Karadeniz’in iki yakasındaki ‘deja vu’

Abhazlar, 1918 ve 1992’deki gibi yine Karadeniz’in bu yakasına bakıyor; 1992’de kendisini yüzüstü bırakan Ankara yerine, 1918’de Kafkasları kucaklayan İstanbul’u arıyor. Ermenistan’la normalleşme ve Kıbrıs’ta çözümsüzlük Abhazya için denklemi değiştirebilir. 

 

 

Kafkas halkları, Bolşevik ihtilalının ardından Beyazlar ve Kızılların kapışmasını fırsat bilip 11 Mayıs 1918’de Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ni kurduklarında kapılarını çaldıkları ilk ülke Osmanlı’ydı. İstanbul, 8 Haziran 1918’de tereddütsüz bu yegâne Kafkas cumhuriyetinin bağımsızlığını tanıdı, hatta dostluk ve yardım anlaşması bile imzaladı. Gerçi Kafkas birliğinin sembolü olan bu cumhuriyetin ömrü, Osmanlı’nın sonunu görmeye bile kâfi gelmedi. Kafkasya Cumhuriyeti’nin temel taşlarından biri olan Abhazya, 1991’de milletler hapishanesinden kurtulup yeniden bağımsız devletlerini kurduklarında dedelerinin ayak izlerini takip edip Türkiye’nin kapısına vardı. Ama Osmanlının torunları bu kez ‘tanımadı’. Başbakan Süleyman Demirel, Abhazya lideri Vladislav Ardzınba’yı reddettiği gibi muhalefetin görüşmesini de engellemeye çalıştı. TRT’ye Abhaz heyetiyle ilgili sansür koydurttu. Dahası Abhazya lideri otel odasında randevu beklerken Demirel, 30 Temmuz’da Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’le Tiflis’e uçup Eduard Şevardnadze ile Gürcistan’ın Sovyet patentli ‘toprak bütünlüğü esası’nı da teyit eden altı anlaşma imza koydu. Arzdınba, Abhazya Parlamentosu’nun 22 Temmuz 1992’deki bağımsızlık ilanının ertesi günü soluğu İstanbul’da almıştı, Moskova’da değil. Gürcistan, Türkiye ile anlaşmaların verdiği güçle 14 Ağustos’ta Abhazya’yı işgal etmişti.

Siyaset köprüsü, hem altından hem üstünden çok sular geçirdi. Bugünlerde Abhazlar yeniden Türkiye’nin kapısında, tabi 23 Temmuz hezimetini yeniden tatmak değil 8 Haziran’ın Türkiye’sini görmek için… Ama Türkiye henüz hangi yüzünü göstereceğine karar verebilmiş değil. Ağustos 2008’deki savaşa kadar Demirel’in Tiflis’te attığı imzaların mürekkebi hala ışıldıyordu; Zira Abhazya Devlet Başkanı Sergey Bagapş, Kosova tek yanlı bağımsızlığa hazırlanırken tanınma konusunda kendilerine yeni bir pencere açılacağını umarak, 2007’de Türkiye’ye gelip bunun altyapısını hazırlamak istediydi. Ankara’nın tutumu ‘Bagapş, ya Gürcü lider Mihail Saakaşvili ile birlikte ağırlanır ya da gelemez’ şeklindeydi. Başbakan Tayip Erdoğan, Saakaşvili’ye Bagapş’ın patronu muamelesi yapacaktı, ama Abhazya bu fırsatı vermedi. Bunun yerine Bagapş diaspora ile kucaklaşmak için Türkiye’ye gelmeyi planladı ama Türk Dışişleri önce izin verdiği halde son dakikada direk Sohum’u arayıp Bagapş’a ‘gelme’ dedi.

