Çeçen-İnguş Sürgünü İstanbul’da anıldı

Çeçen Kafkas Muhacirleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Kafkas İnguş Dostluk Derneği, Kahramanmaraş Küçüksu Yardımlaşma ve Çeçen Derneği, Vaynakh Gençlik Birliği tarafından organize edilen “23 Şubat 1944 Çeçen-İnguş Sürgün Anma Etkinliği” Üsküdar Gençlik Merkezinde gerçekleşti.

Yoğun katılımın gözlendiği programın başlangıcında kurum başkanları selamlama konuşmaları yaptılar.

Çeçen Kafkas Muhacirleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Ali Viskhadzhiev konukları “Bismillahirrahmanirrahim. 23 Şubat 1944 tarihinde yaşanan sürgünü ve şehitleri anmak için burada toplandık. 75 yıl önce Çeçenler ve İnguşlar eşyalarını toparlamaları için 15 dk süre verilerek hayvan vagonlarını bindirildiler. Açlık, susuzluk, soğuk ve diğer zorluklarla beraber Vaynah halkı için büyük bir acı başladı. 13 yıl süren sürgünde Vaynahların yarısı yok oldu. Bizi tamamen yok etmek için çok uğraştılar. Acılarımızı unutmamalıyız. Bizi o gün ayakta tutan şey dinimiz ve kültürümüzdü, bunları korumalıyız. Çeçen İçkerya Cumhuriyeti bize bu yas günleri yeter artık deyip bugünü diriliş günü yapma kararı aldı. Bundan sonra ağlamayacağız, yılmayacağız, unutmayacağız!” sözleriyle selamladı.

Kafkas İnguş Dostluk Derneği Başkanı Selman Beştoy katılımcıları, “Hepiniz hoş geldiniz. Böyle hüzünlü bir günde bizi yalnız bırakmadığınız için çok teşekkür ederiz. Sivil toplum kurumlarına ayrıca teşekkür ederim, bu kaynaşma umarım hiçbir zaman bozulmaz. Allah beraberliğimizi bozmasın.” diyerek karşıladı.

Kahramanmaraş Küçüksu Yardımlaşma ve Çeçen Derneği Başkanı Halil Önce, “İlk defa Çeçen ve İnguş derneklerinin bir araya gelerek düzenlediği bu anlamlı programa hepiniz hoş geldiniz.” ifadelerini kullandı.

Program 23 Şubat 1944 Çeçen-İnguş Sürgününü konu alan belgesel gösterimi ve ardından konuşmacıların tebliğleriyle devam etti.

Furkan Soyupak sunumunda “Sürgünün hukuki boyutuna değineceğim söylendi fakat bir sürgünün hukuki boyutu olamayacağı ile başlayalım. Soykırım denilince Kafkasyalıların yabancı olmadığı bir kavramdan bahsediyoruz. Batı Kafkasya’nın ardından yani 1864 tarihinin ardından Doğu Kafkasya’ya da bu olaylar sıçradı. 1943’te Karaçay-Balkarlar, 1944’te de Çeçen-İnguşlar soykırıma uğramışlardır. Yasalara göre Rus ya da SSCB vatandaşı olan Kafkasyalıların gerçekte böyle olmadığını görüyoruz. Askeri doktrin olan “Güvenilmez Coğrafya” tabiri vardır ve Rus ülkesi “Güvenilir Coğrafya” olarak ikiye ayrılır. Hukuk da bu iki bölgeye göre belirleniyor. Güvenilmez Coğrafya’da askeri doktrin hukuktan daha baskın durumdadır. Ortada bir vatandaş hukuku hiçbir zaman gerçekleşmedi. İşgal ve ele geçirilmiş topraklar olarak görülen Kafkasya bölgesine Çarlık ve Sovyet dönemlerinde bu şekilde bakıldı ve bürokratik bir devamlılığın olduğu görülüyor. “Cezalandırılmış Halk” diye bir kavram da var, yani suçlar, cezalar ve yargılamalar birey üzerinden değil, bütün halk üzerinden giden bir durumdan bahsediyoruz burada. “Kolektif Cezalandırma” tabirine gelecek olursak, bütün hukuk süreçlerinde şunu görürüz, suçun cezasını suçu işleyen