Yusuf Tunçbilek ile Kafkas kurumları ve ‘Büyük Çerkes Sürgünü’ üzerine söyleşi – I

İstanbul’da bulunan “Kafkas Vakfı”, Türkiye’nin önde gelen, çok yönlü etkinlik ve yayınlarıyla bilinen Kafkas örgütlerinden. “Çerkes Sürgünü”nün 21 Mayıs’taki (bugün) yıl dönümünden hemen önce 16 Mayıs’ta, vakfın yönetim kurulu üyelerinden Yusuf Tunçbilek ile Medya Günlüğü için uzun bir online söyleşi yaptık. Tunçbilek ile bu uzunca söyleşimizde temel olarak, Türkiye’de ve dünyadaki Çerkeslerin örgütlerini, örgütlülük durumları ile dernek, vakıf, vb. organizasyonlarının birbirleriyle ilişki ve etkileşimlerini; genel olarak büyük Çerkes dünyasındaki konum ve etkinliklerini konuştuk. Çerkes halklarının, özellikle de Türkiye ve geniş bölgedeki diasporanın belli başlı sorunlarını da ele aldığımız sohbetimizde Tunçbilek, Abhazya ve Soçi Olimpiyatları gibi çarpıcı konuların yanı sıra bizlere özellikle Gürcistan’ın Çerkeslere yönelik son yıllarda belirlediği politikaları ve bunların farklı yansımalarını değerlendirdi.

Günümüzde “Kafkas Dernekleri Federasyonu” (Kaffed) Türkiye’de yaşayan Çerkesler ile üçüncü ülkelerde yani anayurt haricindeki ülkelerde yaşamakta olan Çerkesler arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi hususunda hangi rolleri oynuyor, ne tür bir misyon üstlenmiş durumda? 

Kaffed’in işinin zor olduğuyla başlamak lazım çünkü paramparça edilmiş ve birçok ülkeye yayılmış bir topluluktan bahsediyoruz her şeyden önce. Bu anlamda da sorunlar oldukça çeşitli ve her ülkedeki Çerkes’in, Kafkasyalının problemleri de farklılaşabiliyor. Türkiye’de, Ürdün’deki, Almanya’daki veyahut da Amerika’daki bir Çerkes’in bu anlamda sorunları haliyle farklı olacaktır. Ayrıca son dönemde federasyonların da çeşitlendiğinden bahsetmek lazım çünkü her bir halkın da kendi problemi olduğundan söz edebiliriz. Örneğin Abhazların bambaşka bir gündemi var, orada bir Abhazya Cumhuriyeti’nden söz ediyoruz. NATO ülkelerinin tanımadığı bir ülke konumunda olsa da…

Türkiye’de toplam dört adet federasyon olduğunu ve buradaki insanların da çok farklı ideolojik kökenlerden geldiğini gözetirsek, problemlerin de o oranda farklılaştığını söyleyebiliriz. Ancak belirli başlı problemlerin başında dil unsuru çok önemsenen bir mesele, dilin kaybolması, asimilasyon, vb. Bunun dışında özellikle 2010’lu yıllarda yaygınlaşan 21 Mayıs 1864 Sürgünü eylemleri noktasında bir hassasiyet olduğunu belirtebiliriz. Tabii ki de Kafkasyalılar çok farklı ülkelere dağılmış durumdalar ve Kafkasya’da bulunan kendi akrabalarıyla iletişimlerini devam ettirmeye çalışıyorlar. Kısacası ideolojik anlamda bir bütünlükten söz etmek güç. Çok farklı halklar var, her birinin farklı farklı problemleri var ve bu noktada da bir bütünlük, bir söz birliği, ideolojik bir hedef olmadığını söyleyebilirim. Ama kendi içlerinde bir vizyonları ve misyonları var. Dil haricinde de bu yapıların en önemsedikleri bir başka konu da Kafkasya’da çift pasaport–kimlik edinmek.

