Abhazya’da savaşın patlak vermesinin ardından en sancılı dönemde altı yıl kalmış olan Babakuş, bugün Sohum’un Rusya’ya kaydığı görüşüne fazla prim vermiyor. Bababuş’a göre Abhazlar kendilerine yardım eden Rusya’ya yakınlaşsalar da istikametleri hala bağımsızlıktan yana… Babakuş, Çerkeslerin ta başından beri Abhazya için fazla bir şey yapmamış olmasını da öteki kimliğin baskın çıkmasına bağlıyor…
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Abhazya’ya bakış
Abhazya’ya gelirsek. Var olan duruma bakınca, Abhazya sizce nereye gidiyor? Rusya’ya mı yaklaşıyor, bağımsızlık mı; rota neyi gösteriyor bugünkü duruma bakarsak?
Bir kere Abhazya’yı şu anki haliyle, toplam 200-250 bin nüfuslu ve bunun içinde toplam 100 bin Abhaz’ın yer aldığı küçücük bir kasaba aslında. Bugünün dünya yerleşim dağılımı çerçevesine baktığımız zaman, orada var olan Abhaz sayısının bir kasaba ya da bir ilçe büyüklüğünde bir nüfus olduğunu dikkate almak lazım. Ve bunların canhıraş bir kimlik ve ayakta kalma mücadelesini dikkate almak lazım. Bu mücadele 1990’dan sonra başlamış bir mücadele değil. Bu epey uzun bir süredir devam eden, hatta bizim dedelerimizin sürgünüyle sonuçlanan Büyük Kafkas savaşı döneminden itibaren orada bir tutunma, kalma ve hayatiyetini sürdürme mücadelesidir. Sonra Sovyetler Birliği döneminde aynı şey yapıldı. Sovyetler Birliği döneminde, o müthiş tek merkezli sistem içinde bu bir avuç insandan mürekkep halk hoşnutsuzluklarını ve taleplerini, Lıhnı’da ve başka yerlerde büyük mitingler yaparak dile getirdi. “Kimliğimizi, kültürümüzü, Abhazya’daki konumumuzu kaybetmek istemiyoruz” düşüncesini sürekli gündeme getirebilmiş, o cesareti gösterebilmiş bir halk bahsettiğimiz halk. Sonuçta gele gele Sovyetler’in çözülmesinden sonra bir tercihle karşı karşıya kaldı. Gürcistan’ın hegemon olacağı bir gelecek ya da bu hegemonluğun sınırlarının yeniden belirleneceği, siyasi ve idari konuların yeniden belirleneceği bir hattı yeniden inşa etme durumuyla karşı karşıya kaldık. O zaman ben, bu savaşa kadarki süreçte Abhazya’da olup biten her şeyi… (Zviad) Gamsakhurdiya ile ilişkileri, sonra (Eduard) Şevardnadze ile ilişkileri, yazışmalar, görüşmeler karşılıklı heyet görüşmeleri, hepsini birebir yaşama şansını buldum. Abhazya’nın tek ve yegane seslendirdiği bakış şuydu: Gürcistan ile Abhazya gelecekte nasıl yeni bir siyasi ve idari ilişki modeli üzerinde yürüyecekler? Savunma hattı buydu. Kesinlikle böyle bir şeydi. Bazen şöyle çarpıtmalar ya da bakışlar oluyor: ‘Rusya Abhazya’yı itekledi, Gürcistan’la aman ha uzlaşmayın, savaşsa da biz destek vereceğiz’ dedi, bunun üzerine de Abhazya, Gürcistan siyasi kadrolarına karşı uzlaşmaz bir tutum içine girdi, gibi zorlama tahliller yapılmaya çalışıldı hariçten. Kesinlikle ben böyle bir şey olduğu kanısında değilim. Abhazya tamamen kendi başına ve birebirdi. Üstünüze gelen selin sizi ezip geçmesini bekleyeceksiniz ya da bir bent yapıp, sel yine geçsin de