Abhazlara göre Gürcüler birlikte yaşama konusunda iyi bir sınav vermedi. Geçmişte asimilasyon politikası dayatmış Gürcistan yönetimi Abhazya’ya karşı hala saldırgan tutumundan vazgeçmedi.
Roza (solda) yakın akrabalarını davet ettiği Abhaz sofrasına bir de müzik ziyafeti ekliyor. FOTOĞRAF: FEHİM TAŞTEKİN
FEHİM TAŞTEKİN (Arşivi)
BİTİRİRKEN
Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırarak Kafkasya’da giriştiği ve mağlubiyetle çıktığı savaş bölgedeki halkların zihinsel fay hatlarını da kırdı. Özellikle Kafkas halklarını barındıran ülkelerde yaşayan diasporada Rusya’yı yeniden tanımlama konusunda beyin fırtınalarının kopması kaçınılmaz görünüyor. Daha düne kadar Kafkas halklarının ortak düşmanı Rusya’ydı. Ruslar 300 yılı aşkın özgürlük savaşını kaybeden Kafkasya’yı milletler hapishanesine çeviren bir emperyal güçtü. Çeçenya’da 1994’ten bu yana 230 bin Çeçen’e mezar kazmış Rusya, Kafkasya’nın güneyinde Gürcistan’ın saldırıları ve işgal tehdidi karşısında Güney Osetya ve Abhazya’ya kalkan olarak ‘barışın garantörü’ mertebesine yükseliverdi. Üstelik hem Güney Osetya hem Abhazya’nın bağımsızlıklarını resmen tanıyarak tarihte yaptıklarının karşılığında azcık da olsa diyet ödedi.
Rusya edindiği bu yeni imajı, Gürcistan’ın milliyetçi liderliğinin Kafkasya’da oynadığı hesapsız kumara borçlu. Kafkasya’nın büyük emperyalisti hep Rusya’ydı, Gürcistan’ın ise en azından Osetler ve Abhazlar açısından ‘küçük emperyalist’ niteliği de 7-8 Ağustos’ta Güney Osetya’nın yakılıp yıkılmasıyla tescillenmiş oldu.
Bir dipnot daha: Hem Abhazya hem de Güney Osetya, büyük emperyalist güç Rusya sayesinde küçük emperyalist güç Gürcistan’ın işgal tehdidini bertaraf etmiş olabilir, ama bu iki halk bundan sonraki asıl savaşı Moskova’nın ‘ezici’ himayesi karşısında bağımsızlıklarını ayakta tutmak için vermek zorunda kalacak.
SOHUM – Roza Çamagua otantik telli çalgı Açamgur’u tıkırdatıyor. Gençken sevgilisi Anri Ferzba için bestelediği ‘Ahh tatlım benim olsan’ şarkısını okuyor. Evin tekiri ‘Pagea’ yerde iki fındıkla dans ediyor. Ramazanlarda perşembelere özgü hazırladığı sofrada et, tavuk, sızbal denilen sos, helva, ezme fasulye ‘akudırşışı’, açapa, turşu, sıcak mısır ekmeği ‘abısta’, Abaza peyniri, mısır ve meyve var. Sofrada yeğeni Darya Kaba, onun eşi Oktay Çikatua ve kızları Mramza’nın şarkıya eşlik ediyor: ‘Senden başkası yok, yok benim için bir başkası…’ Şarkı amacına ulaşmış, şimdi devlet orkestrasında solist Anri ile 30 yıldır Abhaz halk şarkıları söyleyen Gunda’nın şefi Roza o gün bugündür hayat arkadaşı.
Savaşta şehit düşünler anısına bir arkadaşının bestelediği ‘Ahuraşüa Wzıshöyt Sıpsadgiıl’ neşeye hüzün katıyor; ‘Yaralı türküsü söylüyorum vatanım sana; Yaralı türküsü, yaraları dağlayan..’ Sıra ‘Yabancı Gök Altında’ya gelince sofraya matem yağıyor. Bu bir ağıt, Gürcü asıllı Sovyet diktatörü Joseph Stalin ve gizli polis şefi Lavrenti Beria’nın Sibirya’ya sürdükleri için yakılmış… Vatanından çok uzakta son nefesini vermekte olan Abhazyalının geriye bıraktığı sözler: ‘Bugün vatanımdan ayrı, yabancı gök altındayım; Derdim pek çok gizleyemem, söylemeye erişemem ah! Dökemem gözyaşlarımı, bu yabancı topraklara; Verdim mendille rüzgâra, o götürsün vatanıma ah!
