Çetinbaş: Asimilasyonda asıl sorumlu biziz (1)

“Biz kendi içimizdeki çelişkilerimizi veya kültürel asimilasyonumuzun suçunu başkasının üzerine atmayı seviyoruz. Türkiye’de asimile olmamızın en büyük sebebi olarak kendi yapımızı, büyüklerimizin bu konudaki vurdum duymazlığını görüyorum.”

Mehdi Nüzhet Çetinbaş… Diasporada Kafkasya davasına büyük emekleri geçmiş bir gönüllü… Kuzey Kafkasyalı sivil toplum hareketinde aktif görevler almış, Kuzey Kafkasya dergisinin yayın yönetmenliğini, Kafkas Vakfı’nın yönetim kurulu ve kurucular kurulu başkanlığını yürütmüş olan ve hâlihazırda yönetim kurulunda yer alan Çetinbaş, Ajans Kafkas’ın ufuk turunun konuğu oldu. Aslen Adıge olan Çetinbaş, ‘Kuzey Kafkasyalı’ kimliğini öncelerken asimilasyonda asıl suçun Çerkeslerin kendisinde aramaları gerektiğini vurguluyor. Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinin özerkliği konusunda zülfü yâre dokunduran Çetinbaş, ferdiyetçiliğin örgütlenmenin önündeki en büyük engel olduğuna da dikkat çekiyor. İşte Çetinbaş’la röportajın ilk bölümü:

Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Ben kendimi genellikle Kuzey Kafkasyalı olarak tanımlıyorum. Kuzey Kafkasya kelimesini ön plana çıkarıyorum. Tabii ki önce Adıge’yim, daha alt kimliğe girersek Şapsığ’ım ama bunları hiçbir zaman ön plana çıkarmadım. Hatta Çeçen Komitesi’nde bulunduğum sıralarda Anadolu’nun birçok yerini karış karış dolaştım, insanların bir kısmı da beni Çeçen olarak bilirlerdi. Bunu da kabul ederdim. Yeri gelir Çeçen olurum, yeri gelir Karaçay olurum, başka zaman Abhaz olurum, eşim Abaza… Benim için Kafkasya’nın tüm halkları aynı değerdedir. O bakımdan, kendimi Kuzey Kafkasyalı olarak kabul ediyorum.

Peki kimliğimiz sizce ne üzerine inşa edilmeli? Din, dil vesaire…

Dünyada toplumları, milletleri oluşturmak öyle kolay değildir. Zaman içinde olur. Bana göre, öncelikle insanlar din etrafında birleşirler. İnsanları en fazla bir araya getiren inançtır, idealdir. Bunun illâ din olması gerekmez. Pagan olan bir topluluk kendi arasında daha bütündür, daha birliktir. Aynı şeyi ben Kafkasya’da da görüyorum. Kabardey’de iki tane Hıristiyan Kabardey köyü var, oradaki İslam’ı doğru düzgün tanımlayamayan, yarım yamalak Müslüman olan Kabardeylerin onlara bakış açısını görüyorum. Yani onlardan bile kız alıp vermiyorlar orada. Şimdi böyle bir atmosferde, böyle bir yapıda, kabuk bile olsa, kimlik bağlamında Müslüman olmak veya toptan Hıristiyan olmak veya bir başka şey olmak bir millet için önemli bir unsurdur. Bırakın onu, bir dinin mezhepleri arasında bile aynı ırka mensup insanlar bile birbiriyle anlaşamıyorlar. Dolayısıyla, tamam kavga edelim demiyorum ama, ütopik olarak Kafkasya’da o Hıristiyan olsun, bu bilmem ne olsun, bu falan olsun tarzındaki bir görüş, çok sağlıklı bir görüş değil. Yani Hıristiyan olanı dışlayalım, onu bilmem ne yapalım tarzındaki bir görüşü kesinlikle dile getirmiyorum. Ama bakıyorsunuz Lübnan’da ikisi de aynı soya mensup insanlar birbirleriyle kavga ediyorlar. Biri Hıristiyan, biri Müslüman; veya biri Katolik biri Protestan… O zaman, demek ki inanç birliği, insanları ortak hedefe götüren en önemli unsurdur. Dolayısıyla Kuzey Kafkasya’da zaten temeli olan bir dini imajın, dini birliğin, insanları bir araya getireceğine inanıyorum. Bugün Kuzey Kafkasya halklarının içinde Müslümanlık oranı yüzde 90’dır, 90’ın üzerindedir. Bu küçümsenmeyecek ve işlenecek olan bir formattır. O zaman böyle çok ucuz veya marjinal, ufak tefek bir takım grupların söylemlerini ciddiye almamalıyız. Kafkasya, İslamlaştığı oranda özgürleşecektir, İslamlaştığı oranda kimliğini koruyacaktır. Yani İslami kimlik Kuzey Kafkasya’nın Çerkesliğini de Kafkasya kimliğini de koruyacaktır. Aksi takdirde orada Slav unsurları arasında yok olup gideceklerdir. Ben bunu bu anlamda söylüyorum. İslamiyet kesinlikle asimilasyoncu değildir, kavimleri eritmeyen bir yapıdadır. Ama bakıyorsunuz, Hıristiyanlık asimile edici bir faktördür, ben bunu görüyorum.
 
