Yine sayıca küçük halkların sürgünü konusuna dönüyoruz. Tarihi belgeler bize, Sovyetler Birliği başkan yardımcısı Lavrenti Beriya’nın 24 Şubat 1944’de, yani Çeçen ve İnguşların sürgün edilmesinin ikinci gününde, Josef Stalin’e Balkarları sürgün etme önerisinde bulunduğunu söylüyor.
26 Şubat’ta Beriya, NKVD’da (İçişleri Halk Komiserliği) “Balkar halkının Kabardey-Balkar ASSR’den sürülmesi” kararını yayınladı. Balkar topraklarının, Büyük Kafkasya’nın kuzey yamaçlarında savunma hattı olmak üzere Gürcistan’a verilmesi önerildi. 5 Mart’ta Devlet Savunma Komitesinin sürgün kararı çıktı. 8 Mart 1944’de Balkarlar yurtlarından çıkarıldı ve Asya steplerine sürüldü.
11 Mart’ta Beriya, Stalin’e 37,103 Balkarın sürüldüğü raporunu verdi. Sovyetlerde sürgün konusuna değinmek, Stalin kültünün yıkıldığı Kruşçev dönemi ve sonrasında bile tehlikeliydi. Milliyetçilikle veya milletler arasında nefret duyguları uyandırmakla suçlanmak, uzun süre hapis cezası ya da zorla psikiyatri merkezine gönderilmekle sonuçlanabilirdi. Ama sürgün halklar nesilden nesle, yüzbinlerce kişinin soğuktan ve açlıktan öldüğü sürgünün korkunç tarihini aktarıyor. Sürgün gerçeği hala soruşturulmadı, hukuki sonuçları değerlendirilmedi. Kremlin’den gelip geçenlerin hiçbiri, ölüme gönderilenlerin nesillerinden özür dileme ihtiyacı duymadı.
Balkar Sürgününü tarihçi Zarema Kipkeyeva ile konuştuk:
Zarema Kipkeyeva: Sürgün sebebi olarak Almanlarla işbirliği bahanesi uydurulmuştu. Doğrusu, aynı bahane diğer baskı gören halklar için de kullanılmıştı. Bu konuyu gündeme getirmek tabi ki uzun yıllar boyunca yasaktı. Hiç kimse araştırmadı, bilim adamları ve tarihçiler bile. Stalin’in ölümünün ardından Kruşçev, siyasi çıkarları için sürgün halkların vatanlarına döndürülmesi gerektiğine karar verdi. 1957’de Kırım Tatarları dışında hepsi vatanlarına geri döndürüldü. Tabii ki bazı bölgesel konular çözüme kavuşturulmadı, ama bunları Sovyet döneminde gündeme getirmek güvenli olmadığı için kimse buna yanaşmadı.
Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından Yeltsin döneminde, sürgün edilen halkların sivil hareketleri bu konuyu etkili biçimde gündeme getirmeye, resmi özür, rehabilitasyon gibi talepleri dillendirmeye başladılar. Bunun da daha önceden ifade edildiği gibi, “Kruşçev bizi affetti, geri dönmemize izin verdi” düzeyinde değil, belgelerin ciddi şekilde incelenmesi, sürgününe neden olan sebeplerin gösterilmesi ve tazminat verilmesi şeklinde olması söz konusu edildi. Genel olarak bütün bu hususlarda başarı kaydedildi, elbette o zorlu dönemde mümkün olduğu kadarıyla. Hatırlarsınız, 90’lı yıllar çok karışıktı. Ne kadar istenilirse istenilsin araştırmalar, soruşturmalar tam olarak yerine getirilemezdi. Yine de yapılan işler halklarımıza güven telkin etti.
Amina Umarova: Karaçay-Çerkes’de sürgün gerçeğinin tanınması için çalışmalar başladığında, Sovyetler Birliğinin diğer sürgün edilen halkları organize oldular mı?
