Etnik siyaset doğru yapılırsa olur (3)

Etnik kimliği çok aleni biçimde ortaya koyarak politika yaptığınızda başarılı olamazsınız Türkiye şartlarında. Ama bu etnik kimliği ortaya koyarak politika yapılmaz anlamına da gelmez. Örnek olarak Türkiye’deki Gürcü sayısı Çerkeslerin dörtte biri kadardır. Ama Gürcülerin parlamentoya yansımalarıyla Çerkeslerin yansımasını karşılaştırdığınız zaman Gürcü sayısı Çerkeslerin beş katıdır, belki de daha fazladır.

Mehdi Nüzhet Çetinbaş, Ajans Kafkas’a röportajının üçüncü bölümünde Türkiye’de Çerkeslerin örgütlü çalışma yürütemedikleri ve taktik hatalar yaptıkları için siyasette etkili temsil edilemediklerine işaret ediyor.

Son seçimlerde etnik kimlik üzerinden siyasete girilmesi yönünde çalışmalar oldu. Kimileri eleştirdi kimileri destekledi… Siz nasıl değerlendiriyorsunuz etnik kimlik üzerinden siyaseti? Ne getirir ne götürür?
 
Etnik kimliği çok aleni biçimde ortaya koyarak politika yaptığınızda başarılı olamazsınız Türkiye şartlarında. Ama bu etnik kimliği ortaya koyarak politika yapılmaz anlamına da gelmez. Örnek olarak Türkiye’deki Gürcü sayısı Çerkeslerin dörtte biri kadardır. Ama Gürcülerin parlamentoya yansımalarıyla Çerkeslerin yansımasını karşılaştırdığınız zaman Gürcü sayısı Çerkeslerin beş katıdır, belki de daha fazladır.
 
Ama şu farkın da altını çizmek gerekir herhalde, bir Çerkes’in meclise girmesiyle Çerkes etnik kimliği üzerinden siyasetle meclise girmesi farklı. Mesela Gürcüler Gürcü kimliğiyle mi giriyorlar meclise?
 
Gürcü kimliğini kullanarak giriyorlar, ama bunu çok deklare etmiyorlar. Ben gençlik kollarından başlayarak çok yoğun olarak particilik de yaptım. Oradaki yapıyı gördüm. Bir siyasi partinin il teşkilatına blok olarak 200-300 üye yapın, etnik kimliğiyle değil ama, normal şekilde, o üyeler size milletvekilliği getirir. Bunlar çok basit şeyler… Ama biz bunu beceremiyoruz. Biz gidiyoruz, zannediyoruz ki ‘biz Çerkesler şu kadar kişiyiz’ diyerek işi hallederiz… Ona kimse bakmıyor. Parti tabana, içindeki aktif örgütlenmeye bakar. Bugün birçok ilden çok sayıda Gürcü milletvekili var. Mesela Bursa’dan… Bursa’da Gürcü sayısı ne? Ama milletvekili çıkarıyorlar.
 
Öte yandan bunu yaparken Gürcüler siyasete giriyor diye bir gürültü de kopmuyor…
 
Onu söylüyorum… Mesela Faruk Çelik… Kaç kişi bilir Faruk Çelik’in Gürcü olduğunu Türkiye’de? Ama bütün herkes Nazım Ekren’in Çerkes olduğunu bilir. Halbuki Çerkeslikle de hiçbir alakası yoktur. Hayatı boyunca da Çerkes kültürüyle de, zorlamalar dışında, bir ilişkisi olmamıştır. 30 senedir tanırım, ta imam hatip okulunda okuduğu zamandan tanırım, bir kere bile derneğe götüremediğim bir adamdır. Ama Nazım Ekren’i bütün herkes Çerkes Nazım Ekren diye bilir. Faruk Çelik çatır çatır Gürcülerin işlerini yapar, İnegöl’de beş Gürcü köyü vardır, yirmi beş tane de Çerkes köyü vardır. Bir tane geçen dönem Şerif Birinç girdi. Mesele burada, seçtiğimiz milletvekillerini koruyamıyoruz, yıpratıyoruz hatta. Bir dönem aynı hatayı ben yaptım. Çerkes kimliğiyle, dernek adıyla Ak Parti’nin kuruluş döneminde politika yapmaya kalkıştım. Dernekleri arkama almasaydım daha şanslı olurdum ve seçilirdim de. Dernekler zarar verdi. O kimlikle çıktığında korkutuyor insanları.
 
