Şenibe: Kafkas Halkları Konfederasyonu bundan sonra da yaşayacak
Öte yandan Allah razı olsun; düşüncelerimize, dünya görüşümüze saygı duyarak ve alaka göstererek genç yaşınıza, belki bir programa bağlı olmanıza rağmen fırsat bulup bize kadar geldiniz. Bu ilgi ve gayretinizi takdirle karşılıyorum, teşekkür ediyorum. Size saygı duyuyorum.
Sizi, biz Türkiye Çerkesleri olarak daha çok Kafkas Konfederasyonu ile özdeşleşmiş bir isim olarak tanıyoruz. Konfederasyon fikrinin mimarlarından, onu hayata geçirenlerden biri ve ilk başkanı olarak biliyoruz. Ben ve benim gibi düşünen bir çok insan da, Konfederasyon fikrini Kafkasya gerçeğine daha uygun bir çözüm olarak benimsiyor. Bu yüzden gözümüz, kulağımız hep sizde yani Konfederasyon’da idi. Hele Abhazya’daki başarınızdan sonra… Nasıl doğdu Konfederasyon, misyonu nedir, neler başardı, şimdi ne durumda?
Konfederasyon 1989’dan bu yana ayakta, hala yaşıyor. İşte siz şahit oldunuz. Önümüzdeki Cumartesi-Pazar, 24-25 Ağustos günlerinde Osetya’nın başkenti Vladikafkas’da (biz Çerkesler Terk-Kale diyoruz oraya) kongremiz olacak. Şuanda Konfederasyon’un başkanlığını yürüten Soslanbek’in davetini, şu yanında oturan delikanlı getirdi. Kendisi Kabardey, adı Teymuraz. Hemen şimdi sizden biraz önce geldi. Bana Kongrenin davet mektubunu iletti.
Konfederasyonun doğuşuna gelince, ben Kabardey Derneği’nde 2. başkanlık görevini yürütüyordum. Yıl 1989, mevsim yazdı. Hem biraz dinlenmek, hem de bazı yazılarımı dinç kafayla tamamlamak amacıyla senatoryumun birinde, biraz gözden ırak bir yerde çalışıyordum ki bir gün kapım çalındı. Rostov’da 6 yıl beraber okuduğumuz, 20 yıldır görüşmediğimiz arkadaşım Kattoyev Makrazin karşımda duruyor. Hemen kucaklaştık. Kısa bir hasbihalden sonra “Abhazya’da olup bitenleri duydun mu?” dedi. Ben de “Biliyorum, gençleri gönderdik haber bekliyoruz.” dedim. Dostum Makrazin Çeçendi. O da hukukçuydu. “Abhazya’da toplandık, bu meseleye el atmazsak kötü şeyler olabilir. Destek vermeliyiz Abhazlara. Kafkas halkları bir araya gelip yardımcı olmazsak bu işin önü alınmaz. Bu yüzden orada büyük bir kongre tertipiemek için gerekli evrakları hazırladık.” dedi. “Tamam, ben de derhal Kabardey derneğinde mevzuyu müzakere ettirir, bir sonuca varırız.” dedim.
Hemen derneği toplantıya çağırdım ve mevzuyu açtım. Karşı çıkanlar olduysa da, ben ısrarla gitmemiz gerektiğini savundum. Bir gurup genç de bana destek vererek, “Biz gitmek istiyoruz.” dediler. O gönüllü genç gurubun başında sadece ben vardım. Tam 7 Kafkas halkı; Abhazlar, Abhazlar, Adıgeler, İnguşlar, Kabardeyler, Çerkesler ve Çeçenler Sohum’da toplandık. Diğer Kafkas hakları ise sonraki kongrelere katıldı.
İnguş heyeti, Mustafa Bekov başkanlığında gelirlerken, Tiflis’e uğrayıp, Gamsahurdiye ile görüşüyorlar. Gamsahurdiye’nin Kongre hakkındaki olumsuz tavırlarından ve tehditlerinden etkilenip, kongrenin yapılmaması yönünde çalışmaya, oyun bozanlığa başlıyorlar. Fakat Makrazin ile beni kimse tutamıyordu. ikimiz iyice hemfikir olmuştuk. Makrazin, İnguşlara çok sert çıktı ve acı konuştu. Ben de İnguşların tutumundan etkilenip, gevşemeye başlayan bazı Abhazlara çıkıştım, İnguşlara da hakeza. Ve burada toplanan 7 Kafkas halkının temsilcilerinden yetkili bir organ oluşturup derhal görev taksimi yapılmasını, İnguşların ve bazı Abhazların dediği gibi ertelenemeyeceğini, büyük bir kongre olmasını kabul ettirdim.
