21 Mayıs 1864 Büyük Kafkas Sürgünü anlamı ve anmaları

21 Mayıs 1864 tarihi yüzlerce yıl süren Kafkas-Rus Savaşı’nın son bulduğu, direnişin kırıldığı, zorunlu göçün başladığı, Büyük Kafkas Sürgünü’nün simgesel tarihi. Sürgünün ismi son yıllarda daha çok Çerkez Sürgünü veya Çerkez Sürgünü ve Soykırımı olarak da geçebiliyor. Her 21 Mayıs tarihinde Çerkezler kitlesel anma ve eylemlerle sürgünü unutmadıklarını gösteriyorlar.

Bilimsel kaynaklarda Kafkasya bölgesinden Osmanlı coğrafyasına -ağırlık Anadolu olmak üzere Balkanlar ve Orta Doğu bölgesine- 2 milyon insanın göç ettiği yazıyor. Yollarda ölenlerin sayısı yaklaşık olarak 800 bin kişi olarak gösteriliyor. Mezarları bile bulunmayan bu insanların birçoğu Karadeniz’in sularında yok oldu, karaya ulaşanları açlık ve salgın hastalıklarla mücadele etmek zorunda kaldı.

21 Mayıs 1864 tarihinden bugüne tam olarak 155 yıl geçti. Bir insan ömrü için uzun olabilir ama insanlık tarihinde kısa bir zaman dilimi. Sürgünden bu yana aşağı yukarı dört nesil geçmiş durumda. Kimi bilimsel eserlerde asimilasyon için yeterli süre olarak gösterilen dördüncü nesil şu an hayata karışmakla meşgul.

Sürgün edilen Çerkez veya Kafkas olarak ifade edilen toplum arasında kısaca; Abhazlar, Adıgeler, Çeçenler, Dağıstanlılar, İnguşlar, Kabardeyler, Karaçay-Balkarlar, Osetler bulunuyor. Batı Kafkasya (Abhazların, Adıgelerin ve Kabardeylerin yaşadığı bölge) neredeyse tamamıyla boşaltılırken bütün Kafkasya, sürgünün bir şekilde parçası oluyordu.

Kafkasya göç ederken Balkanlar ve Kırım’da durum farklı değildi. Çarlık Rusya dört bir yandan Osmanlı’yı kuşatırken Müslüman topluluklar halifenin ülkesi olarak gördükleri Osmanlı devletine sığınıyorlardı. Her cephede mağlup bir Osmanlı vardı ve geriye çekilen sadece ordu değil aynı zamanda bütün halklardı. Anadolu’ya çok büyük bir göç dalgası başlamıştı.

Tarih boyunca farklı medeniyetlere ve halklara ev sahipliği yapan bereketli Anadolu toprakları bu sefer Kafkas halklarına kapısını açıyordu, insanlar yıllar içerisinde büyük çilelerle Türkiye’yi yurt edindiler ve 1920’li yıllara geldiğimizde Osmanlı devleti yıkılıp yerine yeni bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti kurulurken destansı fedakarlıklarla ülkenin kurucu unsurları arasında bulundular.

Bu tarihsel arka plandan günümüze doğru gelirsek; ulus devlet politikaları, köyden kente göç vb. ile birlikte son nesiller dil ve kültür başta olmak üzere bir yok olma tehlikesi görüp bir çırpınışla bazı şeyleri hatırlamak istediler. 1989 yılında sürgünün 125. yılında Ankara merkezli olarak kitlesel 21 Mayıs anmaları başladı. Ardından 1990’larda İstanbul Üsküdar’da Kızkulesi karşısında sahilde anmalar gerçekleşti.

2000’lerle birlikte bu programlar Kocaeli Kefken sahilinde, Beşiktaş İskelesi’nde ve İstiklal Caddesi’ndeki Rusya Federasyonu İstanbul Konsolosluğu önünde yoğunlaştı. Bu anma ve eylemler toplumda karşılık buldu, sürgün ve soykırım söylemleri daha fazla dillendirilip hafızalara kazındı.

Günümüzde bu bölgelerde birçok Kafkas kurumu benzer anma programları yapıyor. Dışarıdan bakanlar için aralarında hiçbir fark olmayan Kafkas grupları kendi içlerinde yaşadıkları çeşitli bölünmeler neticesinde ayrı anma programları yapmayı tercih ediyorlar. Hatta bazen aynı yerde farklı saatlerde grupların programları olabiliyor.

Bütün bu yaşananlara karşı bir kısım değerlendirmelerde Kafkasyalıların-Çerkezlerin sokaklara çıkıp anma veya eylem yapmalarının yanlış olduğu, bu yöntemle hak aramanın kendi kültürlerine ters olduğu ve gene Çerkez toplumunun böyle bir mücadeleye destek vermeyeceğinin de zaman zaman dillendirildiğinin altını çizmek gerekiyor.

Dikkat çekici bir biçimde Türkiye’de sokak eylemlerinde öne çıkan çeşitli siyasi grupların aksine Çerkez grupları hiçbir zaman taşkınlık çıkarmayıp naif eylemler ortaya koydular. Bunun sonucu olsa gerek, bu hüzünlü ama bir o kadar da politik anmalara neredeyse bütün Kafkas kurumları destek verdi. Bu süreçte güvenlik güçleri durumu iyi okuyup siyasi gruplara gösterdiği tutumdan daha farklı, daha pozitif bir tavır takındı.

Türkiye’nin siyasi, ekonomik vb. gidişatına göre şekil alan ya da katılımcı sayısı artıp azalabilen anma ve eylemler bugüne geldiğimiz süreçte heyecansız, zoraki yapılan, çeşitli ritüellerden ibaret bir hale büründü. Kafkas kurumlarının önemli bir çoğunluğunun belki sene boyunca en çok önemseyip bir faaliyet alanı olarak algıladığı bu anmalar orijinal bir söylemden yoksun kalıp topluma bir mesaj veremeyince ilgi gittikçe azaldı.

Bu durum katılımcıların sayısından görüleceği gibi, medyaya yansıyan haberlerin oranlarından da anlaşılabilir. Buna karşın yıllarca süren anma ve eylemlerle birlikte sürgün geçmişe oranla daha fazla duyuldu. Bir zamanlar yeni yaşama adapte olmak için bütün acılarını yüreklerine gömüp unutan Kafkas toplumu yok olmanın önüne geçmek, kim olduğunu hatırlamak ve ortaya koymak için 21 Mayıs anmalarını önemsiyor ve önemsemeye devam edecek.

Şimdilerde bu devamlılığın daha sağlıklı bir zemine oturması için 21 Mayıslarda Kafkas kurumlarının farklı tarzdaki anmalara, yeniliklere açık olması ve hatta bugünü, bütün sene odaklandıkları bir mesele olmaktan çıkarmaları dahi düşünülebilir. Sürgündeki ilk nesil unutarak hayata başlamıştı, son nesil sanki hatırlayarak donuklaştı. Belki şimdi ikisinin ortası bulunarak yeni mevziler kazanılabilir.