Rusya’da kimliği ayakta tutmak için Müslümanlık… Türkiye de Müslüman bir ülke. Peki Türkiye’de kimliği diri tutmak için ne gibi öğelere atıfta bulunulabilir?
 
Türkiye’de belli dönemlerde Çerkesliğin veya Kafkas kültürünün üzerinde baskı uygulanmamıştır dediğiniz zaman, bu yalan olur. Ben ilkokul ikinci sınıfta ki ilkokula başladığım zaman neredeyse hiç Türkçe bilmiyordum, arkadaşımla bahçede Çerkesçe konuştuğum için öğretmenimden çok şiddetli dayak yemiş bir insanım. Bu 60 ihtilaline denk geldiği için farklı bir dönemdi belki ama ‘vatandaş Türkçe konuş’ tarzındaki bir baskının toplum üzerine uygulanması sonucu asimile olduğumuzu söylersek de hata ederiz. Aynı baskı Kürtlere de uygulanmıştır. Halen Doğu’da insanların büyük kısmı Türkçe bilmiyorlar. Sokakta dilin konuşulmasının yasaklanması, evde konuşulmasını engelleyemezdi. Biz kendi içimizdeki çelişkilerimizi veya kültürel asimilasyonumuzun suçunu başkasının üzerine atmayı seviyoruz. Türkiye’de asimile olmamızın en büyük sebebi olarak ben kendi yapımızı, büyüklerimizin bu konudaki vurdum duymazlığını görüyorum. Baskı altında kalmışlardır mutlaka ama biraz da özeleştiri yapmak durumundayız. Hemen kolaya kaçarak, ucuz sonuçlarla bir yere varılmaz. Tabii şunu açıkça dile getirmeliyiz: Biz Kuzey Kafkasyalıyız, Çerkesiz. Bu kimliğimizi her zaman, her noktada ön plana koymalıyız.
Çerkesçenin en azından evlerde konuşulan bir dil olmasını sağlamak bize düşüyordu, biz bunu sağlayamadık. Bunu bir başkasından beklememiz de çok doğru olmaz kanaatindeyim.
 
KAFKASYA’DA FARKLI YAPIDA DEVLET VARDI
 
Kimliği diri tutmak için gerginlik politikasının gerekliliğine inananlar da var mesela. Bunun nasıl bir etkisi olur sizce?
 