Nasıl bir zararı oldu? Birileri aleyhinizde propaganda mı yaptı?
 
Yok hayır. Şöyle, dernekçilikle yapılan usul çok çirkin kaçıyor. Bakıyorsunuz, dernekler bir heyet oluşturuyor, CHP’yi ziyarete gidiyor, ‘bizim adayımız Seyfettin Diner, destekleyeceğiz’ diyor. Aynı heyet iki gün sonra Ak Parti’ye gidiyor ‘Bizim adayımız Çetinbaş diyor’ diyor… Böyle bir şey olmaz.

Biraz kültürden bahsedelim. Derneklerde dil kursları var ve iki farklı lehçede eğitim veriliyor. Her şeyi koruma güdüsü her şeyin birden kaybolmasına da sebebiyet verebilir… Bir lehçe etrafında uzlaşılması daha işlevsel olmaz mı?
 
Ben bunu öteden beri savunuyorum. Sovyetler zamanında Adıgey’de Çemguy diye bir lehçeyle resmi dil oluşturdular, Karaçay’da Besleney’le bir alfabe oluşturdular, Kabardey’de Kabardey alfabesini oluşturdular. Bunlar zamanla yazıya dökülerek birbirinden kopuk hale getirildiler. Halbuki bu şekilde olsa bile en azından alfabeyi tek yapabilseler, o da bir şey. Enteresan şekilde alfabeyi de farklı farklı yaptılar. Bu tamamen kasıtlı bir hareketti. Rusya 1930’lu yıllarda kendilerine göre dil devrimi yaparken, 1936’da Kiril’e geçilirken –biliyorsunuz, o zamana kadar Latin ve Arap alfabeleri kullanılıyordu, zorla Kiril’e geçildi- Adıge aydınları çok büyük gayretler gösterdiler. Fakat hepsini astılar, kellelerini uçurdular. Burjuva milliyetçisi falan diye suçladılar, Kalmuk Betal dahil olmak üzere, ki bunlar Kafkasya’ya komünizmi getiren adamlar olmalarına rağmen. Ve Adıgece üçe bölündü. O süreçte enteresan şekilde yalnızca iki halk kendini kurtarabildi: Ermeniler ve Gürcüler. Bizde de aynı şey yapılabilirdi, uzun süre Latin alfabesi kullanıldı. 1936’ya kadar Latin alfabesiyle birçok kitap yayınlandı. Çerkes Teavün Cemiyeti’nin alfabesi kullanılıyordu Kafkasya’da. Buna rağmen yapıldı. Bugün gene her Dünya Çerkes Birliği toplantısında bu gündeme getirilir. Kaçıncısı yapılıyor sayısını unuttum. Olmayacak bir şey de değil; ama kasıtlı olarak yapılmıyor.
Bana göre basit bir uydu televizyonuyla insanlar birbirini izleseler, bir iki sene içinde şiveler yakınlaşır. Ben şimdi Kabardeyce’nin tamamını anlıyorum. Üniversite zamanında Kabardey arkadaşlarla beraberken söktüm. Olay dönüyor dolaşıyor, güdümlü devletlere geliyor. Adı Adıgey, ülkeye adını vermiş; Adıgey televizyonu günde ne kadar yayın yapıyor biliyor musunuz? 45 dakika! Kabardey-Balkar’daki de onun gibi, en fazla bir-iki saat yapıyordur. Bir federe cumhuriyet kendi dilinde yayın yapamıyor. Bırakın onu, televizyonu yok! Televizyon yayını da şu: ORT televizyonunun kanalından o saatte bir bant ayarlıyorlar, Moskova’ya gidiyor bant, bayat haberler, Adıgey’in vericisinden yayınlanmak üzere bandı takıyorlar, o bant yayına giriyor. Yayın diyorlar, Kanokov yayın yapamaz, Kabardey-Balkar televizyonu diye bir televizyon yok ki! Onlar sadece hazırlıyorlar bandı, Moskova’ya gönderiyorlar. Olay bu. 5-6 senedir gidemiyorum, şimdi belki biraz iyileşmiştir.
En basit olay, radyo. Bugün tamamen ilkel hale gelmiş, o bile bir, bir buçuk saat. İmkan var mı? Var. Ama o yerlerde oturanlar tıkamak üzere oradalar.
Bizim internet yayınıyla bir şekilde Çerkesçe’yi işler hale getirmemiz lazım. Şu an mesela İsrail’de yapıyorlar. Dil ancak konuşularak, yaşanarak, dinlenerek olur, işlerlik kazanır, öğretilir. Müzik dil öğrenimi için çok önemli mesela. Kulak aşinalığı, kulağın kırılması önemli.
Dünya Çerkes Birliği’ne bir defa katıldığımda da bu konu gündeme gelmişti, zaten bir daha katılmadım, oradan bir şey çıkmayacağını anladım. En kısa zamanda kapatılması ve yerine yeni bir kurumun oluşturulması gerekir. Türkiye’nin DÇB’den çekilmesi lazım, zaten Türkiye çekilince fonksiyonel olmaz, kapanır.
 
