Rus Büyükelçi Aleksey Yerhov’un İdlip ve Kafkasya üzerine yorumlarına dair bir değerlendirme

18. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın sonlarına kadar Kafkasya emperyalist düzenin en kanlı, en zalim yalanı ile çalkalandı. ‘’Vahşi, ilkel toplulukları uygarlaştırmak’’ şeklinde dile getirdikleri bu yalan Kafkasya’yı hiç görmediği hiç duymadığı çeşitten bir vahşete gark etti. İlkellikten arınmış uygar zamana, uygar tekniklere dair şahit oldukları tek şey ise Kafkasyalıların üzerine yağan gülleler ve mermiler oldu. Topraklarına gelen medeniler artık ilkel, geri kalmış topluluklar gibi er meydanında savaşmayı kâfi de görmedi üstelik. Zira uygar düzende pekâlâ amaca ulaşmak gayesiyle ambargolar uygulamak, ekinleri köyleri yakarak insanları aç ve açıkta bırakmak, yerleşim bölgelerini basarak masum kadınları, çocukları, eli silah tutmayanları acımasızca katletmek, ilkel vahşilerin onurunu kırmak için mabetlerine, kutsal saydıkları değerlere ve namuslarına el uzatmak mübahtı. Kafkasya Rus postallarının sesini duyduğunda daha önceleri hiç görmediği, hiç duymadığı son derece uygar vahşetle işte böyle karşılaştı.

Yılların yorgun düşürdüğü vahşileri orantısız bir güçle nihayet 21 Mayıs 1864 yılında mağlup eden Rusya asırlarca devam edecek uygar vahşetinin ilk zaferini vatanlarını savunma ilkelliğini gösteren Kafkasyalıların kanlarıyla kızıla boyadığı Kızıl Çayır (Krasnaya Polyana) civarında kutladı. Vatanlarından sürdükleri insanların sayısı ise tarihçilerin öngördüğü kadarıyla 500.000 bin ila 1.500.000 arasındaydı. Tarihi galipler yazar derler ya, galip gelenler dahi daha düşük rakamları ifade etmeye ilkel bir tepki göstererek ar ettiler.

Rusya’nın Kafkasya’daki uygarlaştırma vahşeti bununla son bulmadı. Tıpkı kapı komşuları Kırım ve Ahıska gibi Sovyetlerin son derece uygar; halkların kardeşliği yalanı ile çalkalandı bu sefer. Göğsüne namahrem eli değmiş mabetlerine toptan prangalar vuruldu. Dağıstan’ın ilim nurları söndürüldü. Fransız ihtilalinin mottosu özgürlük, eşitlik ve kardeşlik naralarını duymasalar da hürriyet için savaşan, müsavat üzerine yaşayan ve uhuvvet bağları üzerine kurulan Kafkas müritleri ilkel köhne bir zihniyetin temsilcileri denilerek yok edildi. 500.000 Çeçen ve İnguş, 690.000 Karaçay ve Balkar hayvan vagonlarına bindirilerek sürüldüler Sibirya ve Orta Asya’nın bilinmez topraklarına. 92.000 Ahıskalı ve 193.000 Kırımlı ile böylece kader kardeşliği kurdular. Gönderildikleri bölgelerde yaşayan insanlara ‘bu vahşiler insan eti yer yaklaşmayın’ telkinlerini yapan uygarlardan aynı zulüm ve vahşeti görmüşlerdi nitekim.

Sovyetlerin dağılması ile özgürlük şarkılarını tıpkı diğer milletler gibi söylemeyi isteyen Çeçenya uygarın iki yüzlülüğüyle bir kez daha karşılaştı. Kahramanlığı dillere destan kibar Sovyet generali bir günde vahşi bir haydut oluverdi. Zira Çeçenya’nın bağımsız olması teklif dahi edilemezdi. Stratejik önemi, diğer Müslüman milletlere örnek teşkil etme ihtimali yahut petrol kaynaklarından sanmayın sakın, yeterince uygar değildi sadece. 40.000’i çocuk 200.000 sivilin katledilmesi ve yüz binlerce insanın ülkelerinden çıkıp kimliksiz kalması bilançosunu hiçe sayan modern ve uygar dünya vahşi haydutların devletini başından savmanın verdiği ferahlama ile rahat bir nefes aldı.

İşte Kafkasya, Rusya’nın asırlardır gayet uygar sebeplerle uyguladığı zulüm ve vahşet sonucu milyonlarca Kafkasyalının katledilmesine ve yine milyonlarca Kafkasyalının vatanlarından çıkarılarak sürgün edilmesine şahit oldu. Uygarlaştırılan Kaf Dağı’nda artık mutlu sonla nihayete eren masallar değil, kan ve göz yaşının hâkim olduğu son derece gerçek dramatik olaylar dizileri meydana gelir oldu. Yüzyıllarca onlarca farklı etnik unsurun bir arada yaşama nizamı ile hayatlarını sürdürdükleri topraklar halkların kardeşliği politikalarıyla paramparça edilerek bölündü. Uygarlık ise kiminin canına kiminin canından çok sevdiği vatanına mal oldu.

