Kuzey Kafkasya’daki birlik hareketleri ve diaspora özellikle Doğu Avrupa’daki Kafkas kökenli hareketler üzerine çalışmalarıyla tanınan Aydın Turan, Ajans Kafkas’tan Hüseyin Tok ve Mevdudi Bayçora’nın sorularını yanıtladı. Turan’ın Çerkes kültürünü besleyen ve koruyan asıl kaynağın köy olduğu yönündeki yaygın kanaate ciddi itirazları var.
Turan, "Temel problem, kitlelerin “geleneksel toplum modeli”ni bir üst modele çevirememesinden, hala “köylülük” girdabında olmasından ve üstelik bunu bir fazilet gibi algılamasından kaynaklanıyor. İlerleyen teknoloji iki nokta arasındaki zaman faktörünü ortadan kaldırırken yeni ufukları beraberinde getiriyor. Bunların yarattığı fırsat alanları, ister “khabze” densin, ister “5000 yıllık kültür” densin, durağanlıklara kurban edilemez. Eğer “kurum” ve “kanaat önderleri” olarak kasaba veya kentlerde “köylülük platformu” rolünü yüklenen dernekler ile varlıklarına ulvilik izafe edilen “thamatemsi” yarı-kırsal tiplerden bahsediliyorsa, bunların mevcut dokusuyla “olumlu dönüşüm”lerin gerçekleştirilebilmesi hiç mümkün gözükmüyor. “Kültür”ü halkoyunları, “siyaset”i sırt sıvazlama, “eylem”i sokak gösterisi, “dayanışma”yı haluj partisi sanan kafaların yarattığı görüntüler Freddy kâbusları gibi" diyor. İşte Aydın Turan’la ufuk turu:
Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Her insanda birçok yön bulunduğuna göre, bunların hepsiyle veya bazılarıyla kendilerini tanımlamaları mümkün. Ben durduğum noktadan kendimi satış-pazarlama alanında profesyonel yönetici, ekonomik ve sosyal gelişmelere ilgisini yüksek tutmaya çalışan dikkatli bir gözlemci, politika ve iktisat tarihine meraklı bir araştırmacı; Kuzey Kafkasya emigrasyonuna mensup bir birey olarak tanımlıyorum.
Özellikle 20. yüzyılda hız kazanan Kuzey Kafkasya siyasal hareketleriyle yakından ilgileniyorsunuz. “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti”, Avrupa’da merkezli “Kafkasya Dağlıları Birliği”, “Kafkasya Dağlıları Halk Partisi” ve Osmanlı dönemindeki “Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti” ile “Şimali Kafkas Cemiyeti” gibi oluşumlar ilgi alanınızda. Bu oluşumlar üzerinde yoğunlaşmanın özel bir sebebi var mı?
Doğru, bunlar yirmi yılı aşkın süredir ilgi alanımda duruyor. Her biri, gelecek perspektifleriyle, verili toplumsal-siyasal gerçekliklerin farklılaştırılmasına yönelik faaliyetleriyle dikkat çekiyor. Tanımladıkları milli çıkarlar, bu çıkarlar doğrultusunda kurgulanan projelerin ve tasarımların hayata taşınması önemli. Kuzey Kafkasya tarihinin bence en önemli “siyasal yapı”ları olarak tümü, sömürgeleştirilmiş Kuzey Kafkasya’nın “bağımsızlığını” politik ideal olarak benimsemiş; ırk, dil, din farkı gözetmeksizin Kuzey Kafkasyalıların “milletleşme” sürecine katkıda bulunmuştur. Dolayısıyla bu oluşumları “milletleşme”, “devletleşme” ve hele hele “bağımsız, birleşik Kuzey Kafkasya” mefhumlarından yalıtıp sadece “kültürel” eksende değerlendirmeye kalkmak büyük eksiklik ve çarpıtma olur. Gerçek şu ki, 20. yüzyıl başından itibaren, toplumsal değişimi yönlendirmeye çalışan, “planlı değişim projeleri” üretenlerin nihai hedefi vatanın bağımsızlığıdır. Bunların üzerinde yoğunlaşmamın sebebi, önemli siyasal birikime duyduğum sempati olsa gerek.
