Geçtiğimiz günlerde yazar Fazıl İskender, modern klasik dalında Yasnaya Polyana edebiyat ödülüne ve RF hükümeti kültür ödülüne layık görüldü. Ancak Mart ayında 83 yaşına girecek olan usta edebiyatçı halen çalışmaya devam ediyor. Rusya gerçeği ile ilgili oldukça keskin ifadelerde bulunan Fazıl İskender’le geleceği konuştuk.
Fazıl İskender, sizin bir sözünüzle başlayalım: “Demokrasi bizi en önemli şeyden, demokrasi hayalinden mahrum bıraktı”. Komünizm hayali ise daha önce harcandı. Şimdi ne hayal etmeli?
Savaş olmamasını ve bütün bir toplumun barışçıl bir gelecek arzuladığını hayal edin. Sınıf mücadelesi bugün nakit mücadelesine dönüştü. Eh, yine daha iyidir, ama ‘yoksulluğun bu kadarı da olur mu’ feryatları da artık iyice göze batıyor. İnsan hakları deklarasyonundan, insan hakları dekorasyonuna geldik. Umut şu: Bir gün gelecek, tüm bunlar insani yüzü olan sosyal bir yapıya dönüşecek. Bunun nasıl adlandırılacağı önemli mi?
Rusya’nın 1991’de kazandığı ve sizin de son SSCB Yüksek Konseyi üyesi olarak savunduğunuz özgürlüğün, toplumu sadece totalitarizmden değil, aynı zamanda haya, vicdan ve ahlaktan da ‘kurtardığı’ için üzgün olduğunuz söyleniyor…
Evet, öyle. Haya kelimesi bugün artık uygunsuz. Sanki sansür uygulanması gereken bir sözcük yahut bir sövgü. ‘Tarafsızlık’ ve ‘vicdan’ da öyle. Bu kelimeleri kullanan kişiye ihtiyatla bakıyorlar. Uzunca süre düşündüm, sorun nerede diye. Ve şunu anladım: İnsanımızın ruhunun derinliklerinde ‘mutlaklık’ arzusu yaşıyor. Mutlak vicdan isteği büyük Rus edebiyatını oluşturdu, ‘mutlak özgürlük’ isteği ise toplumun barbarlaşmasını. Şiirle devam ediyorum: “Nereye dokunsan, orada küstahlık/ Yapacak neyimiz kalır? / Buna nasıl son verilir? / Küstahlık!” Geriye yapacak başka ne kalıyor? İşte bütün bir ülke birbirimize küstahlık edip duruyoruz. Ve birçok dürüst insan buna direnmeyi bırakıyor: “Belarus’tan Kamçatka’ya/ Hayat sırtını yere getirdi”. Geçenlerde aydınlardan biri bana şunu dedi: “Dürüstlükten yoruldum. Bu, namussuz olacağım anlamına gelmiyor, ancak kayıtsızlığa düşebilirim…”
Bilinç altında ahlaktan kurtulmayı istiyor olabilir miyiz? Üstelik buna izin de veriliyorsa?
Bu, biliyor musunuz, insanın gizli eğilimi. Vicdan istediği gibi yaşamasına engel oluyor. Kendine hakim olması ve diğerlerine bakması gerekiyor. Bu tür ‘frenler’ ise çok kişiyi memnun etmiyor. Ve irade yerine serbestlik ön plana çıkıyor.
Yani, özgürlük bizim için, sonuç olarak kötülük mü?