Bir hayli mücadeleden sonra kongreyi yaptık. Gerekli organları oluşturduk. Sıra geldi başkanlık seçimine. Bazı şahıslar başkanlık arzularını hissettirdilerse de, benim mücadele ve gayretimi görenler “Şenıbe olsun” diye ısrar ettiler ve “Rica ediyorum beni seçmeyin, sağlığım yerinde değil.” diye direttimse de, özellikle Abhazların bastırmasıyla beni seçtiler. Bir de bütün organların üstünde Thamade’ler gurubu seçmiştik. Makrazin’i de o gurubun başkanı seçtik. Bir de mahkeme kurduk. Halklarımız arasındaki anlaşmazlıklan bu mahkemede çözmek için. Mahkemenin başkanlığına da bir Abhaz seçildi. Sonuçta Gürcistan’a şöyle bir telgraf çektik; “Rahat dur, sen de bir kafkas halkı olarak yerini ve haddini bil. Sorunları silahla halledeceğim dersen, bundan böyle Kafkas Dağlı Halklar Asamblesini karşında bulacaksın.”
O zaman adı Asamble idi. Abhazlar bizi çok iyi ağırladılar. 50 bin Abhaz o gün orada toplanmıştı. Böylece 1989’un 25-26 Ağustos’unda Konfederasyon’un temeli atılmış oldu.
İkinci toplantımızı 1990 yılında Nalçik’te yaptık. Bu toplantıda İnguşların yanı sıra Asetinler de bazı güçlükler çıkartmak istedilerse de, Çeçenler her iki guruba da gereken dersi verdi. Kalabalık bir Çeçen heyeti gelmişti o toplantıya. Böylece Çeçenler sayesinde birlik yeniden sağlanmış oldu.
Balkarların ve Asetinierin benim başkanlığıma itirazları da bir sonuç getirmedi, benim başkanlığım yeniden teyid edildi. Bu arada ben bu işin Asamble ile olmayacağını, devlet yapılanmasına yol açacak bir örgütlenmenin yani Konfederasyon’un şart olduğunu anlamıştım. Burada şu hususa da işaret etmek istiyorum; Pşimaho Kosok, Vassan Girey Cabağı’ların da arzusu imiş Konfederasyon. Her ne kadar kurdukları devletin adına “Dağlılar Cumhuriyeti” dedilerse de.
Ben Konfederasyon fikrini ortaya atmadan önce onların bu düşüncesini bilmiyordum doğrusu. Ancak aklın yolu birdir. Sonuçta ben, bir tek cumhuriyet olmayacağımızı anlamıştım ve düşüncelerimi bu noktada yoğunlaştırmıştım. Her Kafkas halkı kendi ulusal ve yerel özelliğini ve özerkliğini koruyacak, fakat birliğin içinde, Konfederasyon çatısı altında kendine özgü yerini alacak. Başka türlüsü Kafkasya’nın dil ve etnik yapısına uygun düşmeyecekti.
Gerçekçi olmak lazım. Ben şunu da fark etmiştim; Ruslar, Azerilerle Ermenileri Karabağ yüzünden kapıştırmışlardı. Gürcüleri Asetinlere, ardından Abhazlara saldırtmışlardı. Sıranın bize geleceğinden hiç kuşkum kalmamıştı ve ben o zaman Ruslara hitaben, “İkinci Kafkas savaşını başlattınız.” demiştim. Geçenlerde, benim de dostum, değer verdiğim Rus düşünür Prof. De. Aleksandır, “Şenıbe bunu bize yıllar önce söylemişti.” demiş. Dolayısıyla birliğimizin önemini ısrarla vurguluyordum.