Bu oluşumları bugünkü diaspora hareketleriyle karşılaştırırsak gerek mantalite, gerek hedefler açısından farklar nelerdir? Geçmişle kıyasladığımızda bugün neredeyiz?
Devirleri kendi içlerinde değerlendirmek gerek. Ama tarih aynı zamanda farklı dönemlerden oluşan bir “süreç”. Diaspora denilen kesitte, ne yazık ki, siyasi literatürdeki şekliyle “hareket” olarak nitelendirilebilecek çoklu bir manzara gözükmüyor. Böylesi güce sahip olan, az önce bahsedilen yapıların vücuda getirdiği “bağımsız, birleşik Kuzey Kafkasya” çizgisi dışında bir “hareket” mevcut değildir. Gerisi hem “hareket” özelliği taşımadığından; hem vizyon, milli kök ve derinliğe sahip bulunmadığından, dönemsel karşılaştırmalara konu teşkil edilebilecek totaliteler değil. Beyaz Orducuların “kaderimiz Rusya’ya bağlıdır” söylemini veya üç-beş Bolşevik yardakçının “Rusya ile ilelebet” sloganını tekrarlayan, günümüzde de “Rusya’ya gönüllü katılışın 450. yılı” şaklabanlığı ile tarihsel haklılık zeminlerini Moskova’ya peşkeş çeken marjinaliteler siyasi-kültürel değerlendirmelerin değil, ancak psikolojik etütlerin konusu. Dolayısıyla, geçmiş-bugün hattında, nihai hedef ve “motto”su değişmeyen, büyük birikim ve tecrübeye sahip tek “hareket” vardır. Bu hareket de devraldığı mirası değişik koşullarda, farklı siyasal atmosferlerde geliştirerek “geleceğe” yürüyüşünü sürdürmektedir.
Dünya değişiyor ve bunun Türkiye’ye etkileri söz konusu, Türkiye’deki Kuzey Kafkasyalı kitleler de hızlı bir şehirleşme sürecindeler. Geleneksel değerler ve kültür, oluştuğu şartları kaybediyor ve işlevsiz hale geliyor. Bu, dışardan, şartların dayattığı bir değişim mi?
Değişmek kötü mü? İnsanlık serüveni değişimlerin ta kendisi. Kitlelerin gündelik yaşamını etkileyen üç büyük dönüşüm yaşadı yeryüzü. Bunlardan ilki organize tarım, sonra sanayileşme ve nihayet şimdiki bilgi ekonomisi dönüşümleri. Türkiye’de köylerden şehirlere kitlesel akış, yani şehirleşme süreci, sanayileşme hamleleriyle başladı, 1940’lardan sonra hız kazandı. Cumhuriyetin kuruluşundan beri köylüye verilen destekler bile bunu yavaşlatmadı. Vergi vermeyen, verimlilik, rekabet, piyasa mefhumlarından uzak bu kesim, düşük faizli kredilerden, destekleme alımlarından, taban fiyat uygulamalarından, ucuz elektrik ve sudan, karşılıksız zırai mücadele ve veteriner hizmetlerinden, ucuz gübre ile tohum tahsisinden, küçük çiftçi muafiyetinden; işçi, memur, küçük esnaf ve müteşebbisin cebinden pompalanan başka birçok destekten yararlanmasına rağmen, köyler kendine yeterli birimler olmaktan çıktı ve sanayinin ihtiyaç duyduğu kol gücüne yataklık etti. Şehirler bedeli ağır olsa da, köylerden daha fazla gelir sunuyor. Sanayileşme sürecinde böylesi mobilite kaçınılmaz. Aslında sorunun içinde cevap var. Yani “geleneksel değerler ve kültür oluştuğu vasatları” yitirerek işlevsiz hale dönüştü. Bunun anlamı, o değerlerin ve kültürün