Birliktelik imkânsız
Abhazya için yeni tarih yazılırken Gürcülerle geçmişin defterleri zihinlerde yeniden açılıyor. Bırakın Gürcistan’a geri dönmeyi, Abhazlar Gürcülerle birlikte yaşama fikrine bile yüzlerce fersah uzak. 5 bini aşkın Abhaz’ın öldüğü 1992-1993 savaşının acılarını unutmak bir yana Sovyetler zamanı görmüş nesiller Gürcülerle ortak devlet deneyiminin ağır yükünü hafızalarında taşıyor…
Darya Kabba birkaç yıl önce babasının bir arabanın altında kalıp ölen köpeğine hüngür hüngür ağladığını hatırlatıyor: “Aslında savaşta yitirdiği kardeşim için ağlıyordu. Geleneklerimiz ayıp saydığından ölen oğlunun ardından ağlayamamıştı. Köpek bahanesiyle yıllardır biriktirdiği gözyaşlarını döküyordu.” Kafkasya’da intikam kadar yas da kolay bitmiyor. Yitirdiklerinin yasını yıllarca siyah elbiseler giyinerek yas tutan anneler ve dulları görmek mümkün.
Derin asimilasyon
Oktay Çkotua’ya “Burada kimse Gürcülerle birlikte yaşayabiliriz demiyor, ama Ruslarla birlikte yaşama için fazla çekince yok. Peki neden” diye soruyorum, Abhazların 20’nci yüzyıla kadar Ruslardan çektiğinin fazlasını geçen yüzyılda Gürcistan’dan çektiğini söylüyor: “Acılarla dolu bir geçmiş var her şeyden önce. 1864’te burası Ruslar tarafından boşaltıldığında bakıyoruz gelip yerleşenler Ruslar değil Gürcüler .” ‘Ama Ruslar Gürcüleri yerleştiriyor’ diye itiraz ediyorum, onaylıyor: “Böyle de denebilir çünkü Ruslarla Gürcüler o zaman müttefikler. Ama o dönemde Tiflis’te yayımlanan bütün gazetelerde ‘Abhazya tamamen boşaldı, o topraklara yerleşin’ diye kampanya yapılıyor. (Bolşevik devrimi sonrası) 1918-1921’de kurulan Gürcistan Demokratik Devleti’nin yaptığı ilk iş Abhazya’yı işgal etmek. Yine buraya yoğun bir nüfus aktarma söz konusu. Daha sonra (Abhazya lideri) Nestor Lakoba’nın (iddia edildiği gibi 1937’de Tiflis’te orununa verilen resepsiyonda değil oraya varmadan önce) bizzat Beria’nın evindeki sofrada zehirlenerek öldürülmesinin ardından Abhaz elit nüfus yavaş yavaş ortadan kaldırılıyor ve her Abhaz köyünün etrafına iki tane Gürcü köyü konuşlandırılıyor. Sovyetler döneminde Gürcüleri yerleştirmek için ‘Dönüş İmarı’ diye devasa bir örgüt kuruluyor. Hâlâ Abhazya’da Beria evlerini görebilirsiniz, bunlar iki odalı köy evleri. Yunan ve Türk kökenliler de Sibirya’ya sürülüyor. Yerlerini Gürcüler alıyor. Bir kısmı tekrar döndü. Dönenlerin tamamı Sibirya’da doğdu. Anayasa Komisyonu Başkanı Vladimir Naçaçaoğlu Sibirya’da doğan bir Türk. Abhazların da Kazakistan’a sürülmeleri gündeme geldiğinde Stalin ‘Nasıl olsa onları belli bir süre asimile eder, yok ederiz’ diyerek karşı çıkıyor.