Ancak federasyonların çeşitlenmesi meselesine değinmek istiyorum izninizle. 2003’te kurulan bir Kaffed var. Halen en büyük çatı örgütü konumunda. Yaklaşık 50 dernek bu federasyonun üyesi. Bu federasyonun kuruluş süreci 70’li yıllara kadar dayanıyor. Fakat bunların kurulmasından hemen sonra 2004 yılında Birleşik Kafkas Dernekleri Federasyonu (Birkaffed) isminde de bir yapı kuruluyor. Aslında bu durum Türkiye’deki Çerkesler nezdinde herhangi bir bütünlük olmadığının çok açık bir göstergesi. Evet, belki Kaffed çok daha baskın bir konumda. Ancak hemen ardından da, içerisinde Çeçenlerin ve Karaçaylıların ağırlığının hissedildiği Birkaffed adında yeni bir kurumsallaşma süreci söz konusu. Gene 2010 yılında “Abhaz Dernekleri Federasyonu (Abhazfed)”nun kurulması; bu noktada 2008 yılında Abhazya’nın Rusya başta olmak üzere bir takım ülkelerce tanınması, Abhazlar ile Çerkesler arasında farklılaşmanın daha değişik bir boyutu. Bir de 2013 yılında kurulan Çerkes Dernekleri Federasyonu (Çerkesfed) var ki bunlar biraz daha sağ kanattan gelen bir kadrodur. Bu anlamda Kaffed’in “din” ile ilişkisinin biraz zayıf olduğuna yönelik bir kanıt gibi de görülüyor. Ve de Çerkes isminin öncelendiğini görüyoruz bu federasyon özelinde. Ve tüm bunların dışında da bir sürü bağımsız dernek var; kendi başına iş yapan isim ve kurumlar var.

Sonuçta ise bütün bu örgütlerin üye sayısının çok düşük olduğunu görüyoruz. Kendilerine çok yüksek hedefler belirliyorlar ancak yerelde üye sayılarının az olması hem Türkiye iç siyasetinde onların gücünü azaltıyor ki, ülke içindeki kuvvetlerinin zayıf kalması uluslararası planda da etkinliklerinin zayıf kalması sonucunu doğuruyor. Toplamda kâğıt üstündeki roller, misyonlar ve hedefler çok büyük ancak reelde görebildiğimiz kadarıyla iyi örgütlenmiş bir halktan bahsedemiyoruz. Bu da onları sonuca götürmekten alıkoyuyor.

Çerkeslerin yaşadıkları ülkelerde, Çerkes ulusal / milli kimliğinin / aidiyetinin desteklenmesi ve de Çerkes halkının kültürünün korunması konusunda devletler ve hükümetleri ne derece güçlü, kapsamlı yardım sağlıyorlar size göre? Bu noktada, “Kafkas Vakfı’nızın ne tür faaliyetler içinde olduğunu aktarabilir misiniz lütfen?    

Sağ-sol ideolojinin ortadan kalkmasıyla birlikte kimlik siyasetinin biraz daha yayıldığını görüyoruz Türkiye’de. 90’lı yıllardan itibaren Avrupa Birliği ile olan ilişkilerin arttırılmaya çalışılmasına da bağlı olarak Çerkes kimliğinin daha fazla meşruluk kazanıp en azından ifade edilmeye başlandığını görüyoruz. 2004 yılında TRT’te Çerkes dilinde yayınların yapılması, 2008-9’da ise demokratikleşmenin daha da hız kazanması; Çerkeslerin kimlik taleplerini etkiledi; devletin de onlara bakışında farklılaşmalar yaşandı bu noktada. Örneğin ‘anadilde eğitim’ değil ancak ‘anadil eğitimi’ gibi. Ortaokul öğrencilerine yönelik Adıgece, Abhazca veya Gürcüce derslerin başladığını görüyoruz, sanırsam 2013 yılında. Tüm bunlar Çerkeslerin talepleriyle beraber yürüyen süreçler. Hükümetlerle de çok bağlantılı. O dönem örneğin AK Parti daha çok rol oynadı diyebiliriz. Çerkeslerin halen talepleri var. Örneğin en son Kaffed en son, Türk Dil Kurumu’nun Türkçe–Çerkesçe bir sözlük yayınlaması talebi ile bir ziyarette bulunmuştu. Bu tarz talepler tabii ki devam ediyor halen. Dil ve yok olma sorunsalı üstündeki taleplere yoğunlaşılıyor. Misal, Ubıhçayı dünya üzerinde konuşan herhangi bir kişinin kalmaması konusu.

