22 Nisan 2012: Akşamüstü bir ödül törenine gidiyorsunuz; yakınınızdan geçen bir araçtaki iki insanbeyaz tenli, sarışın, soğuk bakışlı iki insan gözlerini dikerek size bakıyorlar.
Aynı günün akşamı: Ödül töreninden çıkıyorsunuz; aynı araba, iç ışıkları yanar vaziyette yolun karşısına park etmiş ve içinde aynı insanlar kendilerini göstererek gözlerini dikerek size bakıyorlar.
Birkaç gün sonra, gece yarısı: Evinize dönüyorsunuz, sokağınızda aynı araba ışıkları gene açık ve içinde aynı insanlar size bakıyorlar.
Yaklaşık bir hafta sonra: Gene gece yarısı evinize dönüyorsunuz. Sokak boş. Tam karşıdan karşıya geçeceğiniz sırada, yolun karşısında park halindeki bir aracın iç ışığı yanıyor. Araç çok yavaş olarak hareket ediyor ve önünüzden geçerken, içinde yine aynı iki insan size bakıyorlar. Göz göze geliyorsunuz. Yavaşça uzaklaşıyorlar.
3 Mayıs 2012, saat 18:00: İşyerinizden çıkıp, İstanbul trafiğinde iki saat yol katederek, ara sokakları kullanarak, daha önce hiç gitmediğiniz bir lokantaya gidip, arkadaşlarınızla yemek yiyorsunuz. Bir ara sigara içmek için dışarı çıkıyorsunuz ve 50 metre ileride, iç ışığı yanan siyah bir araç dikkatinizi çekiyor. Aracın içinde gene aynı kişiler… Göz göze geliyorsunuz ve araç hızlı bir şekilde hareket edip gidiyor.
15 Mayıs 2012, öğleden sonra: Sokağa çıkıyorsunuz. Yolda yürürken, yanınızdan geçen bir aracın arka camından buruşturulmuş bir kâğıt size doğru fırlatılıyor. Kâğıt bacağınıza çarparak yere düşüyor. Araç hızla uzaklaşırken, kâğıdı açıyorsunuz ve ortasında, bilmediğiniz kiril alfabesiyle yazılmış ve anlam veremediğiniz şu ibare çıkıyor: “Ты умрешь”…
Sonra, kâğıttaki yazının Rusça olduğu düşünerek, bilgisayarınızda “Google translate” kullanarak Türkçeye çevirtiyorsunuz; sonuç: “SEN ÖLECEK”… Sonra İngilizceye çevirtiyorsunuz; sonuç aynı:“YOU WILL DIE”…
Gündelik hayatın sıradanlığı içinde, önceleri tesadüf diye baktığınız olaylar, tekrarlanarak, içinde “ölüm” geçen tehditlere dönüşünce ürpermeye başlıyorsunuz. Önceleri, panik yapmamak ve etrafınızdaki insanları endişelendirmemek için kimseye bahsetmediğiniz olayları sonunda paylaşıyorsunuz.
Çünkü bu olaylar “sıradan” değil. Siz de sıradan biri değilsiniz…
“Sıradan olmayan” insan Kuban Kural… Yukarıda anlatılanları Kafkasya Forumu bünyesinde Çerkes kimliği, kültürü, anadili, hafızası için mücadele eden Kuban Kural yaşadı. Ulus-devletlerin yalanlarla dolu resmî tarih ve sahte kurgularına karşı son yıllarda birçok başka kimlik hareketinde olduğu gibi, Çerkes kimliği de “gerçeği” talep etmeye başladı. Çerkesler şimdiye kadar sessiz sedasız, evlerinde fısıldadıkları acı dolu geçmişlerini konuşmaya başladılar. Şimdi adı “Rusya” olan ülkede bulunan Çerkesya’dan Anadolu’ya ve dünyanın dört bir yanına doğru 1864’te sürülüp, soylarının kırılmış olması karşısında artık sessiz kalamıyorlar.
Sürgün sırasında Karadeniz’in karanlık ve azgın sularında kaybettikleri akrabaları ve dostlarının hatırasına, ömürleri boyunca Karadeniz balığı yiyemeyen Çerkes ninelerin, dedelerin sessiz kimlikleri, bugün sadece Çerkes kimliğinin hafızasında unutulmaz bir yara olarak“soykırımın” tanınması için değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin “farklı ve eşit vatandaşları”olmak için mücadele eden Kafkasya Forumu, Çerkes Hakları İnisiyatifi, Demokrasi için Çerkes Girişimi ve benzer hareketler tarafından elle tutulur hâle geliyor.
Ve özellikle 21 mayısta Çerkes soykırımı anılırken, 2014’te Soçi’de düzenlenecek Kış Olimpiyatları arifesinde, Çerkeslerin kökünün kazındığı o toprakların, bir “soykırım toprağı” olduğunu hatırlatan Çerkeslerin sivil faaliyetlerine, Rusya tahammül edemiyor.
İşin en korkuncu da ne, biliyor musunuz?
Türkiye Cumhuriyeti topraklarında istedikleri gibi at koşturan birtakım adamlar TC vatandaşı Kuban Kural’ı tehdit ederken, Kural’ın en sonunda TC’nin Savcılık, Emniyet ve karakollarına yaptığı şikâyet, “derinlerde” bir yerlerde, sessizliğin içinde kayboluyor.
İşin daha korkuncu da ne biliyor musunuz?
TC devleti ve Rusya arasındaki ilan edilmemiş dehşet pazarlığı ve anlaşması: “Sen benim Çerkes’ime karışma ben de senin Kürt’üne karışmayayım” politikası…
Kâğıtsız, kimliksiz ve sahipsiz bir şekilde Türkiye’de hayatta kalmaya çalışan Çeçen mültecilerden üçü daha sekiz ay önce sokak ortasında çatır çatır öldürülürken, dehşet pazarlığı bu cinayetleri dipsiz kuyularda bıraktı.
Evet, biliyoruz; Westfalia’dan beri ulus-devlet mantığı böyle bir şey… Ulus-devletlerin ruhu yok… Onlar için geçerli olan sadece “realpolitik” yani “dengeler” ya da “ulusal çıkarlarımız”…
Ancak bir yandan “dünyanın neresinde olursa olsun, mazlumun yanındayız” ya da “sözü dinlenen güçlü Türkiye” retorikleri ortalığı kaplamışken ve üstelik mazlumlar “kardeşleriniz” ve bu kardeşler de “kendi vatandaşlarınız” ise ve de sesinizi çıkarmıyorsanız, zaten palavradan başka bir şey olmayan “ulus-devletinizin”, pazarlıklar içine koskocaman bir balondan başka bir şey olmadığı artık sırıtıyor demektir.
İşte o zaman “güç ilişkileri” içinde, “gücünüz kadar” yürütebildiğiniz ve şantaj unsuru haline gelen“sizin” Kürtleriniz ve “onların” Çerkesleri dertlerinin ortak olduğunu anlamaya başlıyor demektir.
Taraf/02.06.2012
Ferhat Kentel