‘Soyunu inkâr’
İş bununla kalmıyor, belli bir süre Abhaz okulları kapatılıp Abhazca yasaklanıyor. Abhaz halkının önderleri yok ediliyor, kimisi Troçkist suçlamasıyla ortadan kaldırılıyor. Soyadlarının yanı sıra coğrafya, kent ve köy isimleri değiştiriliyor. Öyle bir psikolojik savaş yürütülüyor ki insanlar soylarını inkâr eder hale geliyor. Belli bir süre sonra da aşağılama taktiğine yöneliyorlar. ‘Sizin diliniz yetersiz, kültürünüz geri’ diyerek Abhazları komplekse sokmaya çalışıyorlar. 1990’ların başında birçok insan Abhazca konuşmaya çekiniyordu. ‘Gürcüce konuşun’ baskısına tepki olarak insanlar Rusçaya yöneliyor. Savaşla bu değişti. Bugün Abhazca ileri düzeyde. Bir de 1992’deki savaş var. Abhazlar savaş başladığında bile Gürcülerin Abhazları tamamen katletmeye kalkışacağına bile inanmamıştı. Ta ki (dönemin Gürcistan Savunma Bakanı) Georgi Karkaraşvili’nin 25 Ağustos 1992’de çıkıp “97 bin Abhaz’ı yok etmek için 100 bin Gürcü’yü feda edeceğim” deyinceye kadar.
‘Halk değil çöp yığını’
Zviad Gamsahurdiya da Osetler için ‘Bunlar halk değil, çöp yığını, süpürülmeli’ demişti. 100 bin kişilik bir toplumda 5 bin şehit var. Şimdi her evde bir ölü varsa bu insanlar Gürcülerle yaşayabilirler mi? Oğlunu kaybeden baba intikam için cepheye gidiyor, o da ölüyor. Bir kadın dört oğlunu kaybediyor, şimdi Gürcü mülteciler geri dönecek ve birlikte yaşayacaklar! Bu Amerikan toplumunda olabilir ama Kafkasya’da olmaz. Rusların yaptıklarını da unutmuş değiliz. Tabi 20 sene sonra ne olacağını da bilemeyiz. Yine de bu iki toplum binlerce seneden beri yan yana yaşıyor, ebedi düşman değiller, bundan sonra da komşu kalacaklar.
‘Haindrava incileri’
Ama Gürcü siyasi yapısında değişmeyen şeyler var, muhalefet lideri Georgi Haindrava savaş sırasında Abhazya genel valisiydi, Le Monde’a demeç verdi: ‘Savaşta yenilmiş olabiliriz ama bu Abhazya’yı kaybettiğimiz anlamına gelmez, eğer 10 bin Abhaz gencini uyuşturucu bağımlısı yaparsak rahatça Abhazya’ya gireriz’. Liderlerin bakış açısı değişmedi. Eduard Şevardnadze farklı mıydı? Dünyadaki popülaritesini Abhazları yok etmek için kullanmadı mı? Eski Meclis Başkanı Nino Burjanadze bir anne olduğu halde savaştan önce ‘İki tane oğlum var, birini Abhazya, diğerini Osetya cephesine gönderirim’ demedi mi? ‘ Oğullarımı savaş çıkmasın diye feda edenim’ derse anlarım! Sonuçta bunları birlikte yaşamamız istenen Gürcü halkı seçiyor. Benim Abhazları yok etmeyi vaat eden liderleri işbaşına getiren Gürcü halkıyla sorunum var.”
‘Bu hisler halk arasında bu denli güçlü mü’ diye soruyorum. “Sokaktaki insanlarla bunun sohbetini bile yapamazsın” diyor.
‘Rusya kendini bir nebze olsun affettirdi’
Sohum sahilinde plajdan dönen iki kadının Kafkasya’da yaşanan son gelişmelere dair düşüncelerini almak istiyoruz. Biri psikolog öteki eğitimci. Özel bir psikoterapi merkezin sahibi Viktorya Ardzınba’ya ‘Şimdi olmasa da ilerde Abhaz halkının psikolojisi Gürcülerle birlikte yaşamaya elverir mi’ diye soruyorum. Tahlili şöyle: “Aslında psikolojik yapıları birbirine taban tabana zıt iki toplum sözkonusu, bir arada yaşamaları mümkün değil.”