Kafkasya’ya yönelik olarak önceliklerimiz ne olmalı? Eldeki, varolan imkanlar içinde…
 
Öncelikle Kafkasya’ya gidiş gelişler kesinlikle devam ettirilmeli. En azından imkanı olan insanların turistik de olsa o bölgeye seyahat etmesi gerekir. Bunu teşvik etmek lazım. Kafkasya meselesine en uzak insanlar bile oraya gidip geldikten sonra kendilerine göre, kendi önceliklerine göre bir çok şeylerin yapılması noktasında kanaat sahibi olarak dönüyorlar. Bu çok önemli. Yani Kafkasya davasına uzak olan insanlar gidip geldikten sonra kafalarındaki şey değişiyor, orayla ilgilenilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Bu cemiyete çok önemli bir dinamizm kazandırıyor. Ama bir taraftan da, bir motivasyon olmadığı takdirde bir umutsuzluk da meydana getiriyor. Altyapısı iyi doldurulmadığı zaman olur. Ben Kafder’in veya Abhaz Derneği’nin oraya çocukları gönderme, orada birkaç hafta kalmalarını sağlama gibi çalışmalarını takdirle karşılıyorum. Bunlar çok önemli, gidip gelme, aradaki bağlantının güçlenmesi… Bir insana istediğiniz kadar anlatın, oradaki fiziki şartları yerinde görmediği müddetçe çok etkili olamıyorsunuz. Bunun haricinde Kafkasya için en güzel şeş, dönüşün şartlarının oluşturulması lazım. Ben dönüşçülerden daha fazla dönüşçüyüm ama şartlarının oluşturulması lazım. Yani zincirleri kırarak orada yatırımlar yapılabildiği müddetçe, orada açılan istihdamın mesela yüzde yirmisi Türkiye’den götürülerek oluşturulması, o yüzde yirminin oraya bir şekilde yerleşmesini sağlar, oturmasını sağlar. Eğer karnı doyuyorsa arkasından eşini dostunu götürecektir. Bu çok daha güzel bir transferdir. Zaten Muzaffer Avcı’nın düşündüğü de bu tarz bir çalışmaydı. Buna benzer şeylerle Kafkasya’ya dönüş büyük ölçüde sağlanır. Yoksa buradan sırtlanıp oraya gitmeyle geri dönemezsiniz, çünkü sizin hayatınızı idame ettirmeniz gerekir. Emekli bile olsanız orada yaşayamazsınız, bir meşgalenizin olması lazım, başka türlü yaşayamazsınız. Nasıl Almanya’ya işçi olarak gidiyorsa, oraya istihdamla gitmesi lazım. Şunu yapmak lazım: Eğer biz oraya rahatlıkla gidemiyorsak, yatırım yapamıyorsak, Çerkes kimliği olmayan bir sermayedarın o bölgeye gitmesine vesile olmak lazım, teşvik ederek… O noktada sivil toplum örgütleri olarak buna vesile olmaya çalışmalıyız. Yoksa başka türlü oraya gitmekle tutunamazsınız.
 