kişi çeker. Fakat burada halkın, topluluğun, etnik ya da dinsel grubun cezalandırıldığını görürüz. Tabii burada II. Dünya Savaşı atmosferinde benzer uygulamaların Avrupa’da çeşitli bölgelerde olduğunu söylemeliyiz. Rusya İç Savaşında; Kozaklar, Mujikler vs topluluklara da kolektif cezalandırmaların, sürgünlerin olduğunu görürüz. II. Dünya Savaşında on halkın sürgün edildiğini görüyoruz. Anti Sovyet yapılarla işbirliği ile suçlanırlar. Bütün cezalandırmalar aşağı yukarı aynı şekilde olmuştur. Çeçen-İnguş Sürgününe bakacak olursak, Çeçen-İnguş toprakları dışında dahi tam olarak 4.146 Çeçen-İnguş’un sürgün edildiğini görüyoruz. Kazakistan ve Kırgızistan’a sürülen halk birçok vatandaşlık hakkından mahrumdu. Örneğin bulunduğunuz bölgeden 3 km. ötesini gidilemiyordu. Giderse de kişinin mirasçılarına dek cezalandırma uygulayabiliyorlardı. Vaynah halkı için 1944 kimlik kurucu bir öneme sahipti. Çeçen kimliğinin oluşumu bakımından 1944 Sürgünü önemini koruyor. Avrupa Parlamentosu ve Amerika Senatosu aslında bu sürgünleri tanımıştır ancak gereken yapılmamıştır. Vaynah halkı son yıllarda terörize edilmek, böyle gösterilmek istenmektedir, Vaynah halkı buna karşı daha fazla öne çıkıp kendisini ifade etmelidir. Cevher Dudayev zamanında Çeçenya’da Çeçen-İnguş Sürgünü Anıtında inşa edilen mezar taşların arasından kama çıkar, bunu mezardan yeniden doğuş, acılarımızdan politik bir mücadele başlatma olarak okuyabiliriz.” ifadelerini kullandı.

Abdullah Hüseyin, “23 Şubat 1944 tarihinde, bundan tam 75 yıl önce Vaynah halkı (Çeçen ve İnguşlar) için tarih boyunca yaşanan en trajik olaylar meydana gelmiştir. O zamanlar “Sovyetler Birliği halklarının atası” olarak tabir edilen Sovyetler Birliği Komünist Parti Merkez Komitesi Genel Sekreteri Josef Stalin’in talimatıyla Vaynah Halkının ulusal otonomisi (Çeçen-İnguş Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti) yok edilmiş, tüm Çeçen ve İnguşlar “Halk Düşmanı” ilan edilmiş ve Sibirya, Kazakistan ve Kırgızistan’ın soğuk steplerine “sonsuza dek” ölüme sürgün edilmiştir. İkinci Dünya Savaşı yılları… 23 Şubat Kızıl Ordu Bayramı arifesinde Sovyetler Birliği Devlet Güvenlik Halk Komiserliği ile Sovyetler Birliği İçişleri Bakanlığına bağlı Halk Komiserliği birlikleri, cepheden geri çekilen yorgun askerler maskesi altında Çeçen-İnguş Cumhuriyeti’ne yerleştirilmiştir. 23 Şubat’ın buz kesen soğuk sabahında ceza sürgünü için özel olarak hazırlanan 150 bin kişilik birliğin asker ve subayları, evlerinde uyuyan Çeçen ve İnguşların evlerine dalmıştır. Tüm yetişkinler (büyük kısmı savaşta olduğu için erkek sayısı çok azdı), kulüpler, okullar, şehir ve köy meydanları gibi toplanma yerlerine çağrılmış, toplanma için insanlara sadece 10-15 dakika verilmiştir. Böylece, aşağılayıcı “Mercimek” kod adıyla planlanan Vaynah halkının korkunç sürgün operasyonu, sinsi ve alçak Sovyet devlet otoritesi tarafından 23 Şubat 1944 tarihinde başlatılmış ve 9 Mart 1944 tarihinde tamamlanmıştır. Çeçen-İnguş Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti esasında Alman işgali altında değildi. Bu nedenle Çeçen ve İnguşları “doğrudan vatan