‘Ruslar asimile etmeye çalışmadı’
Ardzınba’ya ‘Neden aynı tespitleri Ruslar için yapmıyorsunuz’ diye araya giriyorum. Ortaya koyduğu gerekçe hayli dikkat çekici: “Bir şeyin hakkını vermek lazım, evet Ruslar Kafkasya’yı boşalttı, bizimle savaştı, ama adam gibi savaştı, kimliğimizi ve kişiliğimizi yok etmeye çalışmadı. Gürcüler gibi kültürümüz, dilimiz, örfümüze savaş açmadı. Bu yüzden Ruslardan korkumuz yok. Türkler bile hâkimken burada bizi asimile etmedi. Gürcülerin sonunu getiren de bu. Ruslarla Gürcülerden hangisi bize yakın diye düşünürken buna yanıtımız bize karşı yaklaşımla alakalı. Biz tanrı önünde günah işleyen bir toplum değiliz. Hiç kimsenin toprağına, kimliğine, kültürüne saldırmadık. Sadece tanrının bize bahşettiği topraklarda kültürümüzü korumaya çalışıyoruz.
Aslında Gürcülere de Ruslara da değer veriyoruz ama her şeyden önce kendimize değer veriyoruz. Rusya devleti bugün tanrı önünde günahlarından bir kısmını affettirmiştir Abhazya’yı tanıyarak, büyük Kafkas savaşlarında yol açtıkları acıları bir bakıma telafi etmiştir. Bundan sonra önümüzdeki tek göre maddi ve manevi alanda toplumu ileri götürmektir. Bizim insanımız, toprağımız, gönlü açık insanlarımız buna layıktır.”
‘Ordu-millet gibiyiz’
Peki ‘1995’ten itibaren 12 yıl boyunca uygulanan ambargo toplumunun ruh halini nasıl etkiledi?’ Ardzınba yanıtlıyor: “Savaşın yol açtığı travma vardı ama diğer toplumlarla karşılaştırıldığında bu azdı. Çünkü insanlar niçin ve neye karşı savaştığının çok iyi bilincindeydi. İkincisi bizim toplumumuz birbirine değer veren ve acılarını paylaşan bir toplum. Hatta acılarını dışa yansıtmasına izin vermeyen bir kültür. Bu yüzden hem savaş hem de ambargonun psikolojik yansımaları olmadı. Çünkü toplumumuz el açan bir toplum değil, sıkıntılarımızı paylaşan ve azla yetinebilen bir toplum. Ordu-millet gibi yiz. Herkes elinde silah seferi bekleyen asker gibi. Bir evde bulunmaması gereken ağır silahlar var. Buna rağmen bunlardan kaynaklanan bir vukuat olmadı. Bu da toplumumuzun bilinç düzeyini gösterir. Bir tek yeni ekonomik düzen sıkıntıya yol aç abilir. Ama aile ve toplumsal ilişkilerimizin güçlü olması diğer toplumların zorlandığı sorunları daha kolay aşmamıza yardımcı olacaktır.”
‘Kaybetme korkusu’
Abhazya’daki ilk özel okul olan Alfa Eğitim Kurumları’nın kurucusu ve başkanı Fatima Davutiya’nın da görüşlerini alıyoruz: “ Bugüne kadar ambargo altında kapalı bir toplumduk. Uluslararası tanınma önümüzü açacak. Ülkemiz her alanda gelişecek. Rusya ve diğer devletlerden insanlar gelecek. Şu ana kadar biz bize olduğumuz için pek değer vermediğimiz dilimiz ve kültürümüzü koruma içgüdüsü gelişecek. Rusya bu süreçte bizi tanıyarak geçmişte yaptıklarını bir ölçüde telafi etmiş oldu.”
****
Gazeteci vizesi değil çile vizesi
Rusya kapısı gazeteciye ‘açıl susam açıl’la açılmıyor. Normal ticari vizeyi birkaç saatte veren Rus makamları gazeteciyi 15 gün bekletebiliyor. Sizin adınıza ülkenizin Dışişleri Bakanlığı, Rus Dışişleri Bakanlığı’ndan vize talebinde bulunuyor. Gidilecek yer savaş bölgesiyse Rus Dışişleri, Savunma Bakanlığı ve Federal Güvenlik Servisi’nin (FSB) onayıyla özel kimlik kartı düzenliyor. Güney Osetya ve Abhazya’ya geçerken Rusya sınırlarından giriş-çıkış için illaki çok girişli vize gerekiyor. İstanbul’daki Rus Konsolosluğu’ndaki görevliye ‘çok girişli değil mi’ diye sorma ihtiyacı duyuyorum, ‘Evet’ diyor. Çünkü yazılar Rusça, anlamıyorum.
