Azerbaycan meselesinde güncel tavır alışlar

Aslında bu yazının önemli bir bölümünü daha önceden bitirmiştim ama yayımlanması için biraz olayların devamını beklemek mantıklı geldi. Bu süre zarfında Azerbaycan-Ermenistan arasında devam eden çatışmalar ile her geçen gün taraflar daha bir netleşmiş oldu. Türkiye kamuoyu tam anlamıyla, “Taraf olmayan bertaraf olur” cümlesiyle özetlenebilecek bir altyapıya sahiptir. Bu slogandan etkilenmemek çok zor, zaten bütün gruplar bu gerçekliğe göre hamleler yaptılar.

Dolayısıyla çatışmalar başladığı günden bugüne kim kimin tarafında izleme fırsatı doğdu. Sol-liberal çevreler genel olarak, “Tek millet iki devlet!” sloganı etrafında milliyetçi ruhla yaklaşılan Azerbaycan meselesine karşı temkinliydiler. Hatta bu durum Kafkasya’da yaşananları, Dağlık Karabağ’daki gerçeği görmezden gelip, bir azınlık grup olan Türkiye Ermenilerini savunma modunda devam etmiştir diyebiliriz.

Şu an için, 28 Eylül 2020 tarihinde çatışmalar henüz başlamışken Fatih Kumkapı’daki Ermeni Patrikhanesinin yakın çevresinde turlayan Azerbaycan bayraklı araba konvoyları dışında başka ciddi bir olay olduğu söylenemez. Linç kültürünün yaygın olduğu Türkiye’de kitlelerin bu tarz coşkulu hareketleri tarihte nelere mal olmuştur ve bunlara karşı nasıl önlemler alınması gerekir artık bunlar sorumlu vatandaşlar ve yetkili kişilerin bildiği meseleler.

2007’de uğradığı suikast sonucu hayatını kaybeden Türkiye Ermenisi gazeteci Hrant Dink’in verdiği bir söyleşide Dağlık Karabağ ile ilgili, “Açık ve net söylüyorum. Ermenistan işgal etmiş olduğu topraklardan çekilmesi lazım!” demesi ayrıca önemlidir. Türkiyeli bir Ermeni bile Dağlık Karabağ’dan Ermeni kuvvetlerinin çekilmesini isterken kimi sol-liberal çevreler milliyetçi Türklere karşı durmak adına Azerbaycan karşısında konum almaya çabalamaktadırlar.

İslamcılar ise geçmişte yalnızca Türk milliyetçisi kesimin sahiplendiği Azerbaycan ve Dağlık Karabağ meselelerinde bu sefer daha aktiftiler. Meseleyi hem televizyon programlarında, hem köşe yazılarında hem de sivil toplum kurumlarında, yani sahip çıkabilecekleri her ortamda sahiplendiler. Elbette bu durum AK Parti ve MHP arasında 20 Şubat 2018 tarihinden itibaren kurulan Cumhur İttifakı ile bağlantılı olabileceği gibi, İslamcı insani yardım kuruluşlarının olası daha kötü felaket senaryolarında sahayla kurulacak aktif ilişkide cepheden uzak kalmama girişimi olarak da yorumlanabilir.

Kafkasyalılar ise konuya biraz gecikmeli dahil oldular. Türkiye’de Kafkas davasını sahiplenenler nazarında Kuzey Kafkasya-Güney Kafkasya veya Kafkasya-Kafkas Ötesi gibi ayrımlar baskın olduğu için Kafkas sıradağlarının güneyindeki meselelere karşı bir uzaklık gösterildiği açıktır. Ancak buna rağmen; Abhaz Dernekleri Federasyonu, Birleşik Kafkas Dernekleri Federasyonu (Bir-Kaffed) ve Kafkas Vakfı gibi sivil toplum kuruluşları Azerbaycan’ı destekleyen açıklamalar yaptı, birçok kurum ise yaşananları görmezden gelmeye devam ediyor.