yaratıcısı “geleneksel toplum modeli”nin miadını doldurup sahneden çekilmesidir. Bilinen tarihi faktörlerle, Kuzey Kafkasyalıların gelişim çizgisi hem Kuzey Kafkasya’da, hem diasporada “sanayi toplumu”na dönüşümden uzak kaldı. Sosyal yapısını dünyanın yönelimlerine göre içinden şekillendiremeyip başka orijinlere eklemlendi. Ama artık gündelik yaşama ağırlığını koyan “bilgi çağı”, klasik emek faktörünü de, “sanayi toplumu”nu da tasfiye ederek kendine özgü yapıları kuruyor. Dünyanın rotası bu ve “durdurun iniyoruz” demenin alemi yok. Durmayacak, kapı açılmayacak, inilemeyecek. Olgulara bakışta radikal değişikliğe gitmek, figüratif başlıklar yerine uygun kavramlar üzerinden konuşmak gerekli. “Değişim”in kendisini ve şehirleşmeyi “milli facia” halinde algılamaktan kurtulmak lazım. Facianın büyüğü genel trendleri kavrayamamak, kullanılabilecek enstrümanların varlığından habersiz kalmak ve geleneksel toplum yapısıyla var oluşun mümkün olabileceğini sanmaktır.
Bu süreçlerde, kültürel bakımdan köylerin şehirlere nazaran daha avantajlı olduğuna dair iddia ve inançlar için ne diyorsunuz?
O çeşit iddialar halüsinasyondan kaynaklanabilir. Anakronik gözükse de, sosyolojik kategori olarak “köylülük”, hala sosyo-politik analizlerin anahtar kavramlarından biri. Önce bazı kritik soruları sormak lazım. Acaba, göreli kapalı sosyal birimler olarak “köy/köylülük” denilen alan nedir, ne boyutlara sahiptir? Değerlerin üretimine katkısı var mıdır? Buraların kognitif (aynı kökten gelen) yetenekleri ve sosyal organizasyon tarzıyla bu mümkün müdür? Bir model teşkil eder mi? Ya da herhangi bir kültürel, siyasi veya iktisadi hareket buraları merkez kabul ederek ivme kazanabilir mi? Bu bağlamdaki sorulara verilecek pozitif karşılıkların sorunlu olacağı düşüncesindeyim. Sosyal organizasyonu, zaman algıları, artı-değer üretimi, bilgi kaynakları ve bilgilenme metodu yetersiz, dünya ile asenkronize, ritmi düşük sosyal birimlere özel misyonlar yüklemeye kalkmak, oralarda “direniş destanı” yazıldığını sanmak abestir. (Oswald) Spengler, tarihteki mühim sosyal hareketlerin birer “kent hareketi” olduğunu söyler. Çünkü felsefe, fikir, ideoloji ve sanat akımları olsun, bilimsel ve teknolojik buluşlar olsun, hiçbiri köylerden çıkmış değil. Hem ampirik hem de tarihi olarak şurası son derece net, çığır açan tüm oluşumların başlangıç noktası kentler, bitiş noktası köylerdir. Bunu organizmacı metaforla açıklayıp, köyleri parmak uçlarına benzetenler var. Nasıl ki kan, en geç parmak uçlarına ulaşıyorsa, pozitif ve negatif yönlü sosyal değişmeler de en geç köylere ulaşıyor. Son sığınak arayanlar oraya koşabilir. Ama bu nostaljik atak, musalla taşına koşmaktan başka şey olmaz. Yok eğer bir “yaşayan toplum” kaygımız varsa, gecikmişliklerden kaynaklanan travmalardan kurtulmak için özel çaba gerekiyor ki, bunun ve “zihni uyanışın” doğal platformu kentlerdir.
