Kabardey-Balkar Beşeri Bilimler Araştırma Enstitüsü, Çerkes Filolojisi bölümü öğretim üyesi Madina Hakuaşeva’nın, Arkhız’da 26-28 Kasım’da M. Mijayev hatırasına düzenlenen konferansta sunulan tebliği Kabardey-Balkar insan hakları merkezi sitesinde (zapravakbr.ru) yayınlandı. “Sonuçta, bugün de yaklaşık 250 yıldan beri var olan ve genel politikanın bir parçası olan eski sömürgeci dil politikası ile karşı karşıyayız” diyen Hakuaşeva, kapsamlı makalesinde meseleyi, halkın talepleri göz ardı edilerek kabul edilen yeni Eğitim ve Dil kanunları, yok olma tehlikesi altındaki dillerin korunmasında devlet ve ailenin rolü, anadil sorununun arka planı gibi boyutlarıyla ele alıyor.
Kabardey-Çerkes Dilinin Korunması Sorunu. Geçmiş ve Bugün
Bugün
Şu anda Kabardey-Balkar Cumhuriyetinde yerli dillerin (Kabardeyce ve Balkarca) durumu ile ilgili derin bir kriz yaşanıyor, tıpkı Kuzey Kafkasya ve Rusya genelinde olduğu gibi.
20-23 Mayıs 2009’da Moskova’da DN (Halkların Dostluğu) dergisinin 70. yıldönümü kutlamaları yapıldı. Düzenlenen forum çerçevesinde, Kuzey Kafkasya dillerinin UNESCO tarafından tehlike altındaki diller olarak kabul edildiği dile getirildi. Moskova’daki forumun konusu ulusal edebiyatların mevcut durumu ve geleceği idi. Fakat Rusya, BDT ve Baltık ülkelerinden gelen 25 katılımcı yok olan dillerin problemlerini ele aldı. Günümüzde Kabardeyce ve Balkarca yok olurken bu dillerdeki edebiyatın sorunları ciddi olarak tartışılabilir mi?
Kabardey-Balkar’da dillerin korunması ve gelişimi için bazı olanaklar sağlandı. Bunlar arasında özellikle tez jürilerinden bahsedebiliriz. Üniversitelerde dil ve edebiyat bölümleri de bulunmasına rağmen bir tek Kabardeyce veya Balkarca tez savunması yapılmadı. Bu gerçek imkan bugüne kadar tek bir defa olsun kullanılmadı (Örneğin Adıgey’de kullanılabildiği gibi). Bu dillerin problemleriyle ilgili tez savunmaları Rusça yapılıyor.
Kabardey-Balkar Devlet Üniversitesi Kabardey Dili ve Edebiyatı öğrencilerinin sayısında bariz azalma var. 1970-80’li yıllarda 75 öğrenci alan bölümün kontenjanı, 2012-2013’de 38’e düştü. Aynı durum Balkar Dili ve Edebiyatı için de geçerli.
Yerli dilleri konuşanların sayısına dair sözler işitiyoruz. Evet, sokaklarda Kabardeyce ve Balkarca eskisine oranla daha sık duyuluyor. Ancak bu olay yoğun kentleşmenin doğrudan bir sonucu. Günümüzde köylerdeki genç nüfus, daha önce görülmemiş bir hızla şehre akıyor. Bu da köylerde iş imkanları, lise ve yüksek öğretim kurumları bulunmamasına bağlı.
Galiba ‘anklavlar’, yani köyler var olduğu sürece anadil yaşayacak. Peki, bu hüküm çürütülemez mi? Aslında, köylerde sadece günlük konuşma dili yaygın, edebi dil değil. Bilim ve sanat insanlarının katılımıyla yapılan bir forum (Mart 2014) iç açıcı olmayan sonuçlar ortaya çıkardı: Derin bir edebi dil krizi yaşıyoruz. Örneğin, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti Yazarlar Birliğinin en genç şairi 40 yaşındaki Latmir Pşukov. Her yıl yapılan edebiyat yarışmasında, Aralık 2012’de Kabardeyce tek bir eser ortaya konulmadı.
Edebiyat dili olamayan her dil bozulmaya mahkumdur. Bu da şu anda köylerde bile Kabardeyce ve Balkarcanın tam olarak işlemesinden söz edilemeyeceği anlamına geliyor.
S.K. Başiyeva’nın araştırmasına göre, 17-30 yaş arası gençlerin çoğu anadillerinde radyo dinlemiyor, ulusal tiyatrolara gitmiyor. Günümüz gençliği, bilindiği üzere bilgiye çoğunlukla bilgisayarlardan Rusça olarak ulaşıyor.