Gerginlik politikalarını uygulayan toplumlar olmuştur. Genellikle Yahudilerin uyguladığı politikalar arasında en önemlisidir. Kendilerini mağdur duruma getiren, hatta soykırıma uğratarak kenetlenme politikası uygulayan toplumlar zaman zaman olmuştur. Ama Kuzey Kafkasyalılar için bu tür bir politikanın çok büyük fayda getireceğini zannetmiyorum. Bu biraz da toplumların karakteristik yapısıyla ilgilidir. Kuzey Kafkasya toplumları genellikle ferdiyetçi toplumlardır. Ferdiyetçilikten kastımız, insanların ferden özgürlüklerine düşkün olmaları, itaati kabul etmemeleri ve başka hegemonyalar altında kalmak istememesi… Bunun gibi birçok faktör zaman içinde Çerkes toplumunda birlik oluşturma aşamasında bir takım sıkıntılar yaşattı. Yer yer de güçlü olan liderler ortaya çıktığında… Tarihe bakıyorsunuz, Muhammed Emin, Batı Çerkesya’ya Dağıstan’dan gelmiştir. Hem güçle gelmiştir, hem de bir söylemle gelmiştir. Güç ve söylemi bir araya getirdiği zaman bakıyorsunuz ki Abzekhler arasında Adige kökenli olmamasına rağmen İmam Şamil’in Naibi’nin çok önemli icraatlar yaptığını, ordular kurduğunu, bir takım düzenlemeler yaptığını görüyorsunuz. O bakımdan, Kuzey Kafkasya’da önemli özelliklerin başında güç dediğimiz kavramın olmaması geliyor. Yani o anlama gelecek yapılar zamanla ortaya çıkmadı, çıkmayınca da böyle parça parça Ruslarla savaşırken toplum yok oldu. Bu enteresan bir yapıdır. Bakıyorsunuz, Wubıh çarpışırken Abzekh olayın içine henüz girmemiştir veya Şapsığ çarpışırken diğeri tam manasıyla işin içine girmemiştir. Bu kabile kabile özgür yaşam, Kafkasya’da maalesef devlet yapısını oluşturamadı.
Rahmetli Said Şamil’le hemen hemen ömrünün son üç senesinde haftanın aşağı yukarı üç dört gününü beraber geçiriyorduk. Onun da söylediği enteresan bir yapı var. Bana şunu söyledi: ‘Aslında’ dedi ‘Kafkasya’da çok güzel bir devlet yapısı vardı.’ Şimdi devlet dediğimiz şeyin tanımı batıda bir şekilde yapılmış ve o tanım bizim kafamıza bir şablon olarak oturduğu için devletin tanımını ona göre yapıyoruz. Ona göre yaptığınızda tabii ki Kafkasya’da devlet yoktu diyorsunuz, yani böyle bir yapı yok. Ama devletin tek bir tanımını oluşturamazsınız ki! Bakıyorsunuz, orada herkesin toprağı var, kimse kimsenin toprağını işgal etmiyor, malını mülkünü gasp etmiyor. Öyle bir yapı var. Hapishane yok mesela. Ama işin ilginç tarafı suç da yok. Devlet yok ama hukuk var. Yazılı değil ama bakıyorsunuz bir köyde beş tane thamade toplanıyor, kural koyuyor. Diyor ki şu şu şu… Bitti. Onun üzerine daha bir söz yok. Anayasa Mahkemesi kararı gibi. Hangi devlet bunun üstünde hukuk uyguluyor? Devleti devlet yapan hukuktur. Hukuksa, bu Kafkasya’da var. Bir insanın bir mağduriyeti olduğu zaman başvuracağı bir müessese var. Herkesin yeri yurdu var. Adamın hayvanı var, hayvanının üstünde damgası var, onu gördüğü zaman getiriyorlar, sahibine teslim ediyorlar. Ama derseniz ki Rusya tarzında bir devlet var mıydı, o yoktu. Site devleti gibiydi buradakiler. Niye? Çünkü diğerine ihtiyaç duyulmamıştı. Bir ihtiyaç duyma aşamasına geldiğinde de fırsat kalmadı. Kafkasya o tarzda 50 sene daha yaşayabilseydi, birlik kurulacaktı. Çünkü ona doğru gidiyordu. İhtiyaç hasıl olduğu anda da Rusya üstüne çökmüştü. Artık can derdindeydi.
 
