Moskova’nın ortasında bir Abrek: Yusuf Hacı Temirhanov
‘‘Candan önce onur gelir’’. Kafkas halklarına ait olan bu atasözü aslında onların hayat gayelerini anlatmaya kâfidir. Yüksek dağların doğusunda Adat, batısında Xabze denilen ve dağlıların anayasası kabul edilen ahlak felsefesine ait bütün kurallar bu kökten dallanmıştır. Onlar onurları için yaşamayı ve onurları için ölmeyi kendilerine şiar edinmişlerdir.
Mümbit Kafkas vadilerinin kavimleri bu sebeple vahşidir hürriyetlerine göz dikenlere karşı ve yine bu sebeple baş tacı ederler Allah’ın gönderdiğine inandıkları misafirlerini. Bu sebeple dostlukları da intikamları da gerçektir ve nefretleri aşkları gibi ebedidir.
18. Yüzyılın sonlarında başlayan ve günümüze kadar aralıklarla devam eden Rus-Kafkas mücadelesi buna delil olacak birçok hadiseyi gözler önüne serer. Onlar 1763 yılında Rusların Kafkasya’yı işgal girişimlerine başlamasının daha ilk anında karşılarında dünyanın en güçlü imparatorluklarından biri olduğu gerçeğini hiçe sayarak mücadeleyi başlattılar. 1864’e değin 101 yıl sürecek bu ilk mücadelede Doğu ve Batı Kafkasya’da pek çok lider, halk kahramanı bu anlayış etrafında ortaya çıkacak ve yine Kafkas halkları bu anlayış doğrultusunda bir an olsun bu liderlerin çevresinde mücadeleye destek vermekten geri durmayacaktı. Aslında Ruslar, dönemin diğer emperyalist devletleri gibi vatanlarına göz diktikleri milletleri geri kalmış, medeniyetsiz, vahşi toplumlar ve kendilerini de onları tekâmüle ulaştıracak uygarlık olarak gösteriyordu. Oysa insanlık üretim, tüketim, sömürme ve yok etme yönünde bir tekâmül serüvenine sahip olsa da şahsiyet, adalet, doğruluk, onur gibi değerler bunun aksine tekâmül etmeyecek bilakis onların inandığı tekâmülle zedelenecek sabit değerlerdi. Kafkasya da batı zihniyetinin saf insaniyete karşı yürüttüğü bu savaşın en kanlı sahnelerinden olacaktı.
Doğu Kafkasya’da bu uğurda öncelikle dağınık gerilla grupları halinde yürütülmeye başlayan mücadele, İmam Mansur Uşurma’nın 1785 yılında din ve vatan adına başlattığı imamet hareketi etrafında birleşti. Bu hareket oryantalistlerin müridizm adını verdiği tasavvuf tandanslı bir mücahedeydi. Mansur’un insanları onursuz bir esaret hayatı yaşamaktansa İslam ve vatan uğruna onurlu bir şekilde ölmeye çağrısı tüm Kafkasya’da karşılık buldu. Mansur Rusları once Terek’in ötesine attı ardından batıda Anapa kalesini ele geçirdi ve burada şehit oldu. Mansur’un ardından sancağı eline alan İmam Muhammed’in 17 Ekim 1837’de her tarafından kuşatılmış Gimri Kalesinde tüm imkânsızlıklara rağmen direnmeye devam etmesi ve nihayetinde şehit olmasının akabinde Hamzat Beg mücadelenin başına geçti. Hamzat da bu dönemde ortaya çıkan işbirlikçilerle mücadele ederken şehit edildi. Ruslar liderleri şehit ettikçe mücadelenin biteceğini düşünüyordu. Fakat Rusların düşündüğü olmayacak ve Hamzat’ın ardından gelen, tüm İslam alemine örnek olacak büyük lider İmam Şamil’in sonunu düşünenin kahraman olamayacağını bilerek ortaya koyduğu efsanevi direniş 25 yıl daha devam edecekti.
