Kuzey Kafkasya`da barış için neler yapılmalı? (I)

2011 Haziranında İstanbul-Fatih’te Ali Emiri Kültür Merkezi’nde Rusya dahil sekiz ülkeden yirmi tebliğcinin katılımı ile “Uluslararası Kuzey Kafkasya Sempozyumu”nun akademik organizasyonu üstlenmiş ve 22 maddelik sonuç bildirgesinin 15 maddesini bizzat önermiştim ve kabul edilmişti. Ulaşılan ve önerilen sonuçlar, Kafkasya`nın adalet ve barış içinde varlığını sürdürebilmesi için Türkiye ve Rusya Federasyonu başta olmak üzere dünya kamuoyunun ve akademik çevrelerin dikkatine sunulmak üzere sosyal medya üzerinden paylaşılmıştı. Bugün halen geçerliliğini koruyan bu önerilerden telif haklarına saygı göstererek sadece kendime ait olanları içerik olarak geliştirerek, göçün 152 yılında kamuoyuyla bir kez daha paylaşmanın faydalı olacağına inanıyorum.

Kafkasya’da yaşayan halkların dil, müzik, giyim, mitoloji, psikoloji, adet ve hayat tarzları ile ortak tarih ve kaderleri onları aynı etnik kökten gelsin veya gelmesinler yakın akrabalara dönüştürmüştür. Kafkas halklarının Kuzeybatı Kafkasya’dan trajik şekilde sürgün edilmeleri ve yaşadıkları soykırım, bu halklardaki ortak tarih ve kader birliğini pekiştirmiş, aynı psikolojiyi bugüne taşımalarını sağlamıştır. Çarlık Rusyası tarafından işlenen 1864 Büyük Kafkas sürgünü insanlık suçunun, hukuk ve insaf dışı öldüğünü ve bölgeyi tamamen yerli halklardan temizlemek üzere yapılan işgal amaçlı vahşî bir savaş olduğunu öncelikle tespit etmek gerekir.

150 yıl öncesine kadar Kafkasya ile hiçbir tarihi, etnik ve kültürel bağı yokken ve bölgede tek bir Slav yerleşimi bile bulunmazken Kuzeybatı Kafkasyadaki Adiğe yerleşimlerinden başlayarak öncelikle Ortadoks Kozaki`lerin yerleşimine bölge açılarak uzun sürecek bir `kolonizasyon` dönemine girilmiştir. Bu yıkıcı sürgün ve onu izleyen sürecin, ağır maliyetleri bugün halen devam etmektedir. Bu tarihi trajedinin yıkıcı sonuçları, mağdur nesillerin hafızalarında bütün diriliği ile yaşarken Kafkasya’da geride kalan yerli halkların yüzyıllar içerisinde asimilasyonu için farklı yöntemler izlenmeye devam edilmiştir.

Sovyetler döneminde Kafkasya’nın yerli halklarının folklorik ve kültürel değerleri kısmen korunurken Sovyetlerin yıkılmasından sonra bu milletlerin başlangıçta kendi kaderlerine terk edildiği, şu anda ise Kuzey Kafkasya’da kasten yükseltilen kaotik ve anarşik ortam ile halkın tabii seyri içerisinde ilerlemesine ve gelişmesine fırsat verilmemektedir.

Kafkasya sadece savaşlar ve enerji politikaları bağlamında gündeme gelmemelidir. Kafkasya, insanî, tarihi, kültürel, sanatsal ve folklorik değerleriyle de dünyaya vereceği egzotik katkılarla anılmayı hak etmektedir. Bölgede yaşayan halkların, hangi dinden ve dilden olursa olsun, geçmişte olduğu gibi yanyana, güvenlik içinde ve huzurlu bir şekilde yaşamayı dünyanın her yerindeki diğer insanlar gibi hakları vardır. Aynı zamanda dillerini ve kültürel kimliklerini korumak ve gelecek nesillere aktarmak temel insan hakları arasındadır.