2000’li yıllarda Rusya Çeçen bağımsızlık hareketini sonlandırdıktan sonra gözünü Ukrayna ve Kırım’a dikti. Kırımlıların ve Ukraynalıların böyle bir talepleri olduğundan haberleri olmasa da bölge halkının Rusya’yı istediğini söylediler üstüne üstlük. Uygar insanlar olarak ekranlarımızdan dil değişse de zulmün değişmediğini bir kez daha temaşa etmekle yetindik sadece. Belki de modern insanın belirsizlikleri içinde vahşi barbarlar yakınlarındaki Rus köylerine kim bilir ne yapmışlardı diye düşündük.

Sonra bir anda Suriye’de uygarlık hususundaki en önemli rakibi ile karşımıza çıktı Rusya. İkisi de düzeni, istikrarı sağlamak için kanlı ağızlarından sular akıtarak bu topraklara girdiler. Yıllar geçtikçe onların istikrar için yaptıkları sonucu parçalanmış bebek cesetleri, yıkılmış şehirler, bombaların infilakıyla kapkara kesilen yüzlerinde son derece kontrast bir görüntü oluşturan kan damlalarıyla siviller, birincil haber değerini kaybetmeye başladı. Yıllar sonra uygar Rusya’nın bir büyükelçisi öldürdükleri yaşına girmemiş çocukları hangi suçla itham eder bilinmez ama, bugünlerde modern dünyanın Katil Rusya’yı değil de kendilerinin ve ailelerinin canlarını ve namuslarını kurtarmak için yurdunu terk etmek zorunda kalan masum sivilleri itham etmeyi tercih ettiğini görmek acınası. Hatta bazıları rahat bir nefes alabilmek için Rusya’nın İdlip’te Kızıl Çayır’ını oluşturmasını bekliyor. Kimse düzen kuracağız diyenlerin insanlarla beraber parçaladıkları düzen hakkında konuşmak istemiyor.

Tüm bunlar olurken geçtiğimiz günlerde pek uygar görünümlü bir Rus Büyükelçisi Aleksey Yerhoy, Suriye’de son olarak İdlip’te gerçekleştirdikleri uygar katliam ve vahşetin adeta tarihsel bir silsilenin devamı olduğunu sezdirmek istercesine Kuzey Kafkasya’da yapılanlara karşı bugün Taksim’deki Rus Büyükelçiliği önünde yapılan eylemlerden ve burada dile getirilen ‘’Katil Rusya, Kafkasya’dan defol’’ sloganından nasıl teessür duyduğundan dem vurdu. Zulmettikleri, sürdükleri, katlettikleri milyonlardan hiç de hicab etmeden, uygarlaştırma faaliyetleri olmasa nasıl bir vahşilikle karşı karşıya kalacaklarından bahsetti. Bugün de ses çıkarmayın, güçlü olan biz galip gelerek ilerde bugünlerde İdlip’te yaptıklarımızdan da güllük gülistanlık bahsedeceğiz, der gibiydi. Böylece ‘’Biz ancak ıslah edicileriz’’ kavli bir kez daha tekerrür etti. Uygar dünya ise ince çıkar düzenini bozmamak için bu duruma pek ses çıkarmadı. Soyları kırılan, sürülen insanlar ‘’onlardan’’ olmadığı için soykırım kelimesini ağzına alan dahi olmadı. Öyle ki Odatv.com’dan konuyla ilgili müşahede edilebilecek tek haberde uygar canavara karşı birkaç cılız sesten çıkan tepkiden rahatsız olmuşçasına ‘’Çerkeslerin hedefinde Rus elçisi var’’ başlığı uygun görülmüştü.

Varsın para ve iktidar sahibi uygar Rusya ve çıkarları gereği bu canavara ses çıkarmayanlar modern çağın değişmeyen yalanıyla bildiğimiz bilmediğimiz nice zulüm ve katliam için sussun ve susturmak istesin. Varsın kendi insanımız dahi çıkarlar pastasından küçücük imtiyazlar elde edebilmek uğruna Taksim’de haykıranı ayıplayıp yerine uygar bir tepki göstererek denize çiçekler bıraksın, turistik Xeku seyahatleri için canavarın yamacında dolansın. İnsanlık değerlerini küçük uygar çıkarları için satmayacak namuslu insanlar her dönemde yapılanların hesabını isteyecek ve gülen matruşkalar içinde kan ağlayan mazlumların cümlesine ses olacaktır. Haysiyetli kalem sahipleri Anna Politkovskaya gibi canı uğruna, hayır asıl yalan söyleyen sizsiniz ve gerçekler propagandalarınızın aksine bunlardır, diye yazacaktır. Bununla beraber taaccüple Yerhov’a bir nokta da katıldığımızı belirtmek isteriz; gerçekten de 21 Mayıs’ta Taksim Rus Konsolosluğu önünde gerçekleşen eylemlerde 1763-1864 yılları arasında gerçekleşen Kafkas-Rus Savaşları sonucu vaki olan büyük sürgün ve soykırıma atıfta bulunularak yalnızca ‘Katil Rusya Kafkasya’dan defol’ demekle yetinmek yerinde değil. Bilakis;

Katil Rusya Kafkasya’dan defol!

Katil Rusya Çeçenya’dan defol!

Katil Rusya Kırım’dan defol!

Katil Rusya Ukrayna’dan defol!

Katil Rusya Suriye’den defol!