hainlikle” suçlamak ve “halk düşmanı” ilan etmek anlamsızdır. Bununla birlikte Vaynah Halkının sürgüne gönderildiği tarihlerde Alman işgal kuvvetleri Kafkaslar’dan yüzlerce kilometre geri püskürtüldükten sonra yapılmıştır, bu nedenle askeri bir gereklilik olarak değerlendirilemez, bu sürgün Stalin rejiminin açıkça yürütülen bir cezalandırma eylemi olarak değerlendirilmelidir. Sürgünden sonra Çeçen ve İnguşların asırlarca yaşadığı topraklar komşu bölgeler olan Gürcistan, Dağıstan, Kuzey Osetya ve Stavropol arasında paylaştırılmıştır (Stavropol Bölgesine bırakılan topraklarda 1946 yılında Grozni Bölgesi kurulmuştur). Bununla birlikte tüm Çeçen ve İnguş isimleri de Gürcüce, Dağıstanca, Osetince ve Rusça isimlerle değiştirildi. Örneğin: Çeçen Nojay-Yurt köyünün adı Andalalı (Avarca “huzur”), İnguş Bazorkino köyünün adı Çermen (Osetince “huzur”), Şatoyskiy İli ve Şatoy İlçe merkezi ise Sovyetskiy İli ve Sovyetskoy köyü olarak değiştirildi. Anlatılanlara göre, Çeçenlerin sürgüne gönderildiğini duyan Nobel Edebiyat Ödüllü meşhur Sovyet yazar Mihail Şolohov “Çeçenler olmadan Kafkaslar mı olurmuş” diye   haykırmıştır. Müslüman Vaynah halkının sürgün edilmesinden önce de, sürgünden sonra da Kabardey-Balkar Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden Balkarlar, Karaçay-Çerkes Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden Karaçaylar, Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden Ahıska Türkleri, Kırım Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden Kırım Tatarları (tüm Türk etnik gruplar) gibi başka Müslüman halklar, ayrıca Kalmıklar ve Koreliler (Budistler), Volga Alman ve Finliler (Hristiyanlar) da topraklarından kopartılarak sürgün edilmiştir. Bunun yanında Balkarların yaşadığı topraklara Kabardeyler, Karaçayların topraklarına Çerkesler, Ahıska Türklerinin yaşadığı topraklara Ermenilere teslim edilirken, Kırım Tatarlarının ve Volga Almanlarının topraklarında ise çoğunluğu Ruslardan oluşan Kırım İli ve Saratov İli kurulmuştur. Sovyetler Birliğinin diğer bölgelerinde yaşayan tüm Çeçen ve İnguşlar ile Dağustan’da yaşayan Akkin Çeçenleri de sürgün edilmiştir. Akkin Çeçenlerinin geleneksel olarak yaşadıkları Auh İlinin adı Novolak İli olarak değiştirilmiş ve Laklara bırakılmıştır. Bir tek, pasaportlarındaki soy hanesini ve soyadlarını Gürcü usule göre kardeş Gürcistan halkı tarafından kısa sürede değiştirilen Gürcistan’ın Ahmetskiy İlinde yaşayan Kist Çeçenleri sürgüne gönderilmekten kurtulmuştur. 1944 yılında başlayan ve 13 yıl süren bu trajedide Çeçen-İnguş halkının yarısından fazlası hayatını kaybetti. 20’den fazla gün süren karlı “ölüm yolu” binlerce Çeçen ve İnguş’un cesetleri ile kaplanmıştır. Sürgünün ilk haftasında açlık, soğuk ve hastalıklardan yaklaşık 70 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Çeçen Tarihçi Dalhan Hojayev’e göre yaklaşık yarım milyonluk Vaynah halkından sürgün sırasında 250 Bin kişi, yani halkın “%50 ile %60 kadarı” hayatını kaybetmiştir. Bu süreçte en iyimser hesaplamalara göre her iki Çeçen veya İnguş’tan biri hayatını kaybetmiştir. Bunun yanında çocuk ve yaşlılar dahil olmak üzere tüm göçmenler her hafta olağanüstü hal yönetim merkezlerinde yoklama vermekle yükümlü kılınmıştır. Yerleşim özgürlüğü kazanmak için Stalin kamplarında 20 yıl geçirmek gerekirdi. 