Kafkas Vakfı’nın tam da bu noktada daha çok bilimsel faaliyetlerle öne çıkan bir kurum olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin farklı insanlara açık olan atölyeler, sempozyumlar, paneller; bunların yanında basın–yayın faaliyetleriyle vakfın mevcut meseleleri daha bilimsel bir perspektiften gündeme getirmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Diğer yandan vakfın, bu problemleri daha farklı insanlara da, yani Çerkes–Kafkas olmayan kitlelere de anlatmaya çalışması da vakfı biraz farklı kılıyor. Yoksa Kafkasyalılar bu problemleri kendi içlerinde elbette ki biliyorlar, her derneğin içinde bunlar konuşuluyor. Biraz daha kamuya açık uluslararası sempozyumlar ile, İngilizce-Rusça ve Arapça yayın yapan “Ajans Kafkas” adındaki günlük haber platformunu vasıtasıyla bunlar uluslararası arenaya taşınmaya çalışılıyor. Vakıf bu noktada dertlerimizi başka insanlara daha çok anlatabilmenin peşinde diyebiliriz özetle.

Güney Kafkasya’da olsun, Rusya, Türkiye, Suudi Arabistan, Ürdün ve ABD’de olsun; farklı farklı Çerkes sivil toplum örgütleri arasında karşılıklı etkileşim, ikili ve çoklu ilişkiler ne durumda ve nasıl gelişiyor? Değişik konulara, olay ve süreçlere bakışta, fikirlerde görüş farklılıkları, ayrılıklar var mı, yaşanıyor mu?

