Türklük ve Çerkezlik arasında Kafkasların kimlik tartışması

İnternet alemi nevi şahsına münhasır, oldukça garip bir yer. Linçler, aşağılamalar, tehditler, küfürler; birçok olumsuzluk bu mecrada rahatlıkla gerçekleşebiliyor. Hele sosyal medyaya gelecek olursak mesele daha bir çetrefilli. Sahte hesaplarla oluşturulan tezviratı sadece takip etmek bile oldukça güç bir iş.

Bir yandan Türkiye’de aydın olmak gerçekten zordur. Söz söylemek, bunun arkasında durmak, bir fikir ortaya koymak, bunlar kolay değil. Kitap okumak da zordur, satın almak, saatlerini vermek, anlamaya çalışmak, bunlar gerçekten kolay işler değil. Onun için sosyal medya daha öne çıkıyor. Yani bir bakıma fikir artık sosyal medyanın eline geçiyor diyebiliriz.

Hele bu gürültü patırtı içerisinde bir yazarsan, kitaplarını kimse fark etmiyor ve sesini sosyal medyadan duyurmaya niyetliysen durum iyice vahimleşebilir. Olay çıksın da linç edelim mantığıyla pusuya yatmış yüzbinlerce sahte hesabın bir arada olduğu bir ortamdan bahsediyoruz.

Pek kimsenin dikkatini çekmese bile fikir insanlarımız sosyal medya ile imtihan içerisinde. Sıradan insanla karşılaştırıldığı zaman ayırıcı bir hassasiyete sahip olan aydınlarımızın ruhu sosyal medyada hırpalanıyor. Linçlerle, küfürlerle, hakaretlerle gerçekleşiyor bu. Böyle böyle serinkanlı düşünce yok oluyor.

Ancak esas meselemiz sadece bu değil, yazıya bu konuyla giriş yapılmasının başka bir nedeni var. Lütfi Bergen ismi geçtiğimiz günlerde Twitter hesabı üzerinden yaptığı paylaşımlarla dikkat çekti. Attığı tweetlerde farklı Kafkas halklarının hayatlarından, danslarından vs kesitler vardı. Bergen, sanırım videolarda gördüğü sosyal hayattan tespitler çıkararak sosyal medyayı sesli düşünme yeri olarak kullanıyordu. Bundan dolayı olsa gerek konuyla ilgili epey bir paylaşımı vardı.

Lütfi Bergen ismi ile ilk gençlik zamanlarımda karşılaşmış, “Azgelişmişlik Üstünlüktür” ve “Ahlak Ayaklanması” gibi kitaplarını ilgiyle okumuştum. Sadece kitap isimleri bile yeterince iddialı ve düşündürücüydü. Aynısı eserlerinin içeriğiyle ilgili de rahatlıkla söylenebilir; zihin açan, konfor bozan ve sıkı sorgulamalar içeren kitaplardı bunlar.

Yazar o tarihten günümüze farklı eserler kaleme almış olagelsin, geçtiğimiz günlerde başına garip bir hadise geldi. Bergen, yukarıda bahsettiğimiz gibi Twitter üzerinden Kafkasya’da çekilen binicilik, dans içerikli konularda çeşitli videoları paylaştı. Ancak bütün paylaşımlarında ısrarla “Türk” ve “Türklük” vurgusu vardı.

Paylaşımların altındaki yorumlar videodaki kişilerin “Çeçen”, “Çerkes”, “Adıge”, “Karaçay-Balkar” gibi topluluklara ait olduğunu iddia eden, bu yönde cevap veren diğer kullanıcılarla dolup taşıyordu. Lütfi Bergen verdiği cevaplarda ise bütün bu toplulukları “Türklük” başlığı altında değerlendirdiğini yazıyor bununla ilgili bilimsel eserler paylaşıyordu. Sonradan mesele görebildiğimiz kadarıyla tarafların birbirine hakaretleri ve aşağılamalarıyla devam etti.

Elbette burada ilk önce unutulmaması gereken bahsettiğimiz kişinin “Azgelişmişlik Üstünlüktür” başlığıyla bir kitap yazdığı. Bu bakımdan yazdıkları ve söylemleri dümdüz bir mantıkla anlaşılmamalı. İnsanın burada aklına ister istemez İsmet Özel geliyor. İlk bakışta ırkçı deyip kestirip atabileceğiniz Özel’in durumu gerçekten bu kadar basitçe ele alınabilir mi?

Ya da Bergen önüne gelene “Türk” diyor ya da bazı şeyleri “Türklük” ile değerlendiriyorsa buna karşı çıkmadan önce sakince düşünmekte fayda yok mudur? Toplumumuzda sanki saf bir ırk ve onun bir dansı varmışçasına garip bir ruh hali hakim. İnsanın aklına Türkler ve Yunanlar arasındaki baklava tartışması geliyor. Yalnız burada bir patent ya da ticari mesele söz konusu değil. Burada sanki bir tarafta paylaşamama diğer tarafta ise kabullenememe halleri var.