Bir olumlu “dönüşüm” projesinin gereğinden bahsediyorsunuz; ama Kuzey Kafkasya toplumu muhafazakâr yönüyle birlikte yapılması gerekenlerle ilgili birçok şeyden yakınıyor. Bunların bazılarının sebeplerini kültürel kodlarımızda aramalı mıyız? Bağlı olarak, olumlu dönüşüm projelerinin odağında neler yer alabilir ve kurumlar ile kanaat önderlerinin üstüne düşen nedir?
Doğrusu, Kuzey Kafkasya toplumuna “muhafazakarlık” atfetmek iddialı konumlandırma olur. “Muhafazakarlık” büyük siyasi doktrinlerden biri. Burada bahsedilen şey bir fikir disiplini olamaz. Kuzey Kafkasyalı kitleler de bu manada “muhafazakar” falan değil. Zaten toplum üzerine konuşurken “yekparelik”ten bahsetmek pek anlamlı gözükmüyor; zira “toplum” kategorize edilebilen, “puzzle” gibi birleştirilebilen, farklı özelliklerde parçalardan müteşekkil. Yakınanlara bakıp herkesin yakındığını veya yakınıyormuş pozundakilerin gerçekten yakındığını sanmak yanılgı. Dünyanın her yerinde olduğu gibi bu kategoriler mevcut, büyük kısmı da “zihinsel kapalılık” içinde reflekslerle hayatını sürdürüyor. Buna karşılık son derecede iyi donanımlı kesimler var. “Kültürel kodlar” yenilenebildiği, dünyanın gelişim çizgisine doğru toplumu taşıyabildiği sürece önemli. Fakat, zamanın ruhundan koptuğunda, yeni ve üstün formlar doğurabilme yeteneğini yitirdiğinde, potansiyel dinamizmi öldürücü atalete sürükleyerek toplumu antropolojik yığın haline çevirmeye başladığında, süratle tasfiyesi gereken kötü yazılım haline gelir. Temel problem, nerede olursa olsun Kuzey Kafkasyalı kitlelerin “geleneksel toplum modeli”ni bir üst modele çevirememesinden, hala “köylülük” girdabında olmasından ve üstelik bunu bir fazilet gibi algılamasından kaynaklanıyor. Transformasyon gerekli mi? Evet, hem de çok acil. Olağanüstü koşullar içinde olağanüstü duyarlılık göstermek, olağanüstü çözümler üretmek ve olağanüstü hızla davranmak durumundasınız. Toplumsal alanla ilişkili hiçbir şey “kutsal” ve “dokunulamaz” değil. Sadece maziye bakılarak bir yere varılabilir mi? Değişim süreçleri okunarak, “kritik rekabet alanları” takip edilerek, bir “gelecek algısı” üzerinden adaptasyonlar yapılmak zorunda. Fırsatlara veya tehditlere veya bunların bileşimlerine göre dönüşüm programları uygulanmak durumundadır. İlerleyen teknoloji ve gelişkin iletişim araçları iki nokta arasındaki zaman faktörünü ortadan kaldırırken, yüksek devinimler yeni ufukları beraberinde getiriyor. Bunların yarattığı fırsat alanları, ister “khabze” densin, ister “5000 yıllık kültür” densin, durağanlıklara kurban edilemez. Eğer “kurum” ve “kanaat önderleri” olarak kasaba veya kentlerde “köylülük platformu” rolünü yüklenen dernekler ile varlıklarına ulvilik izafe edilen “thamatemsi” yarı-kırsal tiplerden bahsediliyorsa, bunların mevcut dokusuyla “olumlu dönüşüm”lerin gerçekleştirilebilmesi hiç mümkün gözükmüyor. “De facto” bir “devlet başkanı”nı bir düşünce kuruluşuna veya birkaç kalburüstü yazarın masasına götürmektense, bilmem hangi köye sürükleyen kafa yapısının pozitif süreçlerle irtibatlanması mümkün mü? “Kültür”ü halkoyunları, “siyaset”i sırt sıvazlama, “eylem”i sokak gösterisi, “dayanışma”yı haluj partisi sanan kafaların yarattığı görüntüler Freddy kâbusları gibi. Lakin, yeni dünyalar kolay oluşmaz; dönüşümler de bilgi esaslı uzmanlıklara ve ilgilere yönelik formel veya informel organizasyonlarla ivme kazanacak.