ben kendime bir sığınak yapayım diyeceksiniz. Abhazya biraz böyle bakmıştır meseleye. Başlangıçta da “Ben bağımsız devlet olacağım” duruşuyla masaya oturmamıştır. Fakat önce Gamsakhurdiya’nın doğrudan Abhazya’yı yutmak isteyen politik tavrı bunu olumsuz etkiledi. Çünkü orda biraz da Gamsakhurdiya’nın kendi etnik aidiyeti de önemliydi. Abhazya’da Megrel nüfus vardı, dolayısıyla kolayca entegre ederim düşüncesi vardı. Sonra (Eduard) Şevardnadze’nin aynı şeyi sürdürmesi, durumu bir çatışma noktasına sürükledi. Ondan sonra, yani Abhazya o çatışma başladıktan sonra Rusya’dan, oradan buradan destek bulduysa buldu. Bunlar başlangıçta var olan destekler değildir. Olmadığı da şuradan belli: Gürcü güçleri elini kolunu sallaya sallaya Sohum’a kadar geldi. Ve direniş de Sohum’da başlamıştır. Yani Gal’de, Oçamçira’da, Tkuarçal’da başlayan bir direniş değildir. Sohum’a girmişlerdir ve Abhazya halkı ve siyasi liderliği bir araya gelip buna karşı gelme kararı almıştır. Çünkü bunların niyeti bizimle bir ortaklık kurmak, bizimle nasıl bir siyasi idare kuracaklarını belirlemek değil, doğrudan bizi kendi toprak bütünlüğüne katmak ve Abhaz siyasi kimliğine son vermektir, düşüncesiyle direniş başlatıldı. Ondan sonraki gelişmeleri de zaten biliyoruz, biliyorsunuz. Halen de henüz nihai sonuca götürecek görüşmeler devam ediyor. Ne kadar sürecek, o da belli değil.
Peki bugünkü durumda rota nereyi gösteriyor?
Ben Abhazya’nın genel rotasının bağımsızlık olduğunu düşünüyorum bundan sonra. Çünkü artık şunu görmüştür: Abhazya, yeniden Gürcistan’la bir siyasi ortaklık kurarak varlığını devam ettirme şansı olmadığını anladı. Varsayalım ki böyle bir mekanizma olsa, federatif, konfederatif bir anlaşma olsa, başta buna olabilir diye bakıyordu Abhazya. Fakat Gürcistan’ın en kısa sürede yeniden Abhazya’yı yutmak ve bu sağlanacak olan anlaşmayı çok kısa süre içinde fiilen ortadan kaldırmak isteneceğini gördüler ve anladılar. Dolayısıyla bu noktadan itibaren, 1995’ten sonra hızla gelişen bir şeydir bağımsızlık meselesi. 95’e kadar BM nezaretinde yapılan görüşmelerde Abhazya, esnek bir yapı içinde federatif ya da konfederatif bir anlaşmaya evet diyecek noktadaydı, hatta böyle bir teklifi Abhazya kendisi önerdi. Böyle bir birlik kuralım dedi. Bu projelendirildi, belgelendi ve taraf olarak Abhazya bunu önerdi Cenevre’de yapılan görüşmelerde. Fakat Gürcistan ‘hayır’ dedi, ‘Abhazya otonom bölge olarak Gürcistan’ın içinde yer alacak, bizim duruşumuz budur’ dedi. Dolayısıyla bu noktadan sonra Abhazya artık ‘Biz federasyon projemizi geri çekiyoruz, bizim seçeneğimiz artık bağımsızlıktır’ görüşünü ortaya koydu.
Şu anki konjonktürde, Gürcistan’ın sunduğu şartlar altında Gürcistan’la aynı masada yer almak düşünülmüyor herhalde.
Gürcistan’la birliktelik düşünülmüyor. Şöyle düşünülmüyor: Uzun bir süre sonra gündeme gelebilir tekrar belki de. Ama bugünkü psikolojilerle, bugün varılan noktada Abhazya’nın asla gündeminde değil.