Ama ağustos savaşı, Türkiye’yi ‘orantısız’ destek verip şımarttığı Gürcistan’la ilgili de muhasebeye zorluyor. Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu önerisi, Gürcü ordusunu eğitip donatmış bir ülke olarak savaşta dolaylı sorumluluğu bulunan Türkiye’nin düştüğü mahcubiyetten çıkış manevrasıydı. Platform tutmasa da Türkiye, hiç olmazsa kendi kendini Kafkasya’da Rusya dahil bütün taraflarla birlikte hareket ederek istikrar sağlama konseptine itti. Türkiye bir akıllılık daha yapıp Montrö’ye sığınarak Gürcistan’la dayanışma için ABD’nin gönderdiği savaş gemilerine boğazı dar etti. Tabi Gürcistan’a askeri destek vermiş ülkeleri not eden Rusya, Ankara’nın bu jestini de ‘telafi’ unsuru olarak bir kenara kaydetti.

Türkiye’yi Abhazya konusunda farklı durmaya zorlayan bir başka etken ise yıllardır Abhazya’ya ticaret yapan Türk gemilerini alıkoyduktan sonra bütün olarak ya da parçalayarak satan ve personeline cezalar yağdıran Tiflis’in Karadeniz’deki korsanlığının Türkiye’nin artık sessiz kalamayacak noktaya varması oldu. Malum ağustosta iki Türk gemisine Karadeniz’in açık bularında el konulması ve birinin kaptanına 24 yıl hapis cezası kesilmesi Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu geç de olsa Tiflis’e gitmeye zorlamıştı. Davutoğlu, gemilerin yarattığı mağduriyet hissinin de kolaylaştırıcı etkisiyle müsteşarı Ünal Çeviköz’ü Sohum’a gönderdi. İlk kez Türkiye’den üst düzey bir yetkili Sohum’daydı. Türkiye, Sohum’la ne yapıp ne yapamayacağını yerinde görerek farklı bir sürece kapı açmıştı.
ABD, NATO ve AB ekseninde kurgulanmış Türk dış politikası, Davutoğlu etkisiyle farklılaştırma eğilimine girerken Türkiye özellikle Gürcistan-Abhazya ve Gürcistan-Rusya denklemlerinde bocalıyor. Ancak yarın üç nedenle değişime mahkum;

1-     Türkiye, yıllardır NATO’nun dolayısıyla ABD’nin politikalarının icracısı olduğu Kafkasya’da kendi denklemlerini kurmaya meylediyor. Ermenistan açılımı kilit adım. Gürcistan’a mahkumiyetin en önemli nedeni Kafkasya’ya açılırken Ermeni kapısının kapalı olmasıydı. Eğer ki Yukarı Karabağ düğümü çözülmeye yüz tutar da Zürich’te imzalanan protokoller uyarınca Ermenistan’la ilişkiler normalleşirse bundan yararlanacak ülkelerin başında Abhazya gelecek.

2-     KKTC’ye karşı Abhazya kartının masaya konulacağı günler de uzak değil. Eğer Kıbrıs’ta devam eden müzakereler nihayete erer, marttan önce referandum yapılır ve Rum tarafı 2004’teki gibi çözümü reddederse Türkiye için tek seçenek kalıyor; Uluslararası topluma KKTC’yi bağımsız devlet olarak tanıyın’ diye bastırmak. Bunun için BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden biri olan Rusya’nın kapısı çalındığında Moskova’nın ‘Ben KKTC’yi, sen Abhazya ve Güney Osetya’yı tanı’ demeyeceği ne malum!

3-     Türkiye, Rusya ile stratejik ortaklığını derinleştirirken bunun etki alanından siyasal tutumları dışlamak mümkün olmayabilir. Enerji güvenliğini önceleyen Batı’nın baskısıyla Kafkasya’da bütün yumurtalarını Gürcistan’ın sepetine koymuş Türkiye’nin Rusya ile ekonomik bağımlılığını katlanmasına paralel Türk dış politikasında Rus etkisini görmek mümkün. CNNtürk’te Mehmet Ali Birand’ın dediği gibi Başbakan Tayyip Erdoğan, ekonomik ilişkilere karşın Çeçenya’yı gözden çıkardıysa aynı etkiyle Abhazya’yı da yakın planına almak zorunda kalabilir.