Kültürel değerlerin tek bir ırktan çıkamayacağı açık. Bütün bunlar çeşitli etkileşimlerle, yüzyıllar geçtikten sonra ortaya çıkıyor. Ayrıca hiçbir toplumun başka toplumlardan izole bir şekilde yaşamını devam ettirmesi mümkün değil. Ya da güzellikler, çeşitli sanat ürünleri birden, pat diye ortaya çıkmıyor. Bütün bunlar gelişime açık, birikimle olan şeylerdir.

Farklı bir örnek vermek gerekirse, Türkiye’deki okullarda yıllardır Kafkas dansı oynanır, müsamerelerin en dikkat çekici anları bu dansın oynandığı zamanlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda komutanların ve askerlerin başlarındaki dikkat çekici şey Kafkas kalpağıydı. O dönem takılan bu kalpaklarla ilgili Kafkasyalılar herhangi bir kıskanma emaresi göstermeden gurur duydular. Gene Kafkas danslarının Türkiye’de oynanması haset edilecek bir mesele olarak değil, sevinç duyulacak bir hadise olarak görülmüştür.

Güzellikler paylaşılırsa anlamlı hale gelir. Kimse bu güzellik başka bir ırkındır, bunu görmezden gelelim ya da kullanmayalım demez. Bütün güzellikleri herkes sahiplenir, kendinden bir taraf bulmaya çalışır. Hatta bunu başaran topluluklar gelişir, büyür ve serpilir.

Fakat günümüz Türkiye’sinde her ne olduysa etnik bilinçlenme etnik dışlamaya dönüşüyor. Nefret her taraftan anlamsızca körükleniyor. Halbuki milliyetçiliklerimiz bir değer üretmeye vesile olursa anlamlıdır, yoksa kuru kuruya bir milliyetçilikle kimseye bir yarar gelmeyeceği gibi tam tersine ayrışma derinleşir.

Onlarca yıldır tekrarlanan klasik cümleler vardır. Bazen alışık olduğumuz için hiç dinlemeyiz bile ama sanki burada bir daha tekrarlamak lazım. Artık fazlasıyla iç içe geçmişiz, birbirimizle evlenmişiz, birbirimize karışmışız. Kafkasya’da da Türkiye’de de durum bu; buradan geriye dönüş yok; ki zaten geride saf ırk diye bir şey de yok. Tarihte hiçbir toplum yerinde sabit kalıp, kimseyle etkileşime geçmeden varlığını devam ettirmemiştir.

Bütün çatışmalara karşın Kafkasyalılık bilinci problemlerin yumuşatılması adına önemini korumaktadır. Kafkasya’da hiçbir halk yoktur ki Kafkasya’da yaşadığını inkar etsin. Ve Kafkasya’da hiçbir topluluk yoktur ki kendisinin Kafkas olduğunu reddetsin. Aynı şey Türkiye’deki Kafkas kökenliler için de geçerli. Türklük ve Çerkezlik karşı karşıya gelirse çözüm dolu kapsayıcı kelimeler Kafkasya ve Kafkas olabilir.

Ayrıca tartışmanın ortasında kalan ve sanki paylaşılamayan bir Karaçay-Balkar halkıyla da karşı karşıyayız. Lütfi Bergen bütün paylaşımlarındaki Türklük vurgusunu Karaçay-Balkarlara dayandırıyor.Geçmişten günümüze Karaçay-Balkarların kimliği hep tartışma konusu oldu. Kimileri “Çerkez” diyor, kimileri “Kafkas” diyor, kimileri “Türk” diyor.

Acaba onlar kendilerini nasıl tanımlıyorlar? Bu sorunun cevabı mühim. Konuyla ilgili henüz kesinleşmemekle birlikte bir yüksek lisans tezi yazma planım var. Eğer mümkün olursa cevabı orada vermeye çalışacağım.Ancak şimdiden Karaçay-Balkarların henüz keşfedilmemiş, Türkiye ve Kafkasya ilişkilerinin gelişiminde önemli roller oynayabilecek bir toplum olduğunun altını çizebiliriz.

Son kertede insanın kimliğini netleştirmesi kadar önemli olan şu an kendi doğruları adına neler yapıp ettiğidir. Doğuştan gelen veya sonradan verilen sıfatlarla bir yere kadar mesafe alınabilir, daha sonrası çok daha çetrefilli, esas mesafe kat edilmesi gereken şu an gittiğimiz yolun ne olduğudur ve ne kadar gidebildiğimizdir.

2019’u yarıladığımız bir zaman diliminde kimliklenme süreci devam eden halklar belki işe önce kim olmadıklarını ortaya koyarak başlamalıdır. Kim olmadıkları çok açık: Kafkasyalılar Rus değil. Bu hakikati unutmamak ve belki buradan yola çıkmak en sağlıklı ve birleştirici yollardan bir tanesidir.