Kabardeyler ve Balkarlar açısından mevcut durum şöyle: şehirde anadil ya bilinmiyor ya da zayıf, Rusça iyi seviyede; köylerde anadil günlük kullanım seviyesinde, Rusça ise tatmin edici düzeyde değil. Dolaysıyla şehir ve köyler için farklı metotlara ihtiyaç var: köylerde Rusça, şehirde anadil eğitiminin geliştirilmesi.
Dil ve Aile
UNESCO, anadilleri ailedeki kullanımına göre üç ayrı ‘risk grubunda’ sınıflandırıyor. 1) “Yok olma tehlikesi”. Anadilin çocuklara ailede öğretilemediği diller bu gruba giriyor. 2) İkinci grupta, büyükanne ve büyükbabalar anadillerinde konuşuyor, anne-babalar anadili anlayabiliyor ancak kendi aralarında ve çocuklarıyla konuşamıyor. Bu gruptaki diller “ciddi tehlike altında” kabul ediliyor. 3) Üçüncü gruptaki dil, ailede sadece en yaşlı kuşakta kullanılıyor ve artık “yok olma sınırında” görülüyor. Kabardey-Balkar’da bu üç kategorinin özelliklerini taşıyan aileler yan yana bulunuyor.
Toplum bilincinde, dilin korunmasında ailenin rolünün çok önemli olduğuna dair bir kanaat var. Ancak günümüzde, dil pratiğini gereken seviyede sağlayabilecek şehirli ailenin varlığı tartışma konusu. Şehirliler arasında anadili tam olarak bilenlerin yüzdesi çok büyük değil ve giderek azalıyor. Ayrıca, sağlıksız dil politikaları bu dramatik tabloya zemin hazırlarken aile dil eğitimini nasıl hayata geçirecek?
Aile, bu politikanın işleyiş özelliklerine en duyarlı sosyal yapıdır. Hepimiz iyi biliyoruz ki, şehirde anadil taşıyıcıları hemen hemen kalmadı. Mesele kentte yaşayan Kabardey ve Balkarların ‘milliyetperver’ olmaması değil, bir neslin dilini yok eden dil politikası meselesidir. Objektif bir anket yapılacak olsa bile bu kayıp nesil sonuçlarda sağlıklı bir şekilde temsil edilmiş olmayacak. Çünkü şehir gençliğinin büyük bölümü Kabardey-Balkar’ı terk ediyor. Alışıldığı üzere, göçmenlerimiz geri dönmüyor. Ya Rusya’nın başka bir bölgesinde Rusça konuşan nüfusun parçası oluyor ya da yaşadıkları ülkelerin konuştuğu dile bağlı kalıyorlar.
Elbette dil ile ilgili durumu önemli derecede değiştirebilecek olan aileden sorumluluğunu alma niyetinde değiliz. Ama, küçük çocuklarını Rusça anaokulu ve ilkokula (haftada üç saatlik anadil eğitimini saymıyoruz) gönderen ve kendileri de anadili çok iyi bilmeyen şehirli anne-babalar sürece uzun süre dayanabilirler mi? Rusça konuşulan bir alanda çocuk her taraftan, internet ve medya tarafından kuşatılmışken, okuldan mezun olabilmek için kendisinden anadil sınavını vermesi istenilmezken, iş hayatında anadil yokken çocuğun anadile ilgi duyması beklenilebilir mi? Ailede hem anne hem baba çalışıyorsa durum daha da vahim bir hal alıyor, çünkü bu durumda çocukla ancak akşamları konuşabiliyorlar. Dil söz konusu olduğunda aile bir dereceye kadar etkide bulunabilir, ancak belirleyici bir rolü olamaz. Dilin korunmasında esas görevin aileye ait olduğu yönündeki yaygın görüş, sorumluluğu devletten almak suretiyle zaten kritik durumda olan sorunu daha da ağırlaştırıyor.