Durum böyle iken Dudayev’in de Yandarbiev’in de içinde bulunduğu toplantıyı Grozni’de yaptık. O toplantıda şu karara varılmıştı: “Teşkilatı daha da güçlendirmemiz gerekir, ancak Asamble olarak kalmalıyız.” Buna rağmen ben hiç kimseye bir şey söylemeden, kendi kendime “Konfederasyon” adını koydum ve tüzüğünü vesairesini hazırladım. 1 Kasım’da yapılacak olağan toplantımız için 31 Ekim 1991 tarihinde Abhazya’ya gidiyoruz, Genadi Alarniye kendi hazırladığı programdan söz ediyor. Bende, “Madem öyle bu sizin tasarınız. Abhaz-Çeçen tezi olsun, benimki de Adıge tezi olsun ve ben yine Konfederasyon fikrimde ısrar ediyorum.” dedim.
Hasılı hiç beklemezken Abazinler (Karaçay-Çerkes Cumhuriyetinde yaşayan Abazalar) beni desteklediler ve “Yahu bu adam doğru söylüyor, bu iş aşık oyunu değil, devlete giden yolu açmalıyız, biz destekliyoruz.” dediler. Bunun üzerine Abhazlar da yumuşadı. İş o noktaya geldi ki, Abhaz-Çeçen gurubunun başkanı değerli dostum Genadi Alarniye ile ben karşı karşıya geldik. Sonunda, “Madem öyle buyurun siz istediğiniz gibi yürütünüz toplantıyı, ben bundan böyle Asamble’nin dışındayım, sadece dinleyici olarak katılıyorum. Ben de biliyorum hem şu aşamada bir devlet kuramayacağımızı, zaten savunduğum ‘Ulusal Konfederasyon’ dur. Fakat bunu ‘Devlet Konfederasyonu’na dönüştürebiliriz. Böylece dünya bizi daha bir ciddiyetle muhatap kabul edecektir.” dedim.
Nihayet ı Kasım’da büyük Abhaz Tiyatrosunda -yazık ki o tiyatroyu savaşta yaktılar- kongreyi açtık. Abhaz-Çeçen gurubu toplantıya geç geldiler, uykusuzluktan göz kapakları şişmiş bir halde. Genadi Alamiye, “Gece sabaha kadar tartıştık, tam senin ve Adıgelerin tezini kabul ediyoruz.” dedi. Yine de kongrede her iki tez birlikte tartışıldı ve değerlendirildi. Fakat benim istediğim “Kafkas Halkları Konfederasyonu” idi. Konfederasyon fikri de benimsendi. Bu defa isim tartışması başladı. ‘Kafkas Halkları’ deyince Gürcüler de dahil olmuş oluyor diye Abhazlar itiraz etti. Neyse onu da ‘Dağlı Halklar Konfederasyonu’ diye değiştirdik ve meseleyi hallettik.
Parlamentomuzu seçtik, başkanlığına da şimdiki Konfederasyon başkanı Çeçen Soslanbek’i getirdik. Konfederasyonun başkanlığına yine beni seçtiler. Parlamento başkan yardımcılığına Dağıstanlı Halidev seçildi. Ben başkanın 13 yardımcısı olması gerektiğinde ısrar ettim. Çünkü örgütümüze 13 halk katılmıştı. Böylece Konfederasyona katılan ulusları temsilen birer üyenin de ikinci başkan olmaları sağlandı. Böylece Kafkas halklarının kardeşliği, birlik ve beraberliği tekrar imza altına alınmış oldu.
Kasım ayının 24-25 tarihlerinde Şapsığ bölgesine geldik. Soslanbek aynen şunları söyledi: “Şapsığlar, 10 bin idiniz ama artık değilsiniz. Bundan böyle sayınız 5 milyon. Zira Konfederasyon yanınıza geldi.” Bu sözler Rusları çok ürküttü. Bu arada Yeltsin’in Çeçenistan’a müdahale hazırlıklarını öğreniyoruz ve derhal 13 yardımcımla Grozni’ye gidiyorum. Orada Çeçen Parlamentosu ile Konfederasyon Parlamentosu bir araya gelip konuyu müzakere ediyoruz. Oradan da yardımcılarımla birlikte Moskova’ya geçiyoruz ve orada rastladığımız herkese “Şayet Çeçenistan’a bir müdahale söz konusu olursa bütün Kafkas halklarını karşınızda bulacaksınız.” diyoruz.