Şamil sadece savaşlardaki cesareti ve başarısıyla değil aynı zamanda Kafkasya’da merkezi devlet yapısı oluşturacak başarılarıyla da tarihe imzasını atmıştı. Şamil’in imameti sırasında hatırlanması gereken ve Kafkasların değişmeyen yapısını gözler önüne sürecek bir karakter de Abrek Baysangur’dur hiç şüphesiz. Abrekler, hayatlarından vazgeçerek kendilerini dünyaya bağlayacak bağlardan kopup dağlara çıkan ve adaletsizliğe, onursuzluğa karşı mücadele veren Kafkasyalı savaşçılara verilen isimdi. Baysangur Kafkas halklarındaki abreklik geleneğinin temsilcilerinden sadece biriydi. O Şamil’in Çeçenya’da kabul görmesinde üstlendiği naiplikle önemli bir rol oynadı. Ruslarla olan mücadelesinde bir ayağını , bir kolunu ve bir gözünü kaybetmiş ama hürriyete olan imanını kaybetmediği için kendini atına bağlatarak onurlarına göz diken kafirlerin haysiyetsizliğini tek gözüyle görerek onları tek koluyla cehenneme yollamaya devam ediyordu. O intikamlarını aldığı Kafkasyalıların çoğunu tanımazdı zaten bunun bir önemi de yoktu.
1859 yılında hassas bir süreç yaşandı. Şamil belirttiğimiz üzere sadece bir komutan değil aynı zamanda bir devlet lideriydi ve Rusların Kafkas halklarını yıldırmak için başvurduğu mezalimi, insanları hatta hayvanları ve doğayı dahi yok etme konusundaki açlığı onu teslim olmaya zorladı. İstanbul’a gidip güçlenerek mücadeleyi tekrar başlatmayı hedefliyordu. Nitekim anlaşma bu şekilde yapılmıştı. Ancak vahşi Kafkasyalıları tekâmül için uğraşan Ruslar anlaşmaya uymadı ve Şamili tutsak ettiler. Şamil esir düşmüş, batıda Hodz vadisindeki son savaş ardından Rus orduları yaptıkları katliamlarla kan rengine boyadıkları Krasnaya Polyana’ya(Kızıl Çayır) yani Çerkeslerin başkenti Soçi’ye girmiş ve 2 milyonun civarında Kafkasyalı acı ve ölüm dolu bir sürgüne yollanmıştı. Baysangur ve diğer abrekler ise dağlarda onurları için mücadeleye devam etti şehadeti tadana kadar savaş bitti sanan Ruslardan masumların intikamlarını aldılar .
Kafkasya’da bu uzun savaştan sonra mücadele bitmedi. Uzun Hacı isyan ederken ve Abrek Zelimhan dağları kollarken Abdülmecit Çermoy, Haydar Bammat, Pşimaho Kosok aldı bayrağı. Sovyet Döneminde 2. bir sürgün yaşayan Çeçenler 1991 yılında Sovyetlerin dağılmasıyla Cahar Dudayev ve Zelimhan Yandarbiyev gibi liderler etrafında yeniden toplandı. Sovyet işgali yaşamış diğer halklar gibi kendi geleceklerini kendileri belirlemek istemiş ve Rusya’dan ayrılacaklarını belirtmişlerdi. Oysa Rusya Kafkasya’dan vazgeçmek istemiyor ve ‘‘Geri kalmış müslüman milletler geleceklerini tayin kararı hususunda serbest bırakılmayacaktır’’ diyordu
Oysa bağımsızlık ateşi yanmıştı bir kere. 1994’te Ruslar başkent Grozni’ye girdiler. Modern silahlarla donatılmış Rus ordusunun sivil halkı hedef alan ve hatta 2. Dünya savaşı sonrası yasaklandığından ellerinde kalan kimyasal silahları kullanacak kadar ileri düzeyde katliamlarına rağmen Boris Yeltsin’in iki saatte alırız dediği bu küçük ülkede milyon birinci general Cahar’ın önderliğinde Şamil Basayev, Aslan Mashadov, Salman Raduyev gibi efsanevi komutanların yürüttüğü akılalmaz bir mücadeleyle Ruslar geri püskürtülmüş, 1996 Hasavyurt anlaşmasıyla bağımsızlıkları kabul edilmişti. Ancak tarihin tekerrürü bir kez daha vaki’ oldu. Rusya Dağıstan’da halka yaptığı bilinçli zalimliklerle Çeçenlerin Dağıstan’a girmesini sağlamış ve bunu Rusya’nın iç işlerine müdahale sayarak 1999 yılında Çeçenistanı yeniden işgal ederek 2. Savaşı başlatmıştı. Bu savaşta zulmünü katlayan Rusya Çeçen halkını yıldırmayı başaramıyordu. Bu sebeple onların onurunu kırmak gerektiğine kani oldular. Köyleri yakıp yıkma, şehit bedenlerine eziyet, mücahitlerin akrabalarını kaçırma, işkence etme, onları canlı kalkan olarak kullanma gibi pek çok yönteme başvurdular. Bu faaliyetlerde nam salanlardan biri de 160. Alay komutanı Rus Albay Yuri Budov’du. Sivil halka karşı zulmü öyle ilerletmişti ki sivil halkı çukurlara doldurup kireçle yakmayı reddeden Rus teğmen Bagreyev’i aynı şekilde öldürmesiyle ün salmıştı.