150 senedir farklı ülkelerde yaşayan topluluklardan bahsediyoruz. Her birinin gündemi bambaşka. Yine de bunların asgari müştereklerde bir araya gelmeye çalıştıkları hepimizin malumu. Politik anlamda bir faaliyetin ötesinde, sonuç olarak akraba ilişkileri Çerkeslerin önemsediği bir mesele. Farklı ülkelerde yaşayan Çerkeslerin 150’yi aşkın sene sonra bile bir araya gelmelerini, konuşup iletişimde bulunmalarını arttıran mühim bir faktör. Bu noktada, yeni evliliklerin de olduğunu görüyoruz. Bunlar iletişimi özel bir boyuta taşıyor. Örneğin, Türkiye’den İsrail’e damat gittiğini biliyoruz. İsrail sınırları içerisinde yaşayan bir Çerkes topluluğu var. Veyahut, Kafkasya’dan Türkiye’ye oldukça fazla sayıda gelin geldiğini biliyoruz. Ve bunlar da, birçok fikrin gelişmesinde, yeni iletişim metotlarının oluşmasında değişik bir faktör oluyor. Hangi konularda birleşme sağlanmaya çalışıldığına gelirsek; hala “Büyük Sürgün”ün acısı çok derinden yaşanıyor. Ve bu problemin hesabının hala sorulmamış olması… Gerçi ‘muhatap kim’, burada o da önemli, Çarlık Rusya’sı mı günümüz Rusya’sı mı?!… Veyahut talepler nedir, buradan nereye gidilecek, vs. Bunlar çok net olmasa da, en azından Çerkesleri birleştiren birincil mesele “Büyük Çerkes Sürgünü.” Hatta son dönemlerde “Çerkes Soykırımı” isimlendirmesi de meydana çıktı. Bu temelli faaliyetlerle kitlenin birleştirilmeye çalışıldığı açık. Hatta 2014 yılında Soçi’de gerçekleşen kış olimpiyatlarını biliyorsunuz. Soçi bölgesi geçmişte Çerkeslerin yoğun olarak yaşadıkları bir bölgeydi. Bu noktada da Çerkesler çok ciddi faaliyetlere giriştiler. Ortak bir zamanda ve ortak bir dilde birçok Çerkes’in, nerede bulunuyor olursa olsun, ister Amerika’da ister başka ülkelerde; bir protesto dalgasına katıldığını gördük 2008’lerden 2014’e kadar. Özellikle 21 Mayıs eylemlerinin bu noktada baskın olduğunu belirtmeliyiz. Gene de farklılıklar ve ayrılıklar bana kalırsa daha fazla. Mesela Abhazların durumu son yıllarda çok farklılaştı. Bir yandan Abhazya Cumhuriyeti, Rusya ile ilişkilerini daha çok arttırırken, bir diğer yandan da Türkiye’deki Abhazlar sık sık Abhazya Cumhuriyeti’ne gitmeye başladılar, hatta savaş döneminde de gidenler vardı. Abhazya’nın gündemi, özellikle 2008 yılından itibaren farklı bir hale geldi. Ve bu noktada da, Çerkeslerdeki “Rus karşıtlığı” Abhazlara biraz ağır gelmeye başladı. Haliyle bu, kurumsallaşma boyutunda farklı kurumların, derneklerin oluşmasına yol açtı. Elbette aralarında iletişim halen var ama Abhazlarda eskiden olan, en azından olabilen “Rus karşıtlığının” günümüzde artık kalktığını söyleyebiliriz. Bu noktada Türkiye’deki Çerkeslerin, Çeçenler ve Dağıstanlılar ile olan ilişkileri de çok farklı bir boyutta. Yani kimlikleşme süreci artık sadece Çerkesler veyahut Kafkas başlığı, üst kimliği etrafında değil, daha alt kollara ayrılmış halde. Ve bu durum aslında genel anlamda Çerkeslerin ve Kafkasyalıların politik gücünü de zayıflatıyor diyebiliriz. Artık örneğin Karaçaylıların dernekleri var, onlar her şeyden önce kendilerini Karaçaylılar olarak görüyor, Çeçenlerin Çeçen olarak gördükleri gibi… Hatta İnguşlar kendilerine son dönemde Çeçen değil, İnguş demeyi tercih ediyorlar, vs. Bu toplulukların sayıca az olmalarının da getirdiği bir sonuç bu. Her birinin kendi gündemine eğildiğine ve “o büyük söylemlerden” taviz verdiklerini görebiliriz ve genel anlamda da Rusya ile ilişkilerini geliştirmeye çalıştıkları açık. Çünkü Kafkasya ile iletişim kurmak istiyorsanız, oradaki insanlarla bir biçimde temas etmeniz gerekiyor. Fakat bu teması kuruyor iken, aktif bir “Rus–Rusya karşıtlığının” oradaki insanları zor durumda bırakacağına dair olan inanç Rus düşmanlığının dozunu haliyle biraz azaltıyor. Fakat Çerkesler için bu durum daha farklı. Tabii ki Çerkesler de çok ciddi olarak Kafkasya ile iletişim kurmak istiyor ancak hepimizin bildiği üzere Çerkeslerin büyük nüfusu Türkiye’de. Yani Kafkasya’dan daha kalabalık bir biçimde Türkiye’de varlar ve bu da Çerkeslerin daha bağımsız hareket etmelerine yol açıyor. Örneğin bir Türkiye Çeçeni’ni düşünelim. Çeçenistan ile bir iletişim kurgulamak istiyorsa, veya oradaki kurumlarla ortak hareket etmek istiyor ise, ne kadar Rus karşıtı olabilir, Putin’e ne kadar eleştiri getirebilir?!.. Bu bir muamma… Ama Çerkeslerde bu daha başka. Çerkeslerin en önemli nüfusu Kabardino-Balkar Cumhuriyeti’nde. Ve orayla ilişkileri de var. Ancak Türkiyeli Çerkesler bu bağlamda daha öz güvenli çünkü nüfuslarının çoğunluğu burada ve daha özgür hareket ediyorlar. Bunların hepsi, o kurumların internet sitelerinden açıklanan basın bildirileri, vs. gibi alt metinlerde de görülebilir. Ne olursa olsun, Kafkas kurumları arasındaki fikir ayrılıklarının artık oldukça yaygınlaştığı söylenebilir. Hatta bütün Kafkas halklarının kendilerince federasyonlaşma süreçlerini başlattığını görüyoruz. Yani mesela Karaçaylılar 2004 yılında kurulan Birkaffed’den ayrılıp kendi federasyonlarını kurmak istiyorlar. Gene, Çeçenlerin böyle bir özlemi olduğunu biliyoruz. Dağıstanlılar ise başka bir boyut. Osetlerin zaten “Alan Vakfı” adında 1989 yılında kurulan bir yapıları vardı. SSCB’de Glasnost ve Perestroyka politikalarının başlaması ile birlikte Kafkasya ile olan iletişimin artması neticesinde bu ayrılıklar zaten başlamıştı. Belki günümüzde daha fazla belirgin duruma gelmiş bulunuyor. Ve aslında fikir ayrılığının Kafkasya merkezli olduğunu da söyleyebiliriz. Yani Türkiye’deki Kafkasyalılar, Çerkesler arasında, ideolojik görüş dışında çok bir tartışma yok. Ama örneğin Kafkasya’daki İnguşlar ve Osetler arasında, toprak anlaşmazlıkları gibi çok ciddi problemler var. Veyahut Balkarlar ve Kabardeyler arasında da çok mühim toprak anlaşmazlıkları var. Aslında bunların Türkiye’de hiçbir manası yok ama gelip gitmelerle birlikte, bu ayrılıkların Türkiye’ye taşındığını çok rahatlıkla ifade edebiliriz. Ancak Amerika’da, Ürdün’de, İsrail’de durumlar daha farklı. Gene de, orada da Karaçay derneği başkadır, Çerkes derneği başkadır. Ancak o biraz da nüfus yoğunlaşmalarıyla ilgili bir şey. Yani oralarda Karaçaylılar başka bir yerde, Çerkesler başka bir yerde yaşıyor. Aralarında çok da iletişim yok. Lakin Türkiye’deki ayrılıkların birçoğunun, Kafkasya’daki toprak anlaşmazlıklarından kaynaklı olduğunu belirtebiliriz. Görünürde toprak anlaşmazlığı olsa da, işin daha derininde etnik kimlik boyutu var. Hatta İnguşlar ve Çeçenler arasında da sınır anlaşmazlıkları olmuştu bundan birkaç sene evvel. Yani dışarıdan bakıldığında ‘bir görülen’ birçok topluluğun arasında Kafkasya’da problemler olduğu açık. Bunun kaynağı tarihsel olarak açıklanabilir, Stalin’e bağlanabilir, vs. Ama çok eski zamanlarda da bu tartışmaların, bu kavgaların olduğunu biliyoruz.