Rusya Parlamentosu da konuyu görüşürken, Hasbulatov’un Yeltsin’in kararını bozmak istediğini, bize el altından destek çıkacağını fark ediyorum. Nitekim de öyle oluyor. Oylama sonucunda Yeltsin’in kararını Parlamento bozuyor. Hasbulatov elini bana işaret ederek, göstermelik olarak Konfederasyona biraz çatıyor. “Siz de daha fazla ileri gitmeyiniz.” anlamında. İstediğimiz olmuştu, gözdağı vermiştik, birlikten böyle güç doğuyor işte. O günkü manzarayı görmek vardı. Bütün Kafkas halkları gelmişlerdi. Parlementonun önünde büyük kalabalık toplanmıştı ve insanlar sirklerden kiralanan atların üstünde ellerinde Çeçen bayraklarıyla gösteriler yapıyordu. Parlamento çıkışında Türk, Arap ve batılı gazeteciler etrafıını sarıyorlar. Onlara şöyle dedim: “İşte gördünüz, Kafkaslılar birleştik. Birine yapılan saldırı hepsine yapılmış olarak kabul edilcek ve karşılık görecektir.”
1994’de 3 aylığına Abhazya’ya gitmiştim. Üniversitenin yeniden eğitime açılış çalışmaları için çağrılmıştım. Abhazlar bana fahri profesörlük unvanı vermişlerdi. O günlerde Dudayev ile muhalifleri arasında çekişme vardı. Benim çok sevdiğim, yerime Konfederasyonun başkanlığına hazırladığım Hamzat HanKarev ismindeki Çeçen genci öldürülmüştü. Onun cenazesine Alarniye’yi gönderdim. Ben hastalığım nedeniyle gidememiştim. Cohar’a da, “Kardeşim Cohar, dostun Gamsahurdiye’nin akıbetine düşürecekler seni. Sizi de, birbirinize düşürdüler, peşinden Rus ordusu gelip saldıracak. Mümkünse hemen seçime git. Tekrar seçilme şansın yüksek, zira iktidardasın. Bu kardeş kavgasına bir son vermelisin.” diye bir de mektup göndermiştim. Arıcak mektubuma cevap vermedi, dikkate almadı.
Zaten 1992’de Cohar’la aramız biraz açılmıştı. Sebebi de şuydu: Gürcüler Asetinleri öldürürken Mahaçkale’deki bir toplantıda Asetin liderler, “Biz hristiyanız ama hristiyanlar bizi öldürüyor. Şayet siz müslüman Kafkaslılar bize yardım ederseniz ve bizi kurtarırsanız biz müslüman olacağız.” demişlerdi. Ben de onlara, “Hayır, biz size dininizi değiştirin demeyiz. Ancak yardım etmeye çalışırız.” demiştim. Ve gelirken Cohar’a uğrayıp, bana Şamil Basayev’i vermesini, Asetiniere yardım etmemiz gerektiğini söylemiştim. Fakat Cohar Şamil’i vermemişti. O yüzden tartışmıştık. O gün yani 1992’in Haziran’ında bir gün Dudayev’in Konfederasyon’a muhtaç olacağını, kötü günlerin eşikte olduğunu söylemiştim. O zamanlar söylemiştim bunu. O günün gazeteleri yazdı bunu.
Oysa biz Coharla, 1991’de Yeltsin’in Çeçenistan’a saldırı planlarını bozduğumuz zaman, 7 ay gibi uzun bir süre beraber olduk. Korumaları olmaksızın başbaşa kalmıştık. Çok mahrem ve özel görüşür ve bütün meselelerimizi beraberce tartışırdık. Cohar çok seri karar veren, ileriyi gören biriydi. Büyük insandı. Çok cesurdu. Ben onun kadar korkusuz birini hiç görmemiştim. Cohar gerçek dünyaya gitti. Allah mekanını cennet eylesin.
Fakat her nedense, gerek Ardzımba gerekse Cohar Konfederasyonu istemiyorlardı artık. 1993’ün Eylül ayında Abhazya savaşını kazanmış dönüyorken, Dudayev karşılamaya hiç kimseyi göndermemişti. Şamil Basayev buna çok üzülmüştü. Savaşçılara gereken itibar gösterilmemişti. Her neyse vaziyet böyle iken, Abhaz savaşından itibaren Rusların sinsi politikalarını, diğer halkları birbirleriyle boğuşturma heveslerini anlamıştım. Çeçenlerin akıbetinin iyi olmayacağını da görüyordum. Bu yüzden, Haziran 1994’te Cohar’ın mektubuma cevap vermediği andan itibaren, benim başkanlığımda Konfederasyon’un böyle bir savaşa tanık olmasına gönlüm razı olmayacağı için başkanlıktan ayrılmayı düşünüyordum.