Tabi Rusya’nın da tam olarak ne istediğine bakmak gerekiyor. Bir kere Rus tavrı konusunda aceleci çıkarımlar genelde yanıltıcı olabiliyor. Rusya iç sorunlarını bastırmada ne denli şiddetliyse diplomasi o denli soğuk; tez alevlenmiyor, öfkeyle masadan kalkmıyor, kontör çekmek için uygun anı bekleyip intikamını zamana yayıyor. Ödüllendirmek için de aynı yolu izliyor. Batı’nınsa hep acelesi var. Soğuk Savaş denen sürecin ‘soğuk’ tarafında da esasen ABD değil Rusya yer alıyor.

Rusya 26 Ağustos 2008’de Abhazya ve Güney Osetya’yı tanırken Batı cephesi Kremlin’in bu kararında yalnız kalacağını farz etmişti, gitse gitse ardından Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) üyeleri giderdi. Tam tersine BDT ülkeleri Rusya’yı yalnız bıraktı. Acelesi olan Batı da hayıflandı; “İşte müttefikleri bile destek vermedi!” Belki de Rusya müttefiklerinden ayak izlerini takip etmelerini cidden istemedi. Çok kötümser bir senaryoyla Moskova ‘başka ülkelerinin tanıması ileride iki ülkeyi ilhak etmemizi zorlaştırır’ düşüncesiyle Abhazya ve Güney Osetya’nın tanınmasını kasten istemediğini düşünmek mümkün! Ancak beri tarafta Rusya’nın kararında yalnız kalması, ciddi prestij kaybı. Bu, hem Güney Osetya’daki savaşa müdahil olurken hem de Shinval ve Sohum’la diplomatik ilişkiler tesis ederken attığı kritik adımlarda haklılığının önemini düşürme riski taşıyor. Rus nüfusu giderek eriyen ve çareyi eski Sovyet coğrafyasında kalmış diasporasını anavatana döndürmekte gören bir Rusya’nın coğrafi olarak büyüme stratejisinden uzak durmak zorunda olduğu gerçeğinden hareketle Moskova’nın Abhazya ve Güney Osetya açılımında uzun vadeli hesaplara bakmakta fayda var. Uzun vadedeki en kritik hesap yukarıda sıralı nedenlerden dolayı Türkiye’yle bağlantılı.
Malum Abhazya ve Güney Osetya’yı Moskova’nın ardından 4 Eylül 2008’de eski Sandinista gerillası Daniel Ortaga’nın Nikaragua’sı, 10 Eylül 2009’da da Latin solunun ‘delikanlı’ lideri Hugo Chavez’in Venezüella’sı tanıyarak Moskova ile ‘blok’ dayanışması sergiledi. Latin Amerika’dan pek yakında bu halkaya Ekvador ve Bolivya da eklenebilir… Nitekim İstanbul’da görüştüğüm Abhazya Parlamentosu’nda yurttaşlarla ilişkiler komitesinin başkanı Soner Gogua, eylülde Latin Amerika’da yaptıkları temaslardan çok olumlu izlenimlerle döndüklerini söylüyor. Kolombiya gibi Amerikan müttefikleri soğuk karşılasa da Küba, Bolivya, Nikaragua ve Ekvador’da üst düzeyde ağırlandıklarını, bölgeyle ilişkilerin zamanla gelişeceğine inandıklarını vurguluyor. Ancak ‘Rusya bana yeter’ diyen Güney Osetya bir yana Abhazya’nın tanınma konusunda onlarca ülkeye bedel olarak gördüğü bir ülke Türkiye. Hatta sadece Rusya ve Türkiye Abhazya’ya yeter de artar da… Zaten Rusya Abhazya için tek nefes borusu. Abhazlar Rusya’ya mahkûmiyetten kurtuluşu bir nevi Türkiye’de görüyor. Birini diğerine alternatif olarak da görmüyor.

 

http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=94297

 

Fehim Taştekin