Tabii dışardan gelen şartların da etkisiyle –son olarak Bagapş’ın ziyareti konusunda Türkiye’nin tutumu mesela- Abhazya Rusya’nın kucağına itiliyor. Ama bir şekilde Abhazya, dışardan bir bakışla, gittikçe Rusya’ya kayıyor gibi bir izlenim söz konusu.
Biraz da şöyle bakmak lazım pozisyon alırken; Nihayetinde bir blok üstünüze yürüdü, buna karşılık bir direniş iradesi ortaya çıktı. Ve bu direniş iradesi için destek alınan taraf Rusya oldu. Rusya şu veya bu politika nedeniyle Abhazya’yı desteklemiş olabilir, o Rusya’nın kendi hesabıdır. Ama siz kendi açınızdan olaya yaklaşacaksınız. Üzerinize sokakta beş kişi saldırdı, siz bir kişisiniz, sizi linç etmeye kalktılar. Bu arada da sesi ve cüssesiyle bir adam çıktı, sizi destekledi. Siz öncelikle bu adamın niyetini sorgulamazsınız. Birebir refleks böyle olmuştur. Öncelikle, Gürcistan saldırısına karşı verdiğiniz mücadelede sizi destekleyen tarafa bir sempatiyle bakarsınız. İkincisi bu büyük bir kültürdür nihayetinde, biz kabul edelim veya etmeyelim. Şu kadar yıl süren Rus kültürü, Rus dili, Rus psikolojisi, isteyelim istemeyelim, oraya sızdı. Onları da bizim gibi aynı şekilde iki kimlikli bir toplum haline çevirdi. Şöyle bakmayalım; Orada zaten pirupak devam eden Abhazya vardı, Adıgey Cumhuriyeti vardı, Çeçenistan Cumhuriyeti vardı. Yani her bir şeyiyle kültürel olarak da, siyasi olarak da Rusya’nın etkisi altında olmayan, kendi müstakiliyetlerini bir bütün olarak korumuş yapılar değildi. Rusya sızmış durumdaydı, eğitimden diğer birçok şeye kadar… Bu hakim kültür de size el uzatıyorsa, Abhazlar açısından, daha sempatik görünmeleri çok normal. Ama unutmayın, Abhazya geçtiğimiz dönemde Rusya ile karşı karşıya kalacağı bir süreç yaşadı seçimler vesilesiyle; (Birinci Devlet Başkanı Vladislav) Ardzınba’nın işaret ettiği kişinin seçilmesi ya da muhalefetin seçilmesi konusunda. Rusya’nın bütün önde gelen siyasileri, belediye başkanları dahil gelip ‘Bu ekibi değil de diğerini seçerseniz sınırları kapatırız’ dediler. ‘Hiçbir yardımda bulunmayız’ dediler. Abhaz halkı, Rusya’nın ‘hayır’ dediği ekibi seçti, şimdi de o ekip iş başında. Bu şu demektir: ‘Rusya’ya doğru kayıyor’un böyle çentikleri de var. Yani ‘Rusya’ya karşı bir duruşları da var mıdır’ı güçlendiren olaylar da yaşanıyor. Dolayısıyla şöyle bir tercih ortaya çıkmış değil Abhazya açısından: ‘Biz Gürcistan’dan kopup Rusya’ya yamalanalım’ diyeceğimiz bir tercih çıkmış değil. Abhazya için şudur: Kendi kimliğini, siyasi ve idari yapısını sürdüreceği bir garanti sistemine ihtiyaç var. Bu garanti sistemi nasıl oluşacak; onun arayışı içinde. Bu Rusya ile daha yakın durarak mı oluşacak yoksa uluslararası toplumla etkileşerek mi bunu sağlayacak; bunun arayışı içinde.