Eğer o ahlak zincirlerini kırıyor ve sınırsızlığa imkan veriyorsa, elbette öyle. Kişinin doğal menfaatlerini koruyan özgürlük ise iyidir. Birini diğerinden nasıl ayırabiliriz? Rusya’nın bir geleceğe sahip olup olmayacağı da burada gizli. SSCB’de dürüst olmak daha kolaydı. O yıllarda kötülüğün belirgin sınırları vardı. Eğer birisi vicdanını bir tarafa bırakıp bu sınırları ihlal etse bile, en azından ne yaptığının bilincinde idi. Şimdiki kötülük muğlak ve belirsiz. Bu yüzden daha da korkunç…
Sovyet yönetimi halkı çukura sürmekle birlikte, zoraki şekilde, uçurumdan korudu. Şimdi ise hiçbir şekilde engellenmeyen bizler, ahlaki uçumun kenarında denge sağlamaya çalışıyoruz. Mitingler gürültülü, halk ise sessiz. Çünkü bilmiyor: ‘haya ve vicdan’ olmalı mı olmamalı mı? Tünelin sonunda ışık var mı? Her halükarda tavsiye vardır: “Eğer kötülüğün çıkışında sizi hayasızlık bekliyorsa geri dönün”. Batıya özgürlük Rusya’dan yüzyıl önce geldi. Onlar aşırılıklarını dizginlemeyi öğrendiler. Bizse henüz öğrenemedik.
Bununla birlikte, özgürlük için ödenen bedelin sıradan insanlar için son derece ağır olduğu söyleniyor.
Bu bedeli ölçmek mümkün değil, ancak özgürlük için gerekliydi. İnsan her halükarda kendisini ele alıp, gerçek, dürüst ve tam bir yaşam sürmeli. Bizim sizinle bu kurala boyun eğmekten başka bir şeyimiz kalmıyor. Her şeyin daha kolay ve akıllıca olmasını isterdim. Elbette kim istemezdi ki? Ancak biz de sizinle Rusya’dayız.
2008 Rusya-Gürcistan anlaşmazlığının ardından, kendisine 70. doğum günü dolayısıyla verilmek istenilen Dostluk nişanını reddeden Vahtang Kikabidze, Argumentı i Fatkı’ye şunu söyledi: “Vatanım Gürcistan benim için daha değerli”. Ve Mimino filminden bir repliği tekrarladı: “Kişi kendi toprağında yaşamalı”. Peki sizin için hangisi daha değerli: Rusya mı Abhazya mı?
Bunu hiçbir zaman düşünmedim. Gerçi bana bazen, “Yaşamak için neden kendi şehriniz Sohum’u değil de Moskova’yı seçtiniz?” diye soruyorlar. Onlara ne cevap verilebilir? Ben bir Rus yazarıyım. Eserlerimi Rusça yazıyor, Abhazya’dan bahsediyorum. Moskova’da kendimi yabancı hissetmiyorum. Burayı özellikle de seçmedim. Burayı, henüz gençliğimde, yaşam benim için seçti. Burada okudum, burada çalıştım, uzun zamandır buradayım. Geçenlerde oğlum Aleksandr bana sordu: “Baba, Rus olmayışın sana hiç engel oldu mu?”. Düşündüm ve cevap verdim: “Biliyor musun Saşa, hayır hiçbir zaman olmadı!”. Sadece benim için de değil, Rusya’da ‘Rusçu olmamak’ çoğu zaman, kimse için engel olmadı. Sadece son zamanlarda, bazıları için problem oldu. Ancak bu sadece Rusya’ya özgü değil, sonuçta her şey normale dönecek.
Gürcüler, Abhazya hakkında şöyle diyorlar: “Bu bizim iç meselemiz! Kendimiz halledebiliriz. Biz Abhazlarla komşuyuz, Kafkasya’da ise komşu, yakın akraba gibidir. Bize karışmazlarsa, birbirimizle her zaman anlaşırız”. Siz ne düşünüyorsunuz?
İnşallah böyle olur. Eğer iki tarafta buna istekli olursa, savaş ve dışarıdan müdahale olmadan barış gerçekleşir. Abhazlar ve Gürcüler gelecekte yan yana barış içinde yaşayabilir mi? Neden olmasın? Bu kendilerine bağlı. Fakat benim görüşüm onların tek devlette değil de gerçekten iyi komşular olarak yaşamalarının daha iyi olacağı yönünde. Hataları affedebilmek gerekli.
Savaşta her iki taraftan akıtılan kanlar ne olacak peki? Bunu da mı affetmek lazım?
Siz ne öneriyorsunuz, intikam mı? Peki sonra? Bu bir çıkış değil, hiçbir yere gitmeyen yoldur. Rusya, Birliğin dağılmasının ardından iç savaşlardan kaçınmayı bildi, gücünü de buna borçlu.