Evet, 1989’da hemen hemen tüm halklarda sivil hareketler organize oldu. Bunların ilklerinden biri de Karaçayların ‘Cemaat’ adlı halk hareketi oldu. Bu topluluk geniş çaplı çalışmalarla hükümet organlarına başvurup, KGB ve diğer organlarca düzenlenen uydurma belgelerin incelenmesini talep etti. Dönemin KGB başkanı Kruçkov ve diğer sorumlu isimler de buna dahil edildi. Soruşturma organları suçlamaların uydurma olduğunu, Karaçayların haksız yere sürgün edildiğini kabul etti. Birkaç kişi ölümlerinden sonra, halklarına karşı suç işledikleri suçlamalarından aklandılar. Daha sonra rehabilitasyon kararı çıktığında, Çeçenya’da savaş başladığında sürgün halkların hareketleri birleşti. Ortak kongreler yapıldı, bildiriler kabul edildi. Bütün bunlar farklı halkların tarihçilerinin mükemmel kitabı “SSCB Baskı Gören Halklarının 1941-1945 Büyük Vatan Savaşına Katkıları” adlı eserin çıkmasıyla sonuçlandı.
Tazminattan söz ettiniz. Bu tazminatlar her şeyini geride bırakıp sürülen insanlar için uygun miktarlarda mıydı?
Elbette, hayır. Sembolik rakamlardı. Sürgünde insanlar geride her şeyi bıraktılar, toparlanmak için sadece iki-üç saat vakitleri vardı. Yanlarına yol boyunca yetecek yiyecek bile alamadılar. Orta Asya’da kanuna uygun olarak burada mallarının tazmin edileceği sözü verildi, ancak yapılmadı. Bundan dolayı elbette devletin maddi bir tazminat ödemesi gerekiyordu. Rakamlar belirlendi, tam olarak rakamı hatırlamıyorum, ruble hızla değer kaybediyordu, sonuçta para Karaçaylara ulaştığında, Orta Asya’da kaybettikleri yakınlarını için kurban edilmek üzere büyükbaş hayvan alabilecekleri kadar bir miktardı.
Sanırım sürgün sırasında çocuk olanlardan, hayatta olup da o günleri hatırlamak isteyen insanlar var. Çeçenya ve İnguşetya’da ise hatırlama yasağı var gibi. Yönetim bunun gereksiz nefret duygularına neden olduğunu söylüyor, en iyisinin unutmak olduğunu söylüyorlar. Karaçay-Çerkes’de durum nedir?
Çeçen ve İnguş yöneticileri anlayabilirim, bizde bu problem daha da ciddi, çünkü Karaçay-Çerkes’de Karaçaylar dışında tarihin farklı dönemlerinde baskılara maruz kalan başka halklar da yaşıyor: Kazaklar, Çerkesler, Nogaylar ve diğerleri. Karaçayların hafızasında her şey çok taze, çünkü sürgün tarihi bir hadise değil, bir önceki neslin yaşamı. Kazaklar bunları devrim sonrasında yaşadı, Çerkesler, Abazalar ve Nogaylar çarlık döneminde. Herkesin acısı var. O sebeple yüzden sürekli sürgünden söz edip, tazminat istemek siyasi açıdan yanlış olur. Ama doğrudan bir yasak yok, Karaçayevsk’te çok güzel bir anıt yapıldı, Karaçaylar 3 Mayıs’ı burada karşılıyor, mitingler yapıyor, geri dönüş gününü kutluyorlar. Bunun dışında konuyla ilgili bilimsel konferanslar yapıldı, kitaplar yayınlandı. Uçkeken köyünde anneler anıtı dikildi. Çünkü sürgün tamamen kadınların omuzlarındaydı. Erkeklerin çoğu cephedeydi, birçoğu dönemedi, birçoğu sakat döndü. Halk kadınların fedakarlıklarıyla hayatta kaldı. Hatıralara yasak konulmuş değil. Ama bir şekilde bunu geride bırakmamız gerekiyor. Sürgün de er geç tarihteki yerini alacak ve yaşayanların yaralarına dokunmayacak.
Kaynak: Ekho Kavkaza
Çeviri: Ajans Kafkas
Amina Umarova