O halde kültür ve ilişkili alanlara bakışta bir problem mi var?
Gerçekten fazlasıyla var. Hatta işin doğrusu bir “bakış” olduğunu da sanmıyorum. Tanımlamada başlayan problem zaten silsile takip ederek sorunlu modellemelere dek sürüyor. Bakıyorsunuz ki, son derece dinamik bir kavram “cemaatleşme” ve “gettolaşma” gibi düşük profilli sosyal eğilimlerin amentüsü haline dönüşmüş. İzahını yapamadıkları, tanımlayamadıkları bir kelimeye yaslanarak başlığında “kültürümüzle varız” sloganı bulunan birkaç sayfalık mecmua çıkarabilen insanlardaki “iyi niyet”, sadece “iyi niyet” olarak kalıyor. Oysa “iyi niyet”, “doğru” şeyler yapmak için başlı başına ne gereklilik, ne de yeterliliktir. Ciddi antolojilerde “kültür” üzerine 1600 farklı tanıma rastlanırken, bizim dar kalıba sıkıştırılmış bu kavrama vurulan zincirleri kırmamız gerekiyor. “Kültür”ü Şerif Mardin’in önerdiği gibi “sosyal yaşamın öğrenmeye dayanan bütün yönleri ile ilgili” şeklinde kullanmak daha açıklayıcı, daha elverişli. Bu konumlandırma “kültür”ü, “toplumsal değerler”i ve “normlar”ı arkeolojik malzeme olmaktan çıkarır, üzerilerine giydirilen “antik giysiler”den kurtarır, yanılgılardan sıyrılmaya yardımcı olur. “Üstünlük” vehimlerinin yerine, “göreli bütünlükler” algısı yerleşir. “Kültür”ün bir donukluktan ibaret olmadığı, kültürel sistemlerin sosyal ve iktisadi sistemlerle karşılıklı etkileşimlerle birbirini tetikledikleri tartışma platformlarında yer alır. Böylelikle, “Çerkes kültürünün muhteşemliği”nden dem vururken Kazanoko Cabağı’ya gönderme yapmayı ihmal etmeyen böbürlenmenin, ondaki reformcu bilge ruhu görememesine veya “adet uygun olandır”, “geçmiş ders alınması gereken, geri gelmeyecek eskimiş bir değerdir”, “soyluluk kanda değil, tavırdadır” sözlerini bilmemesine hayıflanmazsınız. Müziğin üniversal bir ses sistemi olduğundan habersiz nice insanın “kültürü muhafaza etme” adına gitar, org, saz ya da klarnet gibi aletlere burun kıvırıp, Avrupa’da geliştirilen Çin kökenli körüklüleri, Scandali, Weltmeister ve Hohner amblemli akordeonları “milli çalgı” kabullenişine acı acı tebessüm etmezsiniz. Şamil’i muharebe kahramanı halinde portreleyenlerin, onun aynı zamanda “nizam kurucu” derinliğinden bihaber oluşlarına sinirlenmesiniz. Kuzey Kafkasya ile ilgili egzotik tasvirli folklorik öğeleri yaşamın ve var oluşun kaynağı görenlerin dil hususunda sergilediği duyarsızlığa üzülmezsiniz. Kısacası, kültür ve ilişkili sahalara dair ciddi bakış geliştirilmesi, anlamsız debelenişlere yön vererek enerji kayıplarını minimize edecektir. MB/HT/FT (Ajans Kafkas)
İkinci Bölüm: Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti bir destandır
Üçüncü Bölüm: En büyük tehdit Avrasyacılıktır
Hüseyin Tok – Mevdudi Bayçora