Siz Abhazya ve Abhaz toplumunu içeriden iyi tanıyan birisiniz. Abhaz toplumunda hem buradaki hem diasporadaki politika üreticileri çeşitli alternatifler üzerinde duruyorlar mı? Bugün konjonktür böyle ama yarın değişebilir. Yani bugünkü gidiş çeşitli alternatifler arasındaki belirli tercihlerle çizilmiş bir gidiş mi, yoksa şartların dayatmasıyla sürüklenme mi söz konusu? İçeriye dönük bir değerlendirme yapar mısınız?
Savaştan sonra Abhazya’da, benim de içinde bulunduğum bir think-tank grubu oluşturulmuştu. ‘Abhazya’nın siyaseten hedefleri ve hedefler çerçevesinde nasıl bir öncelik tespiti yapılabilir’ sorusuna cevap arayan ve siyaset bilimiyle uğraşan insanların, bir-iki sosyologun yer aldığı 15-20 kişiden oluşan bir grup oluşturulmuştu, Lakoba’nın başkanlığında. O zaman, Abhazya için gelecekte neler olabilir, diye ciddi çalışmalar ortaya konmuştu. Bu çalışmalarda, o dönem, 1994’te ortaya çıkan seçenekler masaya yatırıldı. Bir bağımsızlık; iki Marshall adaları gibi tam bağımsız değil, dominyon da değil, doğrudan bir yere de bağlı değil, ‘natural state’ dedikleri şey olabilir mi; ya da Gürcistan’la bir konfederasyon formu oluşturulabilir mi gibi çeşitli alternatifler üzerinde duruldu. Ama sonunda Abhazya baktı ki kendi adına bundan sonra varlığını sürdürebilmenin garanti yolu, bağımsız devlet olmak. Ve iki yıl sonra, beş yıl sonra farklı bir hal alabilir durum. Mümkündür. Mesela şimdi Rusya’dan Abhazya’ya –Abhazya ölçeklerinde- önemli yatırımlar başladı. Turizm tesisleri için falan vs. Önümüzdeki dönem bu hızlanacak, şundan dolayı hızlanacak: Soçi olimpiyatları nedeniyle Abhazya’nın Sohum’a kadarki Soçi’ye yakın bölümü, hiç değilse Gudauta’ya kadarki bölümü, kış olimpiyatları için yapılacak yeni düzenleme ve yeni yatırımlar alanında olacak. Çünkü Soçi kendi başına bu kadar şeyi kaldıracak bir coğrafi imkana sahip değil. Dolayısıyla Abhazya tarafına taşacak bu proje. O da şu demek: Önümüzdeki dönem Abhazya’da çok daha fazla Rus sermayesi iş yapacaktır. Bu ekonomik entegrasyon ekonomik olarak ve siyaseten Abhazya’yı Rusya’ya daha çok entegre edebilir; onu bilemiyoruz. Fiiliyatın nasıl işleyeceğini kestirmek kolay değil. Ama bugün Abhazya neyi istiyor, nasıl bir siyasi çözüm istiyor dediğiniz zaman, kesinlikle onda bir tereddüt yok: Bağımsızlık istiyor. Benim kafamda böyle bir tereddüt yok. Kişisel olarak, Abhazya tam bağımsız olabilir mi, diye kendi kendime sorduğumda, bir yığın faktörü bir araya getirdiğim zaman, evet olabilir, diyorum. Kolay değil ama olabilir diyorum. Çünkü dünyadaki konjonktürel değişimler döneminde nüfusu 50 bin, 100 bin, 1 milyon olan ve BM üyeliğine hak kazanan bir yığın ülke var. Bir de tarihi duruma bakalım: Abhazya kendi siyasi bütünlüğü ve yapısını hayata geçirmiş bir halk. Aynı şey diğer Kafkas cumhuriyetleri için de geçerli. Geriye dönüp baktığınızda bir Abhaz Krallığı olmuş, Abhaz Prensliği olmuş. Daralmış, daralmış ama bir siyasi nüve hep yaşayabilmiş. Olmayan bir siyasi nüveden bahsetmiyoruz yani. Dolayısıyla tarihi olarak da bu şansı var, buna hakkı var. Bunlara baktığımız zaman, zor ama bağımsızlık hedefini doğru buluyorum ben kesinlikle.
