Kafkasyalı sanatçı Şafak Tavkul’un ardından
Şafak Tavkul, Kafkasyalı sanatçı. Karaçay-Malkarlı. Çizer ve ressam. Esasında çok tanımlamalara sığmayacak biri. Onunla olan tanışmamı hatırlıyorum, yıl 2011. Abisi olan Ufuk Tavkul, Kafkas Vakfına bir konferansa gelmişti. Alanda dolanan ona benzer biri daha, yalnız, etrafını dikkatle inceliyor, sanki hayatın her bir noktasından ilham alıyor. Ve ağzından hiç eksik etmediği sigarası, püfür püfür tüttürüyor.
Yanına yaklaşıp, “Şafak Tavkul? Sizi televizyonda görmüştüm.” demiştim. Gençlik işte. Onu tanımamanın tuhaflığına aldırmamıştım bile. O da bunu hiç garipsememişti, ayak üstü konuşmuştuk. Gene hiç ikiletmeden Ufuk Tavkul’un kardeşi olduğunu söylemişti. Normalde meşhur olan Şafak Tavkul’du ama konu Kafkasya olunca abisi Ufuk Tavkul bizim için öne geçmişti. Tanımamamız bundan kaynaklanıyordu.
Sanatçıyı elbette kimse sınırlayamaz, o yeteneğini keşfeder ve bir yerden patlama yapar. Ama elbette Tavkul’u da sınırlayanlar olmuştu, ekmeğini bu alandan kazanamayacağı, bir mesleğinin olması gerektiği gibi. Sanatçıların yaşadığı klasik hikaye. Ama gerek annesi gerek çevreden birkaç cesaret veren kişiyle ressam olmuştu. En sonunda da ekmeğini bu alandan kazanıp gençlere örnek olan bir kişiye dönüşecekti.
Elbette bu onun nihai hedefi değildi, huzur ve mutluluğun parayla satın alınamayacağını söylüyordu. Ayrıca toplumsal meselelerden uzak değildi, gerek Türkiye’de yaşanılan meseleler, gerek kendi halkından kopmaması sanatçılar arasında onu farklı bir noktaya taşıyordu. Görünüşü sıradan vatandaştan farklıydı ama konuşulduğu zaman farklı olmaya çalışan bir tarafı olmadığı görülüyordu.
Çevremden çok kişi onunla söyleşi yapmam gerektiğini söyledi. Yapamadım nedense. Onu hastalığından sonra görmek istemediğimden midir, yoksa onu yormak mı istemiyordum. Sanatla ilgili doğru soruları soramayacak olmamdan mı şüphelendim, yoksa konuyu sadece Kafkasya ve Karaçay-Malkarlılıkla sınırlandırmaktan mı korkmuştum, hiç bilmiyorum. Geriye dönüp bakınca bir pişmanlık kaldı. Boğazımızda düğümlenen bir pişmanlık.
Onu herhalde en son yayımlanan “Bir Ressamın Sırları” belgeseliyle hatırlayacağız. Ve orada kurduğu, “Tabii yetenekten, beceriden çok daha önemli olan şeyler var. Bir insan yetiştirmeye çalışırken, önce insan olmak gibi bir derdimiz oluyor. İyi insan olmak gibi bir derdimiz oluyor. Çünkü yaptığımız iş kibirlenmeye çok müsait bir iş. Ben hayatım boyunca şunu gördüm ki her kibirlendiğinde insanın burnu çok güzel bir şekilde sürtülüyor. Ne kadar kibirlenseniz hiçbir zaman tanrısal dengeyi yakalayamıyorsunuz. O mükemmelliği hiçbir zaman bulamıyorsunuz aslında.” cümlesiyle.
Mütevazılığıyla dikkat çeken bir karakteri vardı. Yaptığı işler bu çerçevedeydi. “Herkes Resim Yapabilir” programı bunun özetiydi aslında. Sanat çevrelerinin sanatı belli bir kliğe hapsetmelerine karşı çıkıyordu. Bunu açık açık da ifade edebiliyordu. Dışlanma ve yalnızlaştırılma durumlarına rağmen bunu yapmaktan çekinmedi. Bu durum biraz onun Kafkas karakteriyle ilgili gibi geliyor. Açık sözlü, duruşu olan bir adam olması.
Onun hem sanatçı kişiliği hem de Kafkasyalı kimliğiyle ilgili daha güzel yazılar yazılacaktır. Ama vefatını öğrendiğim zaman bir şeyler yazmak istedim. Özetle çok değerli bir insanı kaybettik, yarın onun son yolculuğu. Şafak Tavkul özelinde bir kere daha gördük ki, önemli olan hayata veda ettikten sonra nasıl anılacağımız. Hatta bizleri kimin anacağı, çünkü oradan bile insanın kim olduğu çıkıyor. Şu an Şafak Tavkul’un vefatı dolayısıyla paylaşım yapanlara bakmak bir kere daha onun kalitesini ortaya koyuyor. Büyük bir sanatçıyı kaybettik. Değeri her geçen gün daha fazla anlaşılacak bir adamı.