Bütün hengâmeden sonra kapı gibi bir gazeteci kartı ve vizeye kavuşmanın rahatlığıyla Osetya cephesine varıyoruz. Diğer iki Batılı gazetecinin kartları renk-li. Benimki siyah-beyaz. Görevli fotokopi olduğundan şüpheleniyor. Sahtecilik damgası yemek üzereyiz. Neyse ki Sinval-Vladikafkas turunu devlet organize ettiğinden göz yumuluyor! Asıl sürpriz Abhaz-Rus sınırında pusuda bekliyor. Rus görevli bir şeyler söyleyip beni geri postalıyor. Ne dediğini anlamıyorum çünkü başka dil bilmiyor. Sonra FSB’nin bürosuna alınıyorum. İngilizce bilen bir görevli gelip vizemin tek girişli olduğunu ve Psou’dan geçtiğim de Rusya’ya dönemeyeceğimi söylüyor. Ankara’daki Rus elçiliğini arayıp ‘Neden tek girişli’ diye sorarken hat kesiliyor, bir daha ulaşmak imkânsız.
‘Hiçbir şey yapamayız’
Abhazya Dışişleri’nden ‘Seni Gürcistan’a geçiririz’ garantisi alıyorum. Bunun üzerine FSB, sınır kurallarını bildiğime dair kâğıt imzalatıp salıyor. Abhazya’dan Gürcistan sınırına hareket ederken Abhaz Dışişleri’nden gelen bir telefon kötü haberi veriyor: ‘Gürcistan Abhazya üzerinden gelenleri sınırı ihlal etmiş saydığından üç gün tutuklu kalabilirsin. 8 bin dolar para cezası keserler.’ Hemen Türkiye’nin Tiflis Büyükelçisi Ertan Tezgör’ü arayıp bir şey yapıp yapamayacağını soruyorum, “Sakın gelme, tutuklanırsın, senin için hiçbir şey yapamayız!” diyor. Vize işlemlerimi takip eden Türkiye’nin Moskova Büyükelçiliği’nin basın müşavirliğinden yardım istiyorum. Müşavirlik araştırıp geri dönüyor: ‘Hem bizim, hem Rus Dışişleri’nin kayıtlarında sana çift girişli vize verilmiş.’ Ama yapıştırılan kâğıt öyle demiyor. Bu arada gazetenin devreye girmesiyle Türk Dışişleri, Rusya’ya meselenin halli için nota veriyor. Rus Dışişleri beni arayıp ‘Notada Rusya’nın Sohum konsolosluğuna yeni vize başvurusunda bulunduğun söyleniyor’ notunu iletince ‘Siz henüz burada konsolosluk açmadınız ki’ diye şaşkınlığımı iletiyorum. Yanlış anlaşılmadan kaynaklanan bir bilgi hatası notaya girmiş.
İki günlük telefon trafiğinin ardından Moskova, Abhazya Dışişleri’ni arayıphatanın kendilerinde olduğunu ve yeni vize için pasaportumun bir müşavirle Soçi’ye yollanmasını istiyor. Hem vize hem yol masrafları bizden! İki aylık ve çift girişli yeni vize üç yapraklı kâğıt parçası. Her şey halloldu derken, Abhaz sınırından Adler’e geçerken bu kez Rus görevli vizeyi tuhaf buluyor. ‘Bunun fotoğrafı yok, geçmez’ diyor. Bir FSB yetkilisi vizedeki damganın rengine bahane buluyor: “Mührün mavi olması gerek”. Bizimki turuncu!. Pasaportu alıp gidiyor. Soçi’deki Dışişleri bürosuna sorup dönüyor. Tabii bu bekletmeler yüzünden Soçi uçağı da gemisi de kaçıyor. Yeni sefer üç gün sonra. Moskova üzerinden dönmek şart oluyor. Sonraki uçak 10 saat sonra. Vize krizi bitmiş değil. Check-in görevlisi yine vizeden şüpheleniyor. Pasaport kontrolünde aynı şüpheler ‘Vizede neden fotoğraf yok, damga niye turuncu.’ Sanki suç benimmiş gibi!
Velhasıl Rusya’ya girmek de çıkmak da haddinden fazla meşakkatli iş…
-BİTTİ-