Soçi’de dile getirilen argümanlar size göre ne ölçüde geçerli, doğru veya haklı?.. Yani özellikle orada kış olimpiyatlarının yapılacak olmasına karşı olma tutumu… Bunu biraz açabilir misiniz?   

Soçi’deki olimpiyatlara diğer ülkelerin katılmamasına dönük çağrı yapılıyordu. ‘Rusya bir katliamının yaşandığı bir coğrafya üzerinde spor müsabakası yaptı ve bunun da spor gibi alan için çok da sağlıklı olmadığı’ gibi bir görüş açısı vardı. O hareket aslında, informel örgüt dediğimiz yani dernek-vakıf, vb. gibi hareket etmeyen; daha ziyade internet siteleri ve sosyal medya üzerinden kitleyi harekete geçirmek isteyen Çerkesler için bir fırsat olarak görüldü. O dönemde Kafkasya da hareketliydi. Rusya içerisinde Moskova gibi büyük şehirlerde, özellikle de futbol müsabakalarında holiganlar arasında çeşitli gerginlikler olduğunu anımsıyorum. Aslında Soçi Olimpiyatları konusu, ideolojik olarak topluma önderlik etmek isteyen ve kitleyi yönlendirmek isteyenler açısından, bana kalırsa bir fırsat olarak görüldü ve bu fırsat da iyi değerlendirildi. Kafkas Vakfı o eylemlerin ve çatı-organizasyonlarının, çatı-internet sitelerinin katılımcısıydı ancak organizatörü değildi. Kafkas Vakfı davet edildiğinde o eylemlere katılmıştı. Belki büyük bir kitle bir araya getirildi, hatta İstanbul’da İstiklal Caddesi üzerindeki Rusya Başkonsolosluğu önünde kitlesel protestolar oldu. Ama ben o dönemde çok net hatırlıyorum ki, Türkiye’deki Çerkeslerin hepsi o protestolara katılmadı. Farklı düşünenler vardı. Söz gelimi 2012 yılında olsa gerek, aynı anda İstanbul’da hem Beşiktaş’ta hem de İstiklal Caddesi’nde farklı iki protestonun yaşandığını hatırlıyorum. Birisi, Rusya ile ilişkilerin devam etmesi gerektiği düşüncesinden hareketle Rusya Başkonsolosluğu’nun kapısına dayanmaz ve denize siyah çelek bırakmakla yetinirken; diğeri ise “Hayır, bizim muhatabız bugünün Rusya Federasyonu’dur” diyerek daha agresif bir tutum belirlemişti. Zaten o eylemin organizatörleri de yaş olarak daha genç, yani “daha heyecanlı” diyebileceğim bir kitleydi. Bu anlamda da evet, Çerkeslerin yakın tarihteki en büyük protestoları o dönemde yaşandı. 5000 hatta 10.000 kişiye ulaşmış olabilir o protestoların katılımcı sayısı. Ama dediğim gibi, aynı anda iki farklı protestonun yaşanıyor olmasının da not edilmesi gerekir. Hatta benim de gözlemci olarak bulunduğum o gün, başkonsolosluğun önündeki bir protestonun bittiği an, en büyük grup dağıldığı sırada arkadan başka bir grubun, başka bayraklarla gelmek suretiyle konsolosluğun önüne gelip başka bir basın açıklaması yaptığını çok net olarak hatırlıyorum. O büyük grubun içerisinde Çeçen, Abhaz, Birleşik Kafkasya bayrakları vardı, kısacası grup daha çeşitliydi. Ama ikinci grup mesela sadece, Çerkes bayrağı olarak kabul edilen yeşil-sarı renkli bayrakları taşıyordu. Özetle o dönemde kitleyi mobilize etti o “No-Soçi” kampanyaları. Fakat bütün programların, tüm vizyon ve misyonun o eyleme kilitlenmesi de, Soçi Olimpiyatları bittikten sonra insanları bir anlamda bir boşluğa itti. Ve o “boşluk” halen dahi devam ediyor. En son en büyük kitlesel gösteriler o zaman yaşanmıştı. “TRT-Çerkes açılsın!” talebiyle de sonraki yıllarda eylemler oldu ancak bunlar fazla kitleselliği yakalayamadılar.