1944 yılında yaşanan trajedinin kurbanları aramızda bulunan saygıdeğer aksakal Alvi-Hacı Saduyev ile Alu Edilgireev. O zaman henüz küçük birer çocuk olan bu kişiler Veden ve Şatoy İllerinin dağlık Tazen-Kala ve Varanda köylerinden anne ve babaları ile birlikte sürgün edilmiştir. Örneğin: Alvi-Hacı o zamanlar 6 yaşındaydı ve özel günü yaşananları çok iyi hatırlar. Alu ise sadece iki hafta önce doğmuştu. Çeçen-İnguş Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin Veden İlinden Kazakistan’a sürgün edilen bir ailede 1956 yılında doğan ben de zulüm gören mağdur Çeçenlerin listesinde yer aldım. Pavlodar İli topraklarında yakın kız kardeşim, teyzem, dedem, büyük dedem ve büyük ninem gibi bir çok akrabamım mezarları bulunur. Vaynah halkının tarihinde en az 5 zorunlu sürgün yazılmıştır. Her biri, bu sürgülere sebep olan zamanın tiran ve   yöneticilerinin isimleri ile adlandırılmıştır: Ekaterina sürgünü, Aleksandr sürgünü, Nikolay sürgünü, Satlin sürgünü, Yeltsin-Putin sürgünü. 1944 tarihinde yaşanan Stalin sürgünü Çeçen ve İnguş tarihinde görülen en büyük soykırımdır. Bu tarihten önce Çeçenler 19. yüzyılda Şamil İmamlığının düşmesinden sonra büyük bir göçe zorlanmıştır. O tarihlerde onbinlerce Çeçen Osmanlı Halifeliğine göç etmiştir. Bu kişilerin torunları şu anda Türkiye, Ürdün, Suriye, Irak ve diğer Yakındoğu ülkelerinde hayatlarını sürdürmektedir. Bu göç muhacirlik olarak adlandırılmıştır. Çeçen ve İnguşların sürgüne gönderilmesi sürecinde Rus askerleri tarafından uygulanan vahşetin boyutlarını görmek için tek bir köyde, Galançoj İli Haybah köyünde yaşanan trajediyi hatırlatmak yeterlidir. Bu köyde, Galançoj İlinin çeşitli dağlık köylerinden Kolhozun harasına   önceden toplanan, sağlıksız veya yaşlı oldukları için patikaları ve kar yığınları yaya olarak aşamayan ve genelde hasta yaşlılar, kadınlar ve çocuklardan oluşan 700’den fazla kişi 27 Şubat tarihinde canlı olarak yakılmıştır. Ateşten kurtulmaya çalışanlar ise askerler tarafından kurşuna dizilmiştir. Burada canlı canlı yakılan insanların en yaşlısı 110 yaşında, en küçükleri ise haranın ateşe verilmeden sadece birkaç saat önce dünyaya gelen ikizler olmuştur. İnsanlığa karşı işlenen yüzyılın bu en büyük suçun talimatı Sovyetler Birliği İçişleri Bakanlığı Halk Komiserliği Bakanı Lavrentiy Beriya’dan gelmiştir. Kadere bakın ki, yakılması için emir verdiği Kolhoza, tam da onu yakacak Bakanın adını vermişlerdi. Talimatı yerine getiren kişi ise İçişleri Bakanı ile soydaş olan 3. Sınıf Güvenlik Komiseri Mihail Gvişiani’dir. Vaynah halkının zorunlu sürgüne gönderilmesi sürecinde Rus askerleri tarafından yapılan başka zülüm örnekleri de verebiliriz. Örneğin Galançoj İli, Amiye köyü yakınlarında çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan 600 kişi kurşuna dizilerek Galançoj gölüne atıldı. Çeberloy İli, Kezenoy-Am gölüne ise halkın “taşınamayan” kısmı topluca sulara gömüldü. İtum-Kali İli, dağlık Malhistı köyünde yine “taşınamayan” olarak nitelenen 300 kişi Rus askerleri tarafından kurşuna dizilmiştir. Nojay-Yurt İlinde ise askerler mısır ambarlarına tıkarak benzinle canlı canlı yakmayı tercih etmiştir. 