Kafkasyalılar genel olarak Gürcistan ve Azerbaycan’a karşı bir soğukluk içerisindeler. Bunun en büyük nedeni o bölgeleri gerçek Kafkasya olarak görmemeleri ve bundan dolayı da Gürcüleri ve Azerbaycanlıları gerçek birer Kafkasyalı saymamalarından kaynaklanıyor. Halbuki aslında Abhazya ve Güney Osetya da coğrafi olarak çok Kuzey Kafkasya olarak gösterilen bölgede kalmaz ama oralar ısrarla Kuzey Kafkasya bölgesinde gösterilir.

1990’lar ve 2000’lerde devam eden Çeçenya-Rusya Savaşlarında en büyük Çeçen mülteci kamplarının Gürcistan ve Azerbaycan’da kurulması gene ıskalanan diğer bir noktadır. Uzun zamandır kimse Şamil Basayev’in Dağlık Karabağ’da Azerbaycanlılar safında çarpıştığını hatırlamamaktadır. Dağıstan ve Azerbaycan halklarının iç içe geçmiş halleri de göz önüne getirildiği zaman güney ve kuzey ayrımlarının çok bir anlamının kalmadığı, Kafkasya’nın aslında bir bütün haline geldiği görülmektedir.

Sonuç olarak çatışmalar başladığından beri Türkiye’nin askeri teknolojisiyle yanında olduğu Azerbaycan güçleri, 8 Kasım günü Dağlık Karabağ’ın kalbi olarak gösterilen Şuşa’yı işgalden kurtarıp kontrolü altına aldı. Olayların patlak verdiği günden bugüne Rusya’nın araya girip iki tarafı durduracağı tahmin ediliyordu fakat bu senaryo gerçekleşmedi ve böyle giderse Azerbaycan istediği toprakları tamamen alana kadar süreç benzer şekilde devam edecek.

Jeostratejik, jeopolitik, jeoekonomik vs. tezlerle çok ilgilenmeden konuyu direkt açıklamak gerekirse, tarihsel anlamda Dağlık Karabağ’ın net bir şekilde Azerbaycan topraklarının bir parçası olduğu, bölgedeki Ermenistan kuvvetlerinin işgalci pozisyonunda varlık gösterdikleri, gene aynı Ermenistan kuvvetlerinin defalarca sivilleri katlettiği, Azerbaycan’ın bölgeyi geri kazanma hamlelerinin haklı bir strateji olduğu görülmektedir.

Bu bakımdan Azerbaycan’ı desteklemek için sol-liberal, milliyetçi, İslamcı, Kafkasyalı vb. kimliklerden sıyrılıp insani odaklı hareket etmek gerekmektedir. Bu insaniyet şüphesiz ki bizi Ermenistan kuvvetlerinin Dağlık Karabağ bölgesinden çekilmesini ve bölgenin Azerbaycan’a bırakılmasını desteklemeye götürmelidir. Ancak ne yazık ki çoğu kişi geçmişten gelen ön yargılarından bir türlü kurtulamıyor.

Özetlemek gerekirse, Kafkasya uzun zamandır kamuoyu tarafından takip edilmese bile sakin olmaktan uzaktı. Kuzey ve güney ayrımı gözetmeden Kafkasya’nın tamamında halklar arasında ciddi toprak problemleri olduğu görülmektedir. Dolayısıyla bölgeyi analiz etmesi gereken uzmanlara her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Doğru bilgi olmadan doğru stratejiler üretilmesi güç. Kitle iletişim araçlarıyla her yerden anında haber alınsa bile enformasyonun işlenişi ve doğru bir şekilde kullanıma sokulması ayrı bir meziyettir. Bu meziyete sahip olması gereken devlet kurumlarına, yazarlara, gazetecilere, haber ajanslarına ve sivil toplum kuruluşlarına ihtiyacımız var.

Azerbaycan

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Ajans Kafkas'ın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Diğer Köşe Yazıları