Diasporadaki Gürcü tarafıyla irtibatınız var mı?
Vardı. Şöyle; Kafkas Abhazya Dayanışma Komitesi olarak, Nihat Gökyiğit’in başkanlığında Gürcü lobisiyle, İsmet Acar gibi kişilerin de yer aldığı bir grupla karşılıklı görüşmeler yaptık. Biz bu problemin çözümüne nasıl katkı yapabiliriz diye. Fakat gördük ki buradaki Gürcü lobisinin de oradaki yönetimden farkı yok. Görüştüğümüz kişiler önce fazlasıyla iş adamı nosyonunda kişilerdi. ‘Bu meseleyi artık halledelim bir şekilde, çünkü bu bölge gelecek vadeden bir bölge. Siz Abhaz tarafına telkinde bulunun biz de Gürcü tarafına telkinde bulunalım, uzlaşsınlar’ şeklinde bakıyorlardı. Ama işin derinliği nedir, problemin kaynakları nelerdir diye çok fazla bakmadan kolayca biz Türkiye’deki Abhaz diasporasını yönlendirirsek kolayca sonuç alabiliriz gibi çok kolaycı bir şablonla baktılar. Ama öyle olmadığını gördüler. Bu meselenin ciddi bir farklılık, bir istekler farklılığından çıktığını öğrendiler. Dolayısıyla bu görüşmeler de eski heyecanıyla sürmedi. Üç beş toplantı sonunda görüşmeler, herkes kendi yoluna devam etsin gibi bir sessiz anlaşmayla son buldu. Bunun ötesinde çok yeni bir temasım olmadı. Belki de Türkiye’deki Gürcü aydınlarıyla görüşmek daha iyi sonuçlar verir diye düşünülebilir. Bu saydıklarım daha çok iş adamı ve bürokrattılar. Ama onun da denemesi yapıldı daha önce, savaş sırasında. Fakat orda da aynı tellerden çaldığımızı göremedik. Entelektüel Gürcüler de olaya aynı şekilde baktı; ‘Abhazya Gürcistan’ın toprağıdır’ diye. Böyle baktığınız zaman işi sürdüremiyorsunuz. İnsan hakları ihlalleri, savaşın getirdiği acılar vs… Bunları konuşamıyorsunuz. Orada tıkandı.
Bir gazeteye verdiğiniz demeçte Bagapş ziyaretinin engellenmesinin konjonktürel olmadığını vurgulamıştınız… Sebep ne sizce, ve yaşanan olayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye bizim bütün çabalarımıza rağmen, Türkiye’nin davranması gerektiği şekliyle davranamadı. Biraz basiretsiz yaklaştı. Bu basiretsizlik sonucunda, Gürcistan’a daha çok meyleden, prim veren bir yaklaşım ortaya çıktı. Oysa meseleyi anlamaya çalışıp, bunu nasıl çözebilirim diye bakması lazımdı. Türkiye biraz Gürcistan hattında meseleye müdahil olmak istedi. O biraz da Amerika entegrasyonundan da kaynaklanan bir şeydi. Ondan çıkamadılar. Defalarca yaptığımız görüşmelerde, dinliyorlar ama orada kalıyor. Ben en az üç Dışişleri Bakanı’na Abhazya meselesini Ankara’da anlatmak zorunda kaldım, hepsi anlamış gibi görünüyorlar ama politikada bir değişiklik olmuyor. Sadece ve sadece bir iki defa insani yardım meselesinde sonuç alınabildi. O da Gürcistan’a on ton mercimek gönderildiyse 500 kilo mercimek de Abhazya’ya gitmiştir. Bizim çabalarımızın o kadarlık bir sonucu oldu. Ama biliyorsunuz ki bugün NATO ve Amerika hattı doğrultusunda Türkiye, Gürcistan’ın askeri gücünün modernizasyonu, eğitimi, yeniden şekillendirilmesi konusunda aktif görev alıyor. Bugün Türkiye’den çok sayıda eğitmen subay, astsubay, Gürcü askerlerini eğitmek