Hatıraların İzinde Bir Yolculuktan Geriye Kalanlar

Bazen bir ses, bir yüz, bir video… uzak bir diyarda unutulmuş bir hatırayı yeniden canlandırır. Kafkas direnişinin hatırası kimi zaman kitaplarda, kimi zaman bir duvarın köşesinde, bazen de uzak bir köyün yalnız evinde karşımıza çıkar. Elazığ’ın bir köyünde, İmam Şamil’in hatırasını yüreğinde taşıyan bir ailenin hikâyesine tanıklık ettim. Uzak coğrafyaların kalplerdeki yakınlığına dair bu yolculuğu yazmak istedim.

Hatıralar, ruhun ve bedenin gizli kaynağıdır; geçmişe duyulan özlem, yaşamın görünmez direğidir. İnsan, menzilini paylaştığı kişilerle biriktirdiği hatıralarda kendini bulur. O hatıralar, zamanın sessiz tanıkları olur. Bizim yolculuğumuz da bir hatıranın izinden doğdu aslında. Fakat bu kez, ne yüzünü bildiğimiz ne de sesini duyduğumuz birine ait bir hatıraydı. Gizemle örülü bir hikâyenin peşine düştük. Ve yolumuz, adı kadar aziz bir şehre vardı.

Önce Göksun’a, Glaksteney’ye uğradık. Görmediğimiz dostlara selam vermek, yıkılmış diyarların yeniden dirilişine tanıklık etmekti niyetimiz. Ayağa kalkan insanlar, diyarlarını da ayağa kaldırmıştı. Şükrün en güzele kavuştuğu coğrafya. Metanet ehli vakur insanlar. Göksun, Elbistan, Maraş… Depremde yitirilen onca şey yeniden yapılmış, onarılmıştı. Yalnızca vefat edenler dönmemişti geriye. Onlar için dua ettik ve ardından yeniden yola koyulduk. Bir hikâyenin içinden geçer gibiydik.

Aslında her şey bir video ile başladı. Ağustos ayında WhatsApp’ıma düşen bir görüntü beni derinden sarstı. Bir arkadaşımın gönderdiği o videoda, kanaat ehli bir amca, Elazığ’ın bir köyünde şükür üzerine öyle içli, öyle güzel sözler söylüyordu ki… Şehre direnen, toprağını terk etmeyen, vatanına sadık bir adamdı o. Videonun kahramanı, Mehmet Çakmak Amca’ydı. Ücra bir köşede, imkânsızlıkların ortasında, şükrederek yaşıyordu. Bir haneli diyebileceğimiz bir köydeydi ve bu köy bizim bildiğimiz köylerden değildi; sandalla ulaşılabilen bir yarımadaydı. Yol yoktu, elektrik yoktu; ama onurlu ve şükreden bir duruş vardı. Mehmet Amca, çocukluğunun geçtiği toprakları terk etmek istemiyor aslında. O heyecanı ve aidiyeti yaşatmaya çalışıyordu. Videodan anlaşılıyordu ki sade ama huzurlu bir hayat sürüyordu. Ne insan vardı yanında, ne de imkân… Sadece asil bir insan ve ailesi vardı: Mehmet Çakmak Amca ve ailesi.

Video ilerlerken, Mehmet Amca konuşuyordu; arkasında ise bir vesika gözüme çarptı: keskin bakışlarıyla Kafkas istiklâl mücadelesinin destansı lideri, İmam Şamil. Onu görünce içimi tarifsiz bir heyecan kapladı. “Bu fotoğrafı baş köşeye asmışsa, mutlaka bir bildiği vardır,” dedim kendi kendime. Video bittiğinde içimde derin bir merak uyandı: “Şamil’in mirasını Elazığ’ın bir köşesinde taşıyan bu Mehmet Amca kimdi? Neden baş ucunda Şamil gibi bir yiğit asılıydı? Bu bağ nereden doğmuştu?” Bir gizem başlamıştı, ben de o gizemin hikmetine inanıyordum. “Vardır bunun bir sebebi,” diye mırıldandım sessizce.

Sabah olduğunda içimdeki merakı artık bastıramadım. Bölgeyi iyi tanıyan dostum Emrullah Erkuş’a videoyu gönderdim. “Kardeşim,” dedim, “videodaki bu amcaya ulaşmak istiyorum. Eğer mümkünse birlikte ziyaret edelim. O duvardaki İmam Şamil portresi oradaysa, mutlaka bir hikâyesi vardır. Hem hikâyesini dinleyelim, hem de Şamil’in onda kalan mirasını öğrenelim. Biz de bir İmam Şamil portresi hediye edip bu ziyareti anlamlı kılalım.” Tamam dedi o iş bende..