23 Şubat 1944 yılında Urus-Martan Bölge Hastanesinin tüm hastaları infaz edildi. Yakın yerleşim birimlerinden toplanan 72 kişi hastane binasına sadece on   metre yakınında kazılan çukura atılmış canlı canlı üzerlerine cüruf ve çöp atılmıştır. Sürgün yıllarında açlık, soğuk, ölüm ve işkence Çeçen ve İnguşları yok olma noktasına kadar getirdi. Sovyetler Birliği İçişleri Bakanlığı Halk Komiserliğinin verdiği bilgilere göre Ocak 1949’da ölüm oranı doğum oranında fazlaydı. Tüm bu insanlık dışı şartlara rağmen Vaynah halkı sürgün yerlerinde hayatta kalmayı başardı. Yüce Allah’ın iradesi ile Vaynahların “sonsuza dek” gönderildikleri sürgün, Kremlin diktatörü Stalin’in ölümünden 13 yıl sonra sona erdi. 9 Ocak 1957 yılında Sovyetler Birliğinin yeni Başkanı Nikita Hruşçov Çeçen-İnguş Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin yeniden kurulması ile ilgili kararnameyi imzaladı ve hayatta kalan Çeçen ve İnguşlara tarihi vatanlarına dönme izni verdi. Bununla beraber, İtum-kali, Galançoj ve Şaroy İli gibi Çeçen-İnguş Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin bir çok dağlık İl bölgesi tarım yapmak için   iktisadi açıdan verimsiz oldukları gerekçesi ile Çeçenlerin yerleşimine kapatıldı, bu köylerde ikamet edenler ise daha düz bölgelerde yer alan köylere yerleştirildi. Vaynah Halkının (yani Çeçen ve İnguş halklarının) zorunlu sürgün tarihinden 75 yıl geçti. Bu uzun sürede birkaç nesil değişti, bu trajik olayları yaşayan kişilerin sayısı ise her geçen yıl biraz daha azaldı. Bunca yıldan sonra, bugün bile, Sovyetler Birliği’nin zülüm görmüş halklarının iade-i itibarı ile ilgil önemli sorunları hala çözülememiş olması acı ve hüzün vericidir. Örneğin, sürgünden sonra Kuzey Osetya topraklarına dahil edilen Vladikavkaz (Buru-Kala) bölgesinin toprakları ve Prigorodniy İli İnguş halkına hala iade edilmemiştir. Dağıstanlı Akin Çeçenleri ise Novolak (Auhovskiy) ve diğer bazı illerinde yer alan kendi evlerine dönememişlerdir. Novolak İli ile ilgili son yıllarda olumlu gelişmeler olsa da Prigorodniy İli ile ilgili konu çıkmaza girmiştir. Bu durumun en büyük sorumlusu Osetya’nın bu bölge üzerindeki haklarını resmi olarak tanıyan Cumhuriyetin kukla Başkanı Yevkurov olmuştur. Vaynahlar (Çeçen ve inguşlar), dünyanın en eski halkları arasında yer almakta, Kafkasya’nın yerli halkıdır ve Kuzey Kafkasların en büyük etnik topluluğudur. Vaynahlar şu an itibariyle Çeçenistan Cumhuriyeti’nin (Çeçence – Nohçiyçoğ) ve İnguş Cumhuriyeti’nin (İnguşça-Gialgiayçe) yerel halkıdır.   