Nihayet, aynen tahmin ettiğim gibi, Rus-Çeçen savaşı başlıyor. 1994’ün Ekim ayında Kongreyi topluyoruz. Savaş başlamıştı, bundan sonra ayrılmam uygun düşmez diye düşünürken, Yağan İbrahim 16 Ekim günü şu oturduğumuz odaya girdi ve aynen şöyle dedi: “Grozni’den geliyorum. Şamil Basayev, Yandarbiyev ve Seyit Hasan Ebumüslim ile oturduk. ‘Şenibe yoruldu, görevi daha genç birine devretsek diye düşündük.” Peki dedim bende ve 1995 Nisan kongresinde, şimdiki başkan Çeçen Yusuf Soslanbek’i seçiyoruz. Allah muvaffak kılsın, Konfederasyon yaşıyor, bundan sonra da yaşayacak inşaallah.
Ben de sözü oraya getirmek istiyorum. Konfederasyon yaşıyorsa, neden Abhazya savaşında gösterdiği duyarlılığı ve aktiviteyi Çeçenistan savaşında göstermedi. Oyle ki, Abhazya savaşında gerek şahsınız, gerekse Konfederasyon çok popülerdi ve çok yankı uyandırmıştı. Şöhretiniz Türk kamuoyuna ve hatta dünya kamuoyuna da yansımıştı. İngiliz gazeteleri sizden söz ediyordu. Çeçenistan savaşında sizden çok şey beklerken, gerek şahsınızın gerekse Konfederasyon’un kayda değer bir faaliyet haberini işitmedik. Ne oldu Konfederasyona? Bu suskunluğun sebebi nedir? Bu sorular, benim gibi bir çok Çerkes asıllı insanın, aynı zamanda Türk kamu oyunda büyük çoğunluğun da kafasında bir istifham olarak mevcuttur. Bu konuda bizi aydınlatır mısınız?
Biz de bu duruma cidden çok üzülüyoruz. Bu konuda gereken atağı göstermediğimizi sizde, Türkiye’dekiler de, bütün dünya fark etti. Bunu çok iyi biliyoruz. Ancak bunun birçok sebebi var.
Birincisi; Evvela, Konfederasyonu kuranın kendileri, Konfederasyon’un başarılarını takdir edemedi. Yani gereken saygıyı göstermediler. Gerek Ardzınba – ilginç değil mi?- gerekse Dudayev – halklarını suçlamıyorum- Konfederasyona sırt çevirdiler. Kabardey Cumhurbaşkanı Koko saygı duydu da, onlar duymadı. Demek istediğim şu, osavaşta şehit düşenlerin yakınlarının, sakat kalanların, yaralanan savaşçıların korunması, sahip çıkılınası gerekirdi. Ama bu yapılmadı. Bu konuda bize yardımları olmadı. Tanımadılar artık bizi. Bu önemli bir sebep.
İkincisi: Rusya bütün gücüyle, polisi ve savcısıyla peşimize düştü. Nefes aldırmıyordu. Benim eski tutukluluk gerekçemi -Abhazya’ya silahlı milisler gönderdiğim gerekçesiyle-bahane ederek, başkanlıktan ayrılmış olmama rağmen, Konfederasyon üyelerini takibe almışlardı. Kısaca; Rusya göz açtırmıyor, soluk aldırmıyordu.
Üçüncüsü: Silahlarımız Abhazya’da kalmıştı. Ordan çıkartmamışlardı. Yani silahımız da yoktu.
Dördüncüsü: Savaş başladıktan sonra Dudayev, “Konfederasyon bize yardım etmeyecek, ilgimiz yok.” diye beyanat verdi. Şu kitapta bu dediklerim aynen yazılı. (Rusça bir kitap gösteriyor). Tabii bunu Konfederasyon’da duydu.