Yani devletin yerine getirdiği işlev başka yollardan yerine getiriliyordu…
 
Tabii. Enteresan noktalar var. Konumuz belki oraya girmiyor ama… Bugün benim en çok üzüldüğüm nokta, gözümüzün içine baka baka hem hukukun ırzına geçiyorlar, hem insanları aptal yerine koyuyorlar. Ve insanlar da bununla ilgili sahneye çıkıp rol yapıyor. Diyorlar ki Kafkasya’nın Rusya’ya ilhakının 450. yılı. Şaşaalarla bilmem nelerle kutluyorlar. Böyle bir mantık olabilir mi? Nedir, Kabardey Prensi Temriko İdar’ın kızının Çar’la evlenmesi… Tamam evlenme de, ben hiç hayatımda duymadım böylesini. Pşı veya Kabardey, kızını verdiği zaman wase (başlık) alır. Burada kızla beraber çeyiz olarak ülke de çara gidiyor. Böyle bir mantık olsaydı, Çar’ın evlendiği kızla beraber ülkeyi de almış olsaydı, Almanya, Avusturya, Polonya hepsi Rusya’nın olurdu. Böyle bir mantığı kabul edebilir misin? Böyle bir mantıksızlığı, Kafkasya’da aydın dediğimiz insanlar kutluyorlar. Bu tür safsatalarla resmen tarih bilincimizle, gururumuzla, her şeyimizle alay ederek bizi aşağılık duruma düşürüyorlar. Arkasından da elimizdeki kozları tamamen elimizden alıyorlar. Çok acı bir durum yani.
 
Kültürel yapımıza ve örgütlenme biçimimize baktığımızda, bu yapılar mevcut sorunlarımızı çözmeye elverişli midir, yeterli midir?
 