Bu halk tarihsel olan Dağıstan, Gürcistan ve Kuzey Osetya ile Orta Doğu ülkeleri (Kazakistan, Kırgızistan) ve Yakın Doğu ülkelerinde (Türkiye, Ürdün, Suriye, Irak) yaşar. Dünya çapında yaşayan Çeçen ve İnguşların toplam sayısı üç milyon civarındadır. Vaynahların binlerce yıllık tarihi -Eski Roma, Sasani Pers İmparatorluğu, Hazar Hanlığı, Altınordu, Rus İmparatorluğu, Sovyetler Birliği ve şu anki Rusya Federasyonu’nun işgallerine karşı kahramanca verilen sürekli bir özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinden ibarettir. Bugün Çeçenler ve İnguşlar, temelinde “böl ve yönet” ilkesi yatan Kremlin’in acımasız sömürgecilik politikasının kurbanlarıdır. Bunun sonucunda Çeçen ve İnguş halkı Çeçenistan Cumhuriyeti ve İnguş Cumhuriyeti adıyla kurulan farklı çatılar altında yaşamak zorunda kalmıştır. Buna rağmen, dilleri bir, gelenekleri bir kültür ve dinleri bir olan Çeçenler ve İnguşlar hiçbir zaman kendi aralarına duvar örmemiş, sınır çizmemiş veya başka yapay engellerin aralarına girmesine izin vermemiştir. Birilerine “halk düşmanı” ilan ederek sürgüne göndermek, diğerlerine ise sürgüne gönderenlerin topraklarını vermek suretiyle 1944 yılında Balkar ile Kabardey halkını, Karaçay ve Çerkes halkını ortadan ikiye bölen Stalin bile Çeçen ve İnguş halkını bölememiştir. Sözde demokrasi yoluna giren günümüz Rusya’sında da “böl ve yönet” ilkesi ile halkların bölünmesi uygulaması maalesef hala kullanılan bir yöntemdir. Örneğin, Kremlin’in siyasi mühendisleri Akin Çeçenlerini, Kistin Çeçenlerini, Karabulakları ayrı birer halk olarak tanınması için planlı çalışmalar yürütmektedirler. Rusya 2010 Genel sayım sonuçlarına göre kendini farklı bir halk olarak tanımlayan Çeçenler arasında Melhi Çeçenleri bile var. Bu arada Akin Çeçenleri, Melhi Çeçenleri ve Karabulak Çeçenleri, Çeçencenin farklı lehçelerini konuşan Çeçen Halkının büyük etnik gruplarıdır ve ayrı Halklar değildirler. Burada Dudayev karşıtı muhalefetin 1991 yılında Urus-Martan İli, Şalaji köyü bölgesinde ilan ettiği Şalajin Cumhuriyeti hatırlatmakta yarar vardır. Şalaji’nin yanında ise Nadtereçniy İli “Dudayev’li İçkerya’dan bağımsızlığını ilan etmiştir. 23 Şubat 1994 yılında Vaynah halkının zorunlu sürgünün 50. Yıldönümünde özgür Çeçen halkı Stalin soykırımının kurbanlarını son kez anmışlardır. Bu yas günü yerine Çeçen İçkeriya Cumhuriyeti Başkanı (şehit, inşallah) Cevher Dudayev’in talimatıyla Çeçen Milletinin Diriliş Günü ilan edilmiştir. 26 Şubat 2004 tarihinde, yani sürgünden 60 yıl sonra) ise Avrupa Birliği Parlamentosu Çeçen halkının Stalin tarafından sürgün edilmesini soykırım olarak tanıyan deklarasyonu kabul etmiştir. Ne yazık ki, Çeçen kardeşleri ile birlikte sürgün edilen İnguşlar bilinmeyen sebeplerden dolayı bu deklarasyona dahil edilmemişlerdir. Buna rağmen, ünlü bir Sovyet şairin sözlerini aktaracak olursak: “Biz Çeçenler deriz, İnguşlar anlaşılır. İnguş deriz, Çeçenler anlaşılır.” Çeçenlerin bir sözü vardır: “Acele etme ve unutma”. Cevher Dudayev (eski Grozni) şehrinde yer alan 1944 yılında işlenen soykırımın anıt kompleksinde, ideolojik sebeplerle Kadirov’lu mimariye de yer almayan şu sözler işlenmişti: “Yas tutmayacağız! Ruhen çökmeyeceğiz! Ve hiçbir zaman unutmayacağız!” («Доьлхур дац! Духур дац! Диц а дийр дац!»). Gerçekten de böylesi, hiçbir zaman unutulmaz ve affedilmez! Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Huzur içinde olun, Allah’ın Rahmeti ve nimetleri üzerinize olsun. Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allah’u Ekber!” ifadelerini kullandı.