Nihayet bu adi mahluk Putin’in devlet başkanı seçildiği 26 Mart 2000 yılının gecesinde yanında Dört askeriyle beraber zorla bir Çeçen ailenin evine girerek ailenin 18 yaşındaki kızı Elza Kungayeva’yı alıkoyarak alay karargahına götürdü. Elza’ya uzun süre işkence edip onurunu kırdıktan sonra onu boğarak katletdi. Olayın ardından Rusya Savunma Bakanlığı Tıbbi Suç Belirleme Merkezi Laboratuvarı 26 Aralık 2000’de otopsi yaptı bu otopside Elza’ya işkence edildiği belirtiliyordu. Sonra aynı kurum ikinci bir otopsi daha yaptı bu raporda ise işkenceye dair bir cümle dahi geçmedi. Elza’ya yapılanlar namus ve onurları için mücadele eden Çeçen halkı için kapanmayacak bir yara açmıştı. Onlar için bu hadise diğer insanlığa sığmayacak işkencelerden çok daha ileri boyuttaydı. Rusya ise iki cesaret madalyasıyla taçlandırdığı Yuri’ye Çeçen halkını teskin etmek için 2003 yılında göstermelik bir ceza verip ve 2009 yılında çıkan afla serbest bıraktı. Budanov korkusundan adını ve adresini değiştirerek gizlenmeye çalışıyordu. İşte bu aşamada dağlıların ruhu tekrar harekete geçti.
Budanov’un serbest bırakılmasından 2 sene sonra Allah’ın intikamı için vakit gelmişti.6 Mayıs 1972 yılında Geldegan köyünde doğmuş ve Savaşı gençlik yıllarında tüm acımasızlığıyla yaşamış, babası işgal sırasında kendilerine alkol bulmasını isteyen rus askerlerine karşı koyması sebebiyle dükkanında yakılarak şehid edilmiş Yusuf Hacı Temirhanov, bir rastlantı sonucu Moskova’da Budanov’u gördü. Hak bilir ya O ne yapsam diye hiç düşünmedi candan önce onur gelir dedi ve dağlıların adaletini alçak caninin beyninde bir şimşek gibi patlattı. Abrek Yusuf Hacı, Moskova’nın ortasında kendi hayatını bir an olsun düşünmeden Elza’nın intikamını almıştı. Duruşma esnasında mahkeme heyeti, O’nun Elza’nın akrabası olmadığını hatta onunla daha önce tanışmadığını öğrenince çok şaşırmış o halde bunu neden yaptığını sorulunca o mahkeme salonundaki meşhur gülümsemesiyle şöyle demişti ‘‘Çünkü ben bir Çeçenim’’. Tarihler, kişiler değişse de değerler ve inançlar kolay değişen şeyler değildi. Yusuf Hacı tıpkı Abrek Baysangur, Abrek Zelimhan, Abrek Khasuka ve daha nice Abrek gibi uygarların veremediği adalet sağlamak için hayatından vazgeçmişti. O esir düştüğü 2013 yılının ardından insanlık dışı muameleleriyle meşhur Omskaya Kolonia hapishanesinde uluslarası örgütlerin defalarca kendisinin işkence gördüğünü belirttiği raporlar hazırladığı beş senenin ardından 3 Ağustos 2018 günü şaibeli bir şekilde hapishanede hayatını kaybetti.
Çeçenistan’da yapılan cenaze törenine sadece Çeçenler değil Kafkasyanın her tarafından onu hiç tanımamış sevenleri iştirak etti. Çeçenler Allah’ın gönderdiği misafirleri için cenaze günü evlerinin kapılarını açık bıraktılar. Zira o Kafkasyalıların onuru için hayatından vazgeçmiş bir abrekti.
Şimdilerde onun için son Abrek deniliyor. Bilakis bu ruh inanan Kafkasyalılar ile inşaallah kıyamete dek payidar kalacaktır. Onurları için, hürriyet için, adalet için daha nice abrekler gelip geçecektir şu fani cihandan.