Sizce, Soçi özelinde Rusya ile yaratılan bu konfrontasyon (karşıtlık), o şiddetli eylem süreci; Rusya karşıtı olması itibarıyla Rusya’daki Çerkesleri ve Rusya Federasyonu’nu da epey karşıya almayı beraberinde getirmedi mi, biraz da bunu tetiklemedi mi? Sizin tabirinizle, oradaki Çerkesleri de “zor durumda bırakmadı mı” kısacası?…        

Türkiye’de “ana akım” diye tabir edilen Kaffed örneğin böyle düşünür. Ki zaten onların etkinliklerine de Rus elçileri, Rus konsolosları, vs. çağrılır. Mesela günümüzde de Abhazfed ve İstanbul Abhaz Derneği, etkinliklerine elçilik ve konsolosluk yetkililerini davet ederler, Alan Vakfı da aynı şekilde. Kafkasya’da söz konusu eylemlerin bir yere kadar etkisi, yankısı olmuştur. İnternet üzerinden Rusya’daki Çerkesler bunları takip ettiler. Hatta Kuzey Kafkasya’ya sonradan geri yerleşen Türkiye’deki Çerkeslerin daha aktif bir biçimde hareket edip oradaki halkla birlikte anma eylemlerini arttırdığını da biliyoruz. Gene de bu dönemsel bir şey. Zorluğa sokmuş mudur; orada Rusya güçlü bir ülke ve oradaki Çerkes kurumları ve Kafkasyalıların kurumları üzerinde çok büyük egemen bir güç yani baskılar veya onların zor durumda kalması aslında hep olan bir şey. Özetle bu eylemlerin oradakiler üzerinde etkisi olmuştur olmasına ancak bu etkinin baskın olduğunu sanmıyorum. Ancak 21 Mayıs meselesinin daha fazla gündeme taşınması noktasında, özellikle Batı medyasının ilgisini çekmiştir. Ne var ki, ilk 21 Mayıs anmasının da Kabardino-Balkar Cumhuriyeti’nde 1989 yılında yapıldığını biliyoruz. Bu noktada orada da gelişen bir süreç vardı zaten. Yalnız orada başka bir boyutta gidiyordu, Türkiye’de ise bir başka boyutta. Genelde İstanbul’da Kız Kulesi’nin karşısında veya Karadeniz’e kıyısı olan bir noktada denize siyah çelenk bırakma şeklinde, veyahut panel ve sempozyumlarla anma biçiminde gidiyordu süreç. Lakin o dönemki gençlerin, bilhassa Türkiye’deki “Kafkasya Forumu” isimli örgütün; diğer Kafkas kuruluşlarına yaptığı ziyaretler, vs. bu konuyu başka bir boyuta çıkardı.

Not: Yusuf Tunçbilek’le söyleşinin ikinci ve son bölümü pazar günü yayınlanacak.

Kaynak: Medya Günlüğü