Davut Yaşar, “23 Şubat 1944 Sürgününün yıl dönümünde beraberiz. Sadece Çeçen-İnguş halkları değil, bütün Kafkas halkları aynı acıyı yaşadılar. Biz kardeşiz. Bu acıyı hisseden Kafkas halkları ile beraber değerlendirmeler yapıyoruz. Sürgünün sosyolojik ve kültürel meselesine değinmek istiyorum. Bu soykırımın anlamlandırılması gerekiyor. Gerekli derslerin çıkması gerekiyor, rasyonel çıkarımlar ve stratejiler geliştirilmesi gerekiyor. Kafkas diasporası olarak beraber projeler üretebilirsek kendimizi yeniden inşa etme anlamında önemli işler başarabiliriz. Kafkas kültürünün kendine özgü olduğunu düşünüyorum. Aidiyet merkezli evrensel, model bir toplum, bir halktan bahsediyoruz fakat bu halkın yok edilmek istendiğini görüyoruz. Çeçen-İnguş ya da başka bir deyişle Vaynah halkının yok edilmek istendiğini görüyoruz. İnsana kültür oluşturma imkanı verilmiştir. Pek çok halk elbette barışla, onurla bütün insanlığa değerli katkılar yarattılar. Fakat daha sonra ortaya çıkan ırkçılık insanlığın birikimini zedeledi. Çeçen-İnguş ve diğer Kafkas halkları birlikte kültür yarattılar. Bu kültürleşme süreci Neolitik devrimden sonra ortaya çıkmıştır. Ayrı ayrı kategorik toplumları bölündüler. Neticede kavimleşme sürecinde Urartular ve Hattiler kuzen topluluklar daha sonra Kafkas halklarına dönüştüler; Adıgeler, İnguşlar, Çeçenler ve diğer Kafkas unsurlarını oluşturdular. Bunların ortak özelliklerinin Kafkas sözcüğünde karşılandığını görüyoruz. Ancak daha sonra emperyal bir güç amacıyla Moskova Knezliği’nin büyümeye başladığını görüyoruz. Yavaş yavaş büyüdü, Kırım’ı ve günümüzdeki Rusya sınırları içerisini alıp ve son olarak Kafkasya’ya girdi. Bu Kafkasya’ya tamamen yabancı bir güçtü. Kafkas halkları İmam Mansur önderliğinde milli bir direniş hareketi başladı ve bu İmam Şamil’e kadar sürdü. İslam dünyasından yeterli destek gelmeyince ve yalnız kalınca İmam Şamil de en sonunda kaybetmek zorunda kaldı ve teslim oldu. 1864’te Soçi’nin düşmesiyle mücadele o dönem bitti ve zorunlu göçe tabi tutulduk. Karadeniz’de yüzbinlerce insanımızı şehit verdik, Osmanlı topraklarına iskan edildik. Böyle bir süreç aynen 23 Şubat 1944 tarihinde yaşandı. İsmi değişen fakat özü değişmeyen yapı, Vaynah halkını tamamen yok etmek istedi. Bu bir insanlık suçuydu. İlk önce Çarlık sonra Sovyetler insanlık suçu işlediler. Ayrıca kültür soykırımı da işlediler. Bu soykırımlardan bir benzerini 1990’larda gördük. Gene insanların gözleri bunu kapalıydı. Bu problemlerin yaşanmaması için ilk önce Kafkas diasporasının bir olması gerekmektedir. Bunu başaramazsak dünya bizim acılarımıza kulak vermez. Önce bizim, Kafkas halklarının birleşmesi gerekmektedir. Biz bir güç olmadıkça ve tarihten ders almadıkça bu acılarımız devam edecek. Birleşik Kafkasya idealini anlamlandırırsak bizim bir geleceğimiz var. Rasyonel temellere dayanarak İslam imanımızı kullanmalıyız. Bütün Kafkas halkları tek bir millettir. Aidiyetler bir değerdir ama onlar üzerine millet olmak daha önemli bir değerdir.” ifadelerini kullandı.