Toplumsal Girişimler
Saygın dil bilimciler Kafkasya’nın yerli dillerine 25-50 yıl ömür biçiyor. Kabardey-Balkar’da dramatik durumun farkında olan birçok sivil toplum hareketi anadilleri kurtarmak için alarma geçti. Eğitim Kanunu ve Diller Kanunu’nu tartışmak için birkaç ‘yuvarlak masa toplantısı’ yapıldı. Kanunlar üzerinde yaklaşık 80 düzenleme yapıldı. İkinci ve üçüncü görüşmede parlamento Eğitim Kanununu hiçbir değişiklik yapmadan olduğu gibi bıraktı. Yani anadilin haftada 2-3 saatlik bir ders olarak kalmasına karar verdi. Buna tepki olarak vatandaşlardan üç bin beş yüzün üzerinde imza toplandı. Sivil toplum örgütlerinin dışında, görülmemiş bireysel çabaları da anmak gerekiyor. Böylesine ender görülen tablo, muhtemelen vatandaşlık bilincinin artmış olmasıyla izah edilebilir.
Ancak sonuçta, geniş bir tabana yayılan dil reformları talebinin hiçbir karşılığı olmadı. 50 yıllık aynı kabul edilemez seçeneği önümüze koyan yeni kanun imzalandı. Dil Kanunu’nun düzenlenmesi için kendilerinden resmi düzeyde ‘yardım’ talep edilen sivil inisiyatifler dikkate alınmadı.
Arka Plan
Yeni düzenlenen ‘modern dil politikasının’ kökleri asırların derinliğine dayanıyor. Anadillerin korunmasını isteyen sivil toplum aktivistlerinin yasayı eleştirirken ‘radikal’ ve ‘zorlayıcı’ gibi ifadeler seçmesi aslında oldukça şaşırtıcı. Çünkü bu ifadeler tarihsel sürece bakıldığında doğru seçilmiş gibi durmuyor.
Anadil sorunu 100 yıl süren Kafkasya savaşlarının başlangıcına kadar dayanıyor. Çarlığın genel sömürgecilik politikası arasında Ruslaştırma başlarda sadece zorlayıcı bir karakterde idi. 1775’de Astrahan Valisi P. Kreçetnlikov, 2. Yekaterina’ya Küçük Kabardey hakkında, bu bölgenin geliştirilmesine dair önerileri içeren bir rapor sundu. Bu belge, Çarlık yönetiminin Kafkasya politikası için, Hıristiyanlaştırma, karma evlilikler, Kafkasyalı ve Kazakların ortak yerleşimi, Kazak kolonizasyonu ve ticaret yoluyla kapsamlı bir asimilasyon zemini oluşturmayı öngörüyordu. Çocukları ‘Rusça öğretmeye teşvik ettirmek ve şehirlileştirmek’ amacıyla okullar kurulması da atılacak adımlar arasında sayılıyordu. Bu tür metotlar Rusya ve Sovyet imparatorluğunun bütün oluşum evrelerinde uygulandı. Örneğin, Kabardey aydın Kazi Atajukin’in [Hatıkşoko Gazi] 20. yüzyıl başında Markov’un zorla Ruslaştırma politikasına karşı sözlerini hatırlamak kafi. Bir diğer tanınmış Çerkes aydını S. Siyuhov ise bütün hayatı boyunca anadil eğitimi hakkını savunmak zorunda kaldı. Bu konuyla ilgili doğru bir siyasi tavır alan Kabardey edebiyatının temel taşlarından Şogentsuk Ali de anadil eğitimi hakkı için haykırdı: “Kuşların bile kendi dili var!”.
Nikita Kruşçev’in keyfi hareketiyle anadil eğitim programları reform kanununu imzaladığı 1961 Sovyet tecrübesine bakalım. O dönemde kimse doğal dil ortamı göz önünde bulundurularak Rusça öğrenimi için alternatif, koruyucu bir metot ileri sürmedi. Reform olarak getirilen şey, Kabardey ve Balkar çocukların başlangıç sınıflarında, hemen hiç bilmedikleri Rusça ile eğitime geçmeye zorlamaktı. Yarım asır boyunca Kabardey ve Balkar dilleri, çocuklar hiç değilse okulda kendi dillerini de biraz görsün diye 5. sınıfa kadar müfredatta yer aldı. Eski öğretmenler bunu dayanılmaz bir stres olarak hatırlıyor. Çocukların çoğu başaramayıp ağlıyor ve reformcular onları “Bir şey olmaz, ağlar ağlar, susarlar” diye teselli ediyordu. Öyle de oldu, ağlamayı kestiler, ama kendi dilini bilmeyen Kabardey ve Balkar nesiller yetişti.