üzere Gürcistan’da çalışıyorlar. Çok sayıda deniz, kara ve hava silah ve teçhizatı, Türkiye tarafından NATO konseptleri içinde Gürcistan’a hibe edildi ve bu devam ediyor. Bagapş’ın Türkiye ziyareti konusunda daha önce de sıkıntılı durumlar yaşandı; Ardzınba’nın ziyaretinde de aynı şekilde. O zaman Başbakan Süleyman Demirel’di, Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’di, DYP –SHP koalisyonu vardı. Başbakan da dışişleri bakanı da Ardzınba ile görüşmedi. Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk’la görüştü; diğer siyasi partilerin liderleriyle görüşme yapıldı vs. Bu son ziyaret gündeme geldiğinde de kesinlikle resmi bir davet yapamayız duruşunu ortaya koydu Türkiye. O zaman Komite ‘ziyareti biz organize edeceğiz’ dedi. Dışişleri de olur dedi. Hiçbir sakınca görmedi. Onun gerekçesini de yazmış, yazışmalarda bunu görebilirsiniz. Dışişleri, Komite’ye yazdığı yazıda, program bizim için de uygundur diye yazılı bir cevap verdi. Fakat bir taraftan da Gürcistan lobisinin bu davetin gerçekleşmemesi için çaba içinde olduğunu biliyoruz. Sonunda gele gele bu ağırlık kazandı ve dışişleri hem Abhazya’yı hem komiteyi arayarak bu ziyaretin ertelenmesini talep etti. Erteleme, bu ziyaret yapılmasın demektir. Şöyle bir erteleme olsaydı anlaşılabilirdi: İki ay sonra yapılsın. Hatta ve hatta sözlü olarak şöyle demişler: Şimdi gelmesin, biz daha sonra resmi olarak davet edeceğiz. Böyle sözle söylenmiş bir şey, ne kadar gerçekçi, ne kadar samimi; onu bilemiyoruz. Böylece gelişi iptal edilmiş oldu. Ben bunun Abhazya açısından iyi olmadığını düşünüyorum. Siyasi olarak kayba uğradığını düşünüyorum. Böyle bir girişimde bulunuldu; bir yere gitmek istedi, siyaseten hazırlandı ve görüşme yapılamadı. Gerekçesi de biraz Gürcistan lobisinin etkisiyle. Abhazya’yı özgüven ve siyasi kayba uğrattığını düşünüyorum. Sonra, bizim buradaki diasporanın aktivitesiyle ilgili bir şey. Becerebilir de iki-üç ay sonra doğrudan dışişleri bakanlığının davetiyle buraya getirilebilirse, bu kayıp ancak öyle telafi edilebilir diye düşünüyorum.
Peki gerek Bagapş ziyaretinin organizasyonu ve gerekse iptal sonrası yaşananlara baktığınızda, toplumumuza yönelik ne gibi sonuçlar çıkardınız? Bu durum vesilesiyle içeriye dönük eksilerimiz ve artılarımız bağlamında, gözlemlerinizi paylaşabilir misiniz?
Bizim Kafkasyalılığın ya da Çerkes olmanın iyi ve kötü yanları vardır. İyi yanı insanı bir birey olarak önemli kılar. Dolayısıyla bu toplumun gündelik tezgahlarından geçmişse insan, birey olarak çok özgüvenlidir. Zexes’ti, bizim alaf dediğimiz, insanların bir araya geldiği zaman konuşabilme yeteneği olsun, bunu pekiştirebileceği platformlar açısından, kadın-erkek ilişkileri açısından, benim gurur duyduğum bir kültürel bütünlüğü vardır. Ama bu aynı zamanda bir dezavantajdır. Çünkü Kafkasyalıları bir amaç etrafında kolay bir araya getiremezsiniz. Bireysellik, bireye verilen bu önem sonucunda herkesin bir düşüncesi ve doğrusu vardır, uzlaşma kültürü azdır.