Kesinlikle elverişli değil. Ve ben dünyada bizim dışımızda, bu kadar hakarete maruz kalıp, bu kadar soykırıma uğratılıp da kendisini soykırıma uğratan bir topluma hesap sorma, sözle hesap sorma yürekliliğini gösteremeyecek organizasyonlar, yapılar oluşturan bizden başka topluluk yoktur. Türkiye’de bu organizasyonların tepe noktasına baktığınız zaman da bu insanlar bugün Kafkas diasporasında sözü geçen, önde gelen insanlar gibi görülüyorlar. Böyle görülmelerinin sebebi bugün, Rusya Federasyonu denen yapı içinde muhatap alınmaları ve o yapı içinde kabul görmeleri; orada, Rusya Federasyonu’nun kuklası olan yönetimlerle geliştirdikleri diyaloglar sayesinde bu insanlar tabii ki Türkiye’de rahat bir durum istiyorlar. Ama ben şuna eminim; eğer Türkiye’deki Kafkas diasporası, yekvücut olarak Rusya’yı rahatsız eden, Rusya’yı titreten, Rusya’nın karşısına her platformda dikilen bir topluluk oluştursaydı, Rusya böyle rahat hareket edemezdi. Zaman zaman, çok güçlü olmasa da burada Çeçenistan için çıkardığımız birkaç patırtıdan bile korktular, tedirgin oldular. Ama ne yaptılar? Hemen karşı propaganda ve provokasyona başladılar. Ben ta 12 Eylül öncesi zamanlardan beri biliyorum, bununla ilgili şu anda söyleyemeyeceğim, bildiğim birçok şeyler de var. Derneklerimiz Rus KGB ajanlarının cirit attığı yerler haline geldi o dönemde. Birçok insanımıza çengeller atıldı. Ve ben bunu her zaman yüksek sesle de söyledim: Dönüşçülük, dönüş propagandası -ki bu Sovyetler Birliği yıkılmadan önce de vardı- Rusya’nın, o zamanki Sovyetler Birliği’nin Türkiye’deki Çerkes diasporasını bölmek, zayıf düşürmek için ortaya attığı Rusya kaynaklı bir propagandaydı. Dönüşçülük, dönelim, gidelim, anavatan… Ne oldu şimdi? Açıldı kapı… Dönen adamları tekme tokat kovuyorlar. Bütün şeyleri orta noktaya getiriyor. Bir Tanzanyalının Rusya’ya gitmesiyle bir Çerkes’in gitmesi arasında hiçbir fark yok; hatta tam tersine Tanzanyalı benden daha rahat gidecek Kafkasya’ya. Ne oldu o zaman? Bu tam bir yalan değil mi? Yıllarca insanların gözlerinin içine baka baka Rodina adında birimler oluşturdular, özerk cumhuriyetlerde. Nedir? Diasporayla ilişkileri geliştirmek için kurulan kurum… Bu rodinalar KGB’nin gençlik kolları gibi çalıştı, oraya eleman yetiştirdi. Daha sonra Sovyetler yıkıldığında Türkiye’ye gelen bir dostum –daha sonra çok samimi olduk-, bana açık açık şunu söyledi: ‘Bizim görevimiz’ dedi, ‘yıllar boyu diasporadaki Çerkesleri kontrol etmek, onların Rusya aleyhinde yapacakları bir takım çalışmaları güdükleştirmekti, bununla vazifeliydik.’ Bunu açıkça ifşa etti bana. Orada Adigey’deki Rodina’nın temsilcilerinden biriydi kendisi. Sonradan kendisi çizgi değiştirdi, para buldu, Rodinacılığı da bıraktı… ‘Zamanında yurt dışına çıkmanın bir tek yolu buydu’ dedi. Yani sonuç olarak, bunu yıllar boyu yaptılar. Ve bizim buradaki insanlarımız da onlarla bağlantı kurarak, "Bakın Rusya topraklarıyla, bereketiyle bize kucak açıyor, ‘gelin’ diyor" diyorlardı. Duvar yıkıldı, gittik… Ne oldu orada? Hacı Bayram hadisesi, bilmem ne hadisesi… Muzaffer Avcı, iş adamı. Yatırım yapmak istiyor adam orada, Çerkes olduğu için yatırım yaptırtmak istemiyorlar. Veya Cihan Candemir, Kaffed başkanı. Bir iki yerde, sağda solda yanılmıyorsam bir şeyler konuşmuş herhalde, ki ispiyon yanlış gitmiş, o da yanılmıyorsam Soçi Olimpiyatları ile ilgili bir yerde olumsuz bir cümle söylemiş, ondan sonra da buyrun girişiniz yasak. Hadi ben kendim için söylemiyorum, bana zaten, teşekkür ediyorum, vize bile vermiyorlar en baştan. Cihan Candemir’e vize veriyorlar, terbiyesizler, sınırdan sokmuyorlar. Ben teşekkür ederim, çünkü beni yormuyor sınıra kadar. O bakımdan böyle bir noktada hala daha ‘efendim ben haksızlığa uğradım’… Haksızlığa bile uğrasan, seni bir başkasının ispiyonuyla sınırdan döndürene bu tavrı koyamıyorsan, o zaman sen yoksun demektir. Hala daha oraya girebilmenin peşinde… Tam tersine, olayın üstüne gideceği yerde, olayı geçiştirme yoluna gidiyor. O mantıkla bakınca benim ne suçum var? Bugün Türkiye’de, Kuzey Kafkasya’da herkesten daha fazla birinci dereceden akrabaları olan insanım. Benim babamın amca çocukları orada
Ben 1916’da Türkiye’ye gelmiş bir ailedenim. Ben buna rağmen korkmadan, çekinmeden bir haksızlık varsa bas bas bağırarak konuşuyorum. Benim babamın öz amcasının çocukları var, yani öyle sülaleden birileri değil. Ben bu kadar konuşurken öteki oradaki dükkanım ne olur, falana giremem filana giremem derse Kafkasya davası hiçbir şekilde yürümez. Nazım Hikmet öyle diyor: "Sen yanmasan, Ben yanmasam, Biz yanmasak"… Birimiz bir fedakarlık yapmadığımızda… Hem işimiz dört dörtlük olacak, hem hiçbir mağduriyetimiz olmayacak… O zaman davamız yürümez ki! Yani sonuçta benim o kadar yakın akrabalarım varken, ben babamın amcasının oğlunun cenazesine gidemedim, Kafkasya’ya giremedim.
 