Günümüzde Kültür Bakanı Vladimir Medinski, okullarda Rusça ve yerel dillerde eğitim konusunda konuşurken, güvenle ve açıkça Rusça lehine karar veriyor. Duma Ulusal Sorunlar Komitesi Başkanı Gacimet Safaraliyev, Rus olmayan öğrencilere Rusçanın anadil olarak benimsetilmesi önerisinde bulundu. Safaraliyev “Okullarda yerel dillerde ders yapılıyor ve velilerin Rusçayı anadil olarak seçme hakkı yok. Bu, Rusçaya zarar verir, izin verilemez” dedi.
Sonuç Yerine (Bizim yorumumuz)
Bu sözler, arkaplanında Rusya’nın yerli halklarının ve tabi Kuzey Kafkasya’nın sessiz bir dil felaketi yaşadığı bir ortamda dile getiriliyor. Aslında Rusça’nın, ülkenin 120 milyonluk nüfusuna rağmen tehlike altında olması söz konusu değil. Dile getirilen endişenin zorlama olduğunu düşünen Tataristanlı temsilcilere katılmak zorundayız.
Sonuçta, bugün de yaklaşık 250 yıldan beri var olan ve genel politikanın bir parçası olan eski sömürgeci dil politikası ile karşı karşıyayız.
Maalesef, dilin zayıflığı ve kırılganlığı, tarihsel olarak başarısız olan eski kusurlu politikanın ağır uygulaması altında belirgin hale geliyor. Amerikan ‘eritme potası’ teorisinin başarılı olmadığı gibi. Ve şimdi Amerikalılar, Avrupa’dan gelen göçmenlerin çocukları, mesela büyük büyük annelerinin İspanyol olduğunu ya da büyük büyük dedelerinin İrlandalı olduğunu öğrendiklerinde seviniyorlar. Fakat Rusya halkları zaten kendi anavatanlarında yaşıyorlar. Kültüre, kimliğe, aidiyet duygusuna duyulan ihtiyaç doğuştan gelir. Herkesin köklerini, geleneklerini, kültürünü, dilini bilmesi gerekir.
Geniş ontolojik yönünü değerlendirirken, dillerin ve etnik grupların kaderi hakkında sorular sormadan edemeyiz. Belki de bu dillerin evriminin doğal bir sonucudur. Daha geniş yönüyle, herhangi bir halkın doğal olarak biten hayatını uzatmak gerekli değildir? Bu problem üzerinde düşünerek, Kafkasya Etnoloji ve Antropoloji Enstitüsü bölüm başkanı Sergey Arutünov’a sorduk: “Spengler’in etnisite medeniyet modeline başvurabilir miyiz? Etnik grupların evrimsel olarak ölümünü tayin eden kanunlar var mıdır?”. Arutünov, oldukça basit bir metafor ile cevap verdi. Etnik grubu, düzenli olarak derisini değiştiren yılana benzetti. Eski deri, ölümsüz yılan ise etnik grubun kendisi. Binlerce yılda, atalarımız hayatlarını var oluşlarının temeli olan anadil ve bağımsızlık için verdi.
Dünya edebiyatının en iyileri, en tutkulu satırlarını anadile adadı. Rus edebiyatında Puşkin ve Lermontov’un yanı sıra Kaysın Kuliyev, Rasul Hamzatov, Alim Keşokov, David Kugultinov ve daha bir çokları anadilin güzelliği ve önemini vurguladı. Tüm çağlarda, bütün halkların şairleri, liderleri ve sade vatandaşları tarafından nakarat gibi tekrarlanır “Dil, halkın ruhudur”. Kuran’da, Hucurat suresinde şöyle buyruluyor: “Birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık”. Sosyalizm döneminde, anadil problemi henüz bu kadar ciddi ve dramatik değilken, Kabardey-Balkar ASSR Bölge Komünist Parti Birinci Sekreteri Malbahov’un endişeyle ve acıyla anadil hakkında yazması dikkate değerdir: “Kendi dilimize, kendi halkımıza saygı duymazsak, ulusal sanat, ulusal kültürden nasıl söz edebiliriz? Bu kadar ulusal edebiyat eserini neden yayınlayalım? Kimin için? Bunların önemi yoksa eğer, Kabardey-Balkar ASSR’i Nalçik bölgesine çevirelim gitsin”. (Timbora Malbahov, Hatıralar, Nalçik, 2004.s.98).