Bir saat geçmeden Emrullah aradı. Benim heyecanım ona da geçmişti. “Kardeşim,” dedi, “videodaki Mehmet Çakmak Amca’ya ulaştım. O videoda gördüğün İmam Şamil hatırası, oğlu Arif Çakmak’tan kalmaymış. Hatta Arif Bey’in oğlunun adı da Şamil’miş. Hatta ve hatta Arif beyin Çeçen cihadı döneminde o bölgede çok yardımları olmuş. Çok sevilen bir insanmış. Ama maalesef Arif Çakmak’ı üç ay önce kaybetmişiz…”

İlk kez duyduğum bir ismin vefatı beni derinden sarstı. Tanıyamadan, göremeden bu dünyadan göçmüştü. Emrullah’da bilmediği bir hikayede hüzne boğulmuştu. Arif Bey’i merak ettik. Çeçen Komitesi’ndeki büyüklerimize sordum. Vefat haberini onlara da ben vermiş oldum. Komite sekreteri Muktedir İlhan çok üzüldü: “Yiğit bir insandı Arif kardeşimiz. Genç yaşta vefatı beni çok etkiledi,” dedi. Sonra Kafkasder Başkanımız Ali Bey’e anlattım. O da duygulandı: “Duydum bu ismi, Veysel… Çok duydum,” dedi. “Mutlaka taziyeye gidelim.”

Mehmet amca’nın baş köşesindeki İmam Şamil fotoğrafı ile yola çıktığımız hikaye daha da duygulandırdı bizi. Elazığ’a gitmemiz bu yürekli aile ile tanışmamız ve taziye iletmemiz gerekiyordu. Emrullah devreye girdi, randevular ayarlandı. Arif Bey, yalnızca Elazığ’a değil, bu ülkeye mal olmuş, inançlı bir insandı. O gün, Elazığ’a bir saat mesafedeki Dümbe Köyü’ne, videoda gördüğüm o mütevazı insan Mehmet Amca’yı ziyarete gittik. “Köy” demek zordu; belki de bir kişilik bir köydü. Ulaşım, Mehmet Amca’nın pancar motoru takılmış sandalıyla sağlanıyordu. Hayatımın en anlamlı yolculuklarından biriydi bu. Keban Nehri’nin sularını aşarak, hiç tanımadığımız bir aileye taziyeye gidiyorduk. Belgeselde izlesem hayretle bakardım bu manzaraya. Ne diyordu şair; “Yol ve şarkıdır nasibi yiğit olanın…”

Evlatlarıyla gurur duyan asil bir anne, vakur bir baba, ablalar ve oğlu Şamil… Kafkasya sevdasını oğullarının isminde yaşatmak istemişlerdi. Ne anlamlı, ne gurur verici bir bağlılık!

Bizi heybetleriyle, sükûnetleriyle karşıladılar. Aileye taziyemizi ilettik. Sonra Arif Bey’in mücadelesini dinledik, her ağızdan başka bir güzellik aktı. “İnsan,” dedik kendi kendimize, “küçücük bir ömre ne çok şey sığdırabiliyor.” Kafkasya davasında bize ne güzel örnekler bırakmıştı.

Yaptığı yardımların şahitleri hâlâ aramızdaydı. Yarım asırlık bir ömre, milyonluk işler sığdırmış; onurlu mücadelelerle yaşamıştı. Bir kulağı Kafkasya’da, diğeri Kudüs’teymiş. Arkasından rahmet okuduk, dualar ettik. Zira başka ne yapılabilirdi ki…

Sohbet arasında, o koca yürekli ismi taşıyan oğlu Şamil dedi ki: “Babamı bu hayatta iki kez ağlarken gördüm. Biri Muhsin Yazıcıoğlu’nun, diğeri ise Aslan Mashadov’un şehadetinden sonraydı.” Öylece sustuk. Boynumuzu eğdik. Göğün altında, asil yiğitleri rahmetle andık.

Sonra Vali Bey’i ziyaret ettik. Arif Bey’i bir de ondan dinledik. Bir dostunu kaybetmenin ardından ne söylenebilirse, onu söyledi. O an anladık ki, şehir yalnızca bir insanı değil, bir hafızayı da yitirmişti. Akşam, Harput’a çıktık. Mezarına vardık. Sessizce bir dua okuduk.

Rahmet olsun Elazığ’ın vakur insanlarına… Adı hep yaşasın Arif gibi yiğitlerin. Onlar, geleceğimizi aydınlatan; tarihin altın harflerle yazdığı kahramanlardır.

Her yolculuk bir hatıranın izinde başlar, bir duanın huzurunda biter. Elazığ Dümbe’nin sessiz evinde bir halkın onurunu, bir ailenin vakarını bulduk. Bu yolculuk, Kafkasya’dan Elazığ’a uzanan bir hatıranın iziydi. Direnişin, vefanın ve onurun sınır tanımadığını bir kez daha gördük.

Arif Çakmak gibi yiğitlerin mirası, yolumuzu aydınlatmaya devam edecek. Rahmet ve minnetle…

31.10.25 – Aziz bir diyar, Elazığ

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Ajans Kafkas'ın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Diğer Köşe Yazıları