Hulusi Üstün’ün Ardından 4 – Mavi Kasaba Artık Uzaklarda

“Dostlarım!
Yıllardır mutluluğun tarifi olduğu varlığınız,
Öykülerime yabancıydınız oysa
yanımda olduğunuz sürece
eksikliğini hissettiğim o kadar az şey var ki…
hayatın en güzel görünüşü sizin pencerenizde.
var olduğunuz için,
bana en güzel öyküleri yaşattığınız için
konuştuğunuz ve dinlediğiniz için minnettarım size.
Feğapsou!”

Hulusi Üstün – Kanatlı Süvarinin Hatıraları, 2005

 

Yol bitmek bilmiyor. Bu yol eskiden ne güzeldi. Şehrin kalabalığından bir kurtulduk mu tarlalar başlar, ufak tepeler uzaktan görünür, çekmece gölü ışıldardı. Biraz daha ilerledik mi deniz uzaklardan selam verir, az biraz daha ilerleyince güneş bile başka parıldardı. Ben bu yolu hep keyifli bir yaz akşamı hatırası gibi zihnimde saklamıştım. Şimdi ise yol bitmek bilmiyor. Gündüz vakti olmasına rağmen hava puslu, uzaklar görünmüyor. İçimizde derin bir acı. Ne tarlalar ne tepeler ne göl ne deniz… Hiçbiri eski güzelliğinde değil. Hemen yanı başındaki yaşlı şehir yüzyıllardır biriktirdiği yorgunluğu üzerinden sıyırmış da şu yola atmış gibi. Yol bitmek bilmiyor.

Her davetimize tereddütsüz icabet ederken, genç kardeşlerini hiç kırmazken, büyük küçük her etkinliğe gelirken bu yoldan mı geliyordun abi sen? Bu kadar mı uzundu yolun? Sen anlatmasan hiç bilemeyeceğimiz Mavi Kasaba bu kadar uzaklarda mıydı? Biz eskiden nasıl heyecanla ve keyifle gelir, aynı heyecan ve keyifle dönerdik buradan. Şimdi bu Mavi Kasabayı kim anlatacak, biz bu kasabaya bir daha nasıl geleceğiz? “Gençler malum ev uzak, yol uzun, ben kalkayım” dediğinde ne kadar haklıymışsın. Şimdi biz kime abi kalkma biraz daha sohbet edelim diye ısrar edeceğiz? Hatıraların, konuşmaların, yazdıkların zihnimde fırtınalı bir havada oradan oraya savrulan yapraklar gibi savruluyor. Yol diyorum abi, senin kaç kez geçtiğin, hani üniversiteye nasıl geldiğini üniversiteden eve nasıl döndüğünü anlattığın o yol… Bitmek bilmiyor.

Mavi Kasaba’nın girişinde mezarlığı görünce istemsizce duruyorum.  İçimden bir şey burada dur diyor. Mezarlıktan içeri girince muhabbetinize her zaman imrendiğim iki yakın dostun Şahin abi ve Yalçın abi ile karşılaşıyorum. Yıkılmışlar, bir dostu kaybetmenin hüznü yüzlerinden okunuyor. Şahin abi ile sadece o hissi yaşayanların anlayacağı bir şekilde sarılıyoruz. Senle de en son Recep Tuncer abinin cenazesinde böyle sarılmıştık. Gasilhane’nin bekleme salonunda anlamsızca birkaç tur atıyorum, neden sonra baştan beri orada oturduğunu fark etmediğim Ramzan abi ile göz göze geliyoruz. Ramzan abi sanki senin Burası Çeçen Komitesi kitabında anlattığın ilk gençliğine dönmüş, nasıl yazmıştın “Ramzan her zamanki gibi durgun, gözleriyle konuşuyor daha çok.” Evet evet, güler yüzüyle bildiğimiz Ramzan abi durgun, gözleri hüzünle konuşuyor. Sonra Emre geliyor, Mehdi hoca ve Veysel… Herkes hala sana ölümü konduramıyor.

Piri Mehmet Paşa camisindeyiz. Nerede anlatmıştın bu camiyi, hangi kitaptı? Sahi sen yazmasan Şehit Ufuk Kaynar’ı, Ramzan’ı, Teşkilat Refik’i, Hikmet Amcayı ve daha nicesini biz nasıl öğrenecektik? Çeçen Komitesinde yaşananlar bugünlere nasıl aktarılacaktı? Turna Fırtınasına tutulanlar, Canlardan bir parça olanlar, gurbeti yüreğinde taşıyan çerkeslerin hikayeleri, sen olmasan onlardan kim bahsedecekti? 150 yılın nasıl geçtiğini sen hatırlatmasan bize kim hatırlatacaktı? Toplumumuz için çok kıymetli eserler, bizlere de çok güzel hatıralar bıraktın. Derin bir üzüntü içindeyiz…