Dil sadece sözlü ve iletişimsel işlev taşımıyor. Hint-Avrupa antik mitolojisi ile birlikte Kafkasya mitolojisi B. Dalgat’ın “gelişmiş, rasyonalist, derin felsefi” tespiti ile okunabilir. Bu tespite bağlı olarak dünya kültürlerini iki tipe ayırmak mümkün: 1. tip felsefe, genel kültür bağlamından çıkarılıyor ve bir felsefi konsepte dönüşüyor. Bu durumda felsefe, kişisel düşüncelerin ve bazen de seçkin zümrelerin ürünü olarak ortaya çıkıyor ve milli kültürün parçası oluyor. Yunan felsefesi veya Alman klasik felsefesi birinci tipe giriyor. 2. tip felsefe, halk kültürü bağlamında kalıyor. Metafizik veya felsefi başlangıcı mitoloji ve folklor oluşturuyor. Sözlü halk geleneğinde eriyen felsefe, dil aracılığıyla boğumlanıyor ve derin bir ulusal karakter taşıyor. Kafkasya halkları felsefesi bu tür kültürlere örnek gösteriliyor.
Ama bu tip felsefe sadece folklore değil, dile de bağlı oluyor. Etimoloji çok sık bizi metaforik kavramlara götürüyor, metafor ise aslında felsefi sembol veya metafizik temsil parçasıdır. Bununla birlikte kelimeyi etimolojik incelemeye alarak ilk anlama ulaşıyoruz. Ve alışıldığı üzere ‘kutsal’ bir anlamla karşılaşıyoruz. Dilde felsefe, din ve diğer kültürel konseptlerin temelleri ve çözülmez birliktelikleri bulunuyor. Filologlar şiirlerin prensipte bir dilden başka bir dile çevrilemeyeceğini boşuna söylemiyorlar, çünkü şiir, başka bir dile çevrilemeyecek çağrışımlar barındırır. Şiirler mükemmel dil tablosundan çıkan türemiş dildir. Dil mensubiyeti, basit bir mekanik taşıyıcılık değil, sadece bu dili taşıyanlarda olabilecek olan, etnik gruba ait dilsel bir tablodur. Dillerin ve bunların taşıyıcısı olan halkların çokluğu, temeli çeşitlilik olan evrimin yansımasıdır. Özellikle çeşitlilik, insanlığın genel olarak istikrarı ve yaşamının teminatıdır. Ulusal bilinç tipi ise binlerce yılda oluşan evrimin harika bir hediyesidir.
Geriye sadece tahmin etmek kalıyor, anadili konuşmak konusunda tam bir anayasal hakka sahipken onu neden gerçekten hayata geçiremiyoruz? Galiba, her şey açık: çabalar başarısız oldu, dilin yok oluşuyla karşı karşıyayız. Dil, kültür ve son olarak ulusal kimliğin kesin olarak düşeceğini görmek için geniş bir hayal gücüne gerek yok. Sonuçta, Kabardey-Balkar’ın cumhuriyet statüsü de iptal olacak.
Kısa süre öncesine kadar eylemsizlik, meselenin ciddiyetini kavrayamamakla izah edilebilirken, şimdi artık UNESCO ve çok sayıda sivil girişim gelinen noktayı net olarak açıkladı. Şimdi artık, problemin farkındalık ya da hukuki alanda değil, anadillerin yok olmasını isteyen siyasi iradede olduğunu söylemek mümkün. Bu arada, sağlam bir siyasi irade olması halinde yok olma eşiğine gelen dilin yeniden canlandırılmasıyla ilgili örnekler var. Hawai adasında 1980’li yıllarda anadili yaklaşık 800 kişi biliyordu, ancak hükümet programı sayesinde dili bilenlerin sayısı 10 bine ulaştı.
Sovyet okullarından çıkan filologlar, Rus edebiyat klasikleri atmosferinde yaşamış oldukları için şanslılar. Şüphe yok ki, biz Rus dili ve edebiyatının derin ve çok yönlü eğitimini destekleyeceğiz. Zira, her türlü enformasyona ve dünya edebiyatına ulaşım Rusça ile mümkün. RF Üniversitelerinde eğitim süreci Rusça gerçekleştiriliyor. Biz Rusça ve anadili bilmenin gerekli olduğu nesnel şartlara mahkumuz. ‘Mahkumuz’ iyi anlamda; çünkü iki dilliler sadece iki dili özgürce konuşan insanlar değiller, aynı zamanda sadece bu iki dilin derin bilgisiyle sahip olunabilecek mükemmel kültürel zenginliklerin anahtarlarına sahipler.
Rusya halklarının dil ve kültürleri, henüz keşfedilmemiş, değeri bilinememiş birer hazine. D. Uşinski’nin ifadesine göre, “Halkın dili, bütün yaşamının hiç bir zaman solmayan ve her zaman yeniden açan çiçeğidir”.
Madina Hakuaşeva