Yani Rusya’nın sunduğu ekonomik ilişkiler bir yerde yem…
 
Tabii. Bunu yem olarak koyuyorlar, insanları zayıf noktasından yakalıyorlar. Kafkasya’ya bugün Türkiye’den en büyük yatırımı yapabilecek kişi Muzaffer Avcı’dır. Yani Türkiye’de ondan daha zengin bir işadamı yoktur. Böyle büyük bir işadamı Kafkasya’ya yatırım yapmak istiyor; adamı aşağılıyorlar, adamın direncini kırmaya çalışıyorlar. Buna rağmen o insan oralarda birçok şeyler yapıyor. Bu durumda orada iyi niyetten bahsedemezsiniz. Muzaffer Avcı’nın ekmeğini yiyen Adıgey başbakanı, Adıgey devlet başkanı, milletvekillerinin tamamını Türkiye’ye özel uçakla getirtip misafir eden bir adam olarak, hiçbir tanesinin bir şey için gücü yetmiyor. O zaman hangi devlet oradakiler? Adıgey Cumhuriyeti kim o zaman? Krasnodar Havaalanı’nda, bırakın Muzaffer Avcı’yı almayı, onunla görüşemiyorlar bile. Milletvekilleri havaalanına gidiyorlar, otelin içinde Muzaffer Avcı’yı görmeye sokmuyorlar. O zaman bana kimse oradaki devletlerden bahsetmesin. Kanokov gelmiş de burada anlaşma imzalamış… Yahu Kanokov’un imzaladığı şey, kağıt parçasıdır bana göre. Onu merkeze soracaktır, uygulayın derlerse uygulayacaktır. Yani kendi başına yapacağı hiçbir şey yoktur. Buraya gelir, turistik seyahat yapar, nutuklar atar ama sonucunu beraber göreceğiz. Ne olacak? Uygun bir takım şeyler için icazet varsa yapılabilir, ama bunun haricinde hiçbir şey yapamaz. Çünkü öyle bir yetki yok ellerinde.
 
Rusya’nın diasporayı şekillendirme, yönlendirme ve kontrol altında tutma politikası sizin de dediğiniz gibi 12 Eylül öncesi dönemlerden beri var… Bugünkü durumda bu politika biraz şekil değiştirdi mi, ekonomik boyutun öne çıkmasıyla? Dahası, Kanokov’un gezisini de bu bağlamda değerlendirebilir miyiz? Rusya bu bağlamda kendi dış politikasında da Kafkasya cumhuriyetlerini işlevsel hale getirdi diyebilir miyiz?
 
Tabii zaten işi daha ileri aşamaya getirdi. Eskiden gene kısmen güçlü yapılar vardı orada, en azından göstermelik de olsa halkın oyuyla iktidara gelen yapılar vardı.  Kanakov’un gücü nereden geliyor ki? Kanokov, Putin’in veya yardımcısının göreve getirdiği bir adam. Halk seçmedi, Putin atadı. Bitti. Kovuyorum dediği anda da işi biten bir adamdır. Şu anda Kafkasya’da devlet başkanı dediğimiz kişi bir memurdur, validir. Başbakan bizde bir kararnameyle valiyi görevden alabilir mi? Alabilir. Onların adı devlet başkanı. Devlet başkanı atanabilir mi? Atamayla gelen insanın hangi gücü olabilir?
Ben bugüne kadar oradan gelen sayısını hatırlayamadığım kadar heyetle görüştüm. Kimi ekonomik, kimi kültürel; gayet güzel nutuklar atılır, ama sonuçta hiç. Kafkasya’da,  oradaki devletin desteğiyle oraya yatırım yapmış bir kişi göstersinler bana. Çok iş yapan var ama hepsi dişiyle tırnağıyla, mafyayla bilmem neyle işbirliği yaparak kendilerine yer açan insanlar. Bu insanlar tam tersine bürokrasiyle mücadele ediyorlar. Anlatıyorlar… Adıgey’de küçük, 5 metrekarelik portatif büfelerden açmak için evraka 28 tane farklı imza attırmanız gerekiyor. O 28 tane imzayı hayatta zaten tamamlayamazsınız, bir yerden sonra lanet olsun deyip bırakırsınız. Çünkü her imza sonrasında limit yükseliyor. Açacağınız dükkanın 5 -6 senelik kazancını peşin olarak vermek zorunda kalıyorsunuz. Ya da güçlü, mafya bozuntusu birileriyle ortak oluyorsunuz…HT/FT

İkinci bölüm: Evet, Ethem haindi ama Çerkesler için

Üçüncü Bölüm: Etnik siyaset doğru yapılırsa olur

Dördüncü Bölüm: Çeçenya’da mücadele bitti, başka cephe açıldı

Hüseyin Tok