Geçenlerde, 26 Ağustos 2011’deki devlet başkanlığı erken seçimlerinin hemen ardından “Eko Abhazya” gazetesinde yayınlanan “Ankvab çağı mı başlıyor?” başlıklı yazıma rastlayınca kafamda bir sürü anı canlandı.
Gördüğünüz üzere başlığın sonuna, iddialı olmaktan kaçınarak soru işareti koymuşum. Anlaşılan doğru yapmışım. Gerçi bu soru işaretini koymamın sebebi genel olarak gelecek hakkında bir şeyler iddia etmenin anlamsız olduğuna inanmamdı. Aslında o zamanlar birçokları gibi ben de Aleksandr Ankvab ’ın devlet başkanlığı koltuğunda iki dönem, yani on yıl oturmaması için hiçbir engel çıkmayacağını tahmin ediyordum.
Abhazya’nın 2021’e kadar Ankvab ile yola devam edeceği kanaati, her şeyden önce devlet başkanlığı seçimlerini ilk turda ezici bir farkla kazanmış olmasına dayanıyordu. Rakiplerinin yüzde 24 ve 21’lik oylarına karşı yüzde 55 almıştı. Bunun yanında birçok gözlemciye göre, iktidar mücadelesinden yorulmuş olan toplum 2004’deki karışık döneme dönmekten korkuyor ve Ankvab ’ın ‘sağlam iradesine’ umut bağlıyordu. İlk bir buçuk yıl içinde yeniden bir suikast girişimine maruz kalmasına rağmen halkın Abhazya’nın üçüncü devlet başkanına güveni sarsılmadı. Aksine, muhalefetin zayıflığı yönetime bağlılığı arttırdı. O kadar ki, sıkça eleştirilere hedef olan bir meslektaşım “Sekiz buçuk Aleksandr Ankvab” başlıklı bir yazı yazdı. Fellini’nin ünlü filmi Sekiz Buçuk’ tan ilham alan gazeteci Ankvab’ ın sekiz buçuk yıl daha iktidarda kalacağı tahmininde bulunmuştu. Elbette bu, muhalifleri kızdırdı, çünkü hiç olmazsa bir sonraki olağan devlet başkanlığı seçimlerine dair kazanma hesapları vardı.
Sonrasında ne oldu? 2012 sonunda başlayan ve muhalefetin canlanması gibi görünen şey nasıl oldu da altı ay sonrasında Mayıs sonu olaylarına, daha sonra da Ankvab’ ın 1 Haziran 2014’deki istifasına yol açan saldırılar, mitingler ve yürüyüşler zincirine dönüştü?
Şair “Yüz yüze bakışanlar birbirini göremez, biraz mesafe olursa daha iyi” diyor. O günkü sıcak hadiselerin üzerinden altı aydan fazla bir zaman geçti, olayların içinde olmayan gözlemcilerin, üçüncü devlet başkanının tarihe “Ankvab çağı” olarak geçemeyen iki buçuk yıllık iktidarını değerlendirmesi artık daha kolay.
En büyük düşmanları dâhil hiç kimse, hiç bir zaman Aleksandr Ankvab’ ın zekâsı, performansı ve siyasi yeterliliklerini tartışma konusu yapmadı. 2004 seçim kampanyasında muhaliflere yöneltilen şu cümle ona atfediliyor: “Sizi yeneceğiz, çünkü sizden zekiyiz”. Şu günlerde internet forumlarından birinde taraftarlarından birinin ondan bahsederken “Zeki Ankvab” ifadesini kullandığını gördüm. Yönetimde olduğu dönemde muhalefet tarafından ülkede üretim tesislerinin kurulmasına yönelik adım atmadığı gibi haklı eleştiriler de yer alıyordu.