Yani ikisi birbirini dışlayan şeyler..
Tabii tabii öyle bir şey. Ve iç mücadele dediğimiz şey, iç didişme dediğimiz şey bütün toplumlarda vardır ama bizde daha fazladır. Söylediğim gibi, iyi-kötü, ağaç kendi kurdunu yaratır gibi bir şeydir. Bu iyi tarafımız, aslında bir organizasyonu hayata geçirme açısından dezavantaj oluşturabilen bir şey. Belki ikisini daha iyi kompanse edebilmemiz, kombine edebilmemiz lazım. Onu yeterince beceremiyor olabiliriz. Bu konudaki çalışmalara öncülük ve liderlik yapan insanlar bunu beceremiyor olabilirler belki yeterince. Ama hani her kafadan bir ses çıkıyor derler, bizde her kafadan birkaç ses çıkar. O yüzden bütünsel bir çalışma yapmak her zaman zorlaşmıştır. Her zaman böyle olmuştur. Mesela savaş sırasında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’la yaptığımız görüşmede, bize, ‘Türkiye’de hükümetin ya da devletin sizin bu sorununuza destek vermesini sağlamak istiyorsanız biraz ses çıkarmanız lazım, hani ağlamayana meme yok misali biraz sesinizi çıkarmanız lazım, bunun yolunu yordamını bulun, o zaman Ankara sizi dinleyecektir’ demişti. Onun da biraz yüreklendirmesiyle, tam da sivillere yönelik felaket haberleri de peş peşe gelince, İstanbul’dan araçlı bir yürüyüş düzenleyelim Ankara’ya diye bir karar alındı. Tamam denildi. Buradan yola çıkıldı, Gebze’de, İzmit’te katılımlar oldu. Adapazarı’na vardık, kimse yok ortalıkta. Adapazarı’nın içine girdik kimse yok, derneğe gittik orda da kimse yok! Hendek’e gittik orda da kimse katılmadı, Düzce’ye gittik orda da kimse katılmadı. Adapazarı, Hendek ve Düzce bu etkinliğe katılmadı. Çünkü bizim buradaki birlikte bir iş yapalım projesiyle yola çıktığımızda, oradaki önderlik de, yürüyüş-mürüyüş devlete baş kaldırmayalım diye kendince bir yorum yapmış, biz buna katılmıyoruz kararı vermişler. Bize de haber vermiyorlar. ‘Komite olarak buna karar verdiniz ama bu doğru bir şey değildir’ de demiyorlar; katılmıyorlar. Bunun gibi çok örnek verilebilir. Tartışılıp, getirisi-götürüsü konuşulup, bir projeyi hayata geçirmek çok kolay değil bizim toplumda. Bunda da böyledir, Bagapş ziyaretinde de, ne kadar etkili bir program yapabiliriz bilmiyorum ama, ciddi zaaflarımız vardı. Sonra Bagapş gelmemesine rağmen Uzuncaorman’da toplandığımızda ne kadar az katılım olduğunu görerek bunu söyleyebilirim. Burada, başta konuştuğumuz gibi, aslında hangi kimliğimizin ne zaman ağır basacağı konusunda bir kargaşa içindeyiz. Bunda başka kimlikler ağır bastı. Dolayısıyla toplum aynı heyecanla sizin realize etmeye çalıştığınız projeye katılmıyor, katılamıyor. HT/MB/FT (Ajans Kafkas)
BİTTİ
Birinci Bölüm: Çerkesler kimlikleriyle hep didişecek
İkinci Bölüm: Çerkesler kendi kendilerine mahpus
Hüseyin Tok – Mevdudi Bayçora