlardı.
Kafkasya’nın Geleceği Sempozyumunda “Soçi Olimpiyatları ve Soykırımın 150. Yılı yaklaşırken Çerkes Diasporası” konulu bir sunum yaptınız. Bu konular üzerine çalışmaya ne zaman başladınız?
Çerkes Sorunu ile ilk olarak 1993’te Nalçik’te bulunduğum sırada tanıştım. 5-6 yıldır da, genel olarak Çerkesler, özellikle de diaspora ile Kafkasya arasındaki yeni bağlantılar üzerine çalışıyordum. Devamında ise Soçi Olimpiyatları ve Çerkes Soykırımı konuları geldiği için doğal olarak bunlar da benim çalışma konularım arasına girdi. Olimpiyatlar ve Soykırım gündemi benim için bu sürecin devamıdır diyebilirim.
Peki, Soçi Olimpiyatları gündeme geldikten sonra diasporada ve Çerkesya’da ne değişti?
En büyük etki internet ortamında kendini gösterdi. Hem diasporada hem anavatanda çok yüksek sesli protestolar yükselmeye başladı, büyük bir sinerji ortaya çıktı. Ancak genel olarak baktığımızda, şu anda diasporadaki tepki düzeyinin anavatandan daha yüksek bir seviyede olduğunu görüyoruz. Özellikle internet ortamında yükselen protestolarda genç nesil başı çekiyor. Şunu da söylemek lazım; internet ortamındaki çalışmalar ülkeden ülkeye de değişiyor. Çünkü Çerkeslerin yaşadığı her ülkede internet erişimi, kullanımı ve ifade özgürlüğü düzeyi aynı değil. Her ülkeyi bilmiyorum ama Rusya’da internet erişimi yüzde 50 civarındadır. Ama buna rağmen oradaki gençlik de hareketin içinde yer almak istiyor ve bir şekilde yer alıyor da. Sonuç olarak söyleyebilirim ki; Soçi Olimpiyatları konusu Çerkes hareketine bir ivme kazandırdı. Aynı zamanda insanlar arasında Çerkes toplumuna aidiyeti güçlendirdi, bilinç oluşturmaya yardımcı oldu.
Abhazya ve Çeçenya’daki savaşlar döneminde de diaspora bir ivme yakalamıştı. Şimdi de Soçi Olimpiyatları muhalefetinin doğurduğu bir yükseliş var. Peki, 2014’de Olimpiyatlar yapıldıktan sonra ne olabilir? Yeniden bir düşüş beklenebilir mi? Ya da Çerkes diasporası Soçi 2014 karşıtı protestolarla birlikte Çerkes Soykırımını dünya kamuoyunun gündemine taşıyacak güce ulaşabilecek mi?
İki yıl sonrası için cevap vermem elbette imkansız, ama bahsettiğiniz dönemlerle, şimdi arasında önemli bir fark var. O yıllardaki nesiller Sovyetler Birliği nesilleriydi. Sadece Rusya’dakiler değil, Türkiye’de ve diğer ülkelerdekiler de o dünyanın yetiştirdiği insanlardı. Fakat artık yeni bir nesil var. Sovyet sonrası dönemde yetişmiş, daha özgür, daha katılımcı, düşünen, harekete geçen bir nesil. Onlar artık konulara yerel düzlemde bakmıyorlar, daha uluslararası bakıyorlar, uluslararası bir şeylerin parçası oluyorlar. Bunun da mutlaka etkileri olacaktır.
Çerkes hareketi içindeki farklı eğilimler için ne söyleyebilirsiniz? Sanki genel hatlarıyla, adalet ve kültürel aidiyet eksenli bir bakış ve milliyetçi eğilimler var.
Aslında bu kaçınılmaz bir ikilem. Sovyet sonrası kurulan ülkelerde de böyle oldu. Yoğun bir milliyetçi dalga oluştu. Muhtemelen Çerkes hareketinde böyle bir dalga var. Hem kurumlar açısından hem de genel olarak Çerkes hareketi açısından kültürel, dini, milliyetçi vb. farklı eğilimler olacaktır, bu kaçınılmaz.
Son olarak şunu sormak istiyorum: Çerkesleri tanıyorsunuz; kültürlerini, tarihlerini, sorunlarını… Hem Kaflasya’da hem de diasporada, ulus devletlerdeki macerayı biliyorsunuz. Geçmişe dönüp baktığınızda Çerkes hareketi ne kadar başarılı oldu bugüne kadar?
Mutlaka bir şeyler başarılıyor. Sadece internet ortamındaki gelişmeler bile bir başarıdır. İnternete baktığınız zaman, banal milliyetçilik örneklerine de rastlıyorsunuz tabii, ama bunun yanında birçok sağlıklı bilgi kaynaklarını da görüyorsunuz. Çerkes tarihini çok ciddi şekilde araştıran, ‘evet, bunu okumuştum ama şunu fark etmemiştim, tekrar bakacağım’ diyen, sürekli kendini yenileyen, geliştiren genç bir kitlenin varlığını görüyorsunuz.
Tanıştığınızda, birbirlerine kıyasla daha kötümser ya da daha iyimser insanlarla karşılaşıyorsunuz. Ama gençler arasında ciddi bir merak, gözle görülür bir heyecan var. Önceki kuşaklardan, anne babalarından farklı düşünüyorlar, farklı hareket ediyorlar. Aslında bu, bir tür meydan okumadır, Çerkes gençlerinin, eski kurumlara karşı bir meydan okumasıdır. Çünkü yeni bir şeyler var ortada. Eski Çerkes kurumlarının ise bu yeni şeyleri nasıl okuyacağı da kendileri için bir sınav anlamına geliyor.
Bundan birkaç yıl önce birçok insan Çerkes hareketinin bir geleceği olamayacağını çünkü Çerkesçe’nin kaybedilmekte olduğunu söylüyordu. Ancak bugün, dilin kaybedilmekte olmasına rağmen Çerkes hareketinin büyümesinin mümkün olduğunu görüyoruz. Ve bu da yeni bir şey.
Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
Yusuf Altunok