Ancak Ankvab’ ın sadece politikacı olarak değil, tartışma konusu edilemeyen diğer vasıflarını da gölgeleyen karakter özellikleri vardı. Mesela pek çokları tarafından dile getirilen kibir, otoriterlik ve inatçılık. Ona göre dünyada sadece iki düşüncenin var olduğu söyleniyor: kendi düşüncesi ve yanlış düşünce. Tipik bir “yalnız kurt”. Böylelerinin iş ortakları her zaman dostlarından fazladır. Onu Sohum’daki kafelerden birinde kahve içerken hayal etmek mümkün değildi. Sergey Bagapş ise ara sıra bunu yapardı. Doğrusu onlar taban tabana zıt karakterdeydiler. Zeki bir kişilik olarak Ankvab eksikliklerini gördü ve ‘kendisi üzerinde çalışmaya’ gayret etti. Daha nazik ve şeffaf bir imaj oluşturmaya çalıştı. 2011 seçimleri öncesindeki bir görüşmesinde “Tamam şeker değilim ama zehir de değilim” diyerek salonda bulunanları rahatlatmaya çalışmıştı.
Geçenlerde yeni devlet başkanı Raul Hacimba’ya gazetecilerden biri sordu: “Bizi çaya davet edecek misiniz?”. Hacımba şaşırdı, bir süre soruyu anlayamadı. Mesele şuydu: Aleksandr Ankvab gazetecilerle daha ‘samimi’ ilişkiler kurmak için basın toplantısının ardından onlardan bazılarını başka bir odaya davet ediyordu. Çay, kahve ve tatlı ikramının olduğu bu davete tabii ki herkes katılmıyordu. Katılanlar da samimi olmasına çalışılan ortamın yapaylığının farkındaydı. Hacımba’nın böyle bir şeye ihtiyacı olduğu söylenemez.
Siyasette, sporda olduğu gibi her zaman daha iyi olanlar kazanmıyor. Doğru zamanda, doğru yerde olmak daha önemli. 1957'de Kruşçev içerideki rakiplerini yenerek yönetimi ele geçirdi. Bir kaç yıl sonra benzer durumda daha ‘genç ve yetenekli olan’ Şelepin’e yenildi. 2014’de Ankvab ’ın iktidarı kaybetmesinde en önemli faktör etrafında kenetlenmiş bir ekibi olmamasıydı. Hacımba ise böyle bir ekip toplamayı başardı. Sonuçta Mayıs olayları sonrasında Ankvab ’ın takımından birçok isim koptu. Hatta 2014 seçim kampanyasında onun adını kullanmaktan kaçındılar. Halk fedakârları sever, ama kaybedenleri sevmez.
Başka bir şey daha var. Bütün bilge adamların çok kolay tökezlediği söylenir. Ankvab, muhalefetin üzerine gittiği, Abhazya’nın batı bölgelerinde [Gal bölgesi] kanunsuz vatandaşlık verilmesi konusunu hafife aldı. Oysaki halk milli güvenlik meselesine duyarlı yaklaşıyor. Ayrıca Rusya ile yeni stratejik anlaşma tuzağına düştü. Sivil toplum adamı Alhas Thaguşev’in geçenlerde verdiği bir röportajda söylediği gibi, Vladislav Surkov’un yaratıcı ekibi Abhazya ve Güney Osetya’da yeni bir düzen kurmak istedi. Ankvab, ‘ulusal çıkarların feda edilmesi’ konusunu ciddi şekilde düşündü, bununla birlikte ilk başta talihsiz ifadeler sarf etti ve muhalefet bunu kullanmakta gecikmedi. Sonunda meşhur cümle geldi: “Eğer başka türlü mümkün değilse olabilir’.
Bazıları Ankvab ’ın haksız şekilde kaybettiğini düşünüyor. Fakat spordaki benzer durumlarla kıyaslarsak, dünya kupalarındaki meşhur mağlubiyetleri haksız olarak adlandırabilir miyiz? Mesela 1950’de Brezilya, Uruguay’a; 1954’de Macarlar, Almanlara kaybetti. Ama her zaman rövanş umudu taşıyan futbolun aksine siyasette rövanş neredeyse imkânsız.
Kaynak: Ekho Kavkaza
Çeviri: Ajans Kafkas
Vitali Şariya