KOSOK’UN MEZARININ NAKLİ PSİKOLOJİK ZAFER OLUR
 
Hatajuko Valeri bir süre önce Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Devlet Başkanı Pşimaho Kosok’un mezarının İstanbul’dan Nalçik’e taşınması için Kabardey Balkar Devlet Başkanı Kanokov Arsen’e bir mektupla başvurmuştu. Siz zamanında o mezarın yeriyle ilgili çalışma yapmıştınız. Mezarın Kafkasya’ya taşınmasının temsili önemi hakkında neler söyleyeceksiniz?
 
Zaten o teklifi Hatajuko’ya yapan bendim. Sadece Pşimaho Kosok değil, İmam Şamil de dahil olmak üzere Kafkasya’da doğup vatanlarından ayrı ölen bütün Kuzey Kafkasyalıların sembolik de olsa mezarlarının kendi doğdukları toprağa taşınması gerektiğine inanıyorum. Hacı Giranduk Berzeg olsun, Degumuko Berzeg olsun, Muhammed Emin olsun, Alihan Kantemir’lerden Haydar Bammat’lara varıncaya kadar her biri için söylüyorum. Bunu bir yerlerden bir şekilde başlatmak lazım. Böyle bir şey yaptığınız zaman, bu orada çok büyük bir heyecan uyandıracaktır. Düşünebiliyor musunuz, Pşimaho Kosok’un mezarını siz doğduğu köyüne götürdünüz, oraya bir sürü insan gidecek ve gittiği zaman en azından adamın kafasında "Aaa biz 1918 yılında devlet kurmuşuz, bir devlet tecrübemiz oluşmuş" düşüncesi doğacak. Zamanla onun üzerine araştırmalar yapılacak, bir takım şeyler oluşacak. Ben bu bilinçle Hatajuko’ya o zaman bunu önerdim. Hatta mezarını da beraber bir iki günlük arama sonunda bulduk. Bu tabii önemli bir atmosfer. Bir yerden başlanacaksa buradan başlansın. Buna tabii izin verildiği zaman kesinlikle yapılması gerektiğini, bunun üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum. Mezarlar bir toplumun, bir milletin o topraklar üzerindeki basılı mührüdür, mühürdür. Burası bana aittir, benim toprağımdır, diye bir mühürdür. Vatanı vatan yapan, onun üzerindeki ecdatların, ataların hatıralarıdır. Vatan budur. Kafkasya maalesef bu noktada çok zayıf bir ülke. İşte bu zayıflık, insanlarda o gücü, o kuvveti oluşturmuyor. Hiçbir mezarlığımızda sembolik değeri olan şeylerimiz yok; Bizi coşturacak, bize maziyi, bize geçmişi hatırlatacak insanlarımız yatmıyor mezarlarımızda. Böyle olmadığı zaman insanlarımızda geçmişle ilgili bir heyecan uyanmıyor. Dolayısıyla, bir şekilde bu insanların götürülüp orada mezarlarının yapılması lazım. Hatajuko bunu yapıyor ama tek başına olması yetmiyor. Bizim de buradan destek vermemiz lazım. En azından buradan nakli konusundaki prosedürü bizim halletmemiz gerekir. Çünkü sadece oradan biz Pşimaho Kosok’un mezarını alıyoruz, götürüyoruz, demekle götüremiyorlar. Çünkü Pşimaho Kosok öyle veya böyle T.C. vatandaşı olarak öldüğünden, mezarının nakli için Vakıflar Kurulu kararı gerekiyor. Ve yapılabilirse, bu çok önemli psikolojik bir zaferdir. HT/FT

Birinci Bölüm: Asimilasyonda asıl sorumlu biziz

İkinci bölüm: Evet, Ethem haindi ama Çerkesler için

Dördüncü Bölüm: Çeçenya’da mücadele bitti, başka cephe açıldı

Hüseyin Tok