Alvi Saduyev ise “Değerli misafirler, değerli bacılar, bugün memleketimizden koparılmamızın yıldönümü. Bugün taziye günümüz bizim. Sürgünü bizzat yaşadım ben. Biraz önce dışarıdaki fırtınalı havayı görünce o günlere geri döndüm o günleri yaşadım. Sürgün günü bizlere düğün var dediler, ayakta durabilen herkes o düğüne gelsin diye bizi çağırdılar. O düğünde yaşlı bir Çeçen adam vardı, onu oynattılar. Bir de bir Rus vardı, o da oynama rolü yaptı bize. Şimdi malumunuz Kızıl Ordunun anma günüydü o gün. Bizim bunu anmamız lazım diye hepimizi bir yere götürdüler, oranın etrafı da haberimiz yokken sarılmış. O gün çok aydınlık ve sıcak bir gündü. Biraz önce bahsettiğim o yaşlı adam bizi memleketimizden edecekler, harekette bulunanları öldürecekler dedi. O güzel gün birden fırtınaya dönüştü, rüzgar çıktı, yağmur yağdı, kar yağdı, kamalarını çekenler oldu. Ben o gün 6 yaşındaydım. Çocukları, benim yaşımdakileri eve götürdüler. Ertesi gün kızaklar hazırlandı, alabildiğimiz kadar eşyaları aldık ve 12 km. yürüdük. Bizden başka kimse yoktu orada, herkesi götürmüşler oradan. Bizi arabalara bindirdiler. Normalde hayvanların taşındığı o vagonlara bindirildik. Susuzluktan ağladığımı iyi hatırlıyorum, su yoktu. Kapının yanında hasta bir kadın vardı, onun eşi Muhammed de o anda Almanlara karşı savaş halindeydi biz vagondayken. O kadıncağız orada vefat etti ve biz tren durduğunda cenazeyi karların üzerine koyduk. O Muhammed’in çocukları da açlık ve susuzluktan hayatlarını kaybettiler. Onların yakınları da bir hırsızlık suçlamasıyla hapse atıldı ve onların çocukları da öldüler. Benim yatağım vardı, kıbleye serip yattım ölüyorum diye. Ayaktasın bu nasıl bir şey ölümden bahsediyorsun dediler. Elime bir mısır tanesi alıp ölsem artık hiçbir şey umurumda olmayacaktı, öyle bir duruma gelmiştim. Beni Yasin okumak için görevlendirmişlerdi. Her yere koşturuyordum. O insanların çoğu hayatını kaybetti. Bizler vademiz gelmediği için hayatta kaldık. 1945 yılında 7 yaşıma gelmiştim ve orada ellerim dondu ve hala parmaklarım sakattır. 13 sene sürgünde kaldıktan sonra vatanımıza geri döndük. Bizi dönüşümüzde de hala nefes almamamız için uğraşıyorlar. Savaşı kimse istemez, biz hiçbir zaman savaş istemedik. Ben I. ve II. Çeçenya-Rusya Savaşı sırasındaki mitinglerde de bulundum. Kimseye saldırmadık ve üzerimize gelmeden kimseye cevap vermedik. Son savaşlarda ben 4 evladımı kaybettim. Benim anlattıklarım kendi gözlerimle gördüklerimdir. Tavsiyem ve ricamla bu Müslüman ülkeye geldik. Bu Müslüman kardeşlerimiz bize kucak açtı. Bizden öncekilere de kucak açtılar. Sizden bir ricam var, bizim halkımız dilencilik yapmasın, aslında biz kazandık, anlımızın akıyla devam ediyoruz, böyle devam etmeliyiz. Gevşek olmadan, dimdik bu ülkede hayatımızı sürdürelim. Türkiye’deki vatandaşların yardımıyla bugüne kadar geldik, yapılan yardımlar için de çok teşekkür ediyorum, yaşadığımız bu ülkede saygı çerçevesinde yaşamımız gerekli. Çocuklarımıza bunu öğreteceğiz. Bu insanlar kayıplarla bu ülkeye geldiler. Böyle geçineceğiz. Allahu ekber! Allahu ekber! Allahu ekber!” ifadelerini kullandı.

Program şehitler için duanın ardından hatıra fotoğrafı çekilerek sona erdi.


Yorumlar
  1. Bekir ARSLAN

    23. Şubat. 1944 (Çeçen-İnguş) zorunlu devlet göçünün 75. Yıl dönümü münasebetiyle, İstanbul’da anma gecesi merasimini tertip eden, Tüm Dernek Yöneticilerine ve emeği geçen tüm hemşehrilerime teşekkür ediyorum, Cenab-ı Allah razı olsun diyorum. İyi ki varsınız. Rab’bim ihlaslı niyetliğinizi daim eylesin. 🙏 Amin.
    Not:
    Tüm şehidlerimize de Cenab-ı Allahtan Rahmet diliyorum. Rab’bim şefaatlerine nail eylesin.
    Bismillahirrahmanirrahim,
    “Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” Bakara, 154.