Beşincisi: Savaş başladığında yine, “Kafkas halklarına sesleniyorum” diyor. Yoksa Konfederasyonun adını ne Yandarbiyev, ne de Ebu Müslüm ağzına almıyor. Bütün bunlara rağmen biz, Kabardey Derneğinde 27 milyon Ruble değerinde ilacı, Rus ordusuna gönderilecekken satın alıp, savaşın içinden geçirerek Çeçenistan’a gönderdik. 7 miting tertipledik. Moskova’da Gaydar’ın da katıldığı konferans düzenledik.
Altıncısı: Her şeye rağmen bizim gönderdiğimiz Adıge savaşçılarını, “Bizim savaşacak yeterli insanımız var, politik destek verin yeter, bizim için başkalannın ölmesini istemiyoruz.” diye geri çevirdiler. En önemli gerekçe de bu aslında. (Erdal Özden ekliyor ve diyorki, “Temmuz ayında Çerkes’te yapılan 3. Dünya Çerkes Kongresinde tanıştığım, Abhazya savaşına katılan Kabardey savaşçılarının komutanlarından biri Şamil Basayev’in yanına gittiklerinde, benzer gerekçeyle; savaşa fiilen katılmamalarının daha uygun olacağı gerekçesiyle geri gönderildiklerini söylemişti.”)
Oysa deselerdi ki “Kardeşlerimiz, yetişin!” O zaman bütün Kafkasya koşacaktı oraya. “biz kendimize yeteriz” dediler. Şimdi içimiz kan ağlıyor.
Bu savaşın sonu ne olur?” diyoruz. Bu savaş kolay, kolay durmayacaktır. Hele Yeltsin sağ oldukça. Yeltsin ölse veya iktidardan uzaklaşsa, yerine geçecek bir başkası savaşı durdurabilir mi? Savaş Yeltsin’e mi endeksli?
Hayır, ne Yeltsin ne de başkası bu savaşı durdurmak istemeyecek. Çubays’da gelse Çernomirdin’de gelse değişmeyecek. Hele Çubays gelirse savaşı tüm Kafkasya’ya yaymak isteyecektir. Ancak bir tek Lebed’in yüzünün astarı var gibi. Durdurursa bir o durdurur diye umut ediyoruz. Bir de ekonomik olarak güçleri yetmezse onu bilemem. Yoksa insanlık adına, şeref, haysiyet adına -zira bu kavramların yeri yok onların lügatında- yada Rus halkını düşünerek bu savaşı durduracakları yok onların. Çünkü şu andaki Rus yöneticileri ve komutanları bu savaştan çıkar sağlıyor. Ayrıca savaş durunca Rus halkı yoksulluğunun ve açlığının hesabını soracak. Rus yöneticiler bundan kaçmak pahasına da olsa, bu savaşı kolay kolay sona erdirmek istemeyecektir.
Kıymetli zamanınızı aldık. Teşekkür ediyorum. Konfederasyon’un yeniden eski gücüne, aktivitesine kavuşmasını ben şahsen arzu ediyorum. Başarılar diliyorum.
Bizi seven herkese kalbi selamlarımızı iletin. Çerkeslerin kalbi Türkiye’de atıyor bunu biliyoruz. Sizin gibi, buralara gelip, bağlarımızı kuvvetlendirmek yönünde gayret sahibi olan herkese saygı duyuyorum. Teşekkür ediyorum.
Türkiye’deki kardeşlerimiz şunu iyi bilsin ki, biz elimizden geleni yaptık ve yapıyoruz. Fakat Dudayev’e rağmen, “Sen istemiyorsan da biz geliyoruz.” diye savaşa üstünkörü girseydik, tıpkı Grozni gibi Nalçik’i de yaktırmış olurduk. O zaman uçak seferleri durduruldu. Gelip gitmeniz kesilir ve bağlarımız kopardı. Bu da hem Çerkesler için hem de Çeçenler için büyük kayıp olurdu. Şu bilinsin ki, biz cesaretimizin eksikliği sebebiyle değil, bizzat Dudayev’in yukarda belirttiğim tutumu sebebiyle fiili olarak savaşın içinde yer almadık. Buna rağmen, hiçbir zaman desteğimizi ve yardımımızı esirgemedik.
Türkiye’deki kardeşlerimizin Çeçenlerin yanında yer aldığını ve onlara büyük destek verdiğini biliyoruz ve büyük saygı duyuyoruz. Oradaki kardeşlerimiz bunu böyle bilsinler. Selamlarımızı götürün, saygılar sunuyorum
Saygı bizden, sağ olun efendim.