Hulusi Üstün’ün Çerkes edebiyatında ve diasporasında kapladığı yer arkadaşlarla her zaman üzerine konuştuğumuz bir konuydu. Yeterince ilgi görmediği, toplumumuzun okumadığı, yazdıklarının toplum nezdinde karşılık bulmadığı dertlendiğimiz konulardan biriydi. Vakfa ve atölyelerimize katılan her genç arkadaşımıza senden ve kitaplarından bahseder, seni tanısınlar diye kitaplarından hediye ederdik. Osman Çelik’i ve Hulusi Üstün’ü okumayanın çerkesliği biraz eksiktir, muhakkak okumanız lazım diye gençlere takılırdık. Şunu iyi biliyorduk ki kaybolmaya yüz tutmuş bir kültürü şehir hayatında koruyabilmek için kültürle bir bağ kurmak gerekiyordu, bu bağlardan biri de senin yazdıklarındı. Vefatından sonra onun diasporamızda nasıl bir yere sahip olduğunu göstermesi açısından Zeynel Abidin Besleney’in tanımlamasının oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Zeynel Abidin Besleney, Hulusi Üstün için “Türkçe modern Çerkes edebiyatının kurucularından” ifadesini kullandı. Elhak senin için yapılacak en doğru tanım buydu. Arkasından birçoklarının söyleyeceği gibi gerçekten çok iyi bir yazar, gerçek bir kalem erbabıydı. Yine birçoklarının söyleyeceği gibi Çerkesler özelinde yazmasaydı ya da edebi çevrelerde çok gördüğümüz üzere birilerinin adamı olmayı, bir kliğe yaslanmayı tercih etseydi bugün bambaşka bir şekilde anılırdı. Bir şekilde ömrünü ve eserlerini vakfettiği Çerkesler, onun değerini ne kadar anlayabildiler, emin değilim. Umarım bundan sonrası için durum değişir.

Hulusi abi, hiç beklemediğimiz bir anda ani bir ölümle bu fani dünyayı terk etti. Mekanı cennet olsun. Vefat eden sevdiklerimizin arkasından en güzel yazıları o yazardı, onun cümleleri ile anardık dost abilerimizi. Şimdi bize ağır bir yük bıraktı. Onu tanımayanlara, gelecek nesillere onu anlatmalıyız. Kitaplarını raftan indirmeli, tekrar okumalı ve tekrar okutmalıyız. Vefa ve kadirşinaslık bunu gerektirir. Hulusi Abi! Her zamankinden daha çok senden bahsedeceğiz. Kitaplarını daha çok hediye edeceğiz. Hulusi abiyi tanısaydınız öyle güzel muhabbeti vardı ki diyeceğiz. İstanbul’u Hulusi abi ile gezmek vardı bu bizim gezdiğimiz bir şey mi ki diyeceğiz. Sen üzerine düşeni yaparak gencecik yaşından itibaren bu toplum için yazdın, anlattın, hiçbir daveti reddetmedin. Biz de üzerimizi düşeni yapacağız.

Aramızdaki o güzel anılardan bahsetmeyeceğim. Bizleri küçük kardeşlerin gibi gördüğünü biliyorum. Bir abinin küçük kardeşinin yaptığı güzel şeylerde kıvançla kardeşine baktığı gibi ya da kardeşinin yaptığı yanlışlarda merhametle karışık kızgınlıkla baktığı gibi bize baktığın zamanları çok iyi biliyorum. O bakışlar ancak bir abiden kardeş gördüklerine sunulabilir. Bir çocuğu sever gibi severdin bizleri.  “Ebubekirciğim” diye seslenmelerin kulağımdan gitmiyor. Şimdi kitapları raftan indirdim. Birinin kapağını kaldırdım.  “Benim sevgili kardeşim Ebubekir’e Selam ve Dua ile…” diyerek imzalamışsın. Benim sevgili Hulusi abim, selamlarımız ve dualarımız sana…

“O yaşasaydı bebekleri “Tam tama Kıtehas, badıse Kıtehas” diyerek severdi.
Sevgili Allah’ım!
Onu aldığın yere al bizi de.
Hoş gör ukalalığımızı, kendini bilmezliğimizi, hiçbir şeyi beğenmez tavrımızı.
Sevgili Allah’ım!
Onun bizi kucakladığı gibi içten kucakla Rahmi Babamızı.
Onun tanıdıklarını, onu sevenleri, onun sevdiklerini de kucakla.
Yokluğunun bizi yalnızlığa düşürmesine izin verme.
Sevgili Allah’ım!
Bizim yokluğumuz da yaşamı Rahmi Babanın yokluğu gibi yavanlaştırsın.
Biz de onun kadar sevilelim yaşadığımız sürece.
Biz de onun gibi “Can” olalım.
Sevgili Allah’ım!
O bizleri incitmedi, sen hiç kimseyi incitmeyeni incitme.
Şimdi o her neredeyse burada olduğundan daha rahat kıl onu.
Sevgili Allah’ım!
Selamı iletmek borçtur.
Bu da senin borcun olsun.
Selam söyle Rahmi babamıza.
“Kablağ!” de.
“Fesapş!” de.
Sen Adiğece de bilirsin.
Amin.”

Hulusi Üstün – Rahmi Babanın Ardından – Ajanskafkas

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Ajans Kafkas'ın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Diğer Köşe Yazıları