Pekiyi burada çözümü nerede ve hangi yöntemlerle aramak gerektiği sorusu akla geliyor. Öncelikle, Kafkasya’da sadece etnik ve dini gerekçelerle yükseltilecek taleplere dünyanın ısrarla kulak tıkayacağı gerçeği, Birinci Çeçen Savaşı ve Bosna Savaşları ile ispatlanmıştır. Bunun yerine, herkesin anlayabileceği, evrensel hukuk sözleşmeleri ve hukukun genel ilkeleri ile bu hakların teminatını her türlü iç ve dış mahkemede aramanın yollarına bakılmalıdır. Sonuca varılsın veya varılamasın, haklı talepler ısrarla, bütün dünyanın anlayacağı jargonda evrensel hukuk sözleşmelerine dayanılarak dile getirilmeli ve savunulmalıdır.

Kafkasya’da artan şiddetin ve buna cevap olarak uygulanan “ölçüsüz güç kullanımı”nın uluslararası hukuk ve evrensel insan hakları sözleşmeleri ile açıklanabilecek hiçbir tarafının olmadığı ortadadır. Herbir şiddet hadisesinin yeni bir şiddeti doğurduğu ve mazlumların haklarının daha fazla mağdur edilmesine sebep olduğu da inkar edilemez bölge gerçeklerindendir.

Kafkasya’da kalıcı barış ve huzurun temini için başta entellektüel, ekonomik ve sosyal girişimler ile dil ve kültürel hakların tanınarak gelişmesine fırsat tanınması akla gelen ilk tedbirler arasındadır. Bölgede gençlerin iş bulma imkanı olmadığı gibi, iş ve iyi bir hayat aramak üzere gittikleri Rusya’nın diğer yerlerinde de sürekli dışlanarak ve kendi gettolarını oluşturmaya ve marjinal kalmaya mahkum edilmektedirler. Önlerine ikinci bir seçenek olarak tamamen asimile olmayı kabul etmek konulmaktadır. Bu halde bile fiziki ve karakteristik özellikleri ile farklı olan Kafkasyalıların, milliyetçi Ruslar tarafından dışlanmasına engel olamamaktadır.

Kafkasya’da insanî bir ortamı düşleyen her türlü çözüm arayışının Rusya Federasyonunu ve özellikle Türkiye’de yaşayan Kafkas diasporasını gözardı etmeksizin sürdürülmesi gerekir. Çözüm arayışlarında romantik şekilde Rusya’yı göz ardı eden ve sanki iki yüzyıldır Rusya bölgede hiç yokmuş gibi davranmaya çalışan amatör kaprislerin bölge halklarının durumunu zorlaştırmaktan başka bir işe yaramadığı da ortadadır. Rusya Federasyonu’nda gün geçtikçe yükselen Rus milliyetçisi tavırlara karşı ise bütün dünyanın aklına, gözüne ve kulağına hitap edebilecek bir hak mücadelesi yürütülmelidir. Kafkasya’da ortaya çıkan her türlü silahlı eylem, diğerleri için daha ağır maliyetli faturaların ödettirilmesinin bahanesi olmaktadır. Bu durumda barışçıl yollarla temel insan haklarının ve buna bağlı diğer taleplerin Rusya makamlarına içeriden ve dışarıdan sürekli olarak hatırlatılması gereklidir. Diaspora dernekleri aracılığıyla, internet ağlarının ve sosyal medyanın bu hak taleplerini farklı dillerde etkin şekilde dünyaya aktarabilmeleri şarttır.

Rusya’da beğenelim beğenmeyelim çoğu kez siyasi müdahalelere ve kirli ilişkilere açık bir adlî sistemi olsa da AGİT ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kapsamında da, sonuç alınamayacak olsa da BM çerçevesinde de hak mücadelesi sürdürülmelidir. Bu konuda, Çeçen savaşı ile ilgili sonuç alınmış başarılı örnekler vardır. Fakat Türkiye’deki Kafkas diasporasının gündemine bu tür başarılar nedense bir türlü girememiştir.

kafkas4

Kaynak: Dünya Bülteni