Babakuş: Çerkesler kendi kendilerine mahpus (2)

Sezai Babakuş, Ajans Kafkas’a verdiği röportajın ikinci bölümünde zülfüyâre dokundurup Çerkeslerin kendi kendilerini ipotek altına aldıklarını, aşırı otokontrol nedeniyle taleplerini devletin tanıdığı töleransın bile altında tuttuğunu söylüyor. Babakuş, Çerkeslerin gündemini taşıyacak siyasallaşma ihtiyacına vurgu yapıyor.


İKİNCİ BÖLÜM: Etnik Kimlik ve Siyaset

DÇP son seçimlerde Baskın Oran ve Ufuk Uras’ı desteklediğini açıkladı. Gelen tepkiler nasıl oldu?

Bir taraftan insanlar tarafından tahmin edemeyeceğim kadar, doğru bir iş yaptınız, oyumu verdim diye destek geldi. İkinci bir şey, bizim asıl derdimiz, DÇP’nin oluşması da buradan kaynaklanıyor; biz hiç Türkiye’nin kendi dertleriyle ilgili konularına girmemişiz. Toplum olarak girmemişiz, bireyler olarak girmişiz. Fakat toplum olarak kendisi için taleplerini hiç dile getirmemiş, kendi kendine konuşmuş, derneklerde, şurada, burada. Biz dedik ki böyle dertlerimizi kamu alanına taşıyalım. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının kültürel haklar, dil, demokratikleşme gibi platformu oluyor. Biz, dernekler gitmiyorsa böyle bir şeyle biz gidelim, dedik. Ve şaşırtıcı deneyimler çıkmıştır. Siz bu kadar süre neredeydiniz ve nasıl bu noktaya vardınız anlamında tepkiler aldık. Kesişmek lazım. Birlikte iş yapmayı, birlikte proje üretmeyi gerçekleştirmemiz lazım. Bağımsız adayların desteklenmesi meselesi sadece Çerkesler açısından gündemde olan bir mesele değil. Seçimler yaklaşırken bir taraftan aşırı Türk milliyetçiliğinin hoplatıldığı bir dönem yaşanıyor, öte yandan referansı din, muhafazakarlık olan bir bloklaşma oluyordu. Önceden hep sağ-sol şeklinde bir bloklaşma olurdu Türkiye’de, bu sefer tamamen zıvanadan çıkmış bir vaziyetteydi. Böyle bir ortamda ayrı bir ses ne olabilir, hatta bazı bölgelerde Çerkes aday çıkarabilir miyiz, sorusuyla hareket ettik. Çerkes adayın çok mümkün olamayacağı düşünüldü. Ama öte yandan bizim gibi, “ne yapalım” arayışında olan çevrelerle “acaba bağımsız ortak adaylar oluşturulabilir mi” düşüncesiyle bir entegrasyon, bir network sistemi kuruldu. Biz de bunun içinde yer alalım dedik. Bu bir yığın seçenek dikkate alınıp da en doğrusu bu oldu şeklinde olmadı. Sonuçta bir bloklaşma atmosferinde farklı bir sese, demokrasi eksenli bir sese katılalım düşüncesiyle ortaya çıkmış bir şeydir bu. Yanlış yaptığımız kanısında değilim ben kesinlikle. Sonuçta bu konudaki toplantılara katıldık biz de. Bizim tutumumuz iki isim üzerinde, Baskın Oran ve Ufuk Uras üzerinde kaldı. Sonra aleyhimizde kullanılmasın diye. Halen de kullanılıyor, “PKK’lıların içinde olduğu bir oluşuma siz katıldınız” gibi saçma sapan karşı çıkışlar da oldu. Biz fazla önemsemiyoruz onları. Nihayetinde ayrı bir ses vereceğini düşündüğümüz bu durumu destekledik. Bu Çerkesleri Ufuk Uras’ın, Baskın Oran’ın kuyruğuna takmak amacıyla yapılmış bir şey değildir. O seçim döneminde desteğimiz onlara olsun ve bunu anons edelim dedik. Ve bu siyasi bakmaya yönelme noktasında bir ilk örnek olsun dedik. İlk defa bir seçimde DÇP olarak biz şu şu adayı destekliyoruz. Bunu Aleviler, başka gruplar her seçim döneminde yapıyor. Eee Çerkeslerin de bir sesi olsun diye baktık. İyi de bir deneyim oldu bizim için.

Daha genel baktığımızda, etnik kimlik üzerinden siyaset, Türkiye’nin tamamen kendi şartlarından kaynaklanan bloklaşmaları bizim toplumumuza taşır mı? Mesela Kafkasya ile ilgili en çok tartışılan meselelerde çatlak ve ayrışmaların genelde Türkiye’nin kendine has sorunlarının iz düşümleri olduğunu görüyoruz. Etnik kimlik üzerinden siyaset bu suni ayrışmaları derinleştirebilir mi?

Hayır, hayır. Bakın bu daha önce yaşandı. 1980 öncesi Türkiye’deki var olan bütün sağ-sol fraksiyonların hemen hepsi bizim toplumumuzun içine girdi. Dernek dernek bu mücadele verildi. Dernekler kendi içinde bu siyasi mücadelede etkin olmaya çalıştı. Kesinlikle siyasetten kastımız şu değil: Var olan bir ideolojinin peşine takılmak ya da var olan bir siyasetin arkasına takılmak değil. Siyaset yapalım derken kendimiz için… Şu varsa; “Ben Çerkesleri temsilen adayım” diyorsa bir insan, AKP veya CHP değil, Çerkesleri temsil ediyorum, bu konuda söyleyecek sözüm var diyorsa, onun önemli olduğunu düşünüyorum. Çıkıp da şunu da söylüyorsa: Kafkasya’da şöyle şöyle gelişmeler var ve bunun da takipçisi olacağım, diyorsa bu önemlidir. Seçimlerden üç yıl kadar önce de söylemiş ama karşılık bulamamıştım: Türkiye’deki gelişim süreçlerini dikkate alarak dernekler dışında bizim bir siyasi girişim grubu oluşturmamız gerekiyor. Bu siyasi girişim grubunun, Çerkesler adına çeşitli kesimlerle görüşerek belki de tamamen yeni bir siyasi hareketin oluşmasına bile yeltenecek, kültürel hakları önemseyen, birlikte yaşama kültürünü öne koyan, demokratik hak ve özgürlükleri önceleyen yeni bir siyasi hareket olabilirse Türkiye’de, onun içinde Çerkesleri temsilen katılmamız gereken bir yapı olabilir diye bakıyorum. O zaman karşılık bulmadı bu, 2-3 yıl önce. Hatta bir toplantı yaptık, derdimi anlatmaya çalıştım ama katılımcılarda aynı bakış çıkmadı. Siyaset deyince herkes başka bir şey anladı. Adaylarımızı destekleyelim şeklinde… Şimdi hala o görüş devam ediyor dikkat ederseniz. MHP’den şurada üçüncü sırada, CHP’den burada bilmem kaçıncı sırada, onları destekleyelim… Bu değil. Kendi kimliğini öne koyarak… Şöyle bir komplekse kapılmamıza gerek yok; İşte Kürtler öyle yaptı başımıza neler açtılar diye… O onların sorunu, Türkiye’nin sorunu. Vatandaş olarak bizim de sorunumuz ama biz nihayetinde başkaca yaşanmakta olan şeylere göre kendimizi en alt talep konumlandırmasında tutamayız. Ben şuna eminim: Türkiye devleti ve resmi ideolojisinin bizim için sahip olduğu tolerans ve tahammül sınırının çok altında tutuyoruz kendimizi; kendi oto-kontrolümüzden. Biraz yükseltelim isteklerimizi. Siz hiç şahit misiniz, 12 Eylül’ün genel karmaşası içinde bütün derneklere uygulanan soruşturmalar dışında, Türkiye’de bir Çerkes’in, Çerkes kimliği üzerine yaptığı bir eylemden dolayı herhangi bir kovuşturmaya, soruşturmaya tabi tutulduğuna? Yok, hiç talepleri seslendiren bir toplum olmadığı için bunlar da olmuyor. “Aman adapte olalım, aman Türkiye’nin birlik bütünlüğüne zarar vermeyelim” düşüncesi o kadar ağır bir ipotek altına sokmuş ki toplumu, şöyle bir şey yapılırsa acaba devlete karşı mı algılanacak diye toplantılarda hep telkinler duyarsınız. Uzuncaorman’da da oldu. Hep sağduyu. Aman Türkiye’nin birlik bütünlüğü… Başka bir durum ortaya mı çıktı ki sağduyu ya da sessizlik telkininde bulunuyorsun? Ama hep böyle. Ya kendiliğinden görev üstlenmiş ya da birileri tarafından görevlendirilmiş böyle tuhaf bir güruhun ipoteği altında bu toplum. Hiçbir şey yapılamıyor. ‘Bir şey yapabilir miyim’ dediğin noktalarda hemen birileri devreye giriyor: “Aman aman sakin…” Bizim şu anadil konusu… TBMM’den yasası çıkmış, bunun artık korkulacak bir yanı var mı? Anadil meselemizi biz nasıl ele alacağız diye bir toplantı yapacak olduk; o toplantının engellenmesi için binbir tezgah çevrildi. Sonra Bilgi Üniversitesi’nde yaptığımız toplantıyı önce bir dernekte yapalım dedik, Abhaz Derneği’ne gittik, salonu verdirtmediler, Bağlarbaşı Derneği’nde de salonu verdirtmediler, yani kendi kendimize konuşmak için toplantı yaptırtmadılar. Sonra Dostluk Kulübü yerini verdi. Yani böyle yakın markaj engellemeler var, üstelik bizim kendi içimizden engellemeler var. Söyleşi başlamadan önce söylediğim gibi, Kafkas Vakfı ve o yapının içinde yer alan ajans, dergi vs.yi çok değerli buluyorum. Siyaseten çok örtüştüğüm bir yapı değilse de değerli buluyorum çünkü aynı şeye bakıyoruz. Yani toplumun kendisi için görüşleri, düşünceleri, değerlendirmeleri ve birikimi olması lazım. Bizim toplumumuzda toplumsal bellek yok, toplumsal bilinç yok, hiç buna dair çaba, dert yok. Klasik şablonlar içinde, büyüğünü görürse ceketini ilikler, bilmem ne yapar… Bu bir şey ifade etmiyor. Ve bizim toplumumuz korkak. Tek tek, bireysel olarak acayip cesur insanlardır bizim Çerkesler, gözünü budaktan esirgemez; ama toplum olarak korkak bir toplum; onu anlamış durumdayım. Bu korkuyu üzerimizden atacak şeyler yapmamız lazım. Kendisi için bir şey isteme konusunda bu kadar korkak bir toplum olamaz. Ama maalesef öyle. Çerkes Ethem’in hain damgasını yemesinden dolayıdır, ondan dolayıdır ya da bundan dolayıdır; bilemiyorum; ama toplum bu korkuyu üstünden atamadı. Dolayısıyla sesini çıkaramıyor. Abhazya’da canhıraş bir mücadele veriliyor, hiç değilse Türkiye’de üç beş yüz Apsuwa var diye hesaplanıyor. Ama sesini yükseltecek bir yol yordam bulunamıyor. Algı da çok önemli. Türkiye’deki Çerkesler o kadar devletle özdeşleşmiş bir toplum ki, Ayhan Kaya’nın dediği şey de, entegre olmaya o kadar çalıştık ki biraz dozunu da kaçırdık galiba. Belki de bizim toplum Bagapş’ı Abhazya’daki bir dernek başkanı gibi algılıyordur. Yani toplumun kafasında, Kafkasya’da doğrudan kendisini ilgilendiren bir devlet olduğu fikri oturmamış olabilir. Azınlık bir kesim belki devlet olarak algılıyor, ‘orda bir mücadele var’ olarak algılıyor ama toplumun büyük kesimi, dediğim gibi çok işin içinde değil. O yüzden, hepsi yine aynı şeye geliyor: kimlik meselesi… Bizim Türkiye’de yaşayan toplumumuzun, Türklük konusunda bir eksiği yok da, kendi kimliği konusunda eksiği var. Bunu biraz pekiştirmek gerekiyor. Bunu pekiştirmenin yolu da, bundan sonraki kuşaklardan geçiyor. Büyük kent insanları becerecek bunu diye düşünüyorum. Gençlerin etkileşimi, gençlerin iletişimi belirleyecek bunu. Evvelden akşamları köylerde tasamhara yapılırdı, diğer köylerden gençler gelirdi. Artık yeni iletişim enstrümanlarıyla gençler iletişimi daha hızlı kotaracaklar gibi geliyor. Mesela şimdi, Abhazya’da akademisyenlerin organize ettiği iki günlük bir toplantı düzenleniyor. İngiltere’den, Ankara’dan, İstanbul’dan çeşitli üniversitelerden Çerkes akademisyenlerin katıldığı bir ortak akıl toplantısı, kendileri hakkında… Bu tür örnekler, girişimler çoğalacak, onlar yavaş yavaş uzun vadeli projelerin de hayata geçirilmesini sağlayacak. HT/MB/FT (Ajans Kafkas)

Devamı…

Birinci Bölüm: Çerkesler kimlikleriyle hep didişecek

Üçüncü Bölüm: Abhazya’ya sıra gelince öteki kimlik ağır